Hoşluk ve nahoşluk üzerine

YORUM | YUSUF ÜNAL

Biliriz ki dünyanın düzeni, kartondan kuleye yahut titrek mum alevine benzer. Ufak bir esintide yıkılır ve söner. Bugün kudretli görünenlerin yarın âciz düşmeyeceklerinin, sağlıklı olanların illet kapmayacaklarının, zengin olanların üç kuruşa muhtaç olmayacaklarının garantisi yoktur. Dünyanın devletine güven olmaz. O devlete muvakkaten sahip olanlardan Şah İsmail, Hatayî mahlasıyla yazdığı şiirlerinden birinde bu durumu ne güzel ifade etmiş:

“Şu dünyanın ötesine/ Vardım deyen yalan söyler./ Baştan başa safâsını/ Sürdüm deyen yalan söyler./ Ark kazarlar arkın arkın/ Felek çevirmede çarkın/ Bu dünyada mâl u mülküm/ Vardır deyen yalan söyler.”

Evet, dünya devleti bahar dalına konan allı morlu bir kuş gibidir; bir bakarsın cik cik ötüp ortalığı neşeye boğar bir bakarsın gözden kaybolmuş. Büyük Mevlana’nın dediği gibi: “Hangi bir hoşluk vardır ki sonunda nahoş olmasın. Hangi tavan vardır ki nihayet yıkılıp döşeme tahtası gibi yayılmasın?”

Yalnız, düşündüğümüzün aksine; insanın kendi elceğiziyle kurduğu düzenin, yer yer aksamasının hatta bozulmasının, hadi ileri gidip şunu da iddia edelim, altüst olmasının zararı kadar faydası vardır. Bunu farz-ı muhal söylemiyorum. Bu konudaki bilgim ilme’l yakîn veya ayne’l yakîn seviyesinde değil, hakka’l yakîn mertebesinde; bizzat tecrübe edilmiş bir bilgidir. Damdan düşmüş, nehirler geçmiş ve düzeni bozulmuş yüzlerce insanı bizzat tanıyan biri olarak ileri sürüyorum bunu…

Düzen dediğimiz dünya nimeti sahibini rahata ve tekdüzeliğe alıştırır. Rahata ermenin en sevimsiz yanı, zannımca, gün gelip bozulacağından duyulan endişedir. Hangi servet veya makam sahibi vardır ki, elindekilerin uçup gitmesi ihtimaliyle uykuları kaçmış olmasın

Peyami Safa’nın, Bir Akşamdı romanında böyle söylediği gibi: “Mâlik olmak saadetinin yanından ayrılmayan bir ıstırap da vardır: Mahrum olmak korkusu. Saadetin peşi sıra giden bu ıstıraptır ki, ekseriya, duyduğumuz tatların tadını kaçırır ve saadetle felâket, hazla keder arasındaki mevhum hududu siler.”

Tekdüzelik, çoğu kere en leziz yiyeceklerden ve en mesut anlardan istifade etmeyi engelleyen bir eşek arısı gibidir. Düzenli ve konforlu bir hayat, melekeleri durağanlaştırır, çürümeye terk eder ve belki de öldürür. Rutin, beynin düşünce fonksiyonunu durdurur. Ona duvarlarını aştıran şey, onun engellenmesi ve sınırlanmasıdır. Yeteneklerini üst seviyede kullanan insanlara baktığımızda hepsinin hayatlarının, değişim ve altüst oluşlarla dolu olduğunu görürüz. Çünkü insanoğluna doğuştan verilen potansiyel, ancak alışılagelen konforun bozulması ve güçlükler karşısında tam olarak ortaya çıkar.

Shakespeare’in dediği gibi, “Bolluk ve rahatlık, korkaklar yetiştirir; güç koşullar, güçlülüğün anasıdır.” Baldıranı tatmayan, balın kıymetini bilemez. Su Üstüne Yazı Yazmak’ta geçer, “Fırtına bizim için en emniyetli yerdir. Korkaklar korksalar da asıl sükûnet fırtınalardadır.”

Tuzu kuru adama, tabirimi mazur görün, rahat batar. Kendine yapay dertler üretir. Armudun sapıyla üzümün çöpüyle uğraşmaya başlar, kayıkçı kavgalarına girer o. Bir eli yağda bir eli balda, gel keyfim gel diyerek, keyfini düzeninin kâhyası yaparken kendini gaflete salıverir. Gaflet, nedir gaflet? Unutuştur o, neden yaşadığını, nereye gittiğini ve ölümlü olduğunu unutuş. Gafletle yaşanmış bir hayat tatsız, tuzsuz, renksiz üstelik kirli, kokmuş, zelil bir hayattır.

Düzenin veya konforun bozulmasının sebebi ölüm, hastalık, salgın, ayrılık, işsizlik, iflas, hapis gibi şeylerden biri veya birkaçı olabilir. Bunlar insan hayatında derecelerine göre bir kaosa sebebiyet verir. Kaos zamanları, ilk panikten sonra insanı bütün şartları yeniden ele almaya zorlar. Büyük travmalar, tıkanmalar ve kabz halleri, büyük atılım ve açılımların öncüleridir. Acı ve felaket ne kadar büyükse o kadar büyük saadetler doğurması adettendir denilebilir. Yusuf’un hem Mısır’ın hem gönüllerin sultanlığına çıkarken geçtiği yollarda ailesinden koparılma, kuyuya atılma, iftiraya uğrama ve zindanlarda ömür törpüleme vardı. Ve daha çoklarının hikâyesi bu minvaldedir.

Düzeninin bozulması, kişiye yeniden başlama ve hatalarını telafi etme imkânı verir. Onun alışkanlıkları, duyguları, insan ilişkileri hatta yetenekleri bile tepeden tırnağa değişebilir. Rahatı kaçmış biri çoğunlukla hayatını, çevresini ve varlık sebebini sorgulamaya başlar. Bu bir arayıştır, hakikat arayışı. Ve her arayış yola çıkıştır. Evet, arayan herkes hakikate ulaşamaz ancak ona ulaşanlar ancak arayanlardır. Kurulu düzenin bozulması, kişiyi yola çıkartabileceği için büyük bir fırsattır.

Biliyoruz ki şekerin tat vermesi için çayın karıştırılması işe yarar. Hem ne diyordu Büyük Mevlana: “Nahoşluk olmayınca hoşluk bulunmaz.” Sadi Şirazi de, “Mutlu olmak istiyorsan, mutsuzluk mahallesine arada bir uğra” demişti.

Şu durumda pencerelerin kapanmasına hayıflanmak yerine, yeni açılan kapıları görüp onlara yönelmek akıllıca olandır.

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin