Hafız Ali

Cumartesi Hikâyeleri | Vehbi Şahin

Kış güneşi, birkaç saatliğine de olsa yüzünü gösterdi bu sabah…

Dışarıda hava mis gibi…

İnsanın içini ürperten tatlı bir soğuk var.

Ama güneşin okşadığı yerler daha sıcak…

Sırtını ısıttı bir süre…

Martılar ve kargalar tadını çıkarıyor güzel havanın…

Sabah rızkı için kavga ediyorlar çığlık çığlığa…

Onların masumiyetini seyrederken içi huzurla doldu.

Gözlerini kapattı, derin bir nefes aldı.

“Sadece iyi ve güzel şeyleri görmeyi ve yaşamayı seçiyorum bugün” dedi.

Cümleyi bitirir bitirmez boyut değiştirdiğini zannetti bir anda…

Ferahlık verdi bu söz dizisi sanki…

Aynı duyguyu tekrar hissetmek için bir kez daha gözlerini yumdu.

-Sadece iyi ve güzel şeyleri görmeyi ve yaşamayı seçiyorum bugün…

 

SOKAKTA BİR ÜRKEK GÜVERCİN

Tuhaf bir heyecan vardı yüreğini sarıp sarmalayan…

Uzun bir aradan sonra dışarı çıkacaktı çünkü…

Epeydir niyet etmişti, sabah ezanını aşk u şevkle okuyan müezzin efendinin görev yaptığı camide cuma namazını kılmayı…

Nasip bugüne imiş demek ki…

Abdestini alıp dışarı çıktı.

Ürkek bir güvercin gibi tedirgindi.

Sağına soluna baktı.

Yürümeye başladı.

Üst geçitten ana yolu geçti.

Karşı sokağa daldı.

Herkesin kendisine bakıp “Kim bu yabancı” diye aralarında konuştuğunu zannediyordu.

Kavşağa gelince şaşırdı.

Yüksek binalar minarenin görünmesini engellemişti çünkü…

-Sağa mı gidecektim yoksa sola mı?

 

SINAVI GEÇMEK GİBİ

Köşede çiçek satan yaşlı kadının yanına sokuldu usulca…

“Cami hangi tarafta” diye sordu.

-Şu marketi görüyor musun?

-Evet…

-Onun yanından dümdüz yürü…

-Yolunun üzerinde cami…

Ne kadar rahatlamıştı.

Sanki mezuniyet sınavını AA ile geçmiş gibi sevindi.

Adımlarını daha emin atıyordu artık…

Bir süre gittikten sonra camiye ulaştı.

Avlu ana baba günü gibiydi…

Bir köşede Kızılay’ın kan verme çadırı…

Diğer köşede çay ocağı…

İçeride hocaefendi vaaz ediyor ama avludakilerin pek umurunda değil…

Kimi çayını yudumluyor kimi sigarasının dumanını havaya üflüyor.

Oyalanmadan girdi içeriye…

 

HAYKIRMAK İSTEDİ AMA…

İlk dikkatini çeken camiinin büyüklüğü oldu.

Sakallı bir imam efendi kürsüde Efendimiz’den (sallallahu aleyhi vesellem) bahsediyor.

Önündeki kitaptan, didaktik bir ses tonuyla Peygamberimiz’in eğitim konusuna ne kadar önem verdiğini anlatıyor.

Gırtlak ağalığı yapmaması hoşuna gitti.

Konu Efendimiz (sallallahu aleyhi vesellem) olunca ortam bambaşka bir hâl alır ya…

Ses sistemi yeterli olmasa da…

Vaiz kitabî bir sohbet yapsa da…

Anlatılanlar onu bambaşka âlemlere götürdü.

İçinden haykırmak geldi bir ara…

-İyi de hocam… Bunları yapalım diyorsun. Çok hoş, yapalım. Hayatımızın bir parçası haline de getirelim.

-Ama bunları 60 senedir gözyaşlarıyla anlatan Hocaefendi’yi senin bağlı bulunduğun Diyanet, “Firak-ı Dâlle” ilân etmedi mi?

-Uluslararası yarışmalarda madalyaları toplayan başarılı okulların kapısına kilit vurulmadı mı?

-Gece namazları ile nurlanan yurtlar, pansiyonlar şimdi baykuşların tünediği viranelere döndü, haberin var mı?

 

KALBİNİ SUSTURDU

Diyemedi…

Diyemezdi de zaten…

Hem ona kim inanır ki…

Camiyi lebâleb dolduran cemaat mi?

“Sanmam” dedi.

-Hocaefendi desem, Hizmet desem, üçüncü kelimeyi söylemeden beni burada linç ederler.

Kalbinin sesini susturdu.

Vaazı ve hutbeyi dinledi.

Çıkışta avlu tam bir curcuna içindeydi.

Merdivenlerin dibinde simitçi vardı.

Eyüp Sultan’da eda ettiği sabah namazlarını hatırladı.

Simit alıp kendini sokağa attı.

Biraz yürümüştü ki aklına “Bu caminin ismi ne acaba” diye bir soru takıldı.

Geri dönüp baktı.

Dış kapının üzerinde “Hafız Ali” yazıyordu.

 

TANINMAYAN ESKİ DOST

Üzerinden kaynar sular döküldü sanki…

Şaşırmıştı.

Yıllar sonra eski bir dostla karşılaşmak böyle bir şeydi demek…

Sevinsin mi üzülsün mü bilemedi.

Boğazı düğümlendi.

Ağlamamak için zor tuttu kendini…

Hatıralar peşi sıra sökün etti birden…

1990’lı yıllarda henüz inşaat halindeyken birkaç kez gelmişti Hafız Ali’ye…

Yanındaki öğrenci yurdu ile özel okula kaç defa uğradığını ise hesaplayamadı.

-Camiyi bile hatırlamadın, buralara gelip gitmelerini mi bileceksin.

Kızdı vefasızlığına…

Nasıl olur da hatırlamazdı Hafız Ali’yi…

 

SAHİPSİZ KALAN EMANETLER

Utandı.

Başını öne eğdi.

Sırtını dönüp ayrılıyordu ki…

“Yandaki okul ve yurt ne halde acaba” diye merak etti birden…

Görmek için o yöne doğru yöneldi.

Sonra…

Vazgeçti aniden…

Yüreğinin kaldıramayacağını anladı çünkü…

Hızlı adımlarla uzaklaştı oradan…

Gerçeklerden kaçıyordu şimdi…

Arka sokaklara saptı.

Yolun karşısına geçti.

Avare avare dolaşıp durdu uzun süre…

-Emanetlere sahip çıkamadık, onları sahipsiz bıraktık.

Zihnine kıymık gibi battı bu düşünce…

Yarası deşilmişti yine…

-Bugün iyi ve güzel şeyler görmeyi istiyordum ama göremedim işte…

Kolu kanadı kırılmıştı sanki…

“Vardır bir hikmeti bu zulmün” dedi.

-Bize düşen vazife çirkinliklere takılıp kalmadan güzellikleri görmek, görebilmek…

Azıcık rahatladı.

Daha fazla oyalanmadan koşar adım münzevi hayatına geri döndü.

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin