Necip Hablemitoğlu iddianamesi incelemesi; senaryo MİT’e ait, delillerin tamamı üretilmiş!

Necip Hablemitoğlu, 18 Aralık 2002'de uğradığı silahlı saldırı sonucu hayatını kaybetmişti.

Necip Hablemitoğlu cinayetiyle ilgili kurgu iddianame tartışılmaya devam ediyor. Zira gazeteci- yazar Zihni Çakır’ın ‘hiç bir somut delile’ dayanmayan beyanlarıyla yıllar sonra yeniden açılan cinayet soruşturması kapsamında hazırlanan iddianame çelişkilerle dolu.  Sözde iddianameyi ayrıntılı olarak inceleyen insan hakları hukukçusu Dr. Gökhan Güneş, konuyla ilgili çok önemli bir ‘değerlendirme’ yazısı hazırladı.

İddianamenin temel amacının cinayeti çözmek değil, Gülen Hareketi üzerine yıkmak olduğunu anlatan Güneş, ‘sonuç’ kısmında şu değerlendirmelerde bulunuyor: “Cinayetin bir numaralı sanığı Nuri Gökhan Bozkır’ın ifadelerinden işine gelmeyenleri soyut iddialar kabul edip özel korumaya mazhar kişilere takipsizlik veren savcılık, sadece bir kişinin (Zihni Çakır) soyut beyanı ve içeriğinde ne konuşulduğu dahi belli olmayan hukuka aykırı HTS kayıtları üzerinden cinayeti Gülen Hareketine yıkmaya çalışmıştır. Bu yaparken de bir çok çelişki ve mantık hatasına imza atmıştır. 14 yıl boyunca saklanan HTS kayıtlarını zamanında paylaşmayan MİT, gözden çıkarılmasına karar verilen kişileri içine alacak ve Hizmet Hareketini şeytanlaştırmaya yönelik bir çalışmayla soruşturmayı manipüle etmeye çalışmıştır. İddianamede somut hiçbir gerekçe gösterilmeden Fethullah Gülen’in de şüpheli yapılmasının nedeni, bugüne kadar siyasi nedenlerle kabul görmeyen iade talebinin bu kez de adam öldürme dosyası üzerinden yapılmak istenmesi olarak düşünülmektedir. Ancak, bu gerekçeyle yapılacak iade talebinin de kabul edilmesi mümkün görünmemektedir.” diyor.

Gökhan Güneş’in yazısından bazı önemli bölümler şöyle:

Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı 11 Kasım 2022’de Ankara 36. Ağır Ceza Mahkemesine Necip Hablemitoğlu’nun öldürülmesi ile ilgili 10 kişi hakkında dava açmıştır.

Dosyanın şüphelileri; Fetullah Gülen, Mustafa Özcan, Enver Altaylı (eski asker ve MİT görevlisi), Aydın Köstem (İşadamı), Mustafa Levent Göktaş (asker), Fikret Emek (asker), Ahmet Tarkan Mumcuoğlu (asker), Nuri Gökhan Bozkır (asker), Mehmet Narin (asker), ve Ali Serhat Ilıcak’tır. (Almanya’da işadamı)

İddianameye göre Hablemitoğlu, cinayet öncesi şu konularda çalışmaktadır; Alman vakıflarının Türkiye’deki faaliyetleri; Mesut Yılmaz, bazı askerler ve bazı medya patronlarının karıştığı enerji yolsuzluğu (Mavi Akım), Gülen Hareketinin kamudaki yapılanmasına ilişkin kitap çalışması (Köstebek) ve AKP’nin kapatılması organizasyonunda önde olması, Yargıtay Cumhuriyet Savcısına delil malzemesi oluşturacak Ergun Poyraz’ın kitabının yayına hazırlaması ile partinin kapatılması psikolojik harp kısmını üstlenmesi ve bu hususta psikolojik savaşı yönlendirmesi.

TEMEL DAYANAK ‘ZİHNİ ÇAKIR’IN BEYANLARI

2002’de Necip Hablemitoğlu’nun öldürülmesiyle ilgili bir arpa boyu yol alamayan iddia makamı, iddianamede ‘maktulün çevresi ile uzaktan yakından ilişkisi olmayan biri’ olarak ifade edilen ve İstanbul Emniyetine giderek kimsenin ulaşamadığı bilgileri(!) veren Zihni Çakır’ın beyanlarıyla soruşturmayı tekrar canlandırmıştır.

Ancak, savcılık tarafından tüm iddianamenin üzerine bina edildiği bu beyanlarla ilgili 2015’te her hangi bir adım atmamış; 2017’de Zihni Çakır tekrar ifade vermiş, fakat bu ifadeden sonra da soruşturmayla ilgili bir gelişme olmamıştır. Son olarak da 2019 yılında savcılık, ‘adli kolluk’ görevi de verdiği Zihni Çakır üzerinden, Ukrayna’ya yasa dışı yollarla giden ve Türkiye’de aranma kaydı bulunan Nuri Gökhan Bozkır’a (NGB) ulaşmıştır.

(Nuri Gökhan Bozkır’ın ifadesi soruşturmada olmayan bir usulle, mail yoluyla alınmıştır)

Kısaca, savcılık ve emniyetin dosya ile ilgili yapması gereken araştırmayı yapan, dosyanın en önemli sanığına yurt dışında ulaşarak bu kişiden yazılı beyan alan ve daha önemlisi de verdiği (ya da eline verilen) bilgiyle soruşturmanın seyrini değiştiren kişi Zihni Çakır’dır. Savcının tek yaptığı da Zihni Çakır’ın verdiği bilginin altını doldurmaya çalışmak olmuştur. Onu yaparken, yani Hablemitoğlu cinayetini Gülen Hareketine bağlamaya çalışırken de hayal gücünü çok zorlamış ve bu nedenle birazdan anlatacağımız çelişkilere imza atmıştır.

ANA KURGU; HABLEMİTOĞLU CİNAYETİNİ GÜLEN HAREKETİNE YIKMA GAYRETİ

Buraya kadar anlattıklarımızla ilgili akla gelen ilk soru, Zihni Çakır’ın hiçbir delil bulunmamasına rağmen neden soruşturmayı Mustafa Özcan ve Enver Altaylı üzerinden Gülen Hareketine bağlamaya çalıştığı ve kimlerin bu şekilde kendisini yönlendirdiğidir.

Zihni Çakır’ın 17/25 Aralık sureciyle birlikte failleri bilinen bir cinayeti Gülen Hareketi ile ilişkilendirmek üzere MİT tarafından piyasaya sürüldüğü açıktır. Erdoğan, suçun gerçek faillerini bildiği için bu zamana kadar bu kartı açıktan Gülen Hareketine karşı kullanmaktan kaçınmış, gerçek failler ve onların derin yapısına karşı kullanmak için tekrar bu soruşturmayı canlandırmıştır.

Erdoğan faillerini bildiği bu cinayeti kaşımakla derin yapıyı tekrar bir anlaşma masasına oturtmaya ve 2023 seçim surecine girilirken yarı yolda bırakılmamayı garantiye almaya çalışmaktadır.

Çok zayıf delillerle cinayeti Gülen Hareketine yıkmaya çalışırken, asıl failin Ergenekon olduğunu da herkese göstermiştir. Gözden çıkarılan bazı kişiler aleyhine kamu davasına dönüşse de, bu dosya içinde barındırdığı ayrıntı ve ucu gösterilen sopalarla asıl faillerin tepesinde Demokles’in kılıcı gibi sallanmaya devam edecektir. Zira bu kişilere açık bir şekilde “her şeyinizi biliyoruz, zamanı gelince hesabını sorarız, bu nedenle ayağınızı denk alın” mesajı verilmiştir.

ENVER ALTAYLI İÇİN SON DAKİKADA KURGU DEĞİŞİYOR

Bu kapsamda dikkat çeken bir diğer husus, Enver Altaylı’nın 21/10/2016’da tanık sıfatıyla ifadesi alınmasına ve daha sonra başka suçlardan tutuklanmasına rağmen, bu dosyanın şüphelisi yapılmamıştır.

Altaylı’nın dosyaya dahil edilip ifadesinin alınma tarihi 19/08/2022’dir. Bu kadar önemli bir dosyada köprü görevi gördüğü iddia edilen bir kişinin, Zihni Çakır’ın 2015’teki ifadesinden sonra değil de iddianamenin hazırlanmasına yakın bir tarihte(11/11/2022) şüpheli olarak dosyaya eklenmesi, kurgu surecindeki değişikliğin somut bir göstergesidir.

Diğer taraftan Mustafa Özcan-Enver Altaylı’ya ilişkin bilgi eğer Zihni Çakır’a NGB vermiş olsaydı, hem Ukrayna’dan yazdığı mektupta, hem de yasa dışı yollarla Türkiye’ye getirilip uzun süre MİT’in işkencesinde geçtikten sonra verdiği ifadelerinde mutlaka söylerdi. Zira NBG, 2014 yılında İstanbul ve Ankara Emniyet Müdürlüğü TEM Şube Müdürlüğüne giderek “FETÖ” ile ilgili elinde olan bilgi ve belgeleri teslim ettiğini söylemiştir.

İddianamede savcılık, işine gelen kısımlarda NGB’nin ifadelerini mutlak doğru kabul ederken, işine gelmeyecek hususların başında gelen Hablemitoğlu cinayetinin Gülen Hareketi tarafından gerçekleştirildiğine ilişkin bir beyanda bulunmamasını anlamlandıramamış ve bunun nedenini; “cinayetin işlenmesinde Gülen Hareketinin rolünü kabul etmesi halinde, NGB’nin bu hareketle anılmasının kendisinde yaratacağı rahatsızlık duygusu” olabileceğini belirtmiştir.

NGB’nin dosyaya yansıyan özel yaşamı ve başından geçen hukuki süreçlere bakıldığında Gülen Hareketiyle anılabilecek en son kişinin NGB olduğu görülecektir. Ayrıca, böyle bir rahatsızlığı olsa, NGB’nin dosyaya şüpheli olarak dahil edilen Enver Altaylı ile olan tanışıklığını ve başka vesilelerle bu kişiyle iki kez görüştüğünü de söylememesi gerekirdi.

SAVCILIK, ZİHİN OKUYOR

Savcılığa göre NGB’nin Zihni ÇAKIR’a başlangıçta yaptığı aktarımlar doğru kabul edilmelidir (İdd. s.102). Çünkü, savcılığın oluşturmaya çalıştığı algıya uygun ifadeleri MİT’in işkencelerine rağmen veren kişi NGB değil, Zihni Çakır’dır.

Tam da bu noktada NGB’nin ifadeleri önem arz etmekte olup 27/01/2022 tarihli ifadesinde şunları söylemiştir; “FETÖ/PDY en büyük zarar gören kişi benim. Mesleğimi hayatımı elimden aldılar. 2006 yılında yargılanmış olduğum davanın FETÖ’nün kumpası olduğu Bakanlar Kurulu kararı ile de açıklanmıştır. Bulunduğum ülke Ukrayna’da da en büyük mücadeleyi veren benim. Zaten bu konu da 2014 yılı içerisinde Ankara TEM ve İstanbul TEM şubelerine giderek FETÖ ile mücadelede elim de olan bilgi ve belgeleri bu şubelere teslim ettim. Bu konuda da İstanbul TEM Şubeden gerekli bilgiler alınabilir.” (İdd. s.94)

NURİ GÖKHAN BOZKIR’I BİLMEDİĞİNİ ZİHNİ ÇAKIR BİLİYOR!

İddianamedeki kabulden hareket edersek, NGB’nın iki ihtimalde de iddianamenin üzerine kurgulandığı Hablemitoğlu-Gülen Hareketi senaryosuna uygun ifade vermesi ve bu bağlantıyı Zihni Çakır yerine kendisinin söylemesi gerekirdi. Zira etkin pişmanlıktan faydalanması açısından bundan daha güzel bir bilgi ve ifade olmayacağı gibi “FETÖ”, NBG’nin bir numaralı düşmanıdır ve ona göre “FETÖ” hayatını karartmıştır.

“FETÖ” ye karşı duyduğu rahatsızlık sebebiyle de bu yönde ifade vermesi gerekirdir. Ancak, NBG böyle bir bilgiye sahip olmadığı için bu eksik, soruşturmanın kurgusunu hazırlayan Zihni Çakır tarafından doldurulmuş ve birazdan anlatacağımız üzere Çakır’a bu bilgi, hukuka aykırı hale geldiği için delil olarak kullanılamayacak HTS kayıtları üzerinde uzun süre çalışan MİT tarafından verilmiştir.

Zira HTS kayıtlarının elde edildiği CDR kayıtları üzerindeki çalışmayı yapan ve iddia edilen bu görüşme trafiklerinin varlığını iddia eden MİT’dir. Bu hususa iddianamede yer verilmesinde de hiç çekinilmemiş ve şöyle denilmiştir; “Nuri Gökhan BOZKIR’ın Milli İstihbarat Teşkilatınca Ukrayna’dan ülkemize getirilmesi üzerine düzenlenilen ve Cumhuriyet Başsavcılığımıza sunulan 26/03/2022 tarihli istihbari bilgi notu… …istihbari olarak nitelendirilse ve adli soruşturma sürecinde delil olamayacağı ileri sürülecek olsa bile, bu veriler Cumhuriyet Başsavcılığımızca alınan CDR verilerine ilişkin yapılan tespitler ile doğrulanmakta olup, soruşturma dosyamıza delil olarak girmesinde adli açıdan her hangi bir sakınca bulunmamaktadır”

MİT’İN ÜRETTİĞİ KAYITLAR, CİNAYET DOSYASINDA KULLANILAMAZ!

Oysa ki, 2937 sayılı MİT Kanunu’nun Ek-1. Maddesi gereğince MİT’in casusluk suçları dışında elde ettiği bilgi ve belgelerin adli soruşturma ve kovuşturmalarda kullanılabilmesi mümkün değildir. Ancak, bu maddeye açıkça aykırı olarak ve adli kolluk görevi olmayan MİT’in ürettiği kayıtlar “adam öldürme” dosyasında kullanılmış ve bu husus MİT’in soruşturmalarda asıl yetili yapıldığı 15 Temmuz sonrası dönemin bir rutini olarak hukuk garabetleri arasındaki yerini almıştır.

ETKİN PİŞMANLIK YALANI

Ayrıca, NGB’nin örgüt üyeliği suçu açısından etkin pişmanlık hükümlerinden faydalanmak için yanlış ifade verdiği konusundaki savcılık kurgusunun da hiçbir hukuki karşılığı yoktur ve savcılık bu gerekçeyle resmen “baltayı taşa vurmuştur”. Zira NGB’ye isnat edilen suçlar “suç işlemek amacıyla kurulan örgüte üye olma ve tasarlayarak öldürme” dir.

Tasarlayarak öldürme suçunun cezası TCK’nın82. maddesi gereğince ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasıdır ve bu suç açısından etkin pişmanlık hükümlerinin uygulanması mümkün değildir.

Savcının kurgusuna göre NGB, ağır müebbetlik ceza gerektiren ve etkin pişmanlık hükümlerinin uygulanmadığı adam öldürme suçunu itiraf ediyor ve bu suç nedeniyle alacağı cezadan korkmamakta ama en fazla 4 yıl cezası olup yatarı dahi olmayan örgüt üyeliği suçundan alacağı cezadan korkmaktadır. İşte iddianamenin kurgu ve senaryosu bu kadar altı boş ve mantıksız ifadelerle doludur.

Esasen (…) işin başından beri faili bilinen dosyayı değersizleştirmek için Zihni Çakır ağzıyla bu kurgunun hazırlandığı anlaşılmaktadır.

REJİM, ERGENEKON’A ABA ALTINDAN SOPA GÖSTERİYOR

İddianameyle amaçlanan NBG’nin ifadesinde yer verdiği ÖKK içindeki yapılanmaya mesaj/göz dağı vermek olduğu gibi fırsatı bulunmuşken Gülen Hareketini bir kez daha “şeytanlaştırmak” ve bu suretle bir taşla iki kuş vurmaktır. İddianamenin sonlarında, İhsan Güven cinayetinin ÖKK içindeki bu yapılanma tarafından işlenmiş olabileceği bilgisine ve konuyla ilgili Tarkan Mumcuoğlu’nun Fikret Emek ile İhsan Güven’in evine gittiklerine ilişkin ifadesine yer verilip (s.324)[3] daha fazla ayrıntıya girilememesinin sebebi de budur. Aslında İhsan Güven ayrıntısı Hablemitoğlu iddianamesinin kurgusunu çöpe atmaya yeterlidir.

Bu kabulden hareketle, ÖKK içindeki bir yapının adam öldürmesi için bir yerden talimat ya da para almasına veya birilerine taşeronluk yapmasına gerek yoktur. Yani ÖKK içindeki bu illegal yapı suç işlemeyi meslek haline getirmiştir. Aslında bu yapı ve bu yapıyı koordine edenlere verilmek istenen mesaj 2015’ten itibaren verilmekte ve mesajın yerine ulaşmadığı anlaşılmış olacak ki, şimdilik bu iddianame ortaya çıkmıştır.

Ortada bir “at pazarlığı” olmasa, bu kadar ciddi bir olayla ilgili 2015’ten beri sadece 2 kişinin, ki onlar da en zayıf halka, telefonları dinlenmez ve dosyanın bir numaralı faili Mustafa Levent Göktaş (MLG) için NGB’nin ifadelerinden sonra sadece yurt dışı çıkış yasağı konmaz ve bu yasaktan 4 ay sonra değil hemen yakalama kararı çıkarılırdı. Başka bir ifadeyle “MLG’ye kaç, değilse sana geliyoruz” mesajı verilmezdi.

EN ÖNEMLİ DELİL 14 YIL ÖNCESİNE AİT HTS KAYITLARI

İddianamede, cinayeti Gülen Hareketi ve “gözden çıkarılan” kişilerin üzerine yıkma konusunda kullanılan en önemli ve hatta tek delil, cinayetin işlendiği 2002’de hiçbiri şüpheli olmayan kişilerin 14 yıl önceki CDR kayıtlarıdır. CDR kayıtları, HTS kayıtlarının elde edildiği verilerdir. Savcılık, olay tarihinden 6 ay önce ve sonrası tüm Türkiye’deki GSM ve sabit hatlarının Call Deatail Records (CDR) (arama detay) kayıtlarını BTK’dan istemiş ve daha önce benzer talepleri kabul etmeyen bu yöndeki kararlara itiraz eden BTK, sorgusuz sualsiz bu talebi kabul ederek kayıtları göndermiştir.

Soruşturmadaki en önemli delillerden biri bu kayıtlar olsa da, acaba 14 yıl öncesine ait kayıtlar delil olabilir mi ve bu kayıtlar bu kadar uzun süre saklanabilir mi?

(İlgili) yönetmeliğin 13. maddeleri gereğince kişisel veri olan HTS kayıtları, görüşmenin yapıldığı tarihten itibaren 1 yıl içinde silinmek zorundadır. Kayıtların öngörülen sürede silinmemesi TCK’nın 138. maddesi gereğince suçtur. Aynı şekilde, belirtilen sürelerde yok edilmesi gereken trafik bilgilerinin kişilerin aleyhine delil olarak kullanılması da mümkün değildir. Zira bu delil hukuka aykırı şekilde elde edilmiştir. Yargıtay Ceza Genel Kurulu da konuyla ilgili verdiği bir kararı gereğince, bir delilin yargılamada kullanılabilmesi için sadece kanuna değil, çıkarılan yönetmeliklere de uygun olarak elde edilmesi gerekir.

Savcının bu verileri delil olarak kullanırken dile getirdiği hususlar bizzat AİHM’in ihlal gerekçesidir.

Yine, Elektronik Haberleşme Sektöründe Kişisel Verilerin İşlenmesi ve Gizliliğin Korunmasına İlişkin Yönetmelik’in 14/2. maddesinde ise “soruşturmaya” konu olan kişisel verilerin, ilgili süreç tamamlanıncaya kadar saklanacağına yer verilmiştir. Soruşturma savcısı da bu hususu gerekçe yaparak CDR kayıtlarını istediklerini belirtse de, görmezden geldiği bir husus vardı ki, işin püf noktası budur. Zira soruşturmaya 2017’den sonra dahil edilen kişilerinin hiç birinin olay tarihi itibariyle şüpheli sıfatı yoktur ve bu kişilerin soruşturmaya dahil edildikleri zaman dilimi itibariyle kişisel veri niteliğindeki CDR ve HTS kayıtlarının çoktan silinmesi gerekirdi. Kaldı ki, şüpheli sıfatı olmayan milyonlarca kişinin kayıtlarının da dosyaya getirtilmesinin izah edilebilecek bir tarafı yoktur.

TAMAMI OYNANMIŞ VERİLERDİR VE DELİL DEĞERİ YOKTUR

Aynı şekilde,HTS kayıtlarına erişilmesi, incelenmesi, kullanılması, iletilmesi ve imha edilmesi konusunda kamuya açık ve veri sahibinin özel hayatın korunmasına ilişkin haklarının garanti altına alınması konusunda etkili kurallar mevcut değildir. Dosya kapsamında nasıl ve nereden temin edildiği belli olmayan ve yasal dayanak olmaksızın BTK’ya yetki ve görev ihdas edilmek suretiyle MİT tarafından hukuka aykırı deliller üretilmiştir. Zira BTK’ya gelen kayıtların hiç birisi ham veri olmayıp, tamamı zaman damgasız, hash değerleri olmayan ve işlenmiş/oynanmış verilerdir. İşlenmiş veri; orijinal olmayan ve kanunun izin verdiği kısımları alınıp diğer kısımları imha edilmesi gereken, yani süzülerek gönderilen verilerdir.

BTK’nın bu kayıtları tutma görevi yoktur. Her ne kadar bu kayıtlar BTK’dan istense de, bu kayıtları tutan merci BTK değildir. Zira bu kurum 2005 yılında kurulmuştur, yani olayın gerçekleştiği tarihte ne BTK, ne de daha önceki ismiyle Telekomünikasyon İletişim Başkanlığı diye bir kurum yoktur.

Bu kayıtları tutan ve 14 yıl boyunca saklayan MİT’tir. Savcılık CDR kayıtlarını kılıfına uydurmak için BTK’dan istemiş, MİT de elindeki bu verileri BTK’ya vermiş ve bu suretle verilerin istenme süreci “kılıfına” uydurulmuştur.

Acaba, elinde bu veriler bulunan MİT neden 14 yıl boyunca sakladığı CDR verilerini olaydan hemen sonra değil de şimdi paylaşma gereği duymuştur? Bu sorunun cevabı bile soruşturmanın hukuki olarak değil, konjonktüre göre ilerletildiğinin ve birileri için zamanı gelince nasıl sopa olarak kullanılabileceğinin göstergesidir.

Kısaca, dosyaya eklenen HTS kayıtları; hiçbir şekilde iddianamenin kurgusunu doğrulamadığı ve dosyaya eklenen kişileri suçlamaya yetmediği gibi aynı zamanda hukuka aykırı delildir.

SAVCILIK, HAYALİ EKLEME VE ÇIKARMALAR YAPIYOR

Savcılık, tanık olarak dinlediği Zihni Çakır’ın anlatmadığı hususları ve kurguda oluşan boşlukları doldurmak için eklemeler yapmaktan da kaçınmamıştır. Zira Zihni Çakır, 05/02/2015’te verdiği ifadesinde; “…Özel Kuvvetler Komutanlığından ayrılma bir Binbaşı; …Mustafa ÖZCAN ile ClA’nin Türk ajanı olarak bilinen Enver ALTAYLI’yla bir görüşme yaptığını bu görüşmede hatırı sayılır bir para karşılığı suikastın işlendiğini Enver ALTAYLI’nın özel kuvvetler komutanlığındaki bağlantıları vasıtasıyla süreçte etkili olduğunu söyledi…” demiştir.

Bu ifadeyle ilgili savcılığın değerlendirmesi şöyledir; “Nuri Gökhan BOZKIR’ın ifadesinde, Mustafa ÖZCAN ve Enver ALTAYLI’nın Özel Kuvvetler Komutanlığındaki kişiler ile bağlantısını kuran kişinin şüpheli Aydın KÖSTEM olduğu, Aydın KÖSTEM’in de Özel Kuvvetler Komutanlığı ile irtibata geçtiği kişinin dönemin ÖKK MAK Alay Komutanı olan Mustafa Levent GÖKTAŞ olduğu CDR verilerinin incelenmesi neticesinde tespit edilmiş ve bu husus Cumhuriyet Başsavcılığımızın 11/03/2020 tarihli dosya inceleme tutanağı ile kaleme alınmıştır” (İdd. s.158).

NGB, hiçbir ifadesinde böyle bir beyanda bulunmamasına ve Zihni Çakır, Mustafa Özcan ve Enver Altaylı ismi dışında dosyaya eklenen başka bir isimden bahsetmemesine rağmen, soruşturma savcısı kurguya uygun olarak Özcan ve Altaylı arasında bağlantı kuran kişinin Aydın Köstem olduğunu, Köstem’in ÖKK’da irtibata geçtiği kişinin de MLG olduğunu iddia etmiş, bu iddiasını da hukuka aykırı hale gelen ve MİT’in nasıl oluşturduğu belli olmayan CDR (HTS) kayıtlarına dayandırmıştır. İşte bu nedenle, savcılık için CDR kayıtları çok önemlidir ve görüşme yapılıp yapılmadığı, yapıldıysa bile ne konuşulduğu belli olmayan bu kayıtlar üzerinden “cinayet senaryosu” yazmıştır. Senaryo ile amaçlanan da bu olayı Gülen Hareketi üzerine yıkabilmektir.

HTS KAYITLARI CİNAYETİ ÇÖZMEK İÇİN KULLANILMIYOR

İddianamede dikkat çeken bir diğer husus, saklanma süresi geçtiği için hukuka aykırı hale gelen CDR ve HTS kayıtlarının cinayetin aydınlatılması için değil, cinayeti Gülen Hareketine yıkabilmek için kullanılmasıdır. Şöyle ki, hukuka aykırı şekilde Tüm Türkiye’nin 1 yıllık CDR kayıtlarını alan savcılık, ne hikmetse dosyanın tüm şüphelilerinin değil, gözden çıkarılan ve işi Gülen Hareketine bağlayabilmek için sonradan dosyaya eklenen kişilerin kayıtlarına bakma gereği duymuştur. Kayıtları inceleme işini de adli bir görevi olmadığı gibi adli kolluk görevi de olmayan MİT yapmıştır.

Nedense, NGB’nin isimlerini verdiği ve hakkında takipsizlik verilen kişilerin cinayet öncesi ve sonrası HTS kayıtlarına iddianamede yer verilmemiş ve bu kişilerin görüşme kayıtlarında şüpheli bir durum yok denilerek konu geçiştirilmiştir. Şüphelilerden MLG, Tarkan Mumcuoğlu ve Fikret Emek’in de sadece birbirleriyle olan irtibatları incelenmiş ve bu kişilerin olay öncesi ve sonrasında kimlerle görüştüklerine yer verilmemiştir.

HTS kayıtları tamamıyla işi Gülen Hareketi üzerine nasıl yıkabiliriz düşüncesiyle dosyaya eklenmiş ve içeriğinde ne konuşulduğu belli olmayan ve savcının tahminlerinden öte somut bir olaya karşılık gelmeyen görüşmeler üzerinden iddianamenin kurgusu oluşturulmuştur.

Savcıya göre M. Özcan, Hablemitoğlu’nun öldürülmesi için E. Altaylı ile irtibata geçmiş, o da MLG’ye ulaşmış ve MLG’nin başındaki ÖKK içindeki bir yapı bu cinayeti işlemiştir. İncelenen HTS kayıtları da bu bağlantıya ilişkin kurguyu oluşturabilmek için dosyaya eklenen kişilerle sınırlı şekilde incelenmiştir. HTS kayıtlarıyla ilgili iddianamede yer verilen bilgilerden, MİT’in bu işi Gülen Hareketine yıkmak için hummalı bir çalışma yapıp korumaya mazhar kişilerle ilgili de kulağının üzerine yattığı çok net anlaşılmaktadır.

TELEFON TRAFİĞİ NEDEN ARTMIŞTI?

Her ne kadar yer verilen HTS kayıtlarının hepsi cinayetle bağlantılı gösterilse ve bu kurgu gerekçelendirilmeye çalışılsa da bu konuyla ilgili şu örnek bile bu kurgunun ne kadar yanlış ve altının boş olduğunu göstermektedir.

İddianamedeki ifadeye göre; “21/10/2002 tarihinde 10:54 de Mustafa ÖZCAN’ın Nizamettin AFŞAR tarafından arandığı, Nizamettin AFŞAR ile Enver ALTAYLI’nın aynı bazda olduğu, Enver ALTAYLI’nın 11:18 de Halil ŞIVGIN’ı aradığı, 11:49 da Halil ŞIVGIN’ın Necip HABLEMİTOĞLU’nu aradığı, Enver ALTAYLI’nın Halil ŞIVGIN’ı aradıktan sonraki ilk görüşmesinde 11:39 da Aydın KÖSTEM’i aradığı, 19:46 ise Necip HABLEMİTOĞLU’nun Şaban YILMAZ adına kayıtlı 0536 435 06 73 nolu gsm hattını kullanan, yakın arkadaşı olan Ergün POYRAZ’ı aradığı, bu görüşmeden hemen sonra 19:50 de Ergün POYRAZ’ın Aydın KÖSTEM’i aradığı (Aydın KÖSTEM-Ergün POYRAZ arasında ilk ve tek irtibat)”

Savcılık, bu görüşmenin de içinde olduğu görüşme trafikleriyle ilgili şu değerlendirmeyi yapmıştır; “Söz konusu bu irtibat trafiği Cumhuriyet Başsavcılığımızca düzenlenen 11/03/2020 tarihli dosya inceleme tutanağı ile de kaleme alınmış, tüm ismi geçen şahısların irtibat trafikleri Necip HABLEMİTOĞLU’nun öldürülmesinden kısa bir süre önce başladığı ve Necip HABLEMİTOĞLU’nun öldürülmesinden sonraki süreçte azalarak devam ettiği görülmüştür. Yukarıda açıklanan irtibat trafiğinin, maktul Necip HABELEMİTOĞLU için kurulduğu teknik olarak izah edilebilmektedir. Ayrıca bu husus Nuri Gökhan BOZKIR’ın Milli İstihbarat Teşkilatınca Ukrayna’dan ülkemize getirilmesi üzerine düzenlenilen ve Cumhuriyet Başsavcılığımıza sunulan 26/03/2022 tarihli istihbari bilgi notunda da ifade edilmektedir.”

Yani savcılığa göre bu görüşme trafiklerinin hepsi Hablemitoğlu cinayetiyle ilgilidir. Acaba gerçekten böyle midir? Bu kurgu ve senaryonun böyle olmadığını anlamak için o tarihte ne olduğuna bakmak yeterli olacaktır.

O gün, dönemin DGM savcısı Nuh Mete Yüksel Alman Vakıfları davasını açmıştır. Hablemitoğlu ve Ergün Poyraz bu dosyanın tanığıdırlar. Nuh Mete Yüksel ile yolları kesişen kişilerin bu konuyla ilgili bir birlerini aramaları gayet doğaldır. Ancak, üzerinden çok uzun zaman geçtiği benzer olayların hatırlanmasının zorluğunun farkında olan savcılık, bunu fırsat bilerek her görüşme trafiğini Gülen Hareketinin cinayeti gerçekleştirdiği kurgusuna monte etmiştir. Ama bunu yaparken, 10 dan fazla kişinin güya planladıkları bir cinayetle ilgili neden sürekli konuşurlar sorusunun sorulabileceğini düşünmemiştir. İddianamedeki HTS trafikleri araştırılsa, bu görüşmelerin benzer bir çok olayla çakıştığı görülecektir.

DEĞERLENDİRME YAZISININ TAMAMI İÇİN AŞAĞIDAKİ LİNKE TIKLAYIN

https://www.justicesquare.com/turkish-writings/hablemitoglu-iddianamesine-iliskin-degerlendirme/

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

1 YORUM

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin