Gurbetçilerin kısır döngüsü: Fiziken Avrupa’da, zihnen Türkiye’de [İnceleme: Hasan Cücük]

Türkiye, gurbetçileri uzun yıllar ‘döviz’ kaynağı olarak gördü. Avrupa ülkelerine tek başına giden evin reisi, geride bıraktıklarına gönderdiği paralarla hem evinin geçimini sağladı hem de ekonomiye katkı verdi. Aradan yıllar geçtikçe ‘misafir işçi’ olarak geldikleri, gurbette kalıcı oludular. Sılada bıraktıkları eş ve çocuklarını yanlarına alıp, gurbeti vatan eylediler.

Ancak gurbetçiler, anavatana para göndermeye devam ettiler. Memlekette yaptırdıkları evlerle ekonomiye katkı sağlayan gurbetçiler, 1990’lı yıllarda holdinglerin tuzağına düştü. ‘Faizsiz yüksek kâr payı’ iştahlarını kabartırken ‘İslamî’ kısmı her iki taraf için de sadece bir kılıftı. Holdingler, gurbetçilerin parasını ‘İslamî kılıfla’ soyarken, yılların birikimi de eriyip gidiyordu.

Gurbetçilere ‘seçme hakkı’ iyi olmadı

2000’li yıllarda artık bulundukları ülkeye yatırım yapmaya başlayan gurbetçiler, artık Türkiye’nin gözünden ve gönlünden düşmüştü. Ancak yıllardır konuşulan, bir türlü hayata geçirilmeyen ‘yurtdışında yaşayan Türk vatandaşlarına seçme-seçilme hakkı’ verilmesi 2010’lu yıllarda sadece ‘seçme hakkı’ verilmesi ile gerçeğe dönüştü. Bu hakla birlikte gurbetçiler yeniden Türkiye’nin gözünde -özellikle siyasal partilerin- yeniden değer kazanıyordu.

Döviz kaynağı olmaktan artık oy deposu olmaya dönüşmüştü gurbetçiler. Peki, seçme hakkının verilmesi Avrupalı Türklerin yaşantısına ne katacaktı?

Avrupa ülkelerinin Türklere yönettiği eleştirilerin başında “Fiziken Avrupa’da ama zihnen Türkiye’de yaşıyorsunuz” geliyor. Bunun anlamı şu: Bulunduğunuz ülkeye entegre olup, topluma katkı sağlamıyorsunuz. Bu eleştiride haksız da değiller. Avrupa’da hemen her Türkün evinde mutlaka Türk TV kanalları var. Ekonomik rahatlıktan dolayı ‘tuzu kuru’ olan gurbetçiler, Türkiye’de bulunanlardan daha yakından gelişmeleri takip ediyor, ‘derin siyasi analizler’ yapıyorlar. Türklerin buluşma mekânı dernek ve cami lokalleri olunca, sohbetler de hep Türkiye üzerine oluyor.

Milli Görüş’ten kalma alışkanlık

Yurtdışında yaşayan Türklere seçme hakkının verilmesi siyasi partilerin doğal olarak iştahını kabartıyordu. 2,5 milyonluk seçmen kitlesinin hatırına parti liderleri bir bir Avrupa’nın yolunu tutmaya başladı. Aslında Avrupalı gurbetçilerin, varlığını ilk keşfeden Milli Görüş olmuştu. Refah ve Fazilet Partisi dönemlerinde Avrupa’dan Milli Görüş teşkilatları seçim zamanı seferberlik ilan edip, oy kullanmak için Türkiye’ye gidiyordu. Milli Görüş lideri Necmeddin Erbakan, her yıl Almanya’da devasa spor salonu ve statlarda gurbetçilerle buluşuyordu.

Oy kullanma hakkının verilmesiyle AKP; Avrupa’da arka bahçesi olarak kurdurduğu Avrupa Türk Demokratlar Birliği (UETD) ile dev salon toplantıları düzenledi.

Sandığa yansıyanın çoğu AKP’nin

tr vatandaş spotGurbetçiler ilk kez Ağustos 2014’te yapılan cumhurbaşkanlığı seçimlerinde oy kullanırken, katılım yaz tatili olmasından dolayı oldukça düşük oldu. 2015’te 7 Haziran ve 1 Kasım’da yapılan genel seçimlerde gurbetçiler yeniden sandık başına gitti. Sadece konsolosluklarda oy kullanılırken, oy kullanmak için uzak şehirlerden otobüsler tutuldu. Bu süreçte cami dernekleri adeta AKP’nin birer siyasi karargâhı gibi kullanılıyordu. Almanya’da sandık görevlisi bir imamın sahte oy kullanırken yakalanması utanç olarak tarihe geçti.

Gurbetçilere yönelik seçim vaatleri hep ekonomi endeksli. Ucuz THY bileti, çocuk yapan anneye doğum parası, daha önce AKP’nin yükselttiği pasaport harçları ve dövizle askerlik bedelinin düşürülmesi gibi sıradan ekonomik vaatlerle gurbetçilerin oylarına talip olundu. Her ne kadar katılım istenilen seviyede olmasa da özellikle AKP; gurbetçilerin sandığa yansıyan oylarının ezici bir çoğunluğunu hanesine yazdırdı.

Yerel siyasetle ilgileri hiç kalmadı

Gurbetçiler, sadece seçme hakkı verilmesini hiç sorgulamadı. Sorunlarının çözümünün Ankara değil, bulunduğu ülkelerin başkentlerinden geçtiğini görmezden geldiler. Binlerce km uzaklıktaki anavatanda yapılan seçimler için yüzlerce km yol yaptılar ancak bulundukları ülkelerdeki yerel ve genel seçimlerde oy kullanmaktan kaçındılar. Bulundukları ülkelerde iktidarı değiştirecek potansiyele sahip olduklarının farkına bile varmadılar.

Örneğin Haziran 2015’te Danimarka’da yapılan genel seçimlerde sol blok 9400 oy farkla iktidara gelmişti. Danimarka vatandaşı olmuş, 18 yaşından büyük Türklerin sayısı ise 22 bin civarındaydı. Yani, Türkler istese daha doğru ifadeyle sandık başına gitse iktidarı belirleyecek bir güce sahiptiler. 22 bin Türk’ten sandık başına gidenlerin oranı yüzde 20’ler civarında kalıyordu.

Hakları için mücadele edebilirdiler

Seçme hakkının verilmesi, Avrupalı Türkler arasında 1980’li yıllarda gördüğümüz ‘siyasi kamplaşmaları’ da beraberinde getirdi. Siyasetin girmemesi gereken mekânlar siyasi üs konumuna geldi. Türkiye endeksli yaşayanlar, seçme hakkının verilmesiyle tamamen bulundukları ülkeden koptular.

Bu durum Türkiye’deki partiler için sorun teşkil etmiyor. Nasıl olsa bedavadan oy alıyorlar. Ama Avrupa’da yaşayanlar Türkiye’nin seçim cazibesine kapılıp, bulunduğu ülkeden adım adım uzaklaşıyor. Bunun faturalarından birisi ise aşırı sağın yükselişi karşısında daha aktif rol alabilecekken, hiçbir şekilde karışmadıkları ülke siyasetinde kendi haklarının günden güne kısıtlanması oluyor. Türkiye’de özgürlüklerin kısıtlanmasına verdikleri destek de cabası!

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin