HDP’ye ‘başkanlık’ operasyonu: Saflar netleşiyor [Haber-Analiz: Ali Adil Çakar]

HDP Eş Başkanları Selahattin Demirtaş ve Figen Yüksekdağ’la birlikte 9 milletvekilinin tutuklanması Türk siyasetinde yeni bir dönüm noktası. Türkiye’nin Olağanüstü Hal (OHAL) ile birlikte hızla dikta rejimine yol alması bir yana, bu tutuklamalar Kürt siyasi hareketi açısından da büyük bir kırılma.

Tutuklamaların perde arkasına dair bir çok sebep sıralamak mümkün. Bunlar arasında hiç kuşkusuz ‘başkanlık’ faktörü büyük bir yer işgal ediyor. Erdoğan’ın, “İç savaş çıkarsa çıksın, ezer geçeriz” söyleminde vücut bulan ‘farklı unsurları yok etme’ güdüsü de bu faktöre dahil.

Tutuklamalar, Irak ve Suriye’deki gelişmeler, Türkiye’nin PYD ile yükselen gerilimi ve Amerika ile yaşanan stratejik ayrışmadan da bağımsız değil. Bir diğer etken de Türkiye’de bir süredir hemen her hadiseye rengini veren AKP-Ergenekon ittifakı.

MİT ve onun suflörlüğünde kalem oynatan kimi isimlerin son birkaç yıldır Öcalan’ı “Milli unsur” olarak nitelemesini akılda tutmak gerek. Zira o Öcalan’ın geçen yıl Selahattin Demirtaş için “Ben bu toprakların ürünüyüm ama Selahattin uluslararası proje” dediği basına sızdırılmıştı. Demirtaş, “Seni başkan yaptırmayacağız” çıkışıyla sadece Erdoğan’ı öfkelendirmekle kalmamış, Öcalan’ın, “Tayyip Bey’in başkanlığını destekleriz” perspektifini de yerle bir etmişti. İmralı’nın Demirtaş’tan rahatsızlığı, Cumhurbaşkanı adaylığı ile zirveye çıkmış ve artık tasfiye edilmesi gerektiği de açık açık dillendirmişti.

EN MUTLU OLANLAR ERDOĞAN VE ÖCALAN

Bu son operasyonun hem Erdoğan hem de Öcalan’ı fazlasıyla memnun ettiği bir gerçek. Sabah’tan Okan Müderrisoğlu, 30 Temmuz 2015 tarihli yazısında Öcalan’ın, “Ben bu toprakların ürünüyüm ama Selahattin (Demirtaş) ‘uluslararası proje’. Ben giderek izole olurken Selahattin göz göre göre parlatıldı” dediğini yazmıştı. Buna bir yalanlama gelmezken Yeniçağ yazarı Ahmet Takan da 8 Ağustos 2015’te Öcalan’ın, “Selahattin Demirtaş uluslararası bir projeydi. Cumhurbaşkanlığı seçiminde uluslararası güçler tarafından parlatıldı. Ben bu topraklardan çıktım. Millîydim. Selahattin Demirtaş’ı parlattınız. Artık gidin sorununuzu onunla çözün. Bir daha benimle görüşmeye gelmeyin” diye sitem ettiği iddiasına yer vermişti.

Zaten Öcalan’ın Demirtaş’tan haz etmediği, Ankara’da bilinmeyen bir durum değildi. İlk İmralı heyetinde yer alan Demirtaş’ın 21 Temmuz 2013’ten sonra adaya götürülmemesi bunun önemli bir deliliydi. Demirtaş’ın söz konusu Köşk adaylığından geriye kalan en önemli iz ise “Seni başkan yaptırmayacağız” duruşuydu. Tutuklu HDP Eş Genel Başkanı, başından beri bu çizgiyi savunuyordu. Çözüm süreci daha perde arkasında pişirilirken Haziran 2012’de Neşe Düzel’e verdiği bir röportajda, “Bu süreçte başkanlık pazarlık konusu değil. AKP tipi başkanlık modeli bizim pazarlık konumuz olmayacak” demişti. Yaklaşık 1 yıl sonra yine Taraf’tan Neşe Düzel’e verdiği bir başka röportajda, “Anayasaya Özerk Kürdistan yazsalar bile, başkanlık sistemine evet demeyiz. Tek adamın yönettiği bir ülkeye barış gelmez” diye tekrarlamıştı.

Oysa Milliyet’in 28 Şubat 2013 tarihinde yayımladığı İmralı tutanaklarına göre Öcalan, “Biz Tayyip Bey’in başkanlığını destekleriz. Biz AKP ile bu temelde bir başkanlık ittifakına girebiliriz” demişti.

‘BÖLÜNÜRSE BÖLÜNSÜN…’

Burada söz konusu hedef sadece başkanlıktan mı ibaret yoksa o bile bir ‘araç’ mı Erdoğan için onu da tartışmak gerek? Cumhurbaşkanı’nın 20 yıldır bütün projeksiyonlarını ‘halifelik’ hedefine doğrulttuğu bilinmeyen bir şey değil. Son dönemde İslam ülkeleri ile yapılan ortak etkinliklerde yaptığı konuşmaların tamamı, bu hedefe yönelik mesajlarla dolu. Son ‘Misak-ı Milli’ ve sınırları genişletme çıkışlarının arkasında da bu var.

Erdoğan’ın bu hayalinin konumuzla da oldukça güçlü bağları var. Erdoğan’ın Çözüm Süreci yıllarında yapılan bir toplantıda “açılım” ile “halifelik” hayallerini aynı başlık altında ele aldığı anlatılır. Söz konusu toplantıda bizzat bulunan önemli bir AKP’li dönemin başbakanlık muhabirlerine Erdoğan’ın ifadelerini şöyle aktarır: “Efendim örgüte çok fazla taviz veriliyor” eleştirisi ile karşılaşır. “Ne var bunda” diye tepki gösteren Erdoğan, “Ülke bölünür” uyarısına da şu cevabı verir: “Bölünelim. Kürtler Müslüman değil mi? Biz halifeliği ilan edince mecbur geri gelecekler, hilafet sancağı altında birleşeceğiz.”

HDP’YE NE OLACAK?

Bu son tutuklamalardan sonra artık Kürt siyasi hareketinin geleceği de önemli bir tartışma konusu. 3 alternatiften bahsediliyor.

Birincisi, HDP’nin dönüşerek yola devam etmesi.

İkincisi, partinin ikiye bölünmesi.

Üçüncüsü de, PKK’nın içinde eriyerek siyaset alanının tamamen boş bırakılması.

Bu noktada yine Demirtaş’ın bir iddiasını hatırlamakta fayda var. Haziran 2012’deki Neşe Düzel röportajında, “Devlet daha çok BDP’yi bölmeye çalışacaktır” demişti. Gerekçesini ise şöyle açıklamıştı: “Çünkü BDP, parlamentoda grubu olan bir siyasi güç. Bu siyasi güç karşısında devlet, özellikle Kürt coğrafyasında zorlanıyor. Bu yüzden de bölmeye çalışıyor.”

Burada Demirtaş’ın ‘devlet’ diye kastettiği merci ya da mefhuma Öcalan da dahil mi acaba? Yandaş Akşam’ın Öcalan için attığı, “Devletinin hizmetinde” manşeti belki biraz sığ bir gönderme olabilir. Fakat Öcalan’ın bizzat İmralı tutanaklarına giren şu ifadelerini, Türkiye’nin içinden geçmekte olduğu şu hayati süreç ve bu süreçte bazı “Devlet” profillerinin aldıkları pozisyona bakarak yeniden düşünebiliriz:

“Bu güç MİT’e de darbe planladı. Ben hemen devreye girdim, ‘bu darbedir’ dedim. Ergenekon’dan farkı yok. Başbakan MİT’e darbe yapılınca sıranın kendisine geldiğini gördü, Başbakan vatana ihanet suçundan tutuklanacaktı. Genelkurmay Başkanı’nın (İlker Başbuğ) tutuklanması da budur. O güce Cevat Öneş ‘darbe’ dedi. Bu yüzden ben devreye girdim, yardımcı olayım dedim. Darbeyi önledim. MİT’i düşürseydiler, Türkiye’de tüm kaleler düşmüş olacaktı. Hakan Fidan tutuklansa, sonra sıra Başbakan’a gelecekti. MİT askerlerden güçlü çıktı, savcı çağırdı gitmediler. Bana göre bir direniştir. Erdoğan bunların burnundan fitil fitil çıkarır. İnşallah diyelim.”

LEYLA ZANA, SÜRECİN NERESİNDE?

Bütün bu çerçeve içerisinde bir de Leyla Zana’dan bahsetmemek olmaz. Demirtaş-Yüksekdağ ikilisi ile Zana arasındaki soğuk rüzgarlar sadece basit bir görüş ayrılığına tekabül etmiyordu. İlk olarak çözüm sürecinin başlaması için psikolojik eşiklerden biri Zana ile aşılmıştı. 2012 yılında, “Kürt sorununu çözerse Erdoğan çözer” açıklaması yapmış ve hemen akabinde dönemin başbakanı Erdoğan’la yüzyüze görüşmüştü.

Dönemin BDP Genel Başkanı Demirtaş, konuya ilişkin bir soruyu şöyle cevaplamıştı: “Leyla Hanım kişisel görüşlerini ifade etti. Biz parti olarak Leyla Hanım’ın ‘Başbakan desteklenmelidir, umut Başbakan’dır’ görüşüne katılmıyoruz. Başbakan’ın sorunu çözmeye gücü var ama niyeti yok. Başbakan iktidarını zorda hissetmedikçe asla özgürlükler konusunda adım atmaz. Bu yüzden muhalefet, Başbakan’ın özgürlükçü ve demokrat olmadığını iyi teşhir etmeli. Başbakan oy kaybetmeye başlamalı ki, bir şeyleri değiştirebilsin. Yoksa değiştirmeyecek. ‘Güçlendikçe değiştirir. Biz onun arkasında durdukça ve Başbakan bizim verdiğimiz destekle güçlendikçe her şeyi değiştirir’ tezi, 2007 sonrasında çöktü. Bunu artık herkes görmeli.”

Aynı Leyla Zana, 1 Kasım seçimlerine giden yoldaki önemli dönüm noktalarından, Ankara Garı’ndaki terör katliamından sonra da aynı çıkışı yapacaktı. Yine çözümün adresi olarak Erdoğan’ı gösteren HDP Ağrı Milletvekili Zana, “Sayın Cumhurbaşkanı, ana muhalefet partilerini bir araya getirsin” demiş, ardından da Saray’dan randevu talep etmişti. Demirtaş yine Zana’ya tavır koyarak, “Kişisel bir çağrıdır. Partimizin yaptığı bir çağrı değildir. Cumhurbaşkanından bir randevu talebinde bulunmuş. Partimiz adına veya kurumsal temsiliyet olarak randevu talebinde bulunmamıştır” ifadelerini kullanmıştı.

Bu arada Demirtaş’ın Aralık 2015’te sarfettiği şu cümlelere Zana’nın alındığını ve “Selahattin ayıp etti” dediğini de bu pasaja önemle yerleştirmek gerek: “Parti içinde Erdoğan sevdalısı bir damar her zaman vardı. Bunlar gizli Erdoğancılardı aslında. Bunların eski vekil olmalarının nedeni de budur.”

BU TUTUKLAMALAR BOŞUNA OLMADI

Artık Öcalan’ın “uluslararası bir proje” dediği Demirtaş, demir parmaklıklar arkasında. Onun 4 yıl önce söylediği, “Devlet bizi bölmeye çalışıyor” açıklaması şimdi farklı bir boyut kazandı.

MHP, Erdoğan sayesinde koltuğunu muhafaza edenlerce Saray’a angaje edildi. Öcalan ile Bahçeli, “Tayyip Bey’in başkanlığı” noktasında buluştu. Cumhuriyet gazetesi, Saray’dan yardım talep eden bir klik eliyle baskına uğradı. Belki yakında Cumhuriyet de Aydınlık gibi ‘Erdoğan’ın reisliği’ altında birleşecek. Şimdi sırada HDP var… Kürt siyasî hareketi içindeki ‘Erdoğancıların’ Kürtlerin kaderinde nasıl bir rol oynayacakları merak konusu. Bu tutuklamalar boşa olmadı herhalde.

Fotoğraf: AFP
Fotoğraf: AFP

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin