Hayır: Blok değil platform [Celal Sakallıoğlu, yazdı]

Başkanlık sistemi geldi. Artık kralları bile kıskandıracak yetkilere sahip bir Reis’imiz var ve bizi o yönetecek. Sistem, O bizi yönetirken kimse Onu rahatsız etmesin diye tasarlandı. Reis, vekilleri kendi elleriyle sıraya koyup seçtirecek ve Meclis’i, sadık adamlarıyla dolduracak. Yüksek yargının bir kısmını bizzat seçecek bir kısmını da Meclis’teki adamlarına seçtirerek daha uyumlu hale getirecek. Belki sonra çay toplama falan da gidecekler. Kabineyi Meclis dışından, teknokratlardan atayacak ve seçmene eyvallahı olmayan bu kişiler Reis’in sadık bürokratları olacak. Yine de rahatsız eden olursa Reis, anında ferman (bkz. KHK) çıkararak memleketin dirlik-düzenliğini sağlayacak. Meclis’in, (milli irade?) yanlış yollara saptığını görürse onu da evlatlıktan reddedecek ve yerine daha düzgün bir Meclis getirerek milli iradenin gerçekte kim olduğunu gösterecek.

İnanmakta zorlansak da, söylediklerim buz gibi gerçek.

O halde buraya kadar mı, bitti mi her şey?

Hayır. Zira siyaset en köşeli parantezleri bile açan bir oyundur. Gerçek, hep yapım aşamasındadır ve sürekli değişerek bizi şaşırtır. Kimsenin tebası olmadan onurlu vatandaşlar olarak yaşamak istiyorsak, bunun yolu farklı ve özgürlükçü bir gerçeklik inşa etmekten geçiyor. Bugün hayranlıkla baktığımız memleketler bunu elleriyle inşa ettiler, biz de öyle yapacağız. Zaten bilinen başka bir yolu da yok.

Evet, oyun hileli, saha da düz değil. Hele bu son değişiklikten sonra, muhalefet sürekli yokuş tırmanmak zorunda. Yüksek yargıdan kitle iletişim araçlarına, sivil toplumdan inanç ve ibadet alanlarına kadar seçimleri etkileyecek hemen her şey iktidarın kontrolünde. Ama! Oldukça moral bozucu görünen bu vaziyet -her kriz gibi- çıkış umudunu da içinde barındırıyor. Denetlenmeyen bir iktidar var; Janus yüzlü bir iktidar. Bir yandan engelsizce programını uygularken diğer yandan kaçınılmaz olarak yozlaşıyor. Artık bahane de yok; bundan sonra her şey, günahıyla sevabıyla iktidarın performans hanesine yazılacak.

MUHALEFETİN PERFORMANSI

Muhalefetin performansı da -en az- iktidar kadar belitleyici olacak. Bu, iktidar bloğunda olmayanların kendi içinde varacağı uzlaşmaya bağlı. Evet, anahtar kelime uzlaşma! Blok değil, beton değil, mozaikten bahsediyoruz! Ya da ebru. Adına ne dersek diyelim onurlu bir gelecek muhalif grupların bir takım siyasal değerler üzerinde uzlaşmasına bağlı. Zaman, ideolojik bağnazlıkları bir kenara bırakıp bu bataktan nasıl çıkacağımızı müzakere etme zamanı. Müzakerenin olmazsa olmazı ise gizli kapaklı taktiklerle, gölge oyunlarıyla değil, kamuya açık şeffaf bir şekilde yapılması. Kimsenin siyasi duruşundan vazgeçmediği ancak ortak bir çözüm arayışı için diyaloga geçtiğimiz böyle bir müzakerenin gündemi belirleme gücü ve pozitif enerjisi karşısında muhtemelen epey şaşıracağız.

Bir çeşit değerler koalisyonu aslında bahsettiğim; muhtevasını birlikte tayin edeceğimiz bir koalisyon. Partiler, sivil toplum örgütleri, kanaat önderleri, düşünürler vs. bir araya gelip böyle bir müzakereyi başlatabilirlerse hem seçim sürecinde kullanılacak bir platforma hem de iktidar olma durumunda ülkenin nasıl yönetileceğine dair bir klavuza sahip olacağız. Muhtemelen ilk aşmamız gereken şey korku duvarı. Başarabilirsek, demokrasimizi olgunlaştırmış ve müzakereci/katılımcı demokrasi ligine yükselmiş olacağız. Ve bunu başarmak zorundayız, zira mevcut durumdan tek çıkış, “sağ-muhafazakar-izolasyoncu” siyaseti dengeleyecek bir koalisyonla mümkün. Yeni bir siyasal kimlikten bahsetmiyorum; herkesin kendi kalarak ortak çözüm iradesi gösterdiği uzlaşmacı bir siyasal tavırdan ve bu tavırla işletilecek bir müzakere platformundan bahsediyorum.

CHP LİDERLİK EDEBİLİR Mİ?

Hali hazırda böyle bir platformun önderliğini ancak CHP yapabilir. CHP’nin destek vermediği bir platformun başarı şansı yoktur. Ancak bu durumda CHP’nin de başarı şansı olmayacaktır. CHP partizan kimliğini “az geriye çekerek” bir inisiyatif başlatır ve siyasi yelpazede durduğu yerin sağına ve soluna temas ederek şeffaf bir tartışma başlatırsa müzakerenin eşik enerjisi verilmiş olur. Müzakere masası hem amip gibi bölünüp duran ve iktidar ümidi kalmamış sol-seküler geleneğe hem de AKP’nin “din ü millet” istismarı karşısında yeni bir yol arayan milliyetçi/muhafazakar geleneğe açık olmalıdır. Bu masanın belki de tek ortak noktası özgürlük ve insan onuruna yapılan vurgu olacaktır. Olsun! Bizi kurtaracak olan da muhtemelen budur.

İhtimal ki bu müzakere, bir yandan bu toprakların manevi değerlerine soldan bir okuma getirerek sol yanı (vicdanı?) güçlü bir dindarlık modelinin oluşmasına ön ayak olacak, diğer yandan katı laikçi çevreler daha özgürlükçü bir sekülerizme doğru hareketleneceklerdir. Bunun hesap edilmiş bir öngörüden çok bir umut, bir temenni olduğunu teslim etmeliyim. Zaten umut yoksa neden yola çıkalım ki? Adına illa ki sol diyeceksek bu “yeni sol”, sosyalistlerden milliyetçilere, Atatürkçülerden Kürtlere, cami cemaatinden LGBT gruplarına uzanan geniş bir yelpazeye sahip olacak ve özgürlük arayan herkese kapısı ve müzakere masası açık olacaktır. Olsa ne güzel olur!

Bunun kolay bir şey olmadığının farkındayım. Tarihsel bagajlar, yıkılmaz önyargılar, çatışan yaşam tarzları vs. hepsi var ve hepsi gerçek. Ancak hemen her şeyimizi istismar ederek tüketen bir iktidardan kurtulmanın belki de tek yolu “bizi” yeniden düşünmek; yine laik, yine dindar, yine Alevi yine Kürt, yine sağcı, yine solcu ama hep “biz” olarak.

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin