Erdoğan gittiğinde…

YORUM | BÜLENT KORUCU 

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan kaybedeceği seçime girer mi? Kaybettiğinde koltuğu bırakır mı? Bu soruların gündeme gelmesi aslında tünelin ucundaki ışığın göründüğünün işareti. İsmet İnönü 27 yıllık kurucu tek parti döneminden sonra devretmedi mi? 12 Eylül’den sonra Kenan Evren ‘buçuk parti’ olarak seçime son anda dahil ettiği ANAP’ın liderine ülkenin anahtarını teslim etmek zorunda kalmadı mı? İstanbul Belediyesi canının yarısı demek, çok zorlansa da Ekrem İmamoğlu’nun kazandığını kabullenmedi mi?

Erdoğan yenilmemek için neler yapabileceğini 7 Haziran seçimlerinden sonra gösterdi. Ancak bu sefer kazın ayağı farklı. Aç seçmen, büyük devlet masallarını dinlemediği gibi oluşacak güvenlik zafiyetinin faturasını da mevcut yönetime keser. Sıra dışı bir gelişme yaşanmazsa Erdoğan gidici. Heybeden çıkarabileceği olağanüstü bir durum da kalmadı açıkçası. Elindeki son barut feyk darbeydi, onu da harcadı.

BU YAZIYI YOUTUBE’DA İZLEYEBİLİRSİNİZ ⤵️

Gidişin başka işaretleri de var. Mesela AKP’liler dahil herkes Millet İttifakı’nın adayının kim olacağı üzerinde tahmin yürütüyor. Gündeme gelen her isim bir dalga oluşturuyor. Oysa kaybedecek adayı kimse merak etmez. Erdoğan seçime favori giriyor olsaydı, rakibi üzerine böylesine spekülasyonlar yapılmazdı. Netleşmeyince ateş edecek hedef bulamadıklarından panikliyorlar. Hatta İlhan Kesici gibi isimleri kulislerde yayarak karşı tarafın elini bir an önce açık etmesini sağlamak istiyorlar.

İYİ Parti Genel Başkanı Meral Akşener’in “Aday değilim, ben başbakan olacağım” cümlesi bir özgüven gösterisi. “Erdoğan kaybettikten sonrasını planlamaya başladık” mesajı veriyor. CHP Lideri Kemal Kılıçdaroğlu ile birlikte süreci akıllıca yürütüyorlar. Kamuoyu beklentisi iki başkan, iki lider üzerinde yoğunlaşmış durumda. Son dakikada yeni bir Ekmelettin İhsanoğlu vakası yaşanmaması şartıyla elbette. Böyle bir sürprizde hiç seçimi yapmalarına dahi gerek kalmaz. “Adam kazandı” deyip erkenden yatsınlar.

Muhalefet cephesinin kişiden ziyade sistemi sorgulaması ve onu öncelemesi de akıllıca. Bütün yetkileri toplayıp sistemdeki kurum ve kişileri yok etmesi Erdoğan için büyük kumardı. O kumarı kaybetti. Günah keçisi ilan edebileceği, vatandaşın şikayetine sebep olan şeylerin faturasını yıkabileceği kimse kalmadı. Ne Meclis, ne Merkez Bankası ne de bakanlar… Muhalefetin, başkanlık yetkilerini kullanmayacaklarını bugünden deklare etmeleri önemli ve ikna edici bir adım. Meclis Başkanı Mustafa Şentop başta olmak üzere pek çok yandaş da sistem tartışmalarına dahil olmak zorunda kaldı. Erdoğan, “Başkanlık sistemiyle aldığımız mesafe ortadadır. Dönüş yok!” dese de B Planı olarak kısmi değişiklik öngören bir paket hazırlatıyor. “Parlamentosu güçlendirilmiş başkanlık sistemi” diye bir ucubenin ipuçları kulislere sızdırılıyor. Muhalefete havuç uzatmaları, sistem eleştirilerinin hedefine ulaştığını gösteriyor.

“Sembolik yetkilere dönüşe razı ve sistemi dönüştürücü yumuşak güç” tanımına en uygun aday olarak Kılıçdaroğlu öne çıkıyor. Böyle olunca iki büyük oy deposu Ankara ve İstanbul başında duran Ekrem İmamoğlu ve Mansur Yavaş’ın adaylığına gerek kalmıyor. Ancak sadece o isimlerin kazanabileceği görülürse ayrıca düşünülmeli. “Belediyeleri AKP’ye kaptırmayalım” endişesini yersiz buluyorum. Erdoğan seçimi kazansın zaten ertesi gün belediyelere kayyım atar. Şu anda yapmıyor ve sadece engellemekle yetiniyorsa önündeki sandıkta tokat yeme endişesinden. O korkudan kurtulduğu gün hiç çekinmez.

Erdoğan gittiğinde hiçbir şey eskisi gibi olmayacağı için belediyeleri filan da alamazlar. En başka AKP dağılır, zira aslında böyle bir parti yok. Partiyi aile şirketine dönüştürürken bindiği dalı kesti, taşıyıcı kolonları budanmış bina ilk depremde yıkılacak. ANAP ve DYP, liderin gitmesinden sonra iki seçim daha yaşamasını kurumsal yapısını her şeye rağmen korumasına borçluydu. Erdoğan gittiğinde Devlet Bahçeli diye bir siyasi figür de kalmaz ortada. MHP’de Akşener’in oluşturduğu dip dalgayı iktidar gemisine sığınarak aşmıştı. Akşener’in başını çektiği blok Erdoğan gemisini batırdığında diğerleriyle birlikte o da batacaktır.

Erdoğan gittiğinde en kolay bürokrasi döner. Elbette üst katmandaki beşer onar maaşlılardan söz etmiyoruz. Onlar, kaptan kamarasında el ele tutuşarak birlikte batacak. Orta ve alt kademeler “Kral öldü yaşasın yeni kral” marşları eşliğinde manevra yapacaktır. Hatta daha şimdiden Erdoğan suç örgütünün dosyalarını biriktirmeye başladılar.

Seçimden sonraki süreçte parlamenter sisteme dönüş bir risk teşkil eder mi? Erdoğan 2002’de olduğu gibi yüzde 35’lerde bir oy yüzdesiyle tekrar hortlar mı? Bunlar dayanaksız endişeler değil. Hatta kaybederse yönetilemez bir ülke bırakmak için ekstradan sorun üretebilir. “Bakın bunlar başaramadı, yine beni seçin” diyebilmek adına bunu dahi yapabilir. Bunun çaresi seçimin ertesi günü parlamenter sisteme dönüş takviminin ve yeni sandık tarihinin açıklanması. Bu tarihin çok geç olmaması lazım. Erdoğan ve avanesinin başaramadılar istismarının önüne bu şekilde geçilir. Dönüşümün mevcut cumhurbaşkanı nezaretinde gerçekleşmesi için seçmenin önüne sadece parlamento sandığı konur. Elbette asıl önemli olan Erdoğan’ın yargılanması. Böylece kesin çözüm gerçekleşir, yeniden hortlamasının önüne geçilir.

Sağlık durumunu da göz ardı etmeyin. İktidarın motivasyonu ve gücün perdelemesiyle örtbas edilen şeyler gizlenemez hale gelecek. Fizikî ve mental çöküş hızlanacak. Erdoğan, öldüğü halde sopasına dayanarak ayakta duran Süleyman Peygambere benziyor. Sopa gittiğinde o da çökecek.

Onu iktidarda tutan uluslararası güçler de kontrollü değişimi tercih eder. Artık onların da işine yarayacak güç ve donanımda değil. Hatta yük haline geldi diyebiliriz.

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

7 YORUMLAR

  1. Kaybedeceği varsayılarak seçime girer mi sorulmaktadır. Burada kaybeceğinden emin olunmaktadır. 17 25 aralıkta da kaybedeceği kesindi, o zamanda koltuğu bırakır mı diye sorabilirdik. Elimizde bir tek seçim kaldı, ona çok fazla güç veriyoruz. Seçim dışında demokratik olan herşeyi değiştirdi. Bütün kontrol mekanizmalarını kurdu. İnsanları kafese alırken kimse birşey yapmadı, şimdi elde kalan seçim sistemi ile adama şimdi “ne yapacaksın bakayım” diye soruluyor. Adam elimizdeki devleti aldı, parlamentoyu aldı, sanki sandık sihirli bir değnek. Terör örgütleri çıkarttı. Hdp den de terör örgüü çıkarmaktadır. Zaten kürt sorunu yoktur, çözdük diyerek olaylar öncesi işaret fişeğini ateşlemektedir. Adeta geliyorum diyor. Kendi gibi otoriter olan apo ile anlaşması, hdp ile anlaşmasından kolay. Kürt sorunu yoktur demek pkk demek, apo demek. O zaman hdp yerini otoriter apo alacsk demektir. Hdp de demokrasicilik oynadığından gözü sandıkta. Kürtler apoya yönlendirilecek, apoyu da bunlar yönlendirecek. Al gülüm ver gülüm olacak. Chp ye karşı din savaşı verilecek. Yani bunları bu zamana kadar yapmamış gibi “seçimde kaybedeceksin, o zaman sandığa gidermisin? gibi sorular sormak boş. Bu olup biteni anlamamış olmak demektir. Yani cumhuriyete el koyduğunda sandıkta kaybetmiyor ama enflasyon fırlayınca kaybediyor. Cumhuriyetine sahip çıkamayan insanlar sürüsüne sandıkta liderliğini verirmi hiç? İnsanlara yeni hikayeler fısıldayacaktır, yeni maceralar, yeni suikastler, yeni kalkışmalar, dünyayı fethe çıkmalar, kürdistanı suriyede işgal etmeler, ayasofyadan yeni mesaklar, iha ların görüntüleri, yunanistan savaş gemisini kovalama, hdp ye cihat, chp nin “haçlı seferi”, iyi partinin hdp li “teröristler” ile işbirliği gibi çok hikayeyi bize okutturacaklar yada yaşattıracaklar. Üç boyutlu sinema gibi, filmin içinde hissedeceğiz kendimizi. Adama açlığını unutturacak bunlar, zorla hikayeyi ezberlettirecekler. Baktılar ki insanlara ne versek alıyorlar, şizofreninin kişilik parçalanması gibi, toplum içinden birgün birilerini terörist yaparız, başka gün başka birilerini din düşmanı yaparız. Toplumda bu şekilde kaybettiği milli değerlerini temsili olarak yaşamış olur. Bir gün vatan kurtarır, birgün hainleri kovalar, şeytan taşlar falan. Varlık gayesini biraz olsun yaşamış olur ve huzur içinde milli ve dini görevini yapmış olarak yatağına yatar, yada kahvesinde oturur.
    Burada asıl tuzağa müslümanlar çekilmektedir. Yani adamı tuzağa çekmektedirler. Aşırı derece demokrat olmalarının nedeni bunun parçası. Suriye anayasası falan hepsi, ruslar, abd, hepsi türkiyeyi beklemektedirler.

  2. Demek isteniyor ki adam koltuğu kaybedecek, kaybettikten sonra mızıkçılık yapacak mı? Meseleyi adamın mızıkçılığına indirgemek doğru değil. Bu zamana kadar ki değişiklikler onun mızıkçılığı üzerinden gerçekleşmedi. Arka planda işleyen devasa bir çark var. Bu çarkın devam etmesi adına ak partiye en büyük düşman olan mhp yi ona eklediler. Bu çarkın görevi türkleri daha iyi kontrol edebilecekleri bir rejim oluşturmaktır. Dünyanın gözü önünde türkleri ameliyat masasına yatırdılar. Appandisit diye demokrasisini kestiler, beyninden ameliyat ile cumhuriyet rejimini aldılar, yerine eski model muhaberat rejimi koydular. Ameliyat esnasında türke fetö filmini izlettiriyorlardı. Boğaz köprüsündeki askerleri gösteriyor, tankın önüne yatanı gösteriyordu. Dikkatleri çekmek için iyi bir yer seçmişlerdi. Göbek fıtığını keserek türkleri avrupadan kopardılar. Hızla doğuya doğru sürüklenen, batıdan giderek uzaklaşan bir gemiye benzemektedir. İki tane yunan gemisi kovalayacağız diye, demokrasi ve hukukun üstünlüğü değerlerini rütbeleri sökülen asker gibi avrupada bırakmıştık. Kurtuluş savaşıyla çok övünürdük, belki bu mücadele adına meclisin susturulmasına ses çıkartan olur düşüncesi umuduyla beklerken, herkes fetö filmini izlemeye devam ediyordu. Arabaları manasızca ezen tanklar, anlamsızca meclisi bombalayan uçaklar, yani büyük bir hareketlilik var ama amaca varmıyor. Yani izlenen sahneler bir hedefe, sonuca varmıyor. Uçağın amacı meclisi bombalamak gibi duruyor, darbe esnasında. Boğaz köprüsündeki askerlerin amacı ne? Boğaz köprüsünü korumak mı? Ama adam atatürkün samsuna kıyıdan ingilizlere görünmeden gizlice gittiği gibi, havada radarlara yakalanmadan kenardan kenardan gizlice havalanına indi ve orada kurtuluş savaşının fitilini ateşledi, sivilleri sokağa çağırdı. Aslında köprüye çağırdı. Zaten hemen geldiler. Düşünsene mahallende bir adamı öldürüyorlar, polisi, jandarmayı, orduyu çağıracağına silahsız sivilleri cepheye sürüyorsun.
    Şimdi türkler avrupadan kopartıldı mı, güçler ayrılığı sonlandırıldı mı, ordu tasfiye edilip asker vesayeti yerine istihbarat vesayeti kuruldu mu? Bunlar mızıkçılıkla olacak şeyler değil. Bunlar çok profesyonel şeyler. Ellerindeki en değerli şeyleri verdiler. Bir insan kendini dünyadan soyutlayacak, içine kapatacak, dünyada olup bitenden haberi olmayacak şekilde soyutlarmı? İçeride sürekli birbiriyle kavga ettirilen, düşman ettirilen bir siyasi yapıyı rahatsız olmadan kabul eder mi? Türkler avrupa kapısına dayanmışken yani demokrasi ve hukukun üstünlüğü gibi değerlere dayanmışken, batılı devletler gibi ekonomik refaha doğru ilerlerken, bir adamın mızıkçılığı yüzünden mi vazgeçti? Batılıların hiç mi payı yok? Türklerin avrupalı devlet gibi hem modern oluşu, hem müslüman oluşu batılıları rahatsız etmiş olamaz mı? Rusyayı, iranı rahatsız etmiş olamaz mı? Pkk projesini yürütenleri rahatsız etmiş olamaz mı? Ortadoğuda, ortaasyada başka projeleri olanları rahatsız etmiş olamaz mı? Bir adama yüklediler bütün anlamı, onun arkasına saklandılar. Türkler avrupaya doğru yürüdüklerinde, arkadan bir takım uzantılar laiklik elden gidiyor, iran oluyoruz diyorlardı. Bu uzantıların birkaç yıldır cumhuriyetin değerlerinden bahsettiğini duydunuz mu?. Avrupaya karşı, arkalarında ruslar duracak şekilde dik durma pozları veriyorlardı, hem de el ele. O zamanlar cumhuriyetin değerleri tehlike altında değildi, meclisin de zaten ışıkları yanıyordu. Herşeyi bir adam üzerinden yürüttüler. Herkes zaten sürekli televizyonda, bütün kanallarda onu izliyor. Bahçeli olayını, muhalefetin duruşunu, avrupanın tepkisizliğini, trump, putin ile verilen pozları böyle okuyabiliriz. Burada denklemi mızmızcılık değil, bunlar bozacak. Türkiye uluslarası oyunun merkezindedir. Eğer mızmızla işleri bittiyse gider, bitmedi daha halledilecek işler varsa, mesela kürt sorunu, kuzey suriye sorunu gibi, o zaman ömrünün son zamanlarında ona bir hata daha yaptıracaklar demektir. Ama bu mızmızlığından ötürü olmayacak.

    • Yorumunuza güzel başlamışsınız ama devamı bence pek hoş olmamış. İşi Avrupalı´ya, Rusya´ya, Amerika´ya bağlamak pek doğru değil.
      Bir ülkenin rejiminin ne olacağı, kaderinin hangi yönde ilerleyeceği öncelikli olarak kendi halkına bağlıdır. Ve bu noktada Türk halkı bugüne kadarki manzaraya bakılırsa sınıfta kalmıştır. Suçluyu dışarda aramanın manası yok.
      Bakın bugün Türkiye´de en tehlikeli terör örgütü olarak “F.TÖ” kabul ediliyor, “silahlı terör örgütü” deniyor. Bunca insanı soruşturmadan geçirdiler, hapse attılar. Ama kimseden bir çakı bile çıkmadı.
      Peki, bu necip milleti düşündürdü mü?
      Bu yapılanları sorgulattı mı?
      Eğer bir halkın sorgulama yeteneği yok veya kayboldu ise, gerçek tanrısı devlet ise, demokrasi ve insan hakları bilinci yok ise, ancak cebine girip çıkan ile ilgileniyorsa ve bu halk demokrasisini kaybediyorsa, orada suçluyu dışarda amanın manası yoktur.

  3. Süleyman Peygamber benzetmesi gaflet. Kendinize benzetirmiydiniz?
    Yorum yazan arkadaşlar lütfen meramınızı kısa yazın. Köşe yazısı yazmıyorsunuz.

  4. İnsanlar büyük bir acı ile karşılaştığında önce inkar edermiş. Ayrıntıya gerek yok, psikologlar acıyı hazmetmenin değişik aşamalarından söz ediyor.
    Acaba yazarda da böyle bir durum mu söz konusu diyeceğim, ama 15 Temmuz´un üzerinden 5 sene geçmiş.
    Lafı fazla uzatmadan sadede geleyim. Yazar Erdoğan´ın seçimle gideceği varsayımından hareket ediyor. Bana ise bu yaklaşım aşırı derece safça geliyor.
    15 Temmuz´da tam olarak ne oldu ben bilmiyorum. Ama Erdoğan´ın 15 Temmuz sonrasında kendi sivil darbesini yaptığı anlatımı bana inandırıcı geliyor.
    Eğer bu doğru ise ve adam kendi darbesini yaptı ise, tüm devleti kontrolü altına aldı ise basit bir seçimle gideceğini varsaymak gerçekdışı değil mi? Bir de her şeyi kazandığını düşünen birinin her şeyini kaybetme tehlikesi varsa! Ve bu kişi çok acımasız biri ise, “Acırsanız acınacak duruma düşersiniz” gaddarlığı ile yol alıyorsa! Bu uğurda kanserli kadınları, çocukları dahi hapse atıyorsa! Bugüne kadar böyle davrandı ise ve bunun meyvesini yediğini düşünüyorsa!
    Yazarın haklı çıkmasını isterdim. Ama bana seçime bağlanan ümitler pek inandırıcı gelmiyor. Baksanıza, İstanbul seçilerini bile komik gerekçelerle tekrarlatmadı mı?
    Önceki seçimde de “Bu sefer farklı, bu sefer dip dalga geliyor” deniyordu, bir dalgacıktan başka bir şey gelmedi.
    Bu belki pek hoşumuza gitmeyecek ama, avantaj hala Erdoğan tarafında. Adam devleti elinde tutuyor. Hala en güçlü parti. Tüm propaganda araçları medyası ile, Diyanet´i ile elinde. Daha kararlı, daha organize.
    Muhalefetin ise çoğunluğu yok. Çoğunluk için Kürtlere ihtiyaçları var. Ancak Kürtlere yaklaşmalarını önlemek PKK´ya yaptırılacak bir terör eylemine bakar.
    Acı gerçeği görmek lazım. Belki de Türkiye halkı demokrasiyi hak etmiyor. Bunun doğru olup olmadığını önümüzdeki yıllar gösterecek. Karar onlarda.

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin