İfade özgürlüğünün sınırı: Nefret söylemi 

YORUM | Av. OSMAN ZEREY 

Temel hak ve özgürlüklerden biri olan ifade özgürlüğü, her insanın kendi fikrini rahatlıkla söyleyebilmesini ve fikirlerini özgürce tartışabilmesini ifade eder. Böylece toplumun demokratik yapısı güçlenmekte ve bireylerin farklı fikirlere hoşgörülü olmaları gelişmektedir. İfade özgürlüğü; Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi, Birleşmiş Milletler Kişisel ve Siyasi Haklar Uluslararası Sözleşmesi, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi gibi birçok uluslararası belgelerde yer almaktadır. Ancak yine de bu hak sınırsız bir hak değildir ve yine aynı uluslararası belgelerde getirilen düzenlemelerle sınırlandırılmıştır (AİHS m.10 ve BMKSHUS m.19-20). Bu sınırlamalar yasalarla öngörülmüş ve demokratik bir toplum açısından gerekli olmalıdır. Birleşmiş Milletler Kişisel ve Siyasi Haklar Uluslararası Sözleşmesi 20. maddesi çerçevesinde “her türlü savaş propagandası ve ulusal, ırksal ya da dinsel nefretin ayrımcılık, düşmanlık ya da şiddetin kışkırtılması şeklini alacak” ifadelerin savunulması yasaklanmıştır.

Günümüzde ifade özgürlüğünün sınırları ile ilgili tartışma konularının en önemli alanlarından biri de nefret söylemidir. Her ne kadar bireyin kendi düşüncelerini özgürce ifade etmesi esas olarak kabul edilse de ifade edilen bu düşüncelerinin başkalarının hakkına zarar vermemesi insan hakları açısından gereklidir. Nefret söylemi gündelik hayatta sıradan bir hal aldığı için çok fazla dikkat çekmiyor olsa da bu söyleme maruz kalan insanlar için son derece zor ve acı verici olmaktadır. Öncelikli olarak sahip olduğumuz insan onuruna uygun yaşama hakkından yola çıkarak dini, dili, ırkı, siyasi görüşü, ideolojik düşüncesi ne olursa olsun her insanın eşit ve adil bir şekilde yaşama hakkı bulunmaktadır. 

Nefret söylemini bir kişi veya belli bir grubun sahip oldukları çeşitli özellikler nedeniyle hedef tahtası olarak gösterilmesi olarak tanımlanabilir. Çünkü nefret söylemi, içinde yeşerdiği toplumun dinamiklerine bağlı olarak kişiden kişiye, coğrafyaya ve zamana göre değişkenlik gösterir. Nefret söyleminin hedefinde yer alan gruplara bakıldığında sosyo-ekonomik sınıflar (işçiler, yoksullar vb.), cinsel kimlikler (kadınlar, LGBTİ+ vb.), yabancılar (göçmenler, mülteciler vb.), bedensel farklılıklar (engelliler, hastalar, ten rengi vb.), dini farklılıklar göze çarpmaktadır. Hedef aldığı grupların çokluğu ve çeşitliliği nedeniyle nefret söylemi yöneldiği kimliklere göre beş başlık altında toplanabilir. Bunlar; siyasal ve ideolojik nefret söylemi, yabancılara, mültecilere ve göçmenlere yönelik nefret söylemi, cinsiyet kimliği ve cinsel yönelim temelli nefret söylemi, dinsel ve inanç temelli nefret söylemi ve engellilere ve hastalıklara yönelik nefret söylemidir. Bu bağlamda nefret söylemi, karşı tarafın kimliğini, kişi veya grupları yok sayarak, onları taciz ederek sindirmeyi normal görmeye sebep olmaktadır. Bu kişilerin aşağılanmasını ve ötekileştirilmesini de içerecek biçimde karşı tarafa zarar vermeyi amaçlayan bir eylem olarak kabul edilmektedir.

Sosyal ilişkiler ve sosyal iletişimler bağlamında bu bireylerin ötekileştirilmesi, hedef gösterilen grubun düşman olarak kabul edilmesi nefret söyleminin en ciddi sonuçlarındandır. Gerek söylem gerekse eylem aracılığıyla toplumdan dışlanan ve nefret söyleminin hedefi olan kişi veya gruplar zaman içinde soyutlaşmaya başlamaktadır. Bunun sonucunda söz konusu grupların toplumsal hayattaki etkinlikleri de azalmaya başlamaktadır. Karşılıklı iletişimin gerçekleşmemesi nedeniyle ipler kopma noktasına gelmektedir. Bu şahıslarla ilgili önyargılar giderek artmakta ve nefret söyleminin hedefi olan kişi ya da gruplara ilişkin bir algı meydana gelmektedir. Bu anlamda, normalde kabul edilemez olan ayrımcılık sorunu, sıradan biçimde uygulanmaya başlamaktadır. Nefret söylemi sebebiyle toplum içindeki ayrımcılık izleri derinleşerek huzursuzlukları arttırmaktadır. Bu nefret söylemlerinin yayılmasında radyo, televizyon gibi geleneksel medya ile teknolojinin gelişmesiyle birlikte ortaya çıkan Twitter, Instagram gibi yeni medyanın da etkisi son derece fazladır.

Ülkemizde farklı görüşlere, inançlara, kültürlere sahip birçok kişi ve gruplar yaşamaktadır. Bu kadar farklılığın olduğu yerde de nefret söylemine maruz kalmak ne yazık ki sıklıkla söz konusu olmaktadır. Türk-Kürt ayrımı, Sağcı-solcu düşünce farklılığı, Alevi, Ermeni söylemi ülkemizdeki nefret söyleminin sadece birkaç örneğidir. Bu nefret söylemlerinin altında genellikle siyasi ve ekonomik sebepler yatmaktadır. 

Ülkemizdeki güncel nefret söylemlerinden biri de uzun süre önce başlayan ve hala devam eden hükümet ile Gülen hareketi olarak bilinen topluluğun arasındaki görüş ayrılığıdır. Özellikle 2012 yılında dershanelerin kapatılması sürecinde başlayan ve sonrasında da hükümetin yanlış politikalarına karşı getirilen eleştirilerle derinleşen bu görüş ayrılığı daha sonra hükümet tarafından nefret söylemine dönüştürülmüştür. Çünkü hükümet, kendisine karşı yapılan herhangi bir eleştiriye dahi tahammül edememektedir. 2013 yılı ve sonrasında hükümet tarafından Gülen hareketi mensuplarına karşı sıklıkla dile getirilen “sülük”, “haşhaşi”, “paralel” “hain” vb. gibi söylemler insan onuruna yakışmayacak bir noktaya gelmiştir. 15 Temmuz şaibeli darbe teşebbüsü sonrasında ise daha da ileri gidilerek Gülen Hareketine mensup herkese karşı “FETÖ” ifadesi kullanılmıştır. Bu ifadeyle insanlar herhangi bir suç teşkil edecek fiillerde bulunmasalar bile bir gecede “terörist” ilan edilmiştir. Devlet tarafından fişlenmiş insanlar, haklarında herhangi bir yargılama işlemi yapılmadan bir gecede, idari bir kararla mesleklerinden atılmış ve özgürlüklerini kaybetmişlerdir. Sendika üyesi olmak, gazete ve dergi abonesi olmak, bankaya para yatırmak, çocuklarını özel okula göndermek geçmişe dönük olarak kişilerin aleyhine yürütülmüş ve suç olarak kabul edilmiştir. 

Bu nefret söylemi ne yazık ki hala devam etmektedir. Buna karşı hep birlikte HAYIR demeliyiz.

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin