Zekat hakkında bildiklerimiz, bilmediklerimiz (2)

YORUM | AHMET KURUCAN 

Arkadaşımın zekat ile alakalı sorusunu üzerine kaleme aldığım mektubu sizlerle paylaşmaya kaldığım yerden devam ediyorum.

***

Zekât — ibadet boyutu mahfuz — sosyo-ekonomik hayatta icra ettiği fonksiyonları itibariyle kelimenin tam anlamıyla vergi. Ama çok erken dönemlerde bir önceki yazıda belirttiğim sebeplerle bu fonksiyonunu yitirmiş. Nisap miktarı, alınacak oran vb. alanlarda gerekli değişiklikler değişen ve gelişen şartlara rağmen yapılmadığı için ibadet boyutu ağırlıklı sembolik bir amel olarak kalmış.

Tamam manzara bu ama geçen yazımın sonunda sorduğum soruyu tekrarlayacak olursam, biz bugün ne yapacağız? Zekâtın vergi gibi fonksiyon icra ettiği ve kamu maliyesinin bir parçası olduğu dönemi bugün yaşatmamız mümkün değil. Bir kere bunda anlaşalım. Ne İslam ülkelerinde ne de içinde yaşadığımız Batı ülkelerinde. Asıl bu, maksat bu, zekâtın vaz’ ediliş gerekçesini en güzel biçimde hayata taşıyacak olan da bu ama işin aslına irca edilmesi bugünkü şartlarda mümkün değil. Dolayısıyla bu opsiyonu bir kenara koyalım.

İkinci opsiyon; zekât kamu maliyesinin dışında sosyal dayanışmayı destekleyen bir ibadet olarak kalabilir. Emeviler döneminde yaşanmaya başlamış bir gerçeklik. Din işi-devlet işi ayırımı diye özetlenebilir bu durum. Zekât bu ayrımda ferdi bir ibadet olarak kalmış, devlet de zekâttan bağımsız olarak vergi tarh ederek kamu maliyesini düzenlemiş. Zekât fıkhı-vergi fıkhı ayrımı kurumsal manada işte bu dönemde başlamış ve tarih boyunca devam etmiş. Zekât, sivil alanda şer’i hukuk ile ve kişiye özel fetvalarla, vergi de resmi alanda örfi hukuk ve herkesi bağlayan umumi kanunlarla düzenleme altına alınmış. Sivil-resmi alan, şer’i hukuk-örfi hukuk ve fetva-kanun kavramları burada çok önemli. Zaten dikkatinizi çekmiştir. Günümüz İslam ülkelerinde de bu ayırım ve uygulama hala devam ediyor. Vergi kamu maliyesi kapsamında, zekât ise sosyal dayanışma unsuru olarak işlem görüyor.

Pekâlâ soru şu; zekât kamu maliyesi uygulamasına alınabilir mi? Bence çok zor. Bu Emeviler ve Abbasiler döneminden beri devam edegelen zekâtın sivil alandan çıkartılıp tıpkı Hz. Peygamber, Hz. Ebu Bekir ve Hz. Ömer dönemi uygulamalarına geri dönme manasını taşır ki ben Müslümanların zihinlerinde kökleşmiş, adeta genlerine işlemiş mevcut uygulamanın terkedilebileceği kanaatinde değilim. Daha açık ifadeyle, zekât fıkhında zikredilen mallardan yüzde iki buçuk oranında bireysel bağlamda fakir fukaraya dini ve vicdani sorumluluk olarak verilen kökleşmiş uygulamadan geri adım atılacağını tahmin etmiyorum. Dolayısıyla içinde yaşadığımız seküler toplumda zekâtın adeta fakir fukaraya yardım, toplumsal ve sosyal yardımlaşma bağlamında devam edeceğine kaniyim. Etmesi gerektiği de diyebilirdim fakat tam karar veremedim. Zira tartışmaya açık bir konu.

Söz buraya gelmişken özellikle ilk defa duyanlara ilginç geleceğini tahmin edeceğim bir bilgiyi paylaşayım, Osmanlılarda bu ikilemi parçalayan fetvalar var. Özetle ve mealen ifade edecek olursam bu fetvalarda, “Zekâta tabii mallar vergiye tabii değildir. Vergi alınan mallardan zekât verilmesi gerekmez, verilen vergiler zekât sayılabilir,” denilir. Bu fetvalar zekâtı kamu maliyesinin bir unsuru yani vergi olarak görüldüğü döneme yaklaştırma çabası olarak değerlendirilebilir ve bu fetvaların uygulanması mümkün de olmuş olabilir. Çünkü devlet bunu kabullenmiş, zekâta tabii mallar, vergiye tabii mallar ayrımı yapılmış ve mükellefin beyanı esas alınmış. Ama günümüzde devletlerin kabulüne vabeste olması gereken bu ayırımı mesela ABD’de nasıl yapacağız? Ben devletin kabul ettiği 501 vergi muafiyeti belgesine sahip vakıflara yapılan yardımların vergiden düşüldüğünü biliyorum. Ama detaylarına vakıf değilim.

Fakat mesele burada bitiyor mu? Cevaplanması gereken bazı sorular daha var. Mesela, zekâta tabii mallar. Bu aşılabilir bir sorun bence. Şöyle ki genelde devletlerin vergiye tabii kıldığı mallar zaten zekâta tabii mallar kategorisinin — gerek zekat fıkhında geçen mallar gerekse kıyas-ı içtihadi ile bizim ona ilave edeceğimiz mallar — çok üstündedir diye düşünüyorum. Oran da hakeza.

İkinci soru, kim zengindir sorusu? Bu konuda ölçü nedir? Nasıl belirlenecektir? Devletlerin belirlediği fakirlik sınırı veya asgari geçim endeksine göre belirlenen rakamlar mı Efendimiz döneminde belirlenen 85 gr altın, 595 gr gümüş vs. mi? Ya da yeni ölçüler mi?

Üçüncü soru: Kur’an’ın zikretmiş olduğu zekâtın verileceği yerler yani harcama kalemleri, sarf yerleri. Devlet bütçelerinin harcama kalemlerine baktığınızda bu sorunun büyük ölçüde aşılmış olduğu söylenebilir. Toplanan vergiler zaten Kur’an’ın zikretmiş olduğu ve kamu maliyesi kapsamında yerini alan halka ve onların yol, köprü gibi alt yapı hizmetlerinden sağlık harcamalarına kadar ihtiyaçları için harcanıyordur. Ama bu cevap zımnen ‘vergi eşittir zekât, vergi zekât yerine geçer’ demektir. Bu ise bireysel planda direkt fakir fukaranın eline gidecek paranın yani zekâtın devletin bütçesine aktarılması ve devletin zaruri gördüğü alanlarda harcama yapmasını kabullenme manasına gelir. İşte sosyal dayanışma adına direkt fakir fukaranın eline giden bu paranın devlet bütçesine gitmesi ve belki de bazı harcama kalemleri itibariyle İslami değerlerin evet demeyeceği yerlere harcanması beni ve bu konuda benim gibi düşünen herkesi vicdanen rahatsız etmektedir, edebilir.

Rahatsızlıktan kastım şu: Söz konusu yaklaşımımla acaba fakir fukaranın eline ulaşacak olan miktarın gitmesine engel mi oluyorum sorusudur. Bu soruya hayır derseniz, insan hem zekat vermeli hem de vergi demek zorundasınız ki bu da ayrı bir soruya kapı açar. O soru da çifte vergilendirmedir. Eğer ‘hiçbir rahatsızlığım yok, vicdanen rahatım, doğru düşünüyorum’ derseniz yukarıda dediğim gibi vergi eşittir zekattır görüşünü kabul ediyorsunuzdur ama zekâtın vaz’ ediliş ve Hz. Peygamber pratiği böyle olmasına rağmen bu görüş Müslümanların tarihsel tecrübesine, oluşmuş zihniyetine ve mevcut uygulamasına terstir.

Soruları uzatabilirim ama şunu diyerek bitireyim: Sosyal, siyasal ve ekonomik yapılardaki büyük değişiklikler, devletin üstlenmiş olduğu kamusal alanda eski dönemlerle mukayese edilmeyecek ölçüdeki hizmetler, devletlerin sosyal yardım adına yapmış olduğu harcamalar, zekât-vergi ekseninde mevcut bilgilerimizi, yorumlarımızı ve uygulamalarımızı yeniden ele almamızı şart koşuyor. O zaman şu sonucu çıkartabiliriz baştan bu yana yaptığımız açıklamalar ekseninde: eğer zekât eşittir vergi noktasında duruyorsanız devlete verilen vergiler ve miktarının yüksekliğinden dolayı büyük ihtimal zekât borcunuz yoktur. Hayır, biz zekâta sosyal dayanışma formu içinde dini ve vicdani noktada bakıyor ve klasik zekât fıkhının verileri doğrultusunda ne kadar vergi verirsem vereyim ayrıca hesaplayacak ve vereceğim diyorsanız, bütün borçlar ve masraflar çıktıktan sonra elinde kalan paranın, gelirin ve âtıl halde duruyorsa malın yüzde iki buçuğunu vereceksin demektir. Böyle bir hesaplama yapılacak olursa yıl boyunca yapmış olduğunuz bütün yardımlar da zekât olarak sayılabilir.

Çok uzun oldu, belki başınızı ağrıttım ama zihinde farklı bir ufuk açması ve zekât gibi İslam’ın en temel şartından bir sayılan mali ibadeti asli temellerine oturma açısından faydalı olmuştur diye düşünüyorum bu açıklamalar.

Şimdi gelelim soruna direkt cevap olacak hususa: Zekât/vergi parasının harcama kalemlerinde Hz. Peygamber (sas) Medine toplumu için gerekli olan (kamu) alanlarda harcama yapmıştır ve bunu yaparken hizmetin kendilerine gideceği, yararın dokunacağı kişilerin dini kimliklerine bakmamıştır. Bunu ister devlet-vatandaş ilişkisi içinde zaten böyle olması lazım deyin, isterse kalpleri İslam’a ısındırılacak (müellefe-i kulub) kategorisi ile izaha çalışın netice değişmeyecektir. Dolayısıyla babanızın Müslüman olmayan kiracılarından alacağı kira gelirlerini almayıp bunları sosyal yardımlaşma boyutu kapsamında zekât yerine sayması İslam’ın getirmiş olduğu temel değerlere ve Hz. Peygamber dönemi başta olmak üzere Müslümanların tarihsel tecrübesindeki kâhir anlayışa göre hiçbir mahzuru olmadığı gibi takdire şayan bir davranıştır. Belki devletinizin uygulamalarında bu tür kira indirimlerini vergiden düşüyor olabilir. Ona da bakmak lazım. Saygılarımla.

***

Bu mektubu gönderdikten sonra arkadaşımdan gelen kapsamlı bir değerlendirme ve teklifler oldu. Onları da bir sonraki yazımda kendi düşüncelerimle birlikte kaleme alacağım.

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

4 YORUMLAR

  1. Muhterem hocam, yazınızda diyorsunuz ki “Tamam manzara bu ama geçen yazımın sonunda sorduğum soruyu tekrarlayacak olursam, biz bugün ne yapacağız? Zekâtın vergi gibi fonksiyon icra ettiği ve kamu maliyesinin bir parçası olduğu dönemi bugün yaşatmamız mümkün değil. Bir kere bunda anlaşalım. Ne İslam ülkelerinde ne de içinde yaşadığımız Batı ülkelerinde. ” Fakat; bugün alınan vergilerle sağlık sistemi geliştirilmiş, fakir olan herkes bir nevi garanti altına alınmış, yaşlılara, engellilere, özürlülere ve bakıma muhtaç fakire bakana ödenen ödenek, yeşil kart sahipleri, devletin sosyal yardım kurumları, Kızıla, depremzedelere felaketzedelere yapılan yardımlar hepsi verginin içine girmektedir, vergiden ödenmektedir. Hatta bu mağdurlara ulaştırılan yardımlar hiç zekatla – zekat verenin detaylı düşünüp sürekli vermemesi gibi sebepler – ulastirilamayacak yardımlar. Bence bu konuya hüküm ve fetva ya kaynak olacak bir yazı olmazsa bile küçük bir yazı yazsanız iyi olur diye düşünüyorum. Her ne kadar siz fetva vermemeye çalışsanız da sizin yazılarınız ve çalışmalarınız şu an fetva kabul edilmekte . Ahiret korkusu olanlar, dinini tam yaşamaya çalışanlardan hizmeti sevmeyenler ve mesafeli olanlar bile sizin yazılarınıza mutlaka bakıyor. Bugün bilim dünyasında Einstein Newton gibi bilim adamlarının bulup da tam tespit edemediği konular var, sonrakiler o konuyu bulup geliştirmişler, yani Einstein Newton onu bulmasaydı o konu hiç bulunmayacaktı yada çok geç bulunacaktır. Sizin ihtiyaç duyulan konuları tespit etmeniz bile yeterli. Selamlar iyi çalışmalar

  2. Zekat eşittir vergi demek günümüzde devletlerin vergilendirme usulleri ve harcama kalemleri açısından çok zor. Hem kiranın zekat yerine sayılması için kiracının ayette belirtilen sekiz sınıftan birine girmesi gerekir.
    Kanımca asgari geçim standardı ve nisap mikdarı kişinin çalışıp kazandığı ve yaşadığı ülkenin yaşam şartlarına göre belirlenmeli.
    Ayrıca konuya bağlı olarak bir sorum var:
    Ana babası hayatta olmayan buluğ yaşını geçmiş, henüz evlenmemiş veya eşi ölmüş dul kalmış, eşinden boşanmış bir kız veya kadını erkek kardeşleri fıkhen bakmakla yükümlü mü? Değilse, ahlaken yükümlü olsa da zekat, fitresini kız kardeşine verebilir mi?

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin