Eğitim ve öğretmen düşmanı olarak Erdoğan

YORUM | UĞUR TEZCAN

Bazıları başlıktaki ifadeyi biraz abartılı bulabilirler. Sonuçta suçlanan kişi siyasi bir lider ve bir şekilde devleti temsil ediyor. Yaptığı eylemler ne kadar kötü de olsa kimileri tarafgirliklerinden, kimileri de korku ve çekincelerinden ötürü yaşanan birçok çirkefliği ve yanlışı şeker ile kaplayarak vicdanlarına hazmettirmeye veya toptan görmezlikten gelmeye çalışıyor. 

Oysa ben bir öğretmen ve eğitim uzmanı olarak konuya çok farklı bir perspektiften bakıyorum. Erdoğan ve AKP hükümeti yirmi yıldır iktidarda oldukları halde eğitim sisteminin gelişmesi adına hiçbir uzun vadeli çözüme imza atamadılar. Kadrolaşmaların, liyakatsizliğe dayalı atamaların, gereksiz ve hukuk dışı ihalelerle kanı emilen sistemin, yıllarca atanamayan öğretmenlerin, yapboz tahtasına dönen uygulamaların ve daha birçok sorunun geçit töreni yaptığı bir dram izliyoruz yirmi yıldır. Bu konuda sadece; uğruna 15 milyar lira civarında para harcanan ve büyük bir israf ve başarısızlık örneği olan Fatih Projesi’ne bakmak bile yeterli. 2010-2011 yıllarında hayata geçirilen o projenin başarısız olacağını daha ilk zamanlarında ele alıp yazan belki de ilk ve tek yazar olarak söylüyorum bunu. 

Tüm bu olumsuzluklara, Türkiye’nin sadece gelişmiş bölgelerinde değil, PKK’nın cirit attığı az gelişmiş ve gelişmekte olan şehirler de dahil olmak üzere birçok bölgesinde eğitim alanında çok köklü ve başarılı çalışmalara imza atmış olan Hizmet Hareketi’nin soykırım yöntemleri ile bitirilmeye çalışılmasının yarattığı sosyal depremleri de eklemek gerekiyor. Üstelik AKP, eğitime topyekûn açtığı ‘hükmetme’ ve ‘ranta çevirme’ savaşında sadece ilköğretim ve ortaöğretim sistemini değil, bir ülkenin gelişip kalkınabilmesinde en önemli sıçrama tahtası olan yüksek öğretim sistemini de bitirme noktasına getirdi. Onlarca başarılı üniversite ya kapatıldı ya da AKP yandaşları tarafından hukuksuzca gasp edildi. Çoğu yurtdışında yetişmiş olan çok başarılı eğitimciler ve bilim adamları bugün ya hapishanelerde ömür törpülüyorlar ya da yurt dışına çıkmış durumdalar. Tıp eğitim ve araştırma üniversitelerinde ve tıbbın değişik alanlarında görev yapmış ve halen yapmakta olan binlerce doktor yurt dışına kaçtı ve halihazırda ülkeyi terk etmeyi bekleyen binlerce doktor da sıralarını bekliyorlar. 

Türkiye eskiden de beyin göçü yaşardı; ancak mevcut durumu izah edecek tek ifade belki de Tevrat’taki anlatımıyla ‘’Eksodos’’ (Exodus) yani ‘Büyük Göç’ veya ‘Umumi Kaçış’. Antik İskenderiye kütüphanelerini yakıp yıkan büyük Moğol saldırılarından daha büyük çapta yaşanan (bilime, eğitime ve eğitimli insana yapılmış) bir saldırının tehdidi altında Türkiye bugün!

Eğitimde yapılması gerekenleri önceki hükümetler de başaramamış olsalar da peş peşe yirmi yıl sistemi elinde tutan bir siyasi partinin bu sorunlara köklü çözümler geliştirememiş olması; hatta sistemi kötürüm olma noktasına getirmiş olması üzerinde çokça konuşulması gereken bir konu. Bu, Türkiye için etkileri sonradan anlaşılabilecek olan çok büyük bir kayıptır da. AKP, zaten devlet sisteminin komple çökmesine sebep oldu; arada eğitimin de kaynamış olması son derece normal diyecek olanlarınıza hak verdiğimi belirterek devam edeyim. 

Daha evvel bir Müslüman olarak, İslamcı AKP’nin İslam ve Müslümanlık adına artık ne anlama geldiğini çeşitli vesileler ile ifade etmiştim. Eğitimli ve organize olabilen, dürüst Müslümanlara karşı girişilen bir soykırım eyleminin baş mümessili bir suç hareketi oldular demiştim kısaca. Türkiye Müslümanları olarak, İttihatçı Cumhuriyet rejiminin sadece ikinci sınıf vatandaş rolüne layık gördüğü Müslümanların hamasetle ve siyasetle değil de eğitimle gerçek temsil ve vatandaşlık konumlarına ulaşabileceğini düşünen, bel kemiği eğitimcilerden oluşan ve sürekli üretip geliştiren ve yetiştiren bir eğitim hareketi, sadece yakıp yıkıp yağmalayan Moğol yağmacılarından daha sefil, sürekli olarak çalıp çırpan ve tüketen siyasi bir anlayışın gadrine uğradı ve toplumun gözü önünde fütursuzca yağmalandı. 

İşte bu bağlam ışığında başlığa tekrar geri dönüyorum. Bir soykırımı duyurmaya çalışırken zulümleri alt gruplarına ayırmak ve o özel konularda uzmanlaşmış ve hassasiyetleri olan dünya kamuoyu ile ilgili gelişmeleri paylaşmak oldukça önemlidir. Erdoğan-Ergenekon işbirliğindeki mafyatik, faşist ve soykırımcı oluşum bugün hem çocuk katilidir, hem gazeteci katilidir, hem asker katilidir, hem doktor katilidir, hem memur katilidir, hem adalet katilidir, hem kadın katilidir, hem de öğretmen katilidir. Mevzu bu şekilde alt başlıklar altında dünya kamuoyunun dikkatine sunulmalıdır.  

Bu meslek gruplarından yüzbinlerce insan sadece mensubu bulundukları Hizmet Hareketi iltisakından dolayı değil; bizzat ve özellikle, eğitimli oldukları ve yolsuzlaştırılıp kontrol edilemedikleri, bu nedenle de ‘kamusal’ alanda yani devlet birimlerinde bir yer hak etmedikleri düşünüldüğü ve bu nedenle de düşman ve tehdit olarak algılandıkları için zulme ve soykırıma uğramaktadırlar. Yani temsil ettikleri İslami kimliğin yanında bizzat eğitim düzeyleri ve meslekleri üzerinden hedef tahtasına konulmaktadırlar. Bu şekilde yüz binlerce masum insan hukuksuz süreçlerle hapislere konuldu, fişlemelere tabi tutuldu, malları ellerinden alındı veya ülkeden kaçmak zorunda bırakıldı… Üzülerek belirtmek isterim ki, maalesef, bu masum Müslüman insanlardan önemli kısmı Erdoğan-Ergenekon rejiminin kolluk kuvvetleri tarafından hukuksuzca tutuldukları sorgu odalarında tecavüzlere de maruz kaldılar ki bir gün adalet geri dönerse cezası en ağır şekilde sorulması gereken suçlar bu kapsamda olan soykırım suçları olmalıdır. Erdoğan, bu suçlardan bizzat mesuldür! Yani kendisi maalesef sadece bir suç örgütü lideri ve soykırım yürütücüsü olmayıp birçok masum Müslümanın hem katili hem de tecavüzcüsü konumundadır! 

Beni bir eğitimci olarak böyle bir yazı yazmaya iten sebebe gelelim şimdi de. Erdoğan, geçenlerde öğretmenler günü vesilesiyle yaptığı bir konuşmada “Bizim öğretmenimize eli kalkanın biz her şeyini darmadağın ederiz!” dedi. Yukarıda resmettiğim içler acısı olan ve hakikatleri yansıtan tabloyu ele aldığınızda bu sözün son derece iki yüzlü bir tarzda söylenmiş olan, samimiyetsiz bir söz olduğunu anlarsınız. Meydanlarda ‘’benim başörtülü bacım’’ derken nasıl sadece kendisine oy veren kesimleri kastediyor; kendisine muhalif olarak gördüğü, eğitimli, Müslüman ve başörtülü bacıları ise hapishanelerde tecavüzlere ve tacizlere maruz bırakabiliyorsa, ‘’bizim öğretmenimiz’’ derken de böyle sanal bir kavrama sarılıyor Erdoğan. Gerçekte olan şu: Kendisine yar olmayacağını düşündüğü öğretmenlerin atamalarını yapmayan, gösterilerde onları polislere dövdürten de kendisi; Meral Akşener’e çiçek verdi diye bir öğretmenin işten atılmasının müsebbibi de kendisi; Afrika’dan, Orta Asya’dan veya Balkanlar’dan MİT marifeti ile kaçırılıp gizli köşelerde işkencelere tabi tutulan öğretmenler de yine onun mahareti. 

Bununla da kalmayıp Hizmet Hareketi’nin kırk küsür ülkedeki okullarına, o ülkelerin bazı temsilcilerine rüşvet vermek veya baskı yapmak suretiyle Maarif Vakfı aracılığı ile el koydurarak oralardaki binlerce öğretmeni ve yüzbinlerce öğrenciyi mağdur eden, eğitime sadece ülkede değil yurt dışında da savaş açmış olan, ‘benim olmayacaksan kara toprağın ol’ tarzındaki arabesk anlayışı siyasi zeminde şiar edinmiş olan Talibancı bir zihniyetin temsilcisi Erdoğan. Bizzat Maarif Vakfı başkanı tarafından vakfın bu amaçla açıldığı itiraf edildiği için net olarak yazabiliyorum bunları. 

İşte eğitim karneniz ve öğretmene bakış açınız bu yazıda özetlenmiş durumda. Erdoğan’ın kendi sözünden derleyerek bitireyim: Amaçları sadece insanlığa hizmet etmek ve İlay-ı Kelimetullah olan masum öğretmenlere ‘’eli kalkanların’’ Allah her şeylerini ‘’darmadağın’’ etsin, onlara iki cihanda da en acı ve ibretlik akıbetleri yaşatsın. Amin!

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

3 YORUMLAR

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin