İçinde mi dışında mı? [GÜLŞAH’LA BESTWEET]

YORUM | GÜLŞAH ÇAVUŞOĞLU

Ben yazmaya siz de okumaya koyulduysanız ‘hoşgeldiniz!’ diyeyim öncelikle. Benim omuzlarımda manzarayı resmetmenin sizin de sadece bakmak değil görmenin mesuliyeti olduğunu düşünüyorum. Hele ki gördüğünüz manzara size empati yaptıracak ise belki biraz daha ağırdan alacak, yorumda bulunacak; varsa eksikleri kimbilir hafife alacaksınız. Hazırsak okumaya sizi ‘Gülşah ile beş twit’ perspektifinden haftanın manzarası ile başbaşa bırakıyorum.

‘Gülşah ile beş twit’ de beş paragraf göreceksiniz. Bu paragraflarda kimi zaman hemfikir olduğunuz düşünceler, akraba görüşler kimi zaman da ‘biri venüs diğeri mars’tan ziyarete gelmiş yorumlarla karşılaşacaksınız. Beğendiğiniz fikri alır, süsler gelin edersiniz! Sakın hoşunuza gitmeyenleri öyle evde kalır muradına eremez zannetmeyin. En kötü ihtimalle bilin ki onlar benim olmuştur artık.

Buyurun Efendim;

İşteş fiil diye bir terim vardır Türkçede. Beraber, karşılıklı veya birden fazla kişinin birlikte yaptığı fiiller için kullanılır. Örneğin tokalaşmak, bakışmak, mektuplaşmak, selamlaşmak, ağlaşmak, koklaşmak, gülüşmek gibi. Ancak bazı işteş fiiller var ki sanki tek başımıza yapar olduk! Konuşmak, dertleşmek gibi!

Lütfen biraz düşünelim. Hangimiz birileriyle iletişim kurarken karşısındakini tam anlamıyla hakkıyla dinliyor, sözlerine odaklanıyor, anlamaya çalışıyor hatta empati kuruyor. Söyler misiniz kaçımız bu önemli işi en yalın haliyle yapıyoruz ya da yapmak adına çaba sarfediyoruz? Acaba bizi dinleyenler ne kadar bizi anlamaya gayret ediyor diye sordunuz mu kendinize hiç? Muhatabımız gerçekten o an bizimle mi ya da biz ona ne kadar fokuslanabiliyoruz? Aslında şunu sormak istiyorum; ‘Hakikaten beraber miyiz yoksa kalabalıklar arasında yapayalnız mıyız?’ Söyler misiniz dertleşmemiz yoksa formalitelerin sırtını sıvazlayıp görev ve sorumluluklarımızı yerine getirmiş olmaktan ibaret mi yoksa?

Günlük koşturmacalarımız arasında ‘Nasılsınız?’ sorusu ne kadar fazla soruluyor öyle değil mi? ‘İyiyim, siz nasılsınız?’ yanıtı da artık herkesin ezberi! Dilimize pelesenk bu refleksler ne kadar içten, samimi ve hakikate uygun hiç düşünüyor muyuz? Hatta bir çoğumuz sosyal medya takiplerinden dolayı artık bu kısa konuşma seanslarını bile yapmaya lüzum görmez olduk. Hemen ilk karşılaşmada direkt konuya girer sanki az önce ara verdiğimiz muhabbete kaldığımız yerden devam eder hale geldik maalesef.

Haydi biraz konuya odaklanın ve bu satırları okurken sanki benimle konuştuğunuzu hayal edin lütfen! Eminim telefonunuz ya elinizdedir ya da kolayca ulaşabileceğiniz bir yerdedir! Evet benimle konuştuğunuza, beni anlamaya çalıştığınıza inanıyorum ancak bir taraftan da telefonunuza gelen bildirimlere göz attığınızın da farkındayım! O kadar çok cazip şey var ki benimle konuşurken dikkatinizi dağıtan, bakmak zorunda olduğunuz kanaatini taşıdığınız ve göz ucuyla bakmaktan ne çıkar ki diye düşündüğünüz… Konuşmanın kimi zaman içinde kimi zamanda dışındasınız. Olmaz ama öyle. Konuşmanın her yönüyle içinde olmanız gerekmez mi samimi bir muhabbet için? Bir şeyler mi kaçırıyorum bu arada, anlamadığım bir durum mu var diye düşünmek, anlayamadığımız noktada ‘Afedersiniz anlayamadım, bir daha tekrar eder misiniz?’ demek çok zor olmasa gerek. Hatta baktınız olmuyor ‘Bir dakika, gerçekten sesinizi duyamıyorum, dinleyemiyorum, anlayamıyorum!’ deyip karşımızdakini konuştuğumuz konuya ve muhatabımıza ne kadar değer verdiğimizi göstermemiz gerektiği kanısındayım. Inanıyorum ki beş dakikalık böyle bir konuşma, ‘ordaymış gibi!’ yaptığımız belki yarım saatlik konuşmaya nispeten çok daha değerlidir.

‘Dinleyen’ konuşma boyunca anlamak için çaba sarfedecek tamam da ya ‘anlatan’a ne düşer bu arada. Ya da şöyle sorayım; hepimizin malumudur ki dinleyen muhatabının gözlerinin içine bakacak, arada anladığını gösteren refleksler ile karşılık verecek, bazen de duyduklarını tekrar cümle içinde kullanıp geri iade edecek ki konuya ilgili olduğu anlaşılsın. Ee ya anlatan ne yapmalı? Öyle herkese açmalı mı derdini? Gerçekten seni dinleyecek olan derdinin dermanı mı? Arkadaşın beş dakika sonra konudan kopuyorsa çok zorlamanın bir alemi yok!  Sanki uzun bir kuyrukta beklemek ve sıranın hiç ilerlememesi gibi bir durum oluyorsa dinleyen için kesmek lazım bu muhabbeti. Gitmiyor, konu kulaktan kalbe yol bulmuyor… o zaman anlatmanın ve karşındakini yormanın ne lüzumu var!

Son paragrafımı son twitim kabul edin lütfen! Gerçek bir hikaye ile bitireyim. Kahramanı (!) kendimin olduğu bir hikaye bu. Otobüs yolculuğunu oldum olası sevmişimdir. Her seyahatim neredeyse istisnasız dost edinmeden bitmezdi. Kimine dayanılmaz gelen bu süreç benim için dost edinme fırsatına ve keyfe dönüşürdü. Yine bir seferinde koltuğuma yol arkadaşımın kulağına sıcacık bir ‘merhaba!’ kondurup yerleştim. Aa o da ne, hiç dönüp bakmadı bile yüzüme. O anda hafif bir pembelenme yuzumde! Neyse uzatmayayım, kısa bir sessizlikten sonra -ki benim için sessiz kalmak bir başarı – küçük, şirin ve sempatik bakışlar fırlattım sessiz yoldaşıma! Ne yazık ki yine dikkatini çekemedim. Hiç vazgeçer miyim, başladım konuşmaya kendi kendime! ‘Off, hava ne kadar da sıcak, otobüs ne kadar da dolu!’ gibi şeyler işte! Çok ilginç! Kız dönüp de yüzüme baktığı halde sanki hiçbir şey söylememişim gibi kafasını tekrar çeviriyordu önüne. Cok yasasin icimde ki insan sevgisi(!) ama uyuz oldum kıza! Amaaan dedim, kısmet! Şunu da öğrendim ki burnu havada tipler de otobüse binermiş ve sıkıcı yolculuğumun sonuna yaklaştığım bir zamanda sessiz yol arkadaşımın kağıda birşeyler yazıp bana uzattığını gördüm. Şaşkınlığım elime tutuşturulan kağıttaki kelimelerin gönül dünyamda koparttığı fırtına ile bozuldu. ‘Ben işitme engelliyim ve siz sanırım benimle konuşmaya çalışıyorsunuz!’ Yutkundum. Yolculuğun başında yüzümde beliren pembeliklerin yer yer kırmızıya dönüştüğünü hissediyordum. Sesimin titrediğini ve mahcubiyetimi bastırmaya çalışarak önemli bir hayat dersini aldigimi farketmiştim. Yolculuğumuz, sessiz yoldaşımın konuşma defterine yazdığı cümlelere mukabele ederek sürdüdüğümüz muhabbetle devam etti. Kalbimde o kıza karşı beslediğim sevgi geçen onbeş yıla rağmen hala taptaze.

Lütfen adını siz koyun alınabilecek dersin! Ben de konuya son sözlerimle veda edeyim: Muhabbetin, konuşmanın veya dertleşmenin binbir türü var. Gözle, sazla, sözle, yazarak, okuyarak, beden diliyle ve daha bilmediğimiz niceleri… Önemli olan konuşurken konuşmanın gerçekten içinde olmak ve gerçekten duymak muhatabımızın dilinden dökülenleri!

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin