5. Yılında 15 Temmuz Konuşmaları

Adem Yavuz Arslan, Tarık Toros, Levent Kenez ve Bülent Korucu, , 15 Temmuz Konuşmaları’nda 5 yıl sonra gelen itirafları ve gerçekleri konuşuyor.

Son bölümün tam metni:

TARIK TOROS : Merhaba. 15 Temmuz’un beşinci yıldönümünde özel bir yayınla, özel bir programla ve geçen seneki ekiple karşınızdayız. Bülent Korucu, Levent Kenez ve Adem Yavuz Arslan ile birlikte hatırlarsanız geçtiğimiz yıl 15 Temmuz Konuşmaları serisi hazırlamıştık. 7 bölüm hâlinde yayınlandı. Hâlâ sıcaklığını, güncelliğini koruyor.

Arkadaşlarımız ile 15 Temmuz’un bu 5. yıldönümünde, geride kalan beş yılda hangi noktaya gelindiğini konuşacağız. 15 Temmuz Konuşmalarını hazırladığımız günden bugüne son bir senede neler değişti? Neler eklendi, neler değiştirildi? 15 Temmuz hadisesi 5. yıldönümünde nasıl anlaşılıyor?

Şahsen bana göre 15 Temmuz Türkiye’yi vurdu. Ancak rejim ve rejimle bağlantılı olarak iktidarı güçlendirdi. Geçtiğimiz günlerde iktidar, o gün ilan ettiği daha sonra kaldırdığı Olağanüstü Hâl uygulamalarını bir kere daha gündeme aldı, 3 yıl daha uzatmak istiyor. 15 Temmuz’dan sonra yaşanan insan hakkı ihlallerini, özgürlükleri kısıtlamayı devam ettirmek, keyfi ve sivil topluma sormadan, parlamentoya sormadan, medyada tartışmadan kararlar almak ve bunları uygulamak istiyor. Yani 15 Temmuz’u, 5. senesinde bir 3 yıl daha uzatmak istiyor. Bu, bugüne kadar benim tanık olduğum ve yakın geçmişte gördüğüm bir şey değil.

Türkiye elbette darbeler ülkesi. 1960’ta ve 1980’de askeri darbeler oldu. 1971’de muhtıra oldu. 1997 yılında 28 Şubat postmodern darbesi var. Yine 2007 e-muhtırası var. Her dönem bir ara dönem üretti ve bir  geçiş dönemi oldu. Sonrasında demokrasiye dönüldü. Siyasi partiler tekrar faaliyete geçti, serbest seçimler tekrar yapıldı vesaire… Ama bunlar iki-üç yıl, belki dört-beş yıl sürdü. Muhalifler cezaevine kondu, birtakım haklarının sınırlandırıldığı ama daha sonra kendilerine teslim edildiği dönemler oldu. Hiçbiri bu kadar uzamamıştı ve uzatılmak da istenmemişti.

Bana göre bu yıl, rejimin gücünü takviye ettiği ve bu keyfilikten memnun olduğu, bu sebeple bunu bir 3 yıl daha uzatmak istediği, eğer üç yıl daha uzarsa ondan sonra nereye kadar gideceğinin de kestirilemediği bir yıldönümü idrak ediyoruz 15 Temmuz’da. Bu yıl bu tarihin bana hatırlattığı, düşündürdüğü bu.

Bülent Korucu’ya dönelim. Siz ne düşünüyorsunuz 15 Temmuz’un 5. yıldönümü hakkında? Son bir senede neler değişti, neler oldu?

 

AKP, OLAĞANÜSTÜ HÂLE MECBUR

 

BÜLENT KORUCU: Hemen sizin söylediklerinize bir ek yaparak başlamak istiyorum. Siz olağanüstü hal durumundan hükümetin, AKP rejiminin memnun olduğunu söylediniz. Elbette ki memnun ama ben bir adım daha öteye götürmek istiyorum. Mecbur olduğunu düşünüyorum. Erdoğan rejimi olağanüstü hal şartları olmadan Türkiye’yi yönetmekten aciz bir hale geldi. Çünkü normal bir ülkede normal bir demokraside parlamentoyu diskalifiye ederseniz, onu işlevsiz hale getirirseniz, yargıyı işlevsiz hale getirirseniz, devleti ayakta tutan bütün kurumları birer birer yıkarsanız o kurumların yerine bir şeyi ihdas etmeniz lazım.

Erdoğan bütün devlet kurumlarının yerine kendisini ikame etti. Kanun hükmünde kararname ya da cumhurbaşkanlığı kararnamesi çıkarma yetkisini aldı. O kadar ki artık kendi kararnamesini düzelttiği zincirleme kararnameler görüyoruz. “Falanca kararnameyi düzelten kararnameyi düzelten kararnamenin kararnamesi” gibi uzun, tuhaf zincirler görüyoruz.

Ben Erdoğan’ın olağanüstü halle ülkeyi yönetmeye mahkum olduğunu mecbur olduğunu düşünüyorum. Ama muhalefetin de bu oyuna düşmemesi gerekiyor. Çünkü bugünkü uzatma şu demek: Türkiye olağanüstü hal şartlarında seçime gidecek demek. Erdoğan olağanüstü 15 Temmuz ile birlikte yeni bir rejim kurdu. Buna isterseniz “15 Temmuz rejimi” diyebilirsiniz, isterseniz “Erdoğan rejimi” deyin, bu rejimin yaşayabilmesi için demir yumruğa hâlâ ihtiyacı var. Belki bu demir yumruk 3 yıl uzadığı zaman bir daha hiç kalkmamak üzere toplumun başına inmiş olacak. Ama o demir yumruğun asıl motivasyonu ya da asıl başlangıç noktası 15 Temmuz’dur bunu unutmamak lazım.

 

 

TARIK TOROS: Levent Kenez ile devam edelim. 5 yıl sonra 15 Temmuz ne düşündürüyor? Gelecek projeksiyonu açısından siz de kaygılı mısınız ben ve Bülent Korucu gibi?

 

BÜTÜN KURUMLAR YOK EDİLDİ

 

LEVENT KENEZ: Evet, ikinizin de söylediklerine katılıyorum. Rejim değişti. Zaman o kadar hızlı geçiyor ki, neler yaşandığını bazen unutuyoruz. Biz bir referandum yaşadık. Ülkede sistem değişti, başkanlık sistemine geçildi. Meclisin hiçbir fonksiyonu kalmadı.

Tüm kurumlar neredeyse yok edildi. Sizin söylediğiniz gibi, Türkiye’de hep ara dönemler, darbeler yaşandı ama bir şekilde devlet güçlüydü, kurumlar güçlüydü, kurumlar vardı. Şu an kurumların varlığından söz edemeyiz. Anayasa Mahkemesi gibi bir mahkemeden söz edemeyiz. Meclis yok, diğer akla gelen kurumlar yok. Emniyet teşkilatı artık bir nevi devrim muhafızı. Erdoğan kafasındaki sistemi büyük bir oranda kurdu ama hâlâ sandık, hâlâ seçim var… Bu da Erdoğan’ı tehdit ediyor.

Bence OHAL’in uzatılması gibi şeylerle artık son basamak olan seçimlerin de bir şekilde diğer diktatörlüklerde olduğu gibi, liderin ezici çoğunlukla seçim kazandığı bir sisteme evrilmesinin sancılarını yaşıyoruz. Ya bu eşik aşılacak ya da gerisin geriye, başkanlık sistemi dâhil her şeyin tartışmaya açılacağı bir döneme gireceğiz. Ümitvarım. Neden ümitvarım? Kötü şartlardan dolayı ümitvarım. Ekonominin kötüye gittiği, ekonomik şartların böyle olduğu bir dönemde Erdoğan’ın kendi sistemini finanse edecek kaynaklarının olmadığını düşünüyorum.

 

 

TARIK TOROS: Sıra sizde Adem Yavuz Arslan…

 

 

ADEM YAVUZ ARSLAN: 15 Temmuz’un 5. yılı benim açımdan ne ifade ediyor? Şöyle söyleyeyim: Söyledikleriniz doğru olmakla birlikte katılmadığım temel bir nokta var. O da şu: Erdoğan, 15 Temmuz’u “Allah’ın lütfu” olarak tanımlamıştı. “Allah’ın lütfu” şu anda bataklığa saplandı ve komada. Suni teneffüsle ayakta tutuluyor. O da tamamen propaganda. 15 Temmuz’un bu yılki temasına dikkat edin: Filmler, diziler, bilgisayar oyunları, internetteki kampanyalar, Türkiye’nin her yerindeki paneller, toplantılar vesaire… Sınırsız bütçe ve sınırsız personelle çalışan propaganda bakanlığı hazırlıyor bunları.

Bakın, şu anda AKP teşkilatları dahil olmak üzere herkes 15 Temmuz’un gerçekliği ile ilgili ciddi soru işaretleri taşıyor. Özellikle de son dönemde daha da artan şüpheler, detaylar, ortaya çıkan veriler var. Sosyal medyada yayılan bilgilerle bile, resmi 15 Temmuz söylemi delik deşik olmuş durumda.

Bana göre 15 Temmuz rejimi, Erdoğan’ın kurduğu bir tek adam rejimi. Evet, Erdoğan’ın  istediği buydu ve yaptı. Ama “Allah’ın lütfu” şu anda bataklığa saplanmış vaziyette. Bu tablo yönetilebilir, sürdürülebilir bir tablo değil. Komada. Şu anda OHAL uygulamalarıyla, olağanüstü terör tehdidi vurgusuyla ve propagandayla bir bakıma suni teneffüs yapılıyor.

 

PANİKTELER, DEMEK Kİ UMUT VAR

 

TARIK TOROS: Adem Yavuz Arslan umudunu koruyor. Evet, umut var, her zaman katılıyorum. 15 Temmuz gerçekten artık AKP taraftarları ve rejim yanlıları tarafından da şüphe ile karşılanan ve tabanın sorular sormaya başladığı bir noktaya evrildi. Tavan yani bu propagandayı sürdüren ekipler ise telaşlılar, panikteler. Ama gerçeklerin ortaya çıkmak gibi bir huyu vardır. Bu dijital çağda ben daha fazla gerçeklerin saklanabileceğine ihtimal vermiyorum.

Şimdi yavaş yavaş esasa girelim. Son dönemde şöyle bir şey oldu: Özellikle Sedat Peker’in videoları ve tweet’leri ile, esasen herkesin bildiği, konuştuğu, hepimizin yayınlarımızda ve yazılarımızda bahsettiğimiz kimi konular, güncellendi. Fakat Sedat Peker’in kimliği, içerden bir insan olması, kendi tanık olduğu hadiseleri anlatması ve suç ortaklarını deşifre etmesi yönüyle önemliydi. Gerek üslubu gerek pozisyonu gerekse o videoların ortaya çıktığı konjonktür itibariyle, geçtiğimiz yıl ve daha önce çektiği videoların rağmına çok büyük bir etki yaptı. 2021’in mayıs ve haziran aylarına damgasını vurdu. Video çekmeyi bıraktı ama attığı tweet’ler ile bu etkisini sürdürmeyi amaçlıyordu. Son tweet’leri gerçekten dikkat çekiciydi. 15 Temmuz’da ve sonrasında dağıtılan silahlar konusuna değindi.

Türkiye Büyük Millet Meclisi (TBMM) Darbe Araştırma Komisyonunun raporu ile ilgili Halk TV yayınında bir başka itiraf geldi. İkisini yan yana getirdiğinizde özellikle rejim unsurlarının ve rejim işbirlikçilerinin telaşa kapıldığını gördük. Gerek 15 Temmuz’da ve sonrasında dağıtılan silahlar, Sedat Peker’in iddiaları sonrasında gündeme gelenler, gerekse Meclis komisyon raporunun “Cemaati veya Cemaatçileri haklı çıkaracağı” endişesiyle yayınlanmadığı konuşulunca… Bakın, her ikisi de Halk TV yayınında oldu. Yani, “15 Temmuz’da dağıtılan silahlar konusuna girmeyelim. Çünkü bu birilerini haklı çıkaracak,” dendi. “15 Temmuz darbe araştırma komisyonu rapor yayınlanmadı. Çünkü bu gene birilerine yarayacak.” Her ikisi de Halk TV yayınında adeta itiraf edildi ve teyit edildi.

Bu bile gerçeklerin üzerinin neden sıkı sıkı örtüldüğünü, gerçeklerin neden araştırılmadığını, neden hakikat avcılığı değil de cadı avcılığı yapıldığını göstermesi açısından manidardır.

 

İKTİDAR BU GÜCE ÇOK ALIŞTI

 

BÜLENT KORUCU: Olağanüstü halden başlayayım… Çünkü halkın günlük hayatını önemli ölçüde etkileyecek bir düzenlemeden söz ediyoruz. Hepimiz benzer şeyleri farklı cümlelerle söyledik aslında. Hepimiz bu rejimin daha fazla yaşayamayacağı ve yaşamak için zorlayıcı tedbirlere ihtiyacı olduğunu ya da Adem Yavuz Arslan’ın dikkat çektiği gibi bir kısım cilalarla, bir kısım suni teneffüslerle ayakta tutulmaya çalışıldığını görüyoruz. Ama bunun çok da uzun soluklu olmayacağı ortada. Olağanüstü hal kanunu normal şartlarda 3 yıl önce kalktı. Olağanüstü halden olağan hale geçildi güya fakat olağanüstü hali kalıcı hale getiren bir kanun çıkarıldı.

Olağanüstü halde yapılabilecek birçok işlemin yetkisi Erdoğan’a, Erdoğan rejiminin aparatlarına verilmiş oldu. Bugün bu kanunun süresi doluyor, tekrar bir 3 yıllığına daha uzatmak için meclise teklif getirdi AKP. Aslında AKP, Meclis’i işlevsiz hale getirirken bu torba kanunlarından çok yararlanıyor. Bu seferki torba değil, adeta çuval kanunu. Çünkü 18 tane kanunda değişiklik yapmayı öngörüyor ve bir çoğunda da olağanüstü hali kalıcı hale getirecek şekilde, Türkiye’yi seçime olağanüstü halde götürecek adımlar atılmasını hedefliyor.

Bunların birkaç tanesini çok hızlıca söyleyeyim. Çok önemli çünkü mesela hâlâ hukuka, yargıya, yargılamaya, adli ya da idari işleme gerek kalmadan ihraçların yapılabilmesinin devamını arzuluyorlar. Ya da TMSF’den birilerinin bir kısım şirketlere kayyum olarak atanmasının sürmesini istiyorlar. Valilere insanları şehir dışına gönderebilecek yani şehirden sürgün edebilecek yetkinin kullanılmasını, gösteri ve yürüyüş hakkını sınırlayacak yetkilerin valilerde kalmasını istiyorlar.

Belki en önemlilerinden bir tanesi, gözaltı süresinin belirli suçlarda – belirli suçların ne olduğunu hepimiz biliyoruz – 12 güne kadar uzatılmasının gerekliliğini öngörüyorlar. Güya bu 12 günlük gözaltı süresini terörle ilgili suçlarda kullanıyoruz diyorlar ama hatırlarsanız, İzmir’de HDP başkanlığını basıp orada genç bir kadını öldüren adamın bir gün içerisinde gözaltı sürecini bitirdiler ve mahkemeye sevk edip tutukladılar. Ama Kemal Kılıçdaroğlu’nun avukatını müvekkilinin haklarını savunurken bir kısım belgeleri talep ettiği için “FETÖ’ye yardım yataklıktan” gözaltına aldılar. Tutuklayamadılar ama adamı uzun gözaltı süreciyle aslında bir anlamda cezalandırmış, rehin tutmuş oldular. Ve bu uzun gözaltı süreçleri cezalandırmaya dönüştüğü için tutuklayamayacakları insanları bile cezalandırıp gözlerini korkutuyorlar. Birçok insan bu gözaltı süreçlerinden sonra artık biraz sesini çıkaramaz hale geliyor.

 

 

TARIK TOROS: OHAL’in fiilî uzatılması ile ilgili iki önemli konunun altını çizmiş olduğunuzu hatırlatalım. Bir, yerel idarelere yetki devri. Valiler, merkez adına, bir anlamda astığı astık kestiği kestik özgürlükleri kısıtlayıcı uygulamalara imza atacaklar. İkincisi de, gözaltı süresi. Bunu terör suçlarıyla sınırlandırsalar da, o meşum ‘FETÖ’ söylemiyle, bütün herkesi sindirmek istiyorlar. Demokles’in Kılıcı gibi sallanacak. Çünkü şu son 5 senede görüldü ki, kafalarına taktıkları veya canlarını sıkan, hedefe aldıkları kim varsa bir biçimde iltisak tespit edip cezalandırıyorlar. 40-50 yıllık bir sosyal grup ile geriye doğru gidip herhangi bir şekilde irtibat olup olmadığını tespit etmek mümkün değil. Herkesin bir biçimde olmuştur.

Adem Yavuz Arslan’ın, OHAL konusuna bir eklemesi var galiba…

 

BÜROKRASİNİN ÜSTÜNDE SALLANAN KILIÇ

 

ADEM YAVUZ ARSLAN: Çok kısa bir ekleme yapayım, o da şu: Rejimin OHAL’le ilgili devam ettirmek istediği temel düzenlemelerden biri, önemli bir ayrıntı, bakan yetkisiyle sorgusuz sualsiz memurların ihraç edilmesi. Bunu uzatmak istiyorlar. Mesela Hulusi Akar, binlerce kişiyi ordudan bu şekilde ihraç etti ve etmeye devam edecek. Yarın bir gün emniyet içerisinde İçişleri Bakanı aynı şekilde davranacak. Bu yetkinin üç yıl uzatılması isteniyor. Bu uzatılmazsa ne olacak? Herhangi birisi ile ilgili bir işlem yapacağınız zaman yargıya gitmeniz gerekecek. Yargıya gittiğinizde farklı bir sonuç çıkar mı? Çıkmayabilir. Ama zahmetli bir süreç.

Onun yerine mevcut süreci devam ettirmek istiyorlar: Bakan olarak istediğim kişiyi, istediğim şekilde, sorgusuz sualsiz atabileyim. Özellikle bunu, güvenlik ve yargı bürokrasisinin üzerinde bir kılıç gibi sallandırmak istiyor iktidar.

 

 

LEVENT KENEZ: Bu darbe komisyonu ile alakalı izin verirseniz ben de bir şey söylemek istiyorum. Selçuk Özdağ’ın Halk TV’deki son çıkışını konuştuk. Hani Komisyon Başkanı Reşat Petek ile beraber kendisini yırtmamış, paralamamış olduğunu tutanaklardan görmesek, gerçekten çok üzüldüğüne inanacağız. Meclis Grup Araştırma Komisyonu başkanvekili ve AKP milletvekiliydi o dönem.

Ama daha sonra muhalefete geçince de bu komisyon raporunun neden yayınlanmadığı hakkında bir serzenişini görmedik. Bu arada komisyon, darbe araştırma komisyonu değil. Tam adını söyleyeyim. “Türkiye Büyük Millet Meclisi Fetullahçı Terör Örgütünün, 15 Temmuz 2016 Tarihli Darbe Girişimi ile Bu Terör Örgütünün Faaliyetlerinin Tüm Yönleriyle Araştırılarak Alınması Gereken Önlemlerinin Belirlenmesi Amacıyla Kurulan Meclis Araştırma Komisyonu.” Ya zaten komisyonun adı her şeyi istendiği gibi ortaya koymuş. Bu rapora dahi güvenip yayınlayamıyorlar.

 

 

TARIK TOROS: Ben parlamento muhabirliği hayatımda bu kadar uzun komisyon adı görmedim. Başını okurken sonunu kaçırıyorsunuz, sonunu okurken başı gidiyor…

 

 

LEVENT KENEZ: Bunu tek seferde söyleyebilen de yoktur herhalde…

 

 

TARIK TOROS: Ayrıca hüküm içeriyor. Yani siz 15 Temmuz’u araştıracaksınız ve 15 Temmuz’un ardında olduğu iddia edilen yapılanma ile ilgili bir çalışma orta koyacaksınız, ama baştan adını koyuyorsunuz. Halbuki bir araştırma komisyonu gerçeğe ulaşma, gerçeği bulma maksadı taşır ama adını koyarken bile belli bir önyargıyla konulmuş.

 

 

LEVENT KENEZ: Kesinlikle. Bir de ayrıca neden yayınlanmadığı ile alakalı gerekçeyi de ben doğru kabul ediyorum. Bir doküman getiriyorsun, bir referans kaynağı ortaya koyuyorsunuz ve birçok mağdur bu referans kaynağını göstererek haklarını arayabilir. Uluslararası mecralarda bunu gösterebilir. Yayınlanmama sebebinin hemen hemen bu olduğuna ikna oldum.

 

RAPOR, KOMİSYONDAN HABERSİZ YAZILDI

 

ADEM YAVUZ ARSLAN: Bir de herkes komisyonun düzgün işlemiş bir komisyon olduğunu zannediyor. Yani komisyonun kurulması, işleyişi, raporu yazılması… Her şey yerli yerinde diye düşünülüyor. Halbuki bu raporun kim tarafından yazıldığı bile belli değil! Komisyon başkanı Reşat Petek’in bile haberi yok. Komisyon raporu biri tarafından yazıldı, Meclis’e getirildi, muhalefet televizyondan duydu.

 

 

BÜLENT KORUCU: Komisyon raporuna geçmeden önce gene bir cümle söyleyeceğim. Arkadaşlar dikkat çektiler. İhraçlarla ilgili çok önemli bir itiraf vardı. O zaman henüz 40-45 bin kişiyi filan atmışlardı. Numan Kurtuluş dedi ki, şayet olağanüstü hal gibi bir enstrüman elimizde olmasaydı biz bu kadar sayıdaki insanı bu kadar kolaylıkla atamazdık. Çünkü mahkeme olması gerekiyor, soruşturma olması gerekiyor. Düşünebiliyor musunuz, bir hukuk devletinde olmazsa olmaz şeylerden kurtulduğumuz için sevinen birileri var. Ki bu adam üniversitede hoca, akademisyen… Yurtdışı görmüş dünya görmüş bir adam, en aklı başında görünenlerden biri bu.

Güya vesayetçi düzenin koruyucusu cumhurbaşkanı diye konuştukları, bir anlamda iftira ettikleri Ahmet Necdet Sezer, önüne böyle bir kanun hükmünde kararname taslağı gittiğinde, yani memurları hükümetin istediği gibi atmasını öngören kanun teklifi gittiği zaman iki sefer veto etti. 28 Şubat döneminde bunu yapamadılar. Sezer veto etti. 28 Şubat’tan daha beter dediğinizde kızıyorlar ama 28 Şubat’tan gerçekten daha beter durum.

Adem Yavuz Arslan’ın dikkat çektiği gibi bu komisyon aslında bir oyundan ibarettir. Tiyatro darbenin de, tiyatro komisyonu olur, başka bir türlü olmaz zaten. Reşat Petek, komisyonda herhangi bir şekilde araya bir hakikat zerresi sızar diye müthiş bir savunma içerisindeydi başkan olarak, biliyoruz. Konuşması gereken hiç kimseyi konuşturmadılar ve konuşmasının hiçbir anlamı olmayan bir sürü de tanık çağırdılar. Konuyla, darbeyle alakası olmayan bir sürü insanı konuşturdular.

Mesela bir örnek söyleyeyim. Bu ByLock biliyorsunuz binlerce insanın mahkum edilmesine yol açan uydur kaydır bir delil. Bu ByLock’un sahibi olan kişi daha sonra Amerika uyruğuna geçtiği için ismini değiştirmiş. David Keynes diye birisi. Hürriyet’te darbeden sonra manşet de oldu. Adam bizzat Komisyon Başkanı Reşat Petek’e ulaşıyor. “Benim adım etrafında bir sürü şey söyleniyor,” diyor. “Ben komisyona bilgi vermek istiyorum.” Reşat Petek ise adamın talebini reddediyor. “Git mahkemeye konuş,” diyor. Mahkemeler isteseler onlara da bilgi verecek ama adam mahkemelere de konuşamıyor.

Benzer bir itiraf bu hafta içerisinde Sedat Peker’in dile getirdiği silahlarla ilgili konuşurken dönemin AKP İstanbul İl Başkanı Selim Temurci’den geldi. 15 Temmuz gecesinin tek gerçekten tedirgin adamı Temurci… İl başkanlığı o gece “güya” işgal edilmişti hatırlarsınız. Zaten daha sonra da AKP’de tutunamıyor. Hem il başkanlığından hem de AKP’den bir anlamda koparıldı. Temurci diyor ki, ben il başkanı olarak, yani o gece ateşin ortasında bulunmuş biri olarak, ne Meclis komisyonuna çağırıldım, ne de  mahkemelerde müşteki ya da tanık olmama izin verildi.

Düşünebiliyor musunuz? Böyle bir tanığın normal şartlarda müşteki olabilmesi lazım. Meclise de gitmesi lazım, mahkemelere de gitmesi lazım. Benzer başka bir örnek de söyleyeyim. Darbe girişimi ile ilgili en çok konuşulan kişilerden bir tanesi kim? MİT’e ilk olarak gidip ihbarı yapan binbaşı. Bu kişinin dahi Meclis komisyonunda ifadesine başvurulmadı. Daha kötüsü mahkemelerde de ifadesine başvurulmadı. Bu adam ne tanık oldu, ne sanık oldu, ne de müşteki oldu. Sadece bir sefer Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı bilgi sahibi kişi sıfatıyla bilgisine başvurdu. Düşünebiliyor musunuz? Tam odak noktadaki kişi, ihbarı yapan kişi… Bu adam tanık bile yapılmadı.

Çünkü MİT personelinden izin alınması gerekiyor. Başbakandan, cumhurbaşkanından izin alınması gerekiyor. Böyle uzun bir prosedürü var. Bilgi sahibi kişi olarak bilgisine başvuruldu ve o ifade metninde bile o kadar fazla açık verildi ki, adamı çağırmamaları,  konuşturmamaları çok normalmiş. İhbarcı binbaşının onları en çok sinirlendiren ifadesi “Ben darbe kelimesini telaffuz ettim” demesiydi. Yani, o gün gittiğinde MİT’e, “Bunlar darbe yapmayı düşünüyorlar,” cümlesini kurduğunu söyledi. “Tırnak içerisinde söyledim,” diyor. Şimdi böyle olunca, bu adam konuştukça Hulusi Akar’ın boyası dökülecek. Erdoğan’ın boyası dökülecek. Onun için konuşturmamaları çok normal.

Hakan Fidan komisyona gitmedi. Hulusi Akar komisyona gitmedi. Komisyon muhalefetin istediği hiçbir tanığı çağırmadı. Muhalefetin istediği soruları sormasına neredeyse izin vermedi. Ve nihayetinde de komisyon üyelerinin haberi olmadan apar topar Erdoğan’ın talimatıyla çalışmaları bitirdiler. Komisyon üyelerinin haberi olmadan bir şekilde apar topar raporu yayınladılar. Sonradan ortaya çıktı ki, bu raporu da buharlaştırmışlar. Şu anda zaten resmi yazıyla, CHP’li milletvekili Özgür Özel’in soru önergesiyle, bu ortaya çıktı. “Meclis başkanlığımıza sunulmuş böyle bir rapor yoktur,” dendi ve işin içinden çıkıldı ama Anadolu Ajansı haber yapmıştı Meclis’e sunulduğuna dair. Komisyon başkanı törenle götürdü bu raporu dönemin meclis başkanı İsmail Kahraman’a takdim etti.

 

ABD’DEKİ İADE GİRİŞİMLERİNE NE OLDU?

 

TARIK TOROS: Evet, tam da bu noktada Adem Yavuz Arslan’a dönmek istiyorum. Bu 15 Temmuz komisyonu raporunun neden yayınlanmadığı çok net anlaşıldı. Bir komisyon toplayıp belki amaca hizmet etsin istediler ama iş şirazeden çıktı belli ki. Hatta Tayyip Erdoğan rahatsızlığını dile getirdi, apar topar komisyon çalışmalarını tamamladı. Ek süre verilmedi. Sonunda rapor da buharlaştı.

Eş zamanlı olarak Amerika’dan da birtakım iade talepleri vardı. 15 Temmuz’un arkasındaki faillerin Amerika’da olduğu iddia edilerek “bize bunları iade edin” mektupları, dosyaları gitti. İktidar 85 klasör mü, 85 koli mi ne delil gönderdiğini söylüyordu. Fakat ortaya çıktı ki, o delilerin içerisinde de Amerikalıların itibar edeceği konular yok. Bunu da Adem Yavuz Arslan’dan alalım. Bu konudaki detaylara kendisi vakıf. İade talebi sürecinde 5 yılda neler oldu?

 

 

ADEM YAVUZ ARSLAN: Bu şimdi aslında başlı başına bir program konusu. Neden? Çünkü Amerikalılar adeta yalvarıyor. Hele Trump döneminde… “Ya varsa elinizde bir şey verin.” Çünkü Amerikan medyasında, haberlerde çıktı. Trump’ın eski Ulusal Güvenlik Danışmanı John Bolton’un kitabında çıktı. Aslında Trump yönetimi Fethullah Gülen’i göndermek istiyor. “Elinizde bir şey varsa verin,” diyor, “bir şeyler yapalım.” Ama kendi uzmanları, hukukçuları bunun olamayacağını söylüyor. Çünkü hukuken mümkün değil.

En temel nokta şu: 15 Temmuz süreciyle ilgili Amerika’ya gönderilen ilk evrak ne zaman biliyor musunuz? 19 Temmuz 2016. Düşünün, 17 Aralık 2013’te yolsuzluk operasyonları olmuş, Cemaat “terör örgütü” ilan edilmiş, bir sürü şey yapılmış ama yıllar boyu iade konusunda adım atmamışlar. 15 Temmuz’dan sadece iki iş günü sonra evrak gönderilmiş. 15 Temmuz Cuma, 16-17’si haftasonu, 18-19’u gibi Amerika’ya evraklar gönderiliyor. O hengamede bunu nasıl hazırladınız? 15 Temmuz’un kumpas olduğunun bir başka delili de bu.

Gönderdikleri evraka gelelim… Bunlar gizli kapaklı değil, Ankara’daki mahkemede var. Amerika’ya gönderilen dosyanın içeriği var orada. Ben Amerika tarafından da aldım dosyanın içeriğini. İçerikte, sahte bir mektup, gazete kupürleri, mahkemelerden alınmış sahteliği tescilli ifadeler, işkence ile alınmış ifadeler var. 85 koli dosya gönderdik dediler. Amerikalılar dedi ki, “Bak sayın Türkiye, bu böyle olmaz. Bize gönderdikleriniz gazete kupürü, bize gönderdiklerinizin maddi delil hükmü yok. Hatta bir kısmı tercüme dahi edilmemiş.” Amerikalılar bunu ciddiye aldılar ve bir toplantı yaptılar. Hatta Türkiye’ye uzmanlar gönderdiler. 2016 Eylül’ünde Türkiye’ye bir heyet geldi. Dediler ki, “Bu dosya böyle hazırlanmaz. Eğer bir iddianız varsa bu iddiaya dair şu şu prosedürü takip edip esaslı, içinde delillerin olduğu bir şey hazırlayın.” Ankara Adliyesinde görüşmeler yaptılar. Hatta bazı sanıklarla da görüştüler, adalet bakanlığından birileri ile de görüştüler.

Sonra Türkiye’den bir dosya daha geldi. Yine delil yok. Hiçbir delil sunamadılar. Ellerinde yok çünkü. Erdoğan, Trump ile her görüşmesinde Reza Zarrab konusunu açtı ama arada bir bu konuyu da sıkıştırdı.

En son ne oldu? 2019 Temmuz’unda Virginia’daki Alexandria Mahkemesinde bir duruşma vardı. Türkiye adına yasadışı lobicilik ve Gülen’i kaçırma planı kapsamında yargılanan, Ekim Alptekin’in ortağı ve Michael Flynn’i kiralayan, Bijan Kian’ın duruşmasına Amerikan Adalet Bakanlığı Dış İlişkiler dairesinden üst düzey bir isim geldi. Mahkemede açık açık şunu anlattı. 15 Temmuz’a ve iade dosyasına dair aynen cümlesi şuydu: “Gönderdiklerinin içinde çok şey vardı ama delil yoktu.” Yani gönderdikleri evraklar o kadar komik ki… Gülersiniz, ciddiye almazsınız. “Böyle bir şey olabilir mi?” diye hayret edersiniz ama yaptılar.

Sonra Amerika dedi ki “Bakın bunların hiçbirisi delil değil. Eğer böyle bir iddianız varsa bize delil gönderin, biz gereğini yapalım.” Amerika, Cemaat’i destekliyor diyorlar ama hiç de öyle değil. Hele ki Amerika Trump döneminde… Elle tutulur, somut bir şey vermiş olsaydı Ankara, Amerika gereğini yapacaktı o dönemde. Mahkeme kayıtlarına girdi bu: Beş yıl geçti hâlâ Türkiye’den Fethullah Gülen’in, Gülen Cemaatinin darbenin arkasında olduğuna dair herhangi bir delil sunulamadı.

Binali Yıldırım, o zaman başbakandı, Amerika’da CNN’de Fareed Zakaria’nın programına katıldı. Amerika’da saygın bir isim malum. Zakaria dedi ki, Washington’daki kaynaklarım Türkiye’nin 15 Temmuz ile ilgili söylediklerinden farklı şeyler anlatıyorlar. Yıldırım CNN ekranlarında dedi ki, “Biz 11 Eylül olduğunda size delil mi sorduk? Biz anlatıyoruz işte, ikna olun.” Aynen bunu söyledi.

Neden bu konuya girdim? Erdoğan geldiğinde, diğer yandaşlar geldiğinde Amerika’ya hep şunu söylüyorlar: “Farz edin ki Amerikan Kongresi’ni bombaladılar. Beyaz Saray’ı bombaladılar. Siz ne yaparsınız?” Sırf bu lafı söyleyebilmek için Meclisin bombalanması oldu, Erdoğan’ın Sarayının dış duvarına mizansen bir bomba attılar. Çünkü Amerika’ya gelince tek söyledikleri bunlar.

 

MECLİS BOMBALANDI MI, BOMLANAMADI MI?

 

TARIK TOROS: Şu an 15 Temmuz’un 5. yıldönümünde geçen seneki programı güncelliyoruz ya, çok mühim bir konu da ortaya çıktı bu bir senede: 15 Temmuz’da çocuk yaşta olan askeri öğrencilerin 18 yaşına geldiklerinde tutuklanmaları hadisesi. O konu ile ilgili size tekrar döneceğiz.

Ama şimdi Nordic Monitor’ün editörü olarak Levent Kenez’e döneceğiz. Nordic Monitor yeni bir belge yayınladı yakın zamanda. “Meclisi kim bombaladı?” sorusuna bir cevap niteliğindeydi. Türkiye Büyük Millet Meclisinin (TBMM) bombalanması konusu, tıpkı köprüdeki hadise gibi, tıpkı TRT veya CNN Türk baskını gibi vitrine konan hadiselerden biriydi.

Ne var o belgelerde, ilave neler eklendi, Meclisin bombalanması konusuna?

 

 

LEVENT KENEZ: Ben de yurtdışına çıktıktan sonra birkaç ülkeyi seminerler, konferanslar için ziyarete gittim. Orada yabancı meslektaşlara uğradığımda masalarında taş parçaları gördüm. Türkiye’den gelen diplomatlar hediye etmişler. Meclisin taşlarını böyle kopartıp plaket yapıp bütün dünyaya dağıtmışlar. İşte 15 Temmuz darbesinde bombalanan Meclisin taşıdır, diye. Daha önceki görüntülerde herkes, “Bu nasıl bombalama, bombalama olsa böyle mi olur?” diyordu. Bazı görüntülerle kıyas ediliyordu. Bizim haberimizde bunların belgeleri var. Çıplak gözle gördüğünüzde “Bu Meclis bombalanmış olamaz” dersiniz ama iddianameye de girmiş bu konu. Mahkemede sanıklar yargılanırken ortaya bazı belgeler çıkmış. Biz o belgelere ulaştık. Resmi olay yeri fotoğrafları.

Çok basitçe anlatayım: Meclis iki defa bombalanıyor ve toplam üç bomba atılıyor. Bir tanesi yaklaşık gece 02.35 civarında bahçeye düşen bir bomba. GBU-10 denen yaklaşık bir tonluk bir bomba. Bu bir tonluk bomba bahçeye düştüğünde bir buçuk metrelik çukur oluşuyor ve askerler mahkemede bunları gülerek anlatıyorlar. Bu bomba düştüğü zaman en az 8 metre derinliğinde bir çukur oluşması lazım çünkü. 40-45 metre çapında olması lazımdı çukurun. Kıdemli bir pilot diyor ki, 800 metreye kadar bunun parçalarını dağılması lazım.

O gece Genelkurmay önünde vatandaşlar var. Hava Kuvvetleri, Deniz Kuvvetleri, Sahil Güvenlik hep bu Meclisin etrafındaki binalar. Oralarda da vatandaşlar var. Bir tanesinin de demesi lazım ki, bana bir bomba parçası geldi ya da ben bu bombalamayı gördüm. Hiç böyle bir rapor, hiç böyle bir tanıklık yok. Bilirkişi raporunda bahsi geçen bombanın hiçbir belirtisi yok. Binanın bütün camlarının kırılması lazım uçaktan bombalama yapıldığında. Böyle bir görüntü de yok. Daha sonra gece 03.00’dan sonra Meclis 2 defa daha bombalanıyor iddianameye göre.

 

 

TARIK TOROS: Açıklanan bombanın kimliği ile gerçekte oluşan etki arasında muazzam uçurum var.

 

 

LEVENT KENEZ: İlk atılan bomba bahçeye düşüyor. Çok güçlü bir bomba. Askerler diyor ki, 6 bin metreden bir kaya atsanız çok daha fazla etki yapmış olması gerekir. Bu 1 tonluk bomba… Mümkün değil. Gece 03.00’dan sonra atılan 2 tane lazer güdümlü bombaya gelelim… Bunların binadaki tahribatına bakıldığında ne yanma etkisi var, ne de bu bombaya uygun bir tahribat var.

Ayrıca askerler başka bir şey daha diyorlar. Genelkurmayın yakınındaki bir binanın uçakla bombalanması mümkün değil. Çünkü emniyet mesafesi diye bir şey var. Darbeciler o kadar aptal insanlar ki, kendi ölüm emirlerini vermişler. Meclisi bombalamak demek, kendi üzerlerine de bomba yağdırmak demek.

Bir başka ayrıntı… Mesela deniyor ki, şu uçak Meclisi bombaladı. 02.35’te Meclisi bombaladı denilen uçağın kayıtlarına baktığınız zaman 02.33’te hâlâ pist başında. Yani uçağın Akıncı Üssünden kalkıp 2 dakikada 8-10 bin metreye çıkıp Meclisin üstüne gelmiş olması lazım. Çok ciddi maddi hatalar var.

Yine yayınladığımız haberde bilirkişi raporları var. Bu bilirkişi raporlarının bazı sayfaları yok, kaçırmışlar. Pilotlar bu raporlardaki eksik sayfaları istiyorlar ama verilmiyor. İfadeleri alınacak, ellerinde ifadeler var hazırlanmış, “Hiç bizi uğraştırma buna imza at,” deniyor. Resmi söyleme göre hazırlanmış ifadelerini önlerine koymuşlar. “Bunları imzalayacaksınız,” diye pilotlara talimat veriyorlar. Kabul etmeyenleri tahmin ettiğiniz gibi çok vahşi işkencelerden geçiriyorlar.

Yani Meclisi kim bombaladı değil kim patlattı diye sorulacak bir noktadayız. Zaten çıplak gözle fotoğraflar incelendiğinde uzmanların da söylediği benzer şeyler. Etkinin dışarıdan içeriye doğru değil de, içeriden dışarıya doğru olduğuna dair çok ciddi tespitler var. Dediğimiz gibi Meclisin bombalanması çok sembolik bir durum AKP için. Hatırlarsınız Angela Merkel dahil Türkiye’yi ziyaret eden bütün liderleri buraya götürüp “İşte bombalanan Meclis” diye göstermişlerdi. Hatta orayı tadilattan geçirmeyip müzeye çevirdiler.

15 Temmuz’un en sembolik anlarından bir tanesiyle ilgili deliller ortaya konduğunda ellerinde bir şey kalmadığını görüyoruz. Meclisin bombalanması olayıyla ilgili bence ileride çok daha fazla ayrıntılar ortaya çıkacaktır, nasıl olduğuyla alakalı şahitlerin de konuşacağını düşünüyorum.

 

LİSELİ ÇOCUKLAR BİLE TUTUKLANDI

 

TARIK TOROS: Türkiye’de çoğu zaman yeni bir anayasadan, kanuni değişikliklerden, yeni bir ceza kanunundan falan bahsediliyor. Reform için. Ama her defasında benim aklıma şu geliyor. Her defasında aynı şeyi söylüyorum: Mevcut kanunları uygulayın yeter! Sadece bu bile muazzam bir normalleşme sağlar. Ondan sonra nerede değişiklikler yapacaksınız, hangi kanunlara yama yapacaksınız veya  hangilerini kaldıracaksınız bakarsınız. İki önemli konu var: Suçun şahsiliği ve kanunların geriye yürümezliği. Bu iki meseleyi sıkı tutun, bütün hak ihlallerinin önüne geçersiniz, bu da net.

15 Temmuz’dan bu yana 5 yıldır medya davaları takip etmiyor. Geçen gün askeri öğrencilerin davası vardı. Yazgülü Aldoğan iki gazeteci olarak davayı takip ettiklerini söyledi. Aldoğan yıllardır askeri öğrencilerin konusunu takip eden bir isim. Ama medya mahallesi sus pus, medya mahallesi, “Bu  öğrencilerin emir ve talimatları uygulamak dışında ne suçu vardı?” demiyor, diyemiyor.  Pek çoğunun hayatı karardı gencecik yaşlarında. Fakat yeni bir şey daha oldu. 15 Temmuz’da çocuk yaşta olanları da, şimdi almaya başladılar. Detaylar Adem Yavuz Arslan’da…

 

 

ADEM YAVUZ ARSLAN: Buna geçmeden bir cümle bir şey ifade edeyim. Akıncı iddianamesinde bilirkişi raporları var, Meclisi bombaladığı söylenen uçaklarla alakalı. O meşhur 110 kuyruk numaralı uçağın, o gece uçmadığı sabit. Meclisi bombaladığı söylenen uçaklardan bazıları yine hiç uçmamış. Yakıt ve bombalar uçakta duruyor. Bilirkişi raporları açık. Hiç incelenmeyen 11 uçak var.

Daha sonra bombalayan uçaklar bunlar olabilir mi? Öyleyse kim uçurdu bunları? Çünkü o gece sivil ve o üste çalışmayan pilotların olduğu görülmüş. Hani bunu şundan hatırlatıyorum. Normal bir hukuk işlese bütün bu iddiaların hepsi bir celsede çözülecek iddialar. Bilirkişi raporu açık yani, bombaladı dediğiniz uçak uçmamış, yerde. Kara kutu kayıtları gösteriyor. En son 14 Temmuz’da uçmuş.

Şimdi askeri okul öğrencilerine geleyim. Bu askeri okul öğrencileri meselesi o kadar kötü niyetli bir şey ki… Burada bir makro plan yapıldığı açık: TSK’nın tamamen lağvedilmesi, askeri okulların kapatılması, askeri okulların yerine kurulacak bir yapıyla rejimin kendi ordusunu yetiştirmesi… Yani bu bir taraftan sorgusuz sualsiz ihraçlarla, yukarıdan kendi kadrolarını oluşturuyorlar. Aşağıdan da kendi kurdukları sistemle rejimin muhafızlarını yetiştiriyorlar. Harp Okullarının kapatılması için böyle bir mizansene ihtiyaç vardı. Askeri okul öğrencileri burada yem olarak kullanıldılar. Düşünün Yavuz Türkgenci gibi bir korgeneral çocukların önünü açıyor. Boğaz Köprüsüne çıkartıyor… Bu herkesin bildiği.

O çocukların mermi atmadıkları, İstiklal Marşı dışında arabadan inmedikleri sabit, her şekilde sabit. Ama Harp Okulu öğrencileri özellikle 5 yıldır hapiste tutuluyor. En masum kesimidir TSK’nın onlar. Çünkü askeri öğrencidir, hiçbir şekilde herhangi bir suç işleme şansı da yok. Onları bile şeytanlaştırarak aslında yeni bir rejimin silahlı unsurlarını kurdular, kuruyorlar.

Harp Okullular zaten 5 yıldır tutuklu, müebbet ceza aldılar. İnanılmaz trajik hikayeler var orada. Arada kanser olup hayatını kaybeden çocuklar oldu. Şimdi yeni bir aşamaya geçtiler. Liseli öğrencilere geldiler. İşte bu günlerde İzmir merkezli bir operasyon var. 249 kişiyi aldılar. Bunun 139 tanesi askeri lise öğrencisi. Bu çocuklar 15 Temmuz 2016 yılında 13-14 yaşındaydı. 13-14 yaşındaki çocuğu büyüsün de tutuklayayım diye bekletiyorsun. 18 yaşını geçtikten sonra gözaltına alıyorsun, tutukluyorsun. Neden? İşte ankesör, iltisak falan diyorsun.

Ben bir çoğunun ifadesini okudum. Diyor ki, ben ankesörlü telefondan annemi aradım, babamı aradım. Çünkü bizim cep telefonu kullanmamız yasak. Şimdi bu kadar basit bir realiteden bahsediyorum. Ankesörlü deyip bu çocukları alıyorlar şu anda. Trajikomikliğe bakar mısınız? 15 Temmuz’da 13 yaşında, 14 yaşında olan çocukları büyüsünler de tutuklayayım diye beklediler ve bugün hepsi gözaltında!

 

EMASYA PROTKOLÜ VE BRÜKSEL ŞARTI

 

TARIK TOROS: Son derece enteresan muazzam hak ihlalleri var. Biraz evvel de söyledim. Suçun şahsiliği ve kanunların geriye yürümezliğini uygulayın, hak ihlali biter ülkede. Yeni bir anayasaya,  kanunları tekrar değiştirmeye, almaya gerek yok.

15 Temmuz Konuşmaları’nın geçen yılki ilk bölümünde o geceye giden süreci anlamaya çalışmıştık. İki konu vardı ki, son derece önemliydi. Bir tanesi Brüksel Şartı, diğeri de Emasya konusu. Son derece enteresan bir şekilde iktidar 2010’da kaldırdı Emasya’yı, 15 Temmuz’dan günler önce tekrar devreye soktu. Yine aynı dönemde devlet başkanlarına suikast durumunda zanlıların iadesini düzenleyen Brüksel Şartının ek protokollerini de yıllarca imzalamadığı hâlde 15 Temmuz’dan evvel imzalayarak yürürlüğe soktu. Bu çerçevede Bülent Korucu’nun görüşlerini merak ediyorum.

 

 

BÜLENT KORUCU: Önce Adem Yavuz Bey’in bıraktığı yere bir katkı yapayım. Geçen hafta önemli bir gelişme oldu biliyorsunuz. 28 Şubat askeri müdahalesini yapan üst düzey komutanlara verilen ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası Yargıtay tarafından onandı. Şimdi o dönemde İsmail Hakkı Karadayı Genelkurmay Başkanıydı. Özel kalem müdürü kimdi? Hulusi Akar. Yani Genelkurmay Başkanının en yakınındaki adam, belki onun gölgesi gibi dolaşan, bütün sırlarına vakıf olan kişi, hiçbir şekilde mahkemeye çıkarılmadı. Ama bugün askerî liselerde okuyan öğrencileri, darbe günü 13-14-15 yaşlarında olan öğrencileri hapse attılar. Hukuken arasında suç ve ceza ilişkisi kurulamayacak çocuklar bunlar. Yani gerçekten suç işlese, o suçu çocuk olarak değerlendirilip ona göre ya ceza verilmeyecek ya ıslahevine gidecek ya da çok cüzi cezalarla yırtabilecek çocuklar bunlar. Ama 18 yaşlarını doldurmaları bekleniyor ve 15 Temmuz çerçevesinde tutuklanıyorlar. Buna dikkat çekmek istedim.

Diğer söylediğiniz konular çok önemli. Emasya Protokolü toplumsal olaylara askeriyenin, askeri birliklerin, valinin talimatı olmadan ya da herhangi bir sivil talep olmadan müdahalesini öngören bir uygulamaydı. Ben de kısa dönem askerlik yaparken Emasya nöbeti tutmuştum. Emasya nöbeti tutarken o gün hangi birlik hangi manga görevli ise onlar tam teçhizatlı olarak 24 saat bekliyorlar ve bir talimat geldiği zaman o talimatın nereden geldiğini, neden geldiğini düşünmeden atlayıp müdahale ediyorlar. Çok şükür bizim nöbetimize böyle bir olay denk gelmedi ama o olayın mantığı bu. Ben bile bu kadarcık askerlik tecrübemle bunu biliyorum.

Emasya’yı bir dönem kaldırmışlardı, neden? Darbelere zemin teşkil ettiği için. Haklı bir gerekçe idi. Biz de bunu desteklemiştik. Çünkü birçok darbeci bunu kullanmıştı. “Emasya hakkını kullanarak müdahale ettik” denmişti eski darbelerde.

15 Temmuz’dan 2 gün önce, 13 Temmuz’da Meclis bir kanun çıkarıyor ve Cumhurbaşkanı da apar topar hiç bekletmeden bu kanunu yürürlüğe koyuyor. Bu kanunun ismi “Kok-Tut”. Biraz söylemesi de zor, Emasya daha kolaydı. Uzun versiyonu şöyle: “Kolluk kuvvetlerini toplumsal olaylarda destekleme uygulaması kanunu.” Şimdi 15 Temmuz’da sokağa çıkan birçok asker de bu vazifeyle vazifeli oldukları için sahada. Yani nasıl ben Emasya taburunun parçası olarak beklemiş isem, onlar da “bugün sen Emasya birliğisin” demişler, beklemiş ve bir kısım terör olayları bir kısım toplumsal olaylar başladı diye gidip buna müdahale edin diye talimatlandırılmış insanlar. Zaten ister büyükşehir belediyesine giden, ister başka yerlere giden askerlerin yüzündeki şaşkınlığa baktığınızda, daha da önemlisi, bir-iki tane polisin, onlarca ağır silahlı askeri gözaltına aldığını silah bıraktırdığını düşündüğünüzde burada tuhaf bir durum var. Bu askerlerin tamamen tuzağa düştüğünü bir şekilde sokağa çıkarıldığını ve polisle karşı karşıya kaldıklarında da çok orantısız bir güce sahip olmalarına rağmen polise direnmediklerini ve teslim olduklarını görüyoruz.

Burada dikkat çekmemiz gereken şeylerden bir tanesi de şu: 1 yıl boyunca Türkiye’de 12 tane büyük terör saldırısı yaşandı. Sonuncusu Atatürk Havalimanında olmak üzere. Yüzlerce insan öldü. Mitinglerde bombalar patlatıldı. Ankara Garı patlamasında 103 kişi hayatını kaybetti. Ankara’da Genelkurmayın hemen hemen neredeyse bahçesinde diyebileceğimiz yerlerde patlatılan 2 tane büyük bombayı ve orada şehit edilen onlarca askeri de göz önünde bulundurduğumuzda, askerlerin psikolojik olarak bir gerilim altına sokulduğunu görüyoruz. Konvansiyonel olmayan bir terör beklentisine girildi. Aynı zamanda onlara böyle bir yetki de verilmiş oldu. Toplumsal olaylara, terör olaylarına müdahale edebilirsiniz. Müdahale etmelisiniz hatta. Çünkü yetki aynı zamanda sorumluluk da getirir. Askerler burada tuzağa çekildi diye düşünüyorum.

Diğer bahsettiğiniz şey de Brüksel Şartı. O da çok ilginç. 1957 yılında ilk kez gündeme geliyor Brüksel Şartı. Yurt dışında yaşayan insanların iade süreçleriyle ilgili bir anlaşma bu. Normal durumda biliyorsunuz siyasi mülteciler iade edilmiyorlar. Ya da çok sınırlı şartlarda iade edebiliyorlar.

Bu Brüksel Şartı şöyle bir şey ön görüyor: Şayet cumhurbaşkanı, başbakan ya da ailesine yönelik herhangi bir suikast girişimi varsa, bu suikast girişiminde yer aldığı, uyguladığı ya da planladığı iddia edilen kişiler bu şart gereğince normal mültecilik haklarından yararlanamıyorlar, siyasi mülteci olamıyorlar ve kolaylıkla iade ediliyorlar. Şimdi birileri Marmaris’te bir suikast oyunu oynadı, biliyoruz. Ya da Binali Yıldırım’ın hikâyesi daha komik. Güya Ankara’ya giderken yolda jandarmalar arabasına ateş etmiş, koruma polisleri ve şoförü arabayı geri geri sürmeyi akıl edince kurtulmuşlar. Ne bu konuda bir tanık var, ne de arabada bir iz var… Şimdi bunu niye yaptılar? Bu şart, 1957 yılında imzalanmış ve yürürlüğe girmiş. Ama Türkiye bunca sene imzalamamış. Niye 15 Temmuz’a giderken Ankara apar topar imza koydu buna? Güya Erdoğan’a birileri suikast yaptı, onlar için iade talep edebilmek için…

Ama onu çok da gündeme getirmediler. Çünkü komik olduğunu onlarda fark ettiler. Diğeri sadece trajikomikti. Binali Yıldırım’ın hikayesi tamamen komediydi, gündeme getirmediler. Marmaris olayını kullanarak siyasi mültecileri geri alabilmek için, başta belki Fethullah Gülen olmak üzere birçok Hizmet Hareketinden insanı Türkiye’ye iade ettirebilmek için Brüksel şartını 15 Temmuz’dan birkaç gün önce imzaladılar.

Ben 2 tane yeni bilgi öğrendim 15 Temmuz’dan önceki hazırlıklarla ilgili. Onları paylaşmak istiyorum. Bir tanesi şu: Askeri bölgelerin bilhassa tank birliklerinin olduğu yerlerde emniyet güçlerine, arabalarına siyah sprey boya almaları talimatı verilmiş. Şimdi ben bunu olaydan habersiz emniyet yetkililerine, emniyet mensuplarına, daha doğrusu emekli, ihraç emniyet mensuplarına sordum. Hiçbir cevap veremediler. Ben de düşündüm aklıma bir şey gelmedi. Fakat bu talimatı almış ve bu talimat uygulamış sonra da belki onlarca askeri tutukladığı halde yargılanmış ama sonra ortadaki deliler mucibince beraat etmiş bir emniyet yetkilisinin ifadesinde gördüm. İfadesinde okudum. Siyah sprey boya almalarını söylemişler ve “Sonra nerede kullanacağınızı biz size söyleriz,” demişler.

Bu tankların ‘periscope’ları var. Kamera gibi, çevreyi gözetlemek için. Darbe günü orada kullanmışlar. Sadece tank birliklerinin olduğu bölgelerdeki polislere bu sprey boyaları almalar talimatı verilmesi, öyle bir tank çıkışını beklediklerini gösteriyor. Haftalar öncesinden bu icraatı yapmışlar.

Bir diğerine de dün sosyal medyada denk geldim. Bir kadıncağızın paylaşımlarıydı. 15 Temmuz’dan hemen sonra biliyorsunuz, Aktif-Sen Konfederasyonun mensupları, olağan şüpheli olarak gözaltına alınmaya başlandığında, birçok insan panik halinde istifa etmeye çalışıyor ve diğer sendikalara geçmeye çalışıyordu. Ben de bunu yapmaya gayret ettim, diyor.

Ama hükümete yakın ya da MHP’ye yakın sendika başkanlarından şu cevabı alıyor: “Biz defteri kapattık ve yeni üye almama talimatı geldi. Diğer sendikalardan üye almamamız istendi. Listelerimizi gönderdik. Biz sizden üye alamayız.” Düşünün, hangi sendikanın üyelerinin tutuklanacağına önceden karar vermişler. Hasbelkader bir anlaşmazlığı düşüp 15 Temmuz’a yakın zamanlarda sendika değiştiremesinler diye de sendikalara kesinlikle yeni üye almayacaksınız talimatı gitmiş.

 

DARBECİLER SADECE 4 GÜN HAZIRLANMIŞ!

 

ADEM YAVUZ ARSLAN: Buraya çok kısa bir ekleme yapayım. Şöyle: Eldeki bütün veriler iktidarın 15 Temmuz’a çok iyi hazırlandığını, darbeci denilen grubun da konudan bîhaber olduğunu gösteriyor. Mesela bugün Akıncı davasına bakan mahkemenin gerekçeli kararı açıklandı. Orada görüyoruz ki, darbeci denen kişilerin darbeye dair yaptıkları iddia edilen, en geriye giden olayın tarihi 11 Temmuz.  Öncesi yok yani. 4 günlük bir hazırlık var sadece. Hadi birkaç gün daha ekleyin toplamda bir haftalık bir hazırlığa denk geliyor. Darbeci denen kişilerin yaptığı hazırlık bu.

Diğer tarafa bakıyorsun 1,5-2 yıllık çok kapsamlı bir hazırlık var. Mustafa Şentop başkanlığında yargı camiası fişlenmiş. Hem askeri yargı, hem sivil yargı. İl il avukatlar, hakimler, savcılar fişlenmiş. 15 Temmuz’da daha ne olduğu belli olmadan 2,700 küsur kişi ile ilgili tutuklama kararı verilmesinin nedeni bu. Türkiye Cumhuriyeti tarihinde ilk kez MİT, Akıncı Üssüne, hem de 143. filoya teknik gezi yapıyor. 2016 yılının Mayıs ayında. Akıncı iddianamesini açın, filo komutanı diyor ki, “Böyle bir şey hayatımızda olmadı. Biz geri gönderdik. Genelkurmay’dan bize baskı geldi. Bırakın incelemelerini yapsınlar, dediler.” TÜRKSAT’a, Özel Kuvvetlerden ekip gidiyor ve yayın nasıl kesilir diye test ediyorlar. Bu tarz hazırlıklar o kadar çok ki…

Mesela Berat Albayrak’ın e-maillerine bakalım… Daha 15 Temmuz ortada yok, Tahşiye Davası ile ilgili Amsterdam’la yapılan yazışmalar var. Diyor ki, “Biz bu tahşiyeden Amerika’ya zıplarız, oradan da Fethullah Gülen’in iade dosyasını açtırırız.” Tam da o ara Brüksel şartını getiriyorlar. O kadar kapsamlı bir hazırlık yapılmış…

Şimdi karşımızdaki durum şöyle: Hulusi Akar, Brüksel’e gidiyor. Açıkça bu duruma müdahale etmesi gerektiğini ilan ediyor, bunu söylüyor. TSK içerisinde hazırlıklar yapılıyor. Nerede, kimlere, nasıl müdahale edileceği belirleniyor. Fişlemeler açısından söylüyorum. Öbür taraftan sivil müdahaleler… 15 Temmuz akşamında silah dağıtma bahsinde ayrıca örnekleri anlatabiliriz. Dağıtılmış silahlar var. Elinde kalaşnikof olan insanlar var o gece. Kum kamyonları hazırlamış.

Özetle şunu söyleyeyim: 15 Temmuz gecesi darbeci denen kişiler dışında herkes hazır. Darbe yapmakla suçlanan kişilerin haberi yok. Daha komik boyutları da var. Sıkıyönetim emrinde görevlendirilmiş ekibin yarıdan fazlası görev yerinde değil, tatilde.

 

DAĞITILAN SİLAHLAR NE ANLAMA GELİYOR?

 

TARIK TOROS: Darbeye karıştığı belirtilen askeri birliklerin somut, fiziksel hazırlıklarının geriye doğru ancak 11 Temmuz’a kadar gittiğini söylüyorsun bu önemli.

Şimdi biz “5 yıldır saklanan itiraf” bahsinde darbe komisyonu raporunun neden saklandığını konuştuk, bu arada 15 Temmuz’da dağıtılan silahlar konusuna sıra gelmedi. Şimdi tam da yeridir. Sedat Peker’in bunu açıklaması gerekmiyordu. Bu bilinen bir şeydi. Çok sayıda gazeteci, çok sayıda akademisyen, Türkiye’den de, yurtdışında da bu konu ile ilgili yayınlar yaptılar. Buna bile gerek yoktu esasen. İnsanlar o silahlarla pozlar verdi. Normal sivil bir şahsın edinmesi mümkün olmayan, yasalar içerisinde taşıması mümkün olmayan tüfekler ve uzun namlulu silahlarla sosyal ağlarda paylaşılan fotoğrafları gördük. Hatta bir cinayette, cinayet zanlısının kullandığı silahla ilgili, “15 Temmuz’da dağıtılan bir silahtı, ben de gittim aldım,” dediğini gördük. Bunlar da mahkeme tutanaklarına geçti. Yani pek çok yönden, pek çok tanıklıkla 15 Temmuz ve sonrasında dağıtılan silahlar konusu malum.

Bunu Sedat Peker’in açıklaması gerekmiyordu ama iyi ki açıkladı. Çünkü içeriden bir tanıklık yaptı. Araç teslimatlarına kadar, sokak isimlerine kadar, hatta kullanılan otomobilin renklerine kadar, o araçlarda kimlerin bulunduğuna kadar anlattı. Selim Temurci’nin, ki AKP İstanbul İl başkanıydı o dönem, anlatımı da önemli. O bahsedilen kişiler, dedi, Berat Albayrak’tan habersiz hareket edemez. Haliyle Cumhurbaşkanından da habersiz hareket edemez. Dönemin AKP İstanbul İl Başkanı Temurci’nin bu açıklaması son derece önemli. Çünkü bu organizasyonun sadece aşağıda bir grubun veya Özel Harbin veya işte Sedat Peker’in adamlarının organizasyonu olmadığını, işin Saray’a bağlandığını, işin Saray kaynaklı olduğunu da gösteriyor. Bundan sonrası bir iç savaş mı, iç karışıklık mı ya da herhangi bir seçim beğenmeme veya sandık devirme durumunda sokaklarda kaos yaratmak mı veya herhangi birilerini ihtar etmek, dövdürmek veya öldürmek mi… Bunlar gerçekten kan dondurucu ifadeler ama akla bunlar geliyor. Ayrıca İçişleri Bakanlığının açıkladığı kayıp silah rakamlarının gerçeği yansıtmadığı da belirtiliyor. O rakamlar yıl yıl açıklanıyor ve birbirini tutmuyor. Ama burada mühim olan dağıtılan silahlar konusu.

 

 

LEVENT KENEZ: Selim Temurci ne demişti ? Berat’tan habersiz olmaz. Röportajda söyledi. Peki biz Selim Temurci’yi hangi görüntü ile hatırlıyoruz? Kendisi de havaalanında, yanında Erdoğan ve sırıtan Berat var. O açıyı biraz daha genişlettiğimizde bir kişi daha var o masada: Metin Külünk. O gün sahada olanların bir çoğu Metin Külünk’ün beslemeleri. Sedat Peker ile ilişkileri de zaten ortaya çıkmış. Bunlardan bağımsız düşünemeyiz.

Metin Külünk kim? 1980’li yıllara gittiğimizde zaten eli silahlı bir militan. İrancı, İslamcı örgütlerde görev almış, bunlardan dolayı ceza almış. Daha sonra, karanlık bir şekilde hapisten kurtulmuş çıkmış bir insan. Bunu söylememiz lazım. Ben Sedat Peker’in bu organizasyonu ısrarla Süleyman Soylu’ya ihale etmesini birazcık perdeleme olarak görüyorum. Çünkü kendisi videolarında ne diyordu? “15 Temmuz’da gidin askerleri vurun, size kim vurdu derlerse Sedat Peker ‘vur’ dedi dersiniz.” Tamam adamlarına vur diyorsun da neyle vuracak? Herhalde sapan atmayacaklar.

Bu süreç gerçekten çok karanlık. Bir de bu havayı psikolojik olarak özellikle yaydıklarını da düşünüyorum. Mesela Engin Noyan’ın eşi televizyon programına çıktı. “Bizim ev cephane,” dedi, “biz 50 kişiyi götürürüz,” dedi. Bu kadına ne yaptılar? Kadın çıktı, yanlış anlaşıldım dedi. Herhangi bir ceza uygulandı mı? Evine gidip bir teftiş yaptılar mı, bu silahlar ruhsatlı mı ruhsatsız mı baktılar mı? Herhangi bir kontrol oldu mu? Olmadı. Şunun da yayılmasını çok istiyorlar: AKP’den rahatsız cephede “Ya bunların hepsinde silah var. Eğer biz olası bir durumda dışarı çıkarsak ya da bir şey olursa bunların hepsi bizi vurur,” hissi uyandırıp ayrıca bir korkutma ve sindirme psikolojisinin peşinde olduklarını düşünüyorum.

 

 

TARIK TOROS: Kayıp silahlar deniyor ama aslında dağıtılan silahlar bunlar. Aynı zamanda kayıp otopsi raporlarına da dikkat çekmek lazım o geceyle ilgili. Yayınlanmayan, açıklanmayan, kaybolan raporlar… Çünkü bunlar yayınlansa, bize gösterilen hedefin dışında bir hedefe işaret edecekler.

 

MEDYA SADECE İDDİANAMELERİ OKUSA…

 

ADEM YAVUZ ARSLAN: Önce şunu söyleyelim: Aslında görmek isteyenler için malzeme çok. Mesela? Mahkeme dosyaları. Akıncı Üssü dosyasını ya da Jandarma Genel Komutanlığı dosyasını açın okuyun. Ben oradaki otopsi raporlarını tek tek okudum. Otopsi raporlarını okumak can sıkıcı bir şeydir. Sonuçta bir otopsinin nasıl yapıldığını detaylı anlatır. 15 Temmuz’da kayıt dışı silahlar olduğunun ve bu silahların kullanıldığının delili otopsi raporları. Neden? Çünkü Ankara’da Jandarma Genel Komutanlığı önünde öldürülen sivillerin, yine Ankara’da Akıncı nizamiyesinin önünde öldürülen sivillerin vücutlarından çıkan kurşunların otopsi ve balistik raporlarına tek tek baktım, orada çok net bir durum var: TSK envanterinde olmayan mermiler çıkmış. Bu tartışmaya kapalı bir konu. DNA raporu gibidir bu. Mermiler tartışmaya açık bir konu değil. TSK envanterinde olmayan, NATO standardı olmayan mermiler çıkarılmış ölenlerin bedenlerinden.

Bu ne demektir? TSK dışında birileri o gece elinde uzun namlulu silahlarla sağa sola ateş etti, sivilleri katletti, demektir. Hatta Akıncı’nın nizamiyesinde vurulan 8 sivilin, 7 tanesi ensesinden tek kurşun ile, bir tanesi de sağ kulak arkasından vurulmuş. Yüzü nizamiyeye dönük adamlar ensesinden tek kurşunla vurulamaz. Burada çok net bir şekilde birileri sivil kayıplar için özellikle çalışmış, daha fazla insan hayatını kaybetsin diye uğraşılmış. Bunlar mahkeme dosyasında var. Peki mahkeme ne yaptı biliyor musunuz? Jandarma Genel Komutanlığı davasında öldürülen 8 sivil ile ilgili karar veremedi. Kimin öldürdüğü ile ilgili karar çıkmadı mahkemeden.

Mesela yine Jandarma dosyasından bir örneğe bakalım. Müşteki olarak bu davada Mehmet Akif Aslan diye biri var. Kendisi cami imamı. Sanık Tarık Kaya soruyor duruşmada: “Sayın Mehmet Akif Aslan, 15 Temmuz akşamında elinde tahta saplı kalaşnikofla bana ateş ediyordun. Benim elimde devletin verdiği G3 vardı. Ben ateş etmiyordum ama sen kalaşnikofla bana ateş ediyordun, bu silahı nereden buldun?” Cami görevlisi 15 Temmuz’da elinde kalaşnikof ile, Jandarma Genel Komutanlığı önünde jandarmaya ateş ediyor. Mahkeme başkanı ne yapıyor? Ya bu soruyu geçelim, diyor.

Bunun sayısız örneği var duruşma tutanaklarında. Burada şunun altını çizmek lazım. Sedat Peker “15 Temmuz’dan sonra da” diye bir ifade kullanıyor. O ayrı olan “da” var ya, o kadar önemli ki! 15 Temmuz’dan önce dağıtılan silahlar olduğunu ifade ediyor yani. Sedat Peker bir çeşit iddianame yazıyor. Sedat Peker’in itirafları aslında açılacak olan davaların iddianamesi. Yer vererek, isim vererek, detay vererek yazıyor tek tek.

Yani şöyle düşünün: İstanbul Boğaziçi Köprüsünde, Ankara’da, orada burada bir sürü yerde doğru düzgün delil incelemesi yapılmadı. Delilleri süpürdüler, yıkadılar, geçtiler… Hiç kimse delil incelemesi yapmadı. Dava açma izni verilmedi. Düşünün, Selim Temurci dava açmaya çalışıyor ve açamıyor. Niye? Çünkü bu konu açıldığı zaman 15 Temmuz akşamında işlenen cinayetlerin failleri ortaya çıkacak. Şimdi görgü tanıklarının ifadeleri YouTube’da var. Adam diyor ki, “15 Temmuz akşamı ben Boğaz Köprüsü üzerinde idim. Boğaz Köprüsünün sağ tarafında, Avrupa yakasından Asya yakasına doğru geçişte karayolları binası var. OGS satılıyordu eskiden. Onun tepesinde şalvarlı, sakallı bir adam kalaşnikofla bize ateş ediyordu.” Bunu örnekleri var. Bu adam sivil, bunun görüntüleri var.

Taksim Meydanında toplanan 56 kovandan 54’ü galiba askeri silahtan değilmiş. Evet, şimdi bazı AKP’liler diyor ki, “Biz askere polise güvenemezdik o yüzden silahlanmamız normal.” Eski AKP Gençlik Kolları Başkanı İsmail Karaosmanoğlu, Twitter’da açık açık yazdı. Bir mangayı donatacak silahı varmış. Bu adam eski Gençlik Kolları Başkanı.

Şimdi sosyal medyaya bakın. “AKP Çocukları” diye bir hesap var, onu geçin Instagram’a bakın. Daha ben bu yayına girmeden az önce bir görüntü geldi elime. Bir okurum gönderdi. Gerçekten girdim sosyal medyaya baktım. Türkiye’nin ücra bir yerindeki AKP ilçe başkanı, elinde kalaşnikofla poz vermiş ve meydan okuyor. “Gelin hazırız” diyor. Batı Anadolu’da, Ege’de bir ilçede… O kalaşnikofu sen nerden buldun? Bu, markette, pazarda satılmıyor. Bu mermileri nereden buldunuz?

En önemlisi de şu: Bütün bunları yaptınız, bu silahları dağıttınız, bu cinayetleri işlettiniz, arkasından da bu insanlar yargılanmasın, soruşturulmasın diye KHK çıkardınız. O gece neden KHK çıkarttılar? İşlenen suçların üzerini örtmek için. Net olan bir şey var. Boğazı kesilmiş Harbiyeli çocuklar var orada. Bunu yapan adamlar yargılanmasın diye özel KHK çıkarttılar. Şimdi propaganda için her şeyi yapan iktidar, öbür taraftan da gerçekler ortaya dökülmesin birileri bir şekilde ne olduğunu ortaya koyamasın diye inanılmaz bir sansür uyguluyor. Madem o kadar eminsiniz, niye KHK çıkartıyorsunuz?

 

HUKUKİ AÇIDAN HER DAVA BİR FACİA

 

BÜLENT KORUCU: Ben iki ekleme yapayım. Bir tanesi Erdoğan’ın dünürü Orhan Uzuner. Bilal Erdoğan’ın kayınbabası. Biliyorsunuz, onun 15 Temmuz’dan 7-8 ay sonra sosyal medyaya düşen bir videosu vardı. O videoda yeni bir teşkilatlanmaya gittiklerini, 15 Temmuz benzeri bir olayla karşılaşma ihtimaline binaen sivil direnişi örgütlemek için teşkilatlandıklarını, radyo kurduklarını, telsiz aldıklarını, internet sitesi açtıklarını vesaire çok ayrıntılı anlatıyordu. Ayrıntılı anlatımlarını içerisinde en önemli noktalardan bir tanesi de silahlandıklarını itiraf etmesiydi. Düşünebiliyor musunuz? En üst düzeyde AKP’liler sivil oldukları hâlde silahlandıklarını, yani bir anlamda bir milis ordusu kurduklarını itiraf ediyorlar.

İkincisi, Jandarma Genel Komutanlığı davasıyla ilgili. Jandarma davasında karara baktığımızda şunu görüyoruz… Hukuk açısından gerçekten hangisine facia diyeceğimizi şaşırdık. Diyor ki kararda, Jandarma Genel Komutanlığının önünde öldürülen kişilerin, askerlerin silahlarından çıkan mermilerle öldürülmediği kesinleşti. Adem Bey diyor ya, askerin envanterinde yok bu mermiler diye. Hadi diyelim askerin envanterinde olmasın ama içeride askerler bir şekilde edinmiş ve kullanmış olsunlar. Orayı kuşattın zaten, dışarıya çıkan adamı bile keskin nişancı marifetiyle öldürdün, haksız yere öldürdün. Teslim olmuş, eli yukarıda çıkan adamı bile öldürdün. Oradan herhangi bir silah ya da mühimmat çıkarma şansı yok o insanların.

İçerideki askerler o gün Jandarma Genel Komutanlığında görevli insanlar. Kendi görev alanlarında bulunuyorlar. Jandarmalar darbeye katılmış falan değiller. Bir genel komutanlığın o gün orada askersiz bırakılması düşünülebilir mi? Düşünülemez. Orada nöbetçi bırakılmış askerlere saldırıyor dışarıdan insanlar. İçeridekiler ateş etmiyorlar. Ölenlerin hiçbiri hem menzil itibariyle, hem de silahların tipi itibariyle askerlerden ele geçirilen silahlarla öldürülmüş insanlar değil. O zaman her halükarda sivil kişilerin silah kullandığının ispatı bu durum.

Ama bizim dağıtılan silahlarla birlikte şuna odaklanmamız lazım: Hem Jandarma Komutanlığı davasında hem de köprüde öldürülen birçok insanlar ilgili olayda – mesela Erol Olçok’un öldürülmesi de böyle – onlarca şahit var. 15 Temmuz’dan hemen sonra o insanların keskin nişancı ateşiyle öldürüldüğünü söyleyen insanlar, tanıklar oldu. Ama onu da daha sonra apar topar kapattılar.

Bir de profesyonel silahlı insanlar var. Ona da dikkat çekmek lazım. Direniş örgütlesin ya da bir şekilde silah kullansın diye AKP teşkilatları silahlandırılıyor. Öbür taraftan da bir kısım profesyonel hayalet savaşçılar, sivilleri öldürüyor. Bu hayalet savaşçılara, Adem Yavuz Arslan da dikkat çekti, Akıncı’da da rastlıyoruz. Bir kısım hayalet pilotların Akıncı’ya girdiğini ve bir kısım hayalet uçakların uçtuğunu görüyoruz… Niye hayalet diyorum? Çünkü hiçbir şekilde incelenmemiş 11 tane uçak var. Bu uçakların, bu hayalet pilotlar tarafından kullanıldığına dair çok sayıda tanık beyanı var. Bakın sanık demiyorum…

 

 

LEVENT KENEZ: Kayıp silahları konuştuk. Öncesinde sivillerin ölümünden bahsetti arkadaşlarımız. Ben de size kayıp cesetlerden bahsedeyim. Jandarma Genel Komutanlığı davasında müştekiler var, vurulanlar, yaralananlar var. Bunlar mahkemeye gidip ifade veriyorlar. Jandarma davasında müştekilerden birisi gelip diyor ki,  kafasında şapkası olan birisi vardı, vuruldu, öldü. Yanımıza düştü. Birçok müşteki aynı ifadeyi veriyor. Dava dosyasına baktığımız zaman bu kişiye ait herhangi bir bilgi yok. Ne bir kayıt var, ne otopsi yapılmış. Hayalet… Askerler diyorlar ki müştekilere, sizin yanınızda böyle bir tane kişi vardı, bu kişi nerede? Mahkemeye soruyorlar. Bu şekilde hayatını kaybeden insanlar da olmuş. Öldürülmüş ve dava dosyasına girilmemiş.

İhtimaller nedir? Bir tanesi bu insanların yabancı savaşçılar olması. Çünkü yabancı bir savaşçının bu şekilde öldürülmesi büyük bir infial oluşturabilir ya da dedikodu çıkartabilirdi. Yabancı savaşçı derken, cihatçı diyebileceğimiz, AKP’nin yurt dışında çok kullandığı, savaşçılardan birisi olabilir. O gece rejime yardım eden gizli hücrelerin sahalara çıkmış olabileceği tahmin ediliyor.

 

‘FETÖMETRE’ VE ‘FETÖ BORSASI’ AYNI KAREDE!

 

TARIK TOROS: 15 Temmuz öyle bir “Allah’ın lütfu” oldu ki, sonrasındaki süreçte yapılan bütün uygulamalarda “illegalite” legal olarak sunuldu. Hiçbir şey kanuna, kitaba veya genel usule, genel esaslara dayalı bir şekilde yürütülmemeye başlandı. Bunlardan biri, “Fetömetre” isimli uygulamaydı. Bir diğeri de buna bağlı olarak bir “FETÖ borsasının” kurulmasıydı. Tabirler böyle olduğu için seyircilerimiz mazur görsünler yoksa bu ekibin hiçbiri ben biliyorum ki ne “FETÖ” söylemine, ne de iktidarın ürettiği bu diskura inanıyor, kabul ediyor. Bilakis itiraz ediyor. Çünkü bu kelimeyi açtığınızda “silahlı terör örgütü” diyorsunuz ve bununla ilgili soruşturulan kişilere de “silahlı terörist” demiş oluyorsunuz.

Son bölümde “Fetömetre” ve “FETÖ Borsası” konusunu konuşalım. Son dönemde özellikle Sedat Peker’in videoları veya tweet’lerinden sonra bu borsayı kuran ve etkin yürüten kişilerden birinin Cihan Ekşioğlu olduğu ortaya çıktı. Ekşioğlu’nun savunma ihalelerinden muazzam biçimde zenginleştiği öğrenildi. Aynı şekilde Sezgin Baran Korkmaz hadisesinde de adı geçiyordu. Hotel olayında başroldeydi. Cihan Ekşioğlu’nun çok yakın ilişki kurduğu isimlerden birinin Cihat Yaycı olduğu görüldü o esnada. Yaycı da “Fetömetre” denen hadisenin mucidi olarak biliniyor. Kendisi eski amiral, istifa etmişti. Aynı Cihat Yaycı, Marmaris’te 15 Temmuz gecesi, hemen Erdoğan’ın yakınındaydı. Muazzam ilişkiler, muazzam tanıklıklar ve birbirine geçmiş adeta bir kurgu, bir sistem var. Bunu 15 Temmuz’un ancak 5. yılında anlayabiliyoruz.

Geçtiğimiz yıla kadar kimse ne Cihan Ekşioğlu isminden haberdardı, ne de bu ilişkileri bu biçimde çözümleyebiliyordu. Levent Kenez ile başlayalım…

 

 

LEVENT KENEZ: Aslında Serkan Kurtuluş’un zamanında anlattıkları, “FETÖ borsası” ile alakalı çok derin analiz imkânı veriyor. İzmir’de bunun üzerine işlenen cinayetler var. Savcı Okan Bato, AKP teşkilatından bir başkan yardımcısına liste veriyor. “Bunlar çökülecek şirketler,” diyor. O liste mafyaya havale ediliyor ve mafya o insanlara gidip “Senin malına çökülecek, bize şu haracı verirsen işini görürüz,” diyor.

Ben Cihan Ekşioğlu ile Cihat Yaycı’nın fotoğrafta yan yana gelmesini çok anlamlı buluyorum. Bütün olayı özetleyen bir kare. Hatırlarsınız bu fotoğraf ortaya çıktığında Türkiye’de bazı tartışma programlarında bazı gazeteciler, “Nasıl olur, bu iki insan nasıl bir araya gelir?” diye kendilerinin de inanmadığı sorular sormuştu. CNN’den kovulunca çok demokrat olanlar hani… Türkiye bu! İllegal iş çeviren insanlar tabii ki bir araya gelecekler. Karşılaşabilecekleri en güzel yerde karşılaştılar. Çökülen, çalınan bir otelde Cihat Yaycı ve Cihan Ekşioğlu…

Düşünebiliyor musunuz, darbenin bastırıldığı gece Cumhurbaşkanın yanındasınız. Tarihi bir an, tarihe şahitlik ediyorsunuz ve bu gizleniyor. Yıllar sonra ortaya çıkıyor. Telefonda “şunu de, bunu de” diyecek kadar da aranızda yakın bir ilişki var. Ama bunun olduğunu hiç kimse bilmiyor. Bunu niye gizlersiniz? Kahramanca anlatılabilecek bir şey. Tasfiye olmuşsunuz, Hulusi Akar ile kavga edip ordudan atılmışsınız, çıkıp “Ya ben 15 Temmuz’da senin yanındaydım, bana bu yapılır mı?” diyemiyor. Sebebi de malum.

Marmaris’te Erdoğan ayrılacağı zaman 4 farklı yerde uçak hazırladıklarını bizzat Berat Albayrak, birkaç canlı yayında söylemişti. “O an bir kriz masası oluşturduk,” demişti. “4 farklı yerde uçak organize ettik.” Bu yalan, çünkü o uçaklar öğle saatlerinden itibaren bulundukları havaalanlarında bekliyorlardı. Hani geç saatte bir haber alınca uçaklar yardıma gelmedi. 4 uçak hazır bekliyordu. Tatile giden bir insan neden 4 tane farklı yerde, 4 uçağı hazır bekletir? Kimin bu uçaklar? Biri Mehmet Cengiz’in. Diğeri Mansimov’un. Üçüncüsü kendi Ata uçağı. Dördüncüsü de Dinçkök’lere ait özel bir uçak.

 

MARMARİS’TE BÜTÜN DELİLLER SİLİNDİ

 

TARIK TOROS: O gün Cuma namazına gideceğini, bir sebepten Cuma namazına gitmediğini de hatırlatalım bir kez daha.

 

 

LEVENT KENEZ: Biz rapor hazırlarken Erdoğan’ın bütün tatilleri boyunca, Cuma namazına gidip gitmediğini araştırmıştık. Yüzde 99 gitmiş, belki 100 tatilinden bir tanesinde gitmemiş. Bu anlamlı bir veri ama esasında Erdoğan, Cuma namazına gidecek diye bir köy camisinde hazırlık yapılıyor. Polis ve Erdoğan’ın koruma ekibi orada gidip bütün önlemleri alıyor saatler öncesinden. Cuma namazına gidecekmiş gibi. Bunu da nereden öğreniyoruz? Meclis Araştırma Komisyonundan öğreniyoruz. Ama Erdoğan gitmemeye karar veriyor.

Marmaris ile ilgili önemli bir ayrıntı daha var. Erdoğan hep konuşmalarında şunu söylüyor: “10 dakika ile kurtulduk, 15 dakika ile kurtulduk.” Orada şöyle bir gerçeklik var: Erdoğan ayrıldıktan sonra çatıdan ateş eden ekipler oluyor. Ama çatıdan ateş eden bu ekiplerin askerle hiçbir alakası yok. Hâlâ kim oldukları bilinmiyor. Tabii MİT organizasyonu olduğunu tahmin ediyoruz ama resmi olarak kim olduğu bilinmiyor. Bu insanlarla alakalı polisin bir tanesi zabıt tutuyor. Dakikasına kadar her şeyi kayıt altına alıyor. Bu polis, ismi Çetin Şahan, birkaç gün sonra bir Gürcü çete tarafından öldürülüyor. Arabasını çalmak için gelmişler. Nasıl ölüyor biliyor musunuz? Defalarca arabayla üzerinden geçiyorlar. Siz böyle bir hırsızlık çetesi duydunuz mu? Arabasını çalacağı insanın on kere üzerinden geçip öldürecek…

 

 

ADEM YAVUZ ARSLAN: Marmaris’teki en kritik nokta şu: Gökhan Sönmezateş ve ekibi Çiğli’de iken Erdoğan, İstanbul’a doğru harekete geçmiş durumda zaten. Yani böyle bir komiklik var. Bir de burada Genelkurmay kayıtları, HTS kayıtları ve uçuş kayıtları silindi. Bakın Marmaris’e gidip Erdoğan’ın olduğu otelde sağa sola ateş eden bir tim var. 3 helikopterle geliyorlar Bunların kayıtları silindi. Bunu silebilecek tek güç Genelkurmay Başkanıdır, Hulusi Akar’dır.

 

 

TARIK TOROS: 15 Temmuz’dan önce kritik bazı görüşmeler var. Elbette 15 Temmuz’un en önemli kişisi kimdir diye sorarlarsa, ben otomatikman Hulusi Akar derim. Hulusi Akar’ın tanıklığına, bildiklerine, 15 Temmuz öncesinde ve sonrasındaki tavrına gerçekten fokuslanmak ve oradaki bilinmeyenleri açığa çıkarmak çok önemli bana göre.

Elbette Hakan Fidan da önemli. Elbette Recep Tayyip Erdoğan da önemli ama Hulusi Akar’ın pozisyonu, Genelkurmay Başkanı olması hasebiyle de çok kritik. Akıncı Üssünde “esir” tutulması, sonra ertesi gün ortaya çıkması ve pek çok şey sayabiliriz. Bilmiyorum Adem Yavuz Arslan katılır mı?

 

HULUSİ AKAR 15 TEMMUZ’UN 1 NUMARASI

 

ADEM YAVUZ ARSLAN:

Hulusi Akar darbenin bir numarası. Akar olmadan bu darbe mizanseni gerçekleştirilemez. Çünkü öncesinde TSK’nın darbe yapılacakmış gibi bir kıvama getirilmesi gerekiyordu. Bunu da Hulusi Akar yaptı. Akar bir taraftan İzmir’de Savcı Okan Bato üzerinden TSK’yı sıkıştırmaya çalışırken, öbür taraftan bu soruşturmalara tepki gösterip karargahta “kimse ifadeye gitmeyecek” diyerek aleni bir şekilde bir toplantı yaptığı, “hatta gerekirse rapor alın soruşturmalara gitmeyin” diye tepki gösterdiği herkesin malumu. Bunlar özellikle Akar’ın o dönem başdanışmanı Kurmay Albay Orhan Yıkılkan’ın ifadelerinde var. Genelkurmay çatı davasında da bir sürü sanık anlatıyor: Brüksel’e bir toplantıya gidiyor, artık duruma müdahale edilmesi gerektiği yönünde demeçler veriyor. Ankara’da da yaptığı birçok toplantıda duruma müdahale edilmesi gerektiği yönünde ifadeleri var.

Bunların hepsi şunu gösteriyor: TSK içeriden 15 Temmuz’a zihnen hazırlanıyor. Yani dışarıdan terör saldırıları bu gerilimi verirken, içeriden de Hulusi Akar hazırlıyor kurumu. Hatta Akar’ın sinkaflı küfürler savunduğu ileri sürülüyor. İşin bir tarafı bu. Bir taraftan da fişlemeler yapılıyor. Hulusi Akar bizzat birebir görüşmeler yapıyor komutanlarla ve o isimlerden “Fethullahçı” olduğunu düşündüğü insanların listesini istiyor. Öbür taraftan MİT ile de çok koordineli bir şekilde çalışıyor.

Akar biliyorsunuz Erdoğan’ın kızının nikah şahitliğini yapmıştı. Normalde Genelkurmay Başkanının yaptığı şeyler değil bunlar. Damat da zaten TSK’ya silah satan birisi. Erdoğan ile Akar’ın, Abdullah Gül ile Akar’ın çok eskiye dayanan bir ilişkisi var.

Bahsettiğin gizli görüşme, 15 Temmuz’dan kısa bir süre önce Abdullah Gül’ün makamında gerçekleşiyor. Gül, İstanbul’daki ofisinde çalışırken sürpriz bir şekilde, yanında korumaları olmadan Erdoğan ve Hulusi Akar geliyor. Akşamın bir saati, hiç kimseye haber vermeden pat diye geliyorlar. Gül de şaşırıyor. Saatlerce kapalı bir odada, kimsenin olmadığı bir ortamda görüşme yapıyorlar.

Bu görüşme yıllarca saklandı. Akar’ın sakladığı görüşmelerden bir tanesi bu. Diğeri de, 14 Temmuz’da yaptığı görüşmeler. 14 Temmuz’da ne yapılmıştı? Özel Kuvvetler Komutanlığında Hulusi Akar’ın, Hakan Fidan’la yaptığı görüşmeler var. Zekai Aksakallı ile yaptığı görüşmeler var. Bunları anlatmadı, biz bunları yıllar sonra duyduk.

Yine en kritik olaylardan biri, Akar’la ilgili, “Sizi kanaat önderimiz ile görüştürebilirim” sözünün, mahkeme ifadesine eklenmesi. İlk ifadesinde olmayan bu sözü oraya koydular, Akar da buna itiraz etmedi.

Hulusi Akar, son ana kadar darbenin içindeymiş havasını verip TSK’nın sokağa çıkmasının da en temel unsurudur. Düşünün ihbarcı binbaşı geliyor, 19.00’da MİT müsteşarının kaçırılacağını söylüyor. Darbe gece 03.00’da ise niye 19.00’da kaçırıyorsunuz? Absürt bir şey. Hakan Fidan gönül rahatlığıyla Hulusi Akar’ın yanına gidiyor. Darbenin merkezine gidiyor yani. Saatlerce oturuyorlar, alınması gereken tedbirleri almıyorlar. Hulusi Akar orada Genelkurmay Başkanı olarak en kritik hamleleri yapmıyor. Nedir mesela? “Hava sahasını kapattım” diyor ama aynı zamanda İzmir’i açık bırakıyor. Çünkü Çiğli’den Marmaris’e gidecek olan mizansen ekip için açık kalması lazım. Öbür taraftan darbenin haini olarak gösterilen Semih Terzi’nin Silopi’den Diyarbakır’a, Diyarbakır’dan Ankara’ya gelebilmesi için orayı açık bırakıyor. Tanklar sokağa çıkmasın talimatı veriyor ama talimatı yanlış yere veriyor. 28. Mekanize Birliğine değil, Etimesgut Zırhlı Birlikler Okuluna veriyor. Bunun gibi tonla şey var.

Hulusi Akar o gece rolünü öyle ustaca oynuyor ki… Düşünün  darbe ihbarı almışsınız, saklıyorsunuz. Hiçbir tedbir almıyorsunuz. Fırat Alakuş’un başkanlığındaki askerler geliyor, sizi keklik gibi avlıyor. Yaşar Güler de diyor ki “Ben evrak güncelliyordum.” Genelkurmay burası. Bir grup asker geliyor hepsini toplayıp götürüyor. Görüntülere bakıyorsun hepsi son derece saygılı bu askerlerin de. Boğazımı kestiler filan diyor Akar ama görüntülerde kibarlar.

Ve Akıncı’ya götürüyorlar. Akıncı’da da mizanseni devam ettiriyor Hulusi Akar. Elinde telefon varken hiç kimseyle irtibat kurmuyor. Darbenin içindeymiş havasına devam ediyor orada da. Diyelim ki, Erdoğan rejiminin teorisi doğru. Bu askerler darbeci gerçekten de. Elinizde Genelkurmay Başkanı var. Elinizde kuvvet komutanları var rehin olarak. Ama darbeciler bunlara hiçbir şey yapmıyorlar, saygıda kusur etmiyorlar. Elleri cepte Akıncı Üssü koridorlarda geziyorlar. Önünde çerezler, çaylar, televizyon izliyorlar ve son derece rahatlar. Dışarıdan bakan nasıl görüyor bu durumu? Genelkurmay Başkanı darbenin içerisinde demek ki.

Sonrasında eski Hava Kuvvetleri Komutanını satıyor. Akın Öztürk’e bizzat kendileri “Oraya git duruma müdahale et” dedikleri halde… Ki, Genelkurmay’ın ilk açıklamasında Akın Öztürk’ten darbecilere müdahale etmesi istendiği söyleniyor. Sonra kaldırıldı websitesinden. Akar orada onu satıyor. Sonra Mehmet Dişli’yi satıyor. Evladım dediği adamı. Mehmet Dişli, Akar’ı yanında Çankaya Köşküne götürüyor. Ama orada onu da satıyor.

Sonuçta şöyle bir realite ile karşı karşıyayız: Hulusi Akar kendi ordusuna tuzak kuran adamdır. Kendi ordusunu mizansen bir darbe içerisine çekmiştir ve o orduyu rejimin emrinde darmadağın etmiştir. Binlerce insanı gözaltına alınması, işkence edilmesi, tutuklanması vesaire, hepsinin arkasında Hulusi Akar vardır. Akar olmadan 15 Temmuz mizanseni başarılamazdı.

Erdoğan bilmediğimiz biri değil. Erdoğan’a yönelik gerçekten Erdoğan’ın bilgisi dışında bir hareket olacak ve Hulusi Akar o pozisyonda tutulacak, hatta terfi ettirilecek, güçlendirecek… Mümkünatı yok. Yani hiçbir şey bilmesek bile bu sonucu çıkarıyoruz ki, bütün mahkemelerde sanıklar hep Akar’ı işaret ediyor.

Hulusi Akar hiçbir mahkemeye gitmedi, Meclis’teki komisyona gitmedi. Soruşturmaya gitmedi. Kendi müşteki olduğu davalara bile gitmedi. Ankara’daki mahkeme kendi müşteki olduğu davada dedi ki, “Hulusi Bey gelin bir konuşun, yani sonuçta askerler doğal olarak yüzleşmek istiyor.” Mehmet Dişli, Akın Öztürk hepsi yüzleşmek istiyor çünkü. Buna da gitmedi.

Sonra ne oldu biliyor musunuz? Gece yarısında gizli celse açtılar. Hulusi Akar’ın avukatları gitti orada ifade verdiler, geldiler. Tanıklarla, sanıklarla yüzleştirilmediler. Gizli celse ile olayı aradan çıkarttılar.

Hulusi Akar ile ilgili dediğim gibi çok şey söylemek mümkün.  Akıncı Üssünde delil incelemesi yapılmaması, Hulusi Akar’ın orada olduğu dönemde kimlerle ne görüştüğü, neler yaptığı… Bu konuların hiçbirisinin gündeme getirilmemesi özellikle planlanmış bir şey. Hulusi Akar, 15 Temmuz’un bir numarası derken bunu oynadığı rol açısından söylüyorum. Planlayıcısı olduğunu söylemiyorum. Planlayıcısı Erdoğan ve teşkilat çünkü.

Tabi Akıncı deyince Adil Öksüz’den bahsetmeden olmaz. Adil Öksüz nasıl bir misyonun içinde biliyor musunuz? Bakın 15 Temmuz’da 143. Filo, Adil Öksüz’ün bulunduğu yer deniyor. Burada delil incelemesi yapılmıyor… En kritik yerde delil incelemiyorlar. Sonra da ellerindeki Adil Öksüz serbest bırakıyorlar. Nasıl bıraktıkları çok büyük bir muamma… Serbest kalması ile ilgili sürece dair bir yargılama yapıldı. 20  küsur tane asker, bürokrat yargılandı. Hiçbiri tutuklanmadı. Erdoğan’ın yakın halkasındaki Ali İhsan Sarıkoca, Akıncı karakolunda Adil Öksüz ile birlikteydi.

Adil Öksüz’ü bir tuğla olarak gözümüzün önüne koydular, o tuğlaya bakıp arkadaki devasa binayı gözden kaçırıyorlar. O devasa bina şu: 15 Temmuz’un bir kurgu olması. Herkes dönüyor haklı olarak şu soruyu soruyor: 15 Temmuz’da bu adamlar orada ne yapıyordu? Zaten bu soru özellikle sorulsun ve asıl büyük resim gözden uzak tutulsun diye önümüze atılan bir şeydi. Görevini yaptı, sonra da ustaca kaçırdılar.

 

BU BİR ÜLKEYE ÇÖKME HİKÂYESİ

 

TARIK TOROS: Son bölüm, “içimde kalmasın” bölümü. Ben spesifik olarak bir soru sormayacağım ama muhakkak çok madde var. Ama “şu, şu konulara değinmeden geçmek olmaz” dediğiniz şeyler varsa lütfen dile getirin.

 

 

BÜLENT KORUCU: Geçen yılki konuşmalarımız dijital olarak bir kitap haline getirilecek ve yazılı olarak da ulaşmak isteyen insanlara sunulacak. Bu kitabın başlığı da şu: “Bir Çökme Hikayesi: 15 Temmuz”. Bu başlık aslında bir çok şeyi anlatıyor. Bugün konuştuklarımızı da geçmişte veya gelecekte konuşacaklarımızı da anlatıyor. 15 Temmuz aslında bir çökme hikayesi. Ülkeye çöktüler. Ülkenin bütün kaynaklarına çöktüler. Ülkenin insan kaynaklarına çöktüler. Bir ülkeyi çökerttiler.

15 Temmuz öyle bir maymuncuk, öyle bir sihirli değnek ki… Hatırlarsanız geçtiğimiz hafta tartışılan konulardan bir tanesi Erdoğan için 640 milyon TL harcanarak yapılan yazlık saraydı. Bunu savunmak için bile yandaşlar 15 Temmuz’u kullandılar. Ne dediler? İşte 15 Temmuz’da Erdoğan suikast atlatmış da… İşte herhangi bir otelde mi kalsın? Zaten bir hafta tatil yapıyormuş. Tatilde de devlet işleriyle uğraşıyormuş filan… Olayın ayrıntısı ayrı bir şey. O konuda zaten yazdık. 15 Temmuz öyle bir  sihirli bir değnek ki, Erdoğan’ın hem şahsi ikbalini, hem siyasi iktidarını, hem de akçeli ilişkilerini, kirli ilişkilerini temizliyor…

Çünkü şu anda 17-25 Aralık ile ilgili bir şey söylediğinizde hemen darbe yanıtı veriliyor. Zaten bütün iddianameler de 17-25’i bir milat alarak kuruldu. Erdoğan’ın yolsuzluk yapması bir imtiyaz olarak sunuldu diğer AKP’liler ile birlikte. Bunun aksini iddia etmek zaten darbe suçu olarak kayıtlara geçti. Düşünebiliyor musunuz? Nitekim Devlet Bahçeli çıktı dedi ki, “NATO’nun yolsuzlukla mücadele konseptini 2030 prensiplerinin arasına koyması Türkiye’yi hedef alan bir girişimdir”.

Yani hangi taraftan tutsanız aslında bu bir çökme hikayesi. Türkiye’ye çöktüler, Türkiye’nin bütün kaynaklarına, insan kaynakları da dahil olmak üzere, çöktüler. 15 Temmuz’u ne yazık ki ben böyle görüyorum.

Bir de son bir hatırlatma yapmadan geçmeyeyim. Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı biliyorsunuz 15 Temmuz’un en operasyonel başsavcılığı idi. Bütün tutuklama kararlarını, tutuklama talimatlarını onlar gönderdiler. Serdar Coşkun’un o uydur kaydır tutanağından bahsedildi başlarken. Ama daha önemli bir şey Harun Kodalak’ın birkaç yıl sonra 15 Temmuz ile ilgili şecaat arz ederken söylediği bir cümle idi. Dedi ki: “Biz 15 Temmuz’dan birkaç gün önce Cemaat’in çatı iddianamesini hazırladık. Bir terör örgütü olarak bunu takdim edebileceğimiz iddianame hazırdı, mahkemeye de sunduk. Ama küçük bir sorunumuz vardı. Teknik bir ayrıntı, elimizde terör örgütü ilân edecek delil yoktu. 15 Temmuz bize bunu sunmuş oldu.”

Aslında şecaat arz ederken Kıptî’nin sirkatin söylemesi, hırsızlığını açık etmesi gibi bir şey. İddianameyi önden hazırladılar. Delili de arkadan geldi. Türkiye’ye yazık oldu, Türkiye’deki insanlara yazık oldu ve hâlâ bu sıkıntıyı, bu büyük badireyi Türkiye’de yaşayan insanlar var. Yurt dışında da farklı anlamlarda farklı şekillerde aynı iç sıkıntı, aynı işkence devam ediyor birçokları için.

İnşallah önümüzdeki yıl 15 Temmuz oturumu yapmak zorunda kalmayız, geçen yıl da yanlış hatırlamıyorsam ben böyle bitirmiştim.

 

YETER ARTIK, AKTÖRLER KONUŞSUN!

 

TARIK TOROS: Evet, Levent Kenez’le devam ediyoruz.

 

 

LEVENT KENEZ: Kadrolu 15 Temmuz’cular olarak daha çok bir araya geliriz bana kalırsa. Rejim de değişse, güzel günler de gelse yine bir araya geleceğimizi düşünüyorum.

Semih Terzi bahsi geçtiği için Semih Terzi ile alakalı çok hızlı bir şeyler söylemek isterim. İzleyicilerin de aklında kalsın. Semih Terzi Silopi’den Diyarbakır’a gidip orada bir uçağı ele geçirip Ankara’ya gelmedi. Onu alacak uçak Ankara’dan yollandı ve o uçağı yollayan Zekai Aksakallı’nın adamı 15 Temmuz’dan sonra terfi etti. Yani Aksakallı’dan habersiz bu uçağı göndermesi mümkün değil.

Bir kalkışma olduğunu bildikleri saatte, sözde Özel Kuvvetler Komutanı ele geçirilecek adamı almak için uçak gönderdi. O ayrıntıyı anlatmak istedim.

Genel olarak konuştuğumuz konuya bağlı olarak şunu demek istiyorum. Yurt dışında olan askerler var. Gazeteciler, bürokratlar var. Var oğlu var… Bunlardan durumları müsait olmayanlar illa ki vardır. Ama epey bir kısmının müsait olduğunu düşünüyorum. Bakın Sedat Peker, Allah’ın mafyası, kendi deyimiyle “pisliğin teki”. Konuşmaya başladı kendisi ile alakalı, bir sempati halkası oluştu. Ama bizim dürüstlüğüne çok inandığımız ve 15 Temmuz’da mağdur olduğunu düşündüğümüz insanlar, çok kritik bilgilere sahip olan insanlar bir türlü konuşmuyorlar. Ben artık onlara “Yeter!” diyorum. Yani beş yıl geçmiş, artık konuşun. Konuşmadığınız zaman üzerinizde şüphe bulutları oluşturuyorsunuz. Demek ki yanlış işleri, illegal işleri var ki konuşamıyorlar, dedirtiyorsunuz. Tamam bazı hassasiyetler var, aileler içeride belki ama herkeste de aynı gerekçe yok. Birazcık cesaret.

“Kontrollü darbe” lafı 15 Temmuz ile alakalı Kemal Kılıçdaroğlu’nun literatüre soktuğu bir ifade. CNN Türk’ün canlı yayınına katılmıştı ve 15 Temmuz’a dair resmi söylemi delik deşik edecek şeyler söylemişti. Ama daha sonra muhalefetten hiç kimse, bu perdeninin kalkması için bir çaba içerisine girmedi. Çünkü bir şekilde Cemaat’in tasfiye edilmesi hoşlarına gidiyordu. O zaman Cemaat tasfiye olsun diye göz yumdukları şeyler, şu anda kabus gibi  üzerlerine çöktü. Onları da tasfiye  ediyor.

 

 

BÜLENT KORUCU: Ben muhalefet ile ilgili bir cümle Levent Kenez’e eklemiş olayım. Kayıp silahlar ya da sivillere dağıtılmış silahlardan bahsettik. Muhalefet için AKP’nin dağıttığı makarnalar kadar bile dert olmadı.

 

 

TARIK TOROS: Çok haklısınız. Adem Yavuz Arslan ile bitireceğiz bu durumda…

 

GELİN HER ŞEYİ KONUŞALIM, TARTIŞALIM

 

ADEM YAVUZ ARSLAN: Muhalefetten devam edeyim. Muhalefette ya da sözüm ona bağımsız gazetecilerde şöyle bir hava var: “Ya 15 Temmuz’la ilgili mevcut senaryo bizim hoşumuza gidiyor. Bunu sorgulamayın, bunu kurcalamayın. Bu haliyle iyi…” Bu konu üzerine gidilmesin istiyorlar.

Burada saatlerce konuşacak kadar materyal var. Fişleme listelerindeki maddi hatalar bence 15 Temmuz kurgusunun en somut delilidir. Fişleme listelerinde yapılan hata, sıkıyönetim direktifine girdi. Bunu Tr724’te de bu şekilde delilleriyle anlattım. Bu sıkıyönetim direktifini yazanların aslında darbeci olduğu iddia edilen kişiler olmadığının en somut delili. Bunun gibi sayısız örnek verebilirim, 15 Temmuz’un gerçek bir darbe olmadığına dair. 15 Temmuz’da birileri darbe yaptığını sandı, doğru. Ama aslında olay başından sonuna kadar bir mizansendi. Onlar havuza atladıklarında suyun olmadığını gördüler ama çok geç kalmışlardı.

Şunu ifade ederek bitireyim: Erdoğan rejimi madem ki bu kadar emin bir darbe girişimi olduğuna, madem ki onların iddiasına göre “Gülenistler” darbe yapmaya kalktı, bırakın da bu mahkemeler normal işlesin. Bırakın da medya bunu konuşabilsin. Bırakın da insanlar ekranda bunları tartışabilsin. 15 Temmuz’a dair soru soranı hapse atıyorlar. Bugüne kadar bu konuyu kim başka açılardan gündeme getirirse kendini hapiste buldu. Kim sorgulamaya kalksa başı dertten kurtulmadı. Ya madem bu kadar eminsiniz senaryonuzdan, ben açık çağrı yapıyorum, buyurun ekranlarda bu 15 Temmuz’u bir konuşalım. Eğer bu konuşmanın sonunda gerçekten birilerinin darbe yapmaya kalktığını tespit edersek bunların da dedikleri gibi, gerçekten suçlanan kişiler darbeye kalkışmışsa, hep beraber yakalarına yapışalım, hep beraber hesap soralım.

Ama ya öyle değilse? Ya size söylenen senaryo doğru değilse? Ya masum insanlar teröristlikle suçlanıyorsa? Ya gerçekten 15 Temmuz’da iktidarın kurguladığı bir mizansenle karşı karşıyaysak ve rejim değişikliği hedeflenmiş ise? O zaman ne yapacağız? Bunu hiç düşünmeyecek misiniz? Ben buradan tekrar bu çağrıyı yapıyorum. Kendine güvenen kim varsa buyursun ekranlarda 15 Temmuz’u her yönüyle konuşalım.

 

 

TARIK TOROS: Peki çok teşekkürler arkadaşlar. Adem Yavuz Arslan, Levent Kenez ve Bülent Korucu ile 5. yıldönümünde 15 Temmuz’u konuştuk. Şöyle bitireyim: 15 Temmuz, Türkiye’yi vurdu. İktidar ve bağlantılı olarak rejim, burada gücünü takviye etti. İlan ettiği olağanüstü hali kurumsallaştırdı ve yeni bir düzenlemeyle bunu üç yıl daha uzatma derdinde. Türkiye’de daha önce de darbeler oldu. 1980’den bu tarafa siyasal ve politik gelişmelerin yakından tanığıyım. Hiçbir zaman ara dönem veya geçiş dönemi bu kadar uzun sürmemişti.

Yine bu ekiple beraber, ölmez de sağ kalırsak, yine randevulaşalım olur mu? Seneye 15 Temmuz’u tekrar bu ekiple birlikte konuşmak üzere… Hoşçakalın!


TR724 15 TEMMUZ KONUŞMALARI [Adem Yavuz Arslan, Tarık Toros, Levent Kenez, Bülent Korucu]

1. Bölüm ▶️ https://youtu.be/4oBV2ZJNBrw

2. Bölüm ▶️ https://youtu.be/rm6WD5zR3H0

3. Bölüm ▶️ https://youtu.be/QGwm7QXSjDI

4. Bölüm ▶️ https://youtu.be/e5DOBg3KpKc

5. Bölüm ▶️ https://youtu.be/lpUxZA-JAEI

6. Bölüm ▶️ https://youtu.be/yksRitZJNHU

7. Bölüm ▶️ https://youtu.be/izRVwYScF7g

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

1 YORUM

  1. 15 Temmuz bahsi açılmış ve Hulusi Akar’ın, 15 Temmuz öncesi yaptığı sıra dışı görüşmeler ve cemaatin nasıl tuzağa düşürüldüğü gündeme gelmişken ben de başka bir sıra dışı görüşmeyi gündeme getirmek istedim:
    1) Hulusi Akar, 15 Temmuz’dan önce, Brüksel NATO genel merkezinde yapılan ve tüm gün süren Genelkurmay Başkanları toplantısının bütün molalarında, TSK ve NATO teamüllerine aykırı olarak, Belçika’nın başka bir şehrinde görev yapan bir Türk Yarbayı yanına çağırarak baş başa ne görüştü?
    2) Acaba Sn. Adem Yavuz Arslan, bu sıra dışı görüşme ile ilgili de muhataplara soru sormayı düşünür mü?
    3) Acaba Sn. Halis Tunç, Akar’ın o zaman Brüksel’de görev yapan onlarca Türk Albay ve General varken neden başka bir şehirde görev yapan bir yarbayı Brüksel’e çağırarak onunla baş başa görüştüğünü TSK ve NATO teamülleri çerçevesinde analiz etmek ister mi?
    4) Akar’ın, Cemaati bu kadar kandırabilmesinde bu yarbayın rolü nedir? Çift taraflı oynayan sadece Hulusi Akar mıdır?
    5) 15 Temmuz’u planlayanlar arasında bu yarbay da var mıdır?
    6) Bu eski yarbay, neden bir taraftan yakın çevresine cemaatin tepe yönetiminden birileri ile doğrudan görüştüğünü iddia ederken, diğer taraftan Dünyanın dört bir yanında bulunan cemaatle bir ilişkisi bulunmayan eski asker, polis, diplomat, bürokrat, hukukçu, akademisyen, öğrenci, şirket, dernek vb. ile farklı bahanelerle irtibat kurmaya çalışıyor? Görüştüğü bu kişileri/kuruluşları cemaatle ilişkilendirmek gibi bir gizli misyonu mu var?
    7) Sn. Ahmet Dönmez’in yazılarında Deniz kuvvetleri eski imamı olduğu belirtilen ‘Sezai’ müstear isimli İsmail Kokuroğlu ile bu yarbayın arasında nasıl bir ilişki bulunmaktadır?

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin