YORUM | ZAFER ÖZSOY
Kıbrıs Barış harekatı sonrası kapatılan Türkçe adıyla Maraş, Rumca adıyla Varosha, 45 yıl sonra basın mensuplarına açıldı.
Gazeteci olarak değil ama asker bir gazeteci olarak tam 11 ayım geçti orada. Haber ve fotoğrafları görünce hüzünlendim. 20 yıl önceye gittim. Korku filmlerindeki terkedilmiş kasabaları andıran Maraş’taki, boş sokakları, binaları, tekrar tekrar gezdim!
İsmimin ‘Zafer’ konulmasına sebep olan Kıbrıs Barış Harekatı sonrası kapatılan şehir, tam 45 yıldır, askeri personel ve onların aileleri dışındaki insanlara kapalı. Bir Zamanlar turizm ve mimarinin cenneti olan Maraş, Ortadoğu’nun Paris’i olarak anılıyor ve Lübnan’ın başkenti Beyrut ile yarışıyordu. Maraş’ta 1974’ten önce 10 bin yataklı 45 otel ve 60 apartman tipi otel bulunuyordu. Bunlardan biri şu anda Orduevi olarak kullanılırken, diğer ikisi Kıbrıs üniversitelerinde okuyan subay ve astsubayların çocuklarına yurt olarak hizmet veriyor.
Bu otellerden biri ile ilgili anlatılan bir hikaye var; ne kadar gerçek bilmiyorum. Otelin açılışı yapıldıktan bir müddet sonra savaş çıkar ve Maraş’taki herkesin bölgeyi terk etmesi istenir. Otelin işletmecisi kendisinin Rum olmadığını beyan eder ve oteli işletmeye devam etmek için izin ister. Fakat izin verilmez. Hatıra olarak girişe koyduğu fildişini ister, ancak buna da izin verilmez. İşletmeci otelin çatısını çıkarak kendisini aşağı atar. Hikayenin ne kadarı doğru bilmiyorum ama ben terhis olduğumda o fildişi, cam bir muhafaza içinde otelin girişinde hala duruyordu.
Orduevi’nin hemen yanında ise sinema aktristi Sophie Loren’in villası var. Hemen deniz kenarında olan villa, zamanın yıpratıcılığına, saran ot ve ağaçlara rağmen hala güzelliğini koruyordu. Otelin yüksek katlarından villaya bakarken, içinde yaşananları hayal etmeden duramıyordu insan.
Kayıtlara göre 1974 Barış harekatına kadar Maraş’ta 143 yönetim ofisi, 4 bin 649 özel ev, 21 banka, 24 tiyatro ve sinema, 380 bitirilmemiş inşaat, bir kütüphane, 6 kilise, bir cami ve 1 türbe bulunuyor. Önünden her geçerken hüzünlendiğim ama içine girmenin nasip olmadığı yanında minare olan cami görünümlü bir bina vardı. Kayıtlardaki cami bu cami mi bilmiyorum ama oldukça modern bir görünümü vardı. Ben askerlik yaparken bu binaların çoğu nerdeyse harabeye dönmüş durumdaydı, bugün çekilen fotoğraflar da bunu teyid ediyor.
Maraş’ı yirmi küsür yaşında bir asker olarak gezerken bile ruhumu sıkan bir şeyler vardı. O terkedilmişlik, açık kalan camlar, kapısız evler, hurdaya dönmüş arabalar etrafımdaki militarist söylemlere rağmen beni rahatsız ediyordu.
O zamanlar bunu anlamlandıramıyordum. İçine girme fırsatı bulduğum bazı evlerde masalarda çatal bıçak takımları bile duruyordu. O insanlar öyle bir hızla evlerini ve hatıralarını terk etmişler ki, değil bir eşya almaya belki masadaki yemekleri bile bitirmeye vakitleri olmamıştı.
Şimdi ise evini, şehrini, sevdiklerini ve memleketini sadece sırtında bir çanta ile bazen onu bile almadan terk eden insanları gördükçe, o insanları çok iyi anlıyorum.