Haydi Aksaray, Aksaray, Aksaray…

Yorum | Naci Karadağ

Nasıl bir fenalık tohumu ektiniz bu milletin köklerine. Ne bir zehirli gübreyle beslediniz kini ve nefreti…

Akıl alır, vicdan kabul edebilir değil.

Sanki içlerinde nefretle sulanmayı bekleyen bir kötülük tohumu varmış insanların içlerinde. Sanki mesele sadece konjonktürün müsait olmasıymış. Recep Erdoğan’ın bizatihi kendisinin kötülük treninin lokomotifine dönüşünce, polisinden, hakiminden, savcısından, hatta temizlikçisine kadar binlerce, yüz binlerce karanlık ruh çıkıverdi ortaya.

Sahi kötülüğün böyle bir boyutu var mıydı gerçekten?

Bir kötülük, diğer iyi görünümlü kötülerin yüzlerindeki makyajları akıtma misyonu üstlenebilir miydi?

Olay daha yeni yaşandı…

Arama yaptığı evde dolaptaki mücevheri çalmaya kalkan polisten bir yıl, ekip otosunun benzinini satmak isteyen diğer polisten bir hafta sonra yani…

https://www.dailymotion.com/video/x6t4qff

Karakolda zorba var zorba var!

İstanbul Bayrampaşa İlçe Emniyet Müdürlüğü’nde görevli bir komiser, bir şüphelinin ifadesine katılmak isteyen kadın avukatı göre önce sopayla dövüyor, ardından silah doğrultuyor.

Olay şu: Bayrampaşa İlçe Emniyet Müdürlüğü Araştırma Büro Amirliği’ne gelen bir kadın avukat, gözaltına alınan bir şüphelinin ifadesine katılmak istiyor. Kadın avukat ifadeye katılamadan amirin şiddetiyle karşılaşıyor. Sigara içmek için avluya çıkan avukat, bir banka oturuyor. Bu sırada çaprazındaki bankta oturan polis merkezinden sorumlu komiserle, karşılıklı sohbet etmeye başlıyorlar. Ardından da konu karakolda dayağa geliyor. Avukata, “Burada çok avukat dövdük, sizi de dövelim mi” diye soran komiser, sonrasında da emrindeki polislerden sopa getirmelerini istiyor.

Birkaç dakika sonra bir polis tarafından iki sopa getiriliyor. Görüntülere göre, komiser sopaları alarak kontrol ediyor. Daha sonra sopanın birini polise geri veren komiser, diğeri ile de polis merkezinin içinde kadın avukatın eline vurmaya başlıyor. Bununla da yetinmeyen komiser, bu kez de polislere içeriden silah getirmelerini söylüyor. Hemen getirilen tabancayı alan komiser, silahın namlusunu kontrol edip, ateş ediyor. O anlarda kamera görüntüsüne yansıyan bir polisin, silahın sesinden kulaklarını tıkadığı görülüyor.

Meselenin bu kadarı bile korkunç iken daha büyük bir dehşet yaşanıyor. Yukarıdaki görselin 5. Karesinde göreceğiniz üzere avluyu temizleyen temizlikçi kadın da avukatı silah doğrultup tehdit ediyor!

Avukat bu dehşetli olayla ilgili şikayette bulunuyor, sorumlular göz altına alınıyorlar filan ama açıkçası ben inanmıyorum bu uydurma haberlere. Hatta tam tersi bu polisin terfi alabileceğini bile düşünüyorum. Nihayetinde avukata haddini bildirmiş sıkıştığı anda “Reis için yaptım..” diyecektir.

Eskiden katillerin en önemli savunma stratejisi “Anama bacıma küfretti dayanamadım vurdum” idi. Şimdilerde ise “Reis’e küfretti, AKP’yi eleştirdi indirdim” savunması işe yapıyor.

Acayip bir ülkeye dönüşmenin tuhaf yansımaları bunlar.

Temizlikçi kadın avukata silah tutarsa, başka bir polis de, otobüste kendisini rahatsız ettiğini söylediği köpeği, herkesin bakışları altında, güpegündüz silahını çekerek vurabiliyor.

Üstelik vurduktan sonra büyük bir pişkinlikle oturduğu koltuğa dönerken, “Git istediğin yere şikayet et” diyerek öldürdüğü köpeğin sahibini tehdit ediyor. Yapılan soruşturma sonucunda komiserin makam odasından çok sayıda sopa ve benzeri alet çıkıyor. İşkence aletleri artık standart donanım karakol ve cezaevlerinde.

Emin olun o polis de bırakınız cezayı, terfi alacaktır!

Bir polisle bir astsubay sabahın 7’siinde düello ediyorlar. Polis ölürken, astsubay ağır yaralanıyor. Olay kayıtlara geçmiyor bile… Vahşi batıda geçen bu kanlı çarpışmanın sebebi belli değil.

Yandaş olmayan su yok!

Çiçek Abbas filminin en meşhur sahnelerinden biridir.

Hatırlayacaksınız; Şener Şen ile İlyas Salman birbirine posta koyarken karşılıkla bağırışırlar: Haydi Aksaray, Aksaray, Aksaray…

Şakir’e çay ısmarlamaz Abbas ve atışırlar hayatlarının kadını için. Samimi bir çatışmadır onların ki…

Müşteriye “ördek” derler argo tabirle. Onlar için sayı önemlidir, ördeği al hemen sağdan, at arabaya…

Bizim günümüz Şakir ve Abbas’ları, Zihni’lere, Zühtü’lere, Zerrin’lere dönüşmüştür ve çıkarları uğruna nasıl eğilmekten zemini öpmeye yaklaştıklarını görmek bile istemezler.

Yargıtay savcılarına kısa süre önce SMS ile “Beştepe Külliye’de yapılacak olan Adli Yıl açılışına katılım zorunludur” mesajı geldi. Herkes bu mesajın anlamını biliyordu; eğer katılmazsan havuz seni linç eder, ardından Karanlık Oda’cıların önüne atılırsın, son olarak da “terörist” diye tutuklanırsın. Bylock, ankesör filan bir kulp bulunur nasılsa. Bilmediğiniz iş değil yani!

Yargıtay Başkanlığı tarafından düzenlenen 2018-2019 adli yıl açılış töreni, ikinci kez Cumhurbaşkanlığı Sarayı içerisindeki Beştepe Kongre ve Kültür Merkezi’nde yapıldı. Törene katılım yoğun oldu. Çünkü Yargıtay Başkanlığı, kurumda görev yapan bin kadar savcı ve tetkik hâkime, törene katılımın “zorunlu” olduğuna ilişkin mesaj gönderdi.

Ayşe, Fatma, Hayriye haydi Beştepe’ye…

“Tarih bize, adalet terazisini gözetmeyi bırakanların, er ya da geç zillet çukuruna gömülmeye mahkûm olduklarını gösteriyor.”

Bu sözleri en son ağzına alması gereken kişinin söylemesi ilginç değil mi? Evet tahmin ettiniz bu sözleri Recep Erdoğan söylüyor. Yüzbinlerce insanı ekmeğinden eden, onbinlerce hayatı paramparça eden, yüzlerce insanın kanı elinde bulunan biri bunu sıkılmadan ifade edebiliyor.

Otobüsler yolluyor düğün konvoyuna yollar gibi. En hassas olması, en vicdanlı olması gereken insanları satın alıyor, bir halk otobüsüyle. Tıkış tıkış doldurup ayağına getiriyor ve sıkılmadan haktan, hukuktan, yargı bağımsızlığından söz ediyor…

Köpekleşme!

Biliyorum okunduğunda ilk olarak irrite ediyor insanı… Öylesine itici bir kelime işte bu “köpekleşme”…

Ve fakat iki sebepten dolayı kullanmak zaruri oldu.

İlki; yaşadığımız süreci özetleyebilecek en doğru ve tek kelime olması.

İkincisi ise, çok daha ağırını söyleyen Doğu Perinçek gibi Ergenekon’un açık savunucularının rahatlıkla bunu kullanmaları. Yani birileri kızacaksa, kendine malzeme bulduğunu düşünüp hücum etmek için fırsat olarak kullanacaksa, bir kez daha düşünsün derim.

Şu videoyu izleyin lütfen…

Doğu Perinçek’teki afra tafraya bakın….

Sanki ülkeyi kendisi yönetiyormuş gibi bir havalar, bir çalımlar, ayak ayak üstüne atmalar, “nerede benim robdöşambrım”lar filan…

Elbette hukuk siyasetin köpeği değildir, olmamalıdır, yapmaya kalkışanlara karşı çıkalım, mücadele edelim…

Gelin görün ki, buna ilk başta karşı çıkması gerekenlerin teşne olduğunu görünce de bir iki çift laf söylemek hakkımız oluyor.

Bu ülkede san birkaç yılda yaşananlara bakarak şunu da söylemek mümkün:

Hukuk siyasetin köpeği haline getirilmiştir.

Hukuk –maalesef- köpekleştirilmiştir.

Sadece hukuk değil, medya, eğitim, finans, akademi, sanat ve daha pek çok şey siyasetin sadık köpeğine dönüşmüştür maalesef.

Yahu cemaat, tarikat, din adamı bu tanıma girerse ne yapabilirsiniz?

Bakın verilen Cuma namazlarına, hutbeye filan. Allah adına değil Tayyip adına veriyorlar hutbeyi.

Bakın şu görsele. Bir adliye sarayının duvarında parti liderinin dev afişi asılı.

Bu şu demektir: Burada kanun da benim, nizam da, hak da, hukuk da…

Buyrun bir tane daha:

Çok ağır biliyorum… Ama gerçek bu yüzleşmekten de nereye kadar kaçacağız ki? Bir tane daha görsel koyayım buraya müsaadenizle. Şimdi bu pozu veren medyadan nasıl bir habercilik beklersiniz?

Ejder Meyveli Smoothie, Efuli, Orman Meyveli Special, Aloevera (Starex meyvesi eşliğinde), Bahçe Naneli Limonata içerek sarayda ağırlanan bu kişilerin hakkın, hukukun, adaletin sözcülüğünü yapmasını mı bekleyeceksiniz?

Sarayın kontrol ettiği ve Perinçek’in tabiriyle “Köpekleştirdiği” (inanın her yazdığımda ağırıma gidiyor ama bunlardan bir kişinin bile ağırına gidip dava açmaması da ayrı bir kepazelik değil mi?)

Büşra Erdal’ı hatırlar mısınız?

Bu ülkenin yetiştirdiği en iyi adliye muhabirlerinden, en kaliteli hukuk gazetecilerinden biriydi.

Hala da öyle emin olabilirsiniz.

Böylesi bir tabloyu reddettiği için şimdi zindanda esir tutuluyor Büşra.

Efuli sevmediği için değil, köpekleşmeyi reddedip, yalakalık çemberine girmediği için zindanlarda çürütülmeye çabalanıyor.

Vaktiyle bunların iç yüzünü yazdığı, gidişatı çok iyi gördüğü için. Bakın şu satırları Büşra Erdal yazmıştı:

“Kuvvetler ayrılığı ilkesinin son izleri de devletten kazınmaya çalışılırken, bu konuda en büyük katkı yargıdan geliyor. Son zamanlarda yüksek yargı mensupları bindirilmiş kıtalar olarak Cumhurbaşkanı’nın peşinde hasattan hasada koşuyorlar. Bir bakıyorsunuz Yargıtay başkanının memleketi Balıkesir’de zeytin hasadında bir bakıyorsunuz Cumhurbaşkanı’nın memleketi Rize’de çay topluyorlar. Ülkemiz dört mevsim tabii ve her mevsimde de ayrı bir hasat var. Hiç kaçırmıyorlar.

(Büşra’nın yazdığı dönemde Erdoğan’ın önünde iki büklüm olan yüksek yargı başkanları, ayağa kalkıp temenna duran aynı güruh, bir utanç vesikası olarak tarihe geçmiştir)

2015 sonbaharında Anayasa Mahkemesi, Danıştay, Yargıtay Başkanları ile Sağlık Bakanı, Adalet Bakanlığı bürokratları ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın hep birlikte Balıkesir’de zeytin topladıklarına şahit olmuştuk. Yasama, yürütme ve yargı, kuvvetler ayrılığına ters şekilde ‘tam uyum’ fotoğrafı vermişti.  Sonra geçtiğimiz hafta Rize’de yüksek yargı mensuplarının geniş katılımı ile bu kez çay topladılar. Cumhurbaşkanı ile eski hukuku olduğu bilinen Yargıtay başkanından, Erdoğan’ın karşısında cübbesindeki olmayan düğmeyi iliklemeye çalışan Danıştay başkanına kadar hep bir aradaydılar.

Yalnız öncekinden bir fark da göze çarpmadı değil. Erdoğan’ın Can Dündar kararı için ‘Tanımıyorum, saygı da duymuyorum’ dediği AYM’nin başkanı Zühtü Arslan çay bahçesinde arzı endam etmemiş bu sefer. Eksikliğini ise ‘tam biat’ haliyle Yargıtay başkanı Cirit tamamlıyor adeta. “Devlet oradaydı. Türkler, Türk geleneklerimize göre devlet başkanına çok ayrı bir değer veririz” diyen Cirit, ‘devletin başkanıyla bir arada olmaktan onur duyduğunu’ söyleyip çay hasadının arkasında duruyor. Tam tek parti dönemi söylemi. ‘Devletin başı’ dediği Cumhurbaşkanının Anayasa’yı ihlal ederek iktidardaki AKP’nin de fiili başkanı olduğunu fark etmiyor olamaz…”

Bu cümlelerin bedelini ödetiyorlar şimdi bu yiğit kaleme.

Kendileri anaokul öğrencileri gibi heyecandan zıp zıp zıplayarak servis otobüsü bekliyorlar.

Servis otobüsü muavinleri bağırıyor; “haydi Aksaray, Aksaray, Aksaray yolcusu kalmasın…

Şener Şen gibi komik de değiller, İlyas salman gibi düşünceli de…

Güle kıkırdaya koşturarak yerleşiyorlar otobüs koltuklarına. Ver elini Aksaray…

Peki bu sefil tablonun ne gibi neticeleri olur?

Bunun öğrenmek de çok kolay, çünkü geçmişte bu acı tecrübeyi yaşamış milletler var. Onlar 100 yıl önce yaşadıkları bu tür kepazeliklere Türk milletinin bugün nasıl razı olduğunu anlamaya çabalıyor ve gidişatla ilgili net bir tablo çiziyorlar.

Bir kere işin ilahi boyutu ayrı olmak üzere, Türkiye’de dürüst, namuslu insan sayısı hızla azalır.

Parti ve ideoloji cehennemine çevrilen bir toplumda iyilerin yapabileceği bir şey kalmaz çünkü.

İlahi olarak, Allah bir topluma felaket verecekse, ıslah edicileri bir şekilde o beldeden uzaklaştırır. Tarihsel oluşum hep böyledir çünkü.

TÜİK verilerin göre 2017 yılında bu ülkeden kaçabilen insan sayısı rekor düzeyde: 466.333..

Zalimin iktidarı kendini desteklemeyen insanları yok etmese bile yokmuş gibi davranılması için her türlü vasatı hazırlıyor. Buna Suriye, Irak gibi ülkelerden kitleler de getirmek dahil. Kendisini eleştirip, özgürlük talep edenlerin yerine aylık makarna ve kömürünü verdiği köleler düzeni kurmak istiyor çağın zalimleri.

Öyle olmalı ki, kendileri sarayda rahatlıkla ejderha alevli meyve suyu içebilsinler!

Haydi Aksaray yolcusu kalmasın!

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin