Günümüz Yargısına Önemli Bir Ders Olarak Yassıada Yargılamaları [Dr. Serdar Efeoğlu]

Bugün, seçilmiş bir iktidarın gerçek yüzü bir türlü anlaşılmayan darbe teşebbüsü bahanesiyle üç binin üzerinde hâkim ve savcıyı tutuklayarak yargıyı tamamen kontrolüne aldığı bir dönem yaşıyoruz. Ülkemizin geçmişine baktığımızda bazen siyasi iktidar bazen de asker vasıtasıyla yargıya doğrudan müdahale edildiği bir realite olarak karşımıza çıkıyor. Özellikle 27 Mayıs ve 12 Eylül darbeleri dönemlerinde ordunun yönetime el koymasıyla yargının tamamen askeri gücün emrinde hareket ettiği görülüyor. Biz bu yazımızda 27 Mayıs sürecinde askeri yönetimin yargıyı nasıl yönlendirdiğini örneklerle açıklamaya çalışacağız.

27 Mayıs darbecileri başta Cumhurbaşkanı Celal Bayar ve Başbakan Adnan Menderes olmak üzere eski ve yeni bakanlarla birlikte yüzlerce Demokrat Partili milletvekilini tutukladılar. Askerler darbeye “hukukî” bir kılıf bulma düşüncesiyle İstanbul ve Ankara Üniversitelerinin Hukuk Fakültesi hocalarının desteğiyle darbeyi yasal bir zemine oturtmaya çalıştılar. “Darbe” yerine “ihtilal” kelimesini tercih ederek basın yayın organlarında “sakıt-düşük” olarak nitelenen ve “vatan haini” olmakla itham edilen Demokrat Partililer aleyhinde aslı astarı olmayan haberler yaptırdılar. Demokrat Partilileri aşağılayan “Düşükler Yassıada’da” isimli bir propaganda filmi sinemalarda gösterildi. Basının tamamına yakını darbeyi öven haberleri manşetlerine taşıyarak Menderes ve arkadaşları aleyhinde yayın yaptı. Özellikle Bayar ve Menderes’in “vatana ihanetleri!” ve özel hayatları gazetelerin ilk sayfalarında geniş olarak yer aldığı gibi Demokrat Partililer basın vasıtasıyla bir mahkeme kararı olmadan kamuoyunda suçlu olarak gösterildi. Hatta Akis Dergisi “Yassıada’da Yüksek Adalet Divanı’nın huzurunda hesap verenler “sanık” değildir… Duruşma salonunda suçları bulunup bulunmadığına bakılmayacak, suça iştirak payları tayin edilecek ve cezaları ona göre takdir edilecektir” şeklindeki ifadeyle daha baştan sanıkları suçlu ilan edecek kadar ileri gitti.

YOK MAHKEME, YAP MAHKEME

Yassıada’da hukukun temel prensiplerinden birisi olan “tabii hâkim” ilkesi ihlal edildi. Yürürlükteki 1924 Anayasası’na göre “Yüce Divan” sıfatıyla yargılamaları Yargıtay’ın yapması gerekirken, “Yüksek Adalet Divanı” adıyla özel bir ihtilal mahkemesi oluşturularak başkanlığına halkın “Zalim Başol” dediği Salim Başol, savcılık görevine de Altay Ömer Egesel tayin edildi. Duruşmalarda da hukuksuzluklar devam etti. Demokrat Parti’de iken CHP’ye geçen milletvekillerinin neden yargılanmadığı sorusuna Salim Başol, “Sizi buraya tıkan irade böyle istiyor” diyerek yargı bağımlılığını açıkça belirtti. Başol, idamla yargılanan sanıkların savunmasını uzatmasına kızarak savunmaların yazılı olarak verilmesini istedi. Darbeci askerlerin oluşturduğu Milli Birlik Komitesi (MBK) Yassıada yargılamaları boyunca müdahil olarak süreci yönlendirdi. Sanıklar çok ağır şartlar altında tutuldu, hakaret ve aşağılamalara maruz kaldı, aileleri ile görüştürülmedi. Örneğin Menderes savunmasında; beş aydır bir odada tecrit edilmiş bir durumda tutulduğunu, bir kelime konuşma imkânı bile verilmediğini, bu durumun konuşma ve aklî melekelerini sekteye uğrattığını söyledi. Yargılamalar sırasında altı milletvekili hayatını kaybettiği gibi eski Konya valisi Cemil Keleşoğlu da intihar etti.

yassıada 1

KULLANIŞLI YAFTA: VATAN HAİNİ

Suçlamaların esasını Türk Ceza Kanunu’nun 146. Maddesinde düzenlenen “Anayasayı İhlal Suçu” olarak isimlendirilen devlet aleyhine işlenen cürümler oluşturdu. Anayasaya aykırı kabul edilen kanunlar Meclis’ten geçerken olumlu oy kullanan milletvekilleri suçlanarak bu gerekçeyle yargılama yapıldı. Hâlbuki Anayasa’nın 17. Maddesine göre milletvekilleri mecliste yasama faaliyetleri dolayısıyla söyledikleri sözler, çalışmaları ve kullandıkları oylar konusunda mutlak dokunulmazlık ve sorumsuzlukla donatılmıştı. İkinci gerekçeyi sanıkların “vatan haini” olarak ilan edilen Bayar ve Menderes’le kişisel ilişkileri ve yakınlıkları oluşturdu. Duruşmaların “Anayasayı İhlal Davası” gibi ciddi bir dava varken Bayar’ın yargılandığı “Köpek” ve Menderes’in sanık olduğu “Bebek” davası ile başlaması bile yargılamaların durumunu gösteriyordu. Yukarıda söz ettiğimiz davalar dışında 6-7 Eylül Olayları, Vinylex, Zimmet, Örtülü Ödenek, Radyo, Topkapı Olayları, Kayseri Olayları, Vatan Cephesi, Demokrat İzmir Gazetesi gibi davalarla ilgili yargılamalar yapıldı. Mahkemede toplam 592 sanık, 19 ayrı davadan yargılandı. Yargılamalar sonunda aralarında Bayar ve Menderes’in de olduğu on beş kişi için idam kararı verildi.

YASSIADA MAHKEME SAYILIR MI?

Elbette üzerinde durulması gereken bir konu Yassıada yargılamalarının bir mahkeme sayılıp sayılmayacağıdır. MBK’nın yargılamalara doğrudan müdahale etmesi, bir görüşmede hâkim heyetine altmışın altındaki bir idam kararının darbenin meşruiyetine gölge düşüreceğinin ifade edilmesi, Devlet Başkanı Cemal Gürsel’in Başol’la iki defa görüşmesi, sanıkların ve avukatların savunmalarının sürekli müdahale ve sınırlamalara maruz kalması yargılamaları tartışmalı hale getirmektedir. Yassıada’da en temel hukuk ilkeleri bile ihlal edilerek yargıya bir balyoz indirilmiş, hukuk-siyaset ilişkileri büyük zarar görmüştür. Darbecilerin emrine giren hukukçuların hukuku hiçe sayan icraatları, yargı bağımsızlığı, kuvvetler ayrılığı ve hukukun üstünlüğü prensiplerinin yara almasına neden olmuştur. Bunda darbecilerin baskısı yanında hâkim ve savcıların sanıklara karşı olan önyargıları, daha açık bir ifadeyle tarafsızlıklarını kaybetmeleri de etkili olmuştur. Mahkeme tutanaklarından henüz mahkemeler başlamadan kararların dikte ettirilmesi gibi garip durumlar yaşandığı ve “muhalif” olarak algılanan bir kesimin tamamen tasfiyesinin amaçlandığı ortaya çıkmıştır.

‘SALİM BAŞOL BİN KERE ÖLDÜ’

yassıada 2Yargılamalar sonucunda Adnan Menderes, Hasan Polatkan ve Fatin Rüştü Zorlu’nun idam edilmesi toplumsal hafızada bugüne kadar onarılamayan büyük yaralar açmış, 27 Mayıs darbecilerinin “düşük, vatan haini” şeklinde isimlendirdiği, duruşmalar sırasında sürekli hakarete maruz kalan Adnan Menderes zamanla bir “kült” haline gelmiştir. Bir zamanların “vatan haini” Menderes’in bugün Turgut Özal’la birlikte sağ siyasette önemli bir yer tutması ilginç bir durum oluşturmaktadır. Salim Başol ve Altay Ömer Egesel ise toplum vicdanında mahkûm oldu ve dönemin avukatlarından Hüsamettin Cindoruk’un Zaman’a verdiği röportajda dediği gibi “Adnan Menderes bir kere öldü; ama Salim Başol bin kere öldü. Ne saygı gördü ne de itibarları oldu”.

YARGI 27 MAYIS GÜNLERİNE DÖNDÜ

Bugün Türk yargısı yeni bir sınavdan geçiyor. Yargı, 15 Temmuz darbe girişiminin etkisiyle hem siyasi iktidarın baskısına maruz kalıyor, hem de psikolojik bir baskı altında hareket ediyor. Darbe teşebbüsü sonrasındaki ilk altı aylık döneme bakıldığında, çok kötü uygulamalara imza attığı açıkça görülüyor. Keyfi bir şekilde tutuklamalar yapılıyor, yasal bir sendikaya üye olmak ve yine kanunlara uygun faaliyet gösteren bir bankaya para yatırmak suç sayılıyor, internetten indirilebilen bir program gerekçe gösterilerek binlerce kişi tutuklanıyor. Kanunla kurulan ve her yıl denetlenen üniversitelerin yöneticileri komik gerekçelerle hapse atılıyor. OHAL’in de verdiği güçle darbe gerekçesiyle muhalif gazeteci, akademisyen, işadamları, ev hanımları birer bahane ile cadı avına maruz kalıyor. İşkenceler, hapishanelerde sayısı otuzu geçen ölümler ve yeni doğum yapmış kadınların bile gözaltına alınması gibi kamu vicdanını yaralayan hadiseler yaşanıyor. Geçmişte Demokrat Partililere yapılan yanlış uygulamalar, bugün Menderes’in varisi olduğunu iddia eden bir parti döneminde katlanarak tekrarlanıyor.

Bundan sonraki aşamada mahkeme süreçleri başlayacak ve davalar görülecek. Günümüz yargısının Yassıada mahkemelerinin yaptığı hataları tekrar etmemesini ve siyasi baskılara boyun eğmemesini temenni etsek de mevcut uygulamalar bu konuda hiç ümit vermemektedir. Bu durumda yargı bağımsızlığını ortadan kaldıracak şekilde yargıya müdahale eden siyasetçiler kadar hukuksuzluklara imza atan hâkim ve savcılar da Salim Başol ve Altay Ömer Egesel gibi tarihe birer kara leke olarak geçecektir.

Kaynaklar: SDE 27 Mayıs Raporu (2010); Z. Hacımuratlar, “Hukuk-Politika-Adalet İlişkileri Bakımından Yassıada Yargılamalarına Bakış”, Ankara Barosu Dergisi, S. 3 (2008); M. Nalbantoğlu, F. Akın, “27 Mayıs Askeri Müdahalesi’nin Konya Basınındaki Yansımaları”, SÜEFD, S. 24 (2010).

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

1 YORUM

  1. Günümüzdeki soykırımı gerçekleştirenlerin cezası sadece hatırlnmamak ve unutulmak olmamalı.
    Hukuk çerçevesinde “ibret-i alem” bir cezaları olmalı ki, bu devran hep böyle gitmesin.
    Hukuksuzluk adına şu an işlenen suçların tespiti önemli. İyi tespit edilsin ki cezası da suçla orantılı olsun.

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin