Güçlenen rejimi durdurmak

YORUM | Prof. Dr. MEHMET EFE ÇAMAN

Hitler iktidara geldiğinde en önemli sorunlarından biri ordunun kendisine sadık olmasını sağlamaktı. Anti demokratik rejimlerin en baş sorunudur bu. Çünkü hukuktan çıkarsanız, sizi sadece kaba güç ayakta tutabilir. Ne kadar popüler bir lider olursa olsun, Hitler bunu biliyordu. Hitler’in propaganda bakanı ve sağ kolu Goebbels bu nedenle özel politikalar tasarladı. Hitler ve Nazi partisinin Alman ordusuyla ilişkilerinin iyi olduğu izlenimini yaratabilmek için uğraştı. Çünkü muhalefetin direncinin kırılması da, halkın Hitler’e soğuk bakan kesimlerinin ikna edilmesi de önemliydi ve stratejikti. Almanya’nın imparatorluk geçmişi ve zaferlerle, başarılarla dolu eski günler gibi her kesimin koltuklarını kabartan, hoşuna giden ve milli birliği sağlayan söylemler, çok işe yarıyordu. Hitler, özellikle milliyetçi, muhafazakâr ve Birinci Dünya Savaşında onuru kırılmış gazi kesimlerin ve fakirlerin umudu olmayı böyle başardı. Halk Birinci Dünya Savaşı’nın kâğıt üzerinde, başarısız ve hain siyasetçiler yüzünden kaybedildiğine inanıyordu. Geçmiş günlerin görkemli Almanya’sı idealize ediliyor, Hitler işte tam da bu Almanya’yı yeniden yaratacağına söz veriyordu.

Hitler iktidarının başında orduyu kontrol edebilecek azami imkânlara sahip değildi. Orduda etkili generallerden birinin darbe yaparak iktidarı ele geçirmesinden çok korkuyordu. İttifak içinde olduğu ordu içi gruplar, esas çekindiği kesimdi. Zaten diğer muhalif generaller ve subaylar pasifize edilmiş veya tasfiyeye uğramışlardı. Fakat ya işbirliği içinde olan güçlerden biri saf değiştirirse? Hitler bu nedenle yerleşik nizamla çatışmaya girmemeye özen gösterdi. Alman geleneksel devletinin yerleşik bürokrasisiyle denge kurdu. Ordunun ve bürokrasinin Hitler ve hükümetini desteklediği imajını canlı tutmak, Goebels’in en büyük başarılarından biridir. Rejimin yerleşmesinde ve konsolide olmasında bunun rolü önemlidir.

Alman halkının sefaleti, yüksek enflasyon ve geçim sıkıntısı, birçokları için Hitler’in kısa zamanda iktidarını kaybedeceğini varsaymalarına yol açtı. Fakat Hitler ekonomik krizlerin halkı daha da radikalleştirdiğini iyi tespit etti. Durum ümitsizleştikçe Hitler’in karizması arttı. Hitler, bu ortamda Cumhurbaşkanı Hindenburg’un ölümünden sonra Hitler tüm yetkileri kendisinden toplayarak bir tür süper yürütme oluşturdu. Elbette başında kendisi olacaktı. Bunu yaparken ordunun tansiyonunu kontrol etti. Ve onayını aldı.

Hitler, Almanya’nın büyük devlet ve yeniden emperyal bir dünya gücü olacağı konusunda takıntılıydı. Bunu sağlamak için Almanların arasındaki siyasi farklılıkları gölgeleyecek ve onları bir iç ve dış düşman karşısında birleştirecek bir düşman figürüne ihtiyacı vardı. Yahudiler Goebbels tarafından bu iş için kullanıldı. Bir rejim diskuru yaratıldı. Bu diskur, yedi yirmi dört radyo ve yazılı basın kanallarıyla halka pompalandı. Antisemitizm istenilen seviyeye geldiğinde, artık Almanlar her şeye yeni rejimin diskuru perdesinden bakıyordu. Hitler, diskur mimarisini tartışmasız rejimin en önemli güç aracı olarak kullandı. Almanya’nın tüm sorunlarını bu “öteki” imajıyla “izah etti” ve halk bunu hararetle benimsedi. Böylelikle “Yahudilerin” devletten ve toplumdan “temizlenmesi” süreci başladı. Statüleri değiştirildi. Kriminalize edildiler. Sippenhaft (aile boyu suç) konsepti çerçevesinde toplumdan tecrit edildiler. Okul çocuklarına kadar Yahudilerin “kötü olduğu” algısı Alman toplumuna yerleştirildi. Mal ve mülklerine el kondu. İşlerini kaybettiler. Bir kısmı ülkeden kaçabilmeyi başardı. Büyük kısmı ise toplama kamplarına gönderildi.

Alman parlamentosu Reichstag binasına yapılan kundaklama, Hitler rejiminin muhaliflerin üzerine gitmesi ve geniş çaplı tasfiyeleri beraberinde getirdi. Rejimi konsolide etti ve rejimin otoriterlik seviyesinde bir dönüm noktası oldu. Rejim, yürürlükteki Weimar Anayasasının ilgili maddelerini işletilerek olağanüstü hal ilan etti ve Hitler böylelikle parlamentoyu baypas edebilecek olanağa kavuştu. Böylece 1933 yılı itibarıyla zaten sınırlı olan Almanya demokrasisi tümüyle rafa kaldırıldı. Kanun hükmünde kararnameler ilan edilerek basın özgürlüğü ve bireysel hak ve hürriyetler büyük oranda askıya alındı. Bir korku imparatorluğu inşa edildi. İçişleri bakanı Herman Göring bu dönemde birçok faili meçhul cinayet ve suikastı gizli servisle beraber planladı, onlarca muhalif kaçırıldı ve işkenceden geçirildi. Yüzlerce basın mensubu, akademisyen ve muhalif fabrikasyon gerekçeler üretilerek hapse atıldı veya toplama kamplarına gönderildi. İşin ilginci, Naziler Reichstag’ı kendilerinin kundakladığını gizlediler. Suçu Komünistlere yıkabilmek için kundaklamayı Hollandalı bir aktivistin yaptığını, bunun bir organize kalkışma olduğunu ileri sürdüler. Bu yolla tüm faşizan takibat ve zulüm politikalarını aklamış oldular. Alman halkı Nazilere inandı. Bu planlamalar, içişleri, istihbarat ve propaganda birimlerinin titiz çalışması sonucu üretildi ve uygulandı. Tek hedef zulüm rejimini halk nezdinde meşrulaştırmak ve rejimin iktidarını konsolide etmekti. Başardılar. Almanya’yı tümüyle karanlığa gömecek bir rejim böylelikle kontrolü tam anlamıyla sağladı.

Naziler Reichstag yangını sonrasında yaklaşık 4,000 (dört bin) insanı tutukladı ve işkenceden geçirdi. Çoğu tutuklu neden tutuklandığını bile öğrenemeden yıllarca hapiste kaldı. Gözü korkan basın hiçbir eleştirel bakışta bulunmadan Nazi diskurunu kabullendi. Alman akademisi bu ağır hak ihlallerine ses çıkartmadı. Zaten bu dönem akademiden muhalifler, başta Yahudi kökenli bilim insanları olmak üzere, uzaklaştırıldı. Çoğu yurtdışına kaçtı. Kaçtıkları ve sığındıkları ülkelerden biri de, kadere bakın, Türkiye Cumhuriyeti’ydi. Kontrollü Reichstag yangınından itibaren üç yıl kadar bir süre içinde Nazi rejimini eleştiren hiçbir muhalefet partisi veya siyasi hareketi kalmadı. Tüm eleştirel düşünen ve anayasal Weimar devletinin anayasal düzeninin yeniden tesis edilmesini savunan aydınlar takibata uğradı ve ya ülkeden kaçmak zorunda bırakıldı veya hapse ya da toplama kamplarına yollandı. Aynı şekilde bu insanların aile bireyleri de Sippenhaft anlayış çerçevesinde (kolektif suç ilkesi gereği) kriminalize edildi. Böylelikle yeni rejim, Hitler liderliğinde tek bir parti olana kadar dönüştü ve sonunda totaliter ırkçı faşist bir ölüm makinesi halini aldı.

Bu tarihten bugün ne öğreniyoruz? Ne öğrenmiyoruz ki! Bir rejim inşası için orduya ihtiyaç duyduğumuzu, ordunun içinde hizipler olduğunu ve bu hiziplerin kendi istediklerini gerçekleştirebilmek adına sivil karizmatik popülist liderlerle işbirliği ve anlaşmalar kapabileceklerini öğreniyoruz mesela! Yine öğrendiğimiz başka bir şey, propaganda ve algı çalışmaları ile istihbarat işbirliği sayesinde topluma istenilen algının pekâlâ kabul ettirebildiği, böylelikle rejimlerin kendi işlerine gelen “gerçekliği” yaratabildikleri! Reichstag yangınından da bu tür kirli rejimlerin istedikleri ortama bahane olacak fabrikasyon gerekçeleri nasıl ürettiklerini öğrenmiyor muyuz?

Bu noktadan sonra rejimin önünde olan olasılık, geniş çaplı bir “ölüm-kalım savaşı” senaryosuyla, efsunlanmış halkı daha da rejime sadık ve dünyadan-gerçekten kopuk bir halka dönüştürmek! Suriye, potansiyel olarak Türkiye rejimine inanılmaz bir fırsat sunuyor. Moskova uydusu bir devlete dönüşerek rejimin mümessillerinin dokunulmazlık ve ömür boyu iktidar elde etmek istemelerini anlıyorum. Buna ulaşmanın en kestirme yolu, artık fiili olarak kesinleşen Batı liginden kopuşu, hukuken de gerçekleştirmek. Suriye’de ABD askerleriyle karşı karşıya gelen TSK, bu geri dönüşü imkânsız noktayı geçmeyi sağlayacak araç olacak gibi. TSK’nın şu anki yapısı buna çok müsait. Öğrendiğimiz tarih bize tozlu raflardan çok dikkatli ve bilgece hareket etmemiz gerektiğini fısıldıyor. Maalesef bu dikkat ve bilgelik bugünkü Türkiye toplumunda da, onun izdüşümü olan Türkiye siyasetinde de mevcut demek çok güç. Bilgisizlik ve ilkesizlik, şahsiyetsizlikle birleşiyor ve ağlarını ören kader Türkiye’yi ve toplumunu büyük bir felakete hızla yaklaştırıyor.

Keşke Hitler’e engel olunabilseydi, keşke Nazilere karşı Almanlar direnebilseydi! Keşke bir anda ortadan kaybolan komşulara zamanında sahip çıkılabilse, yapılan utanç kaynağı rezil suçlar engellenebilseydi. Keşke, keşke, keşke! Bunları kitaplardan okurken, filmlerini izlerken, müzeleri gezerken düşünüyoruz! Peki, neden kendi ülkemiz, toplumumuz ve devletimiz söz konusu olduğunda, tarihten öğrendiğimiz dersin vermesi gerekli olan bilgeliği devreye sokamıyoruz? Çok ama çok acıdır, bugünkü Türkiye toplumu, izahı mümkün olmayan şekilde pro-faşist anayasasız bir felaketler rejimine alıştı! Toplumlar istemeden liderler onları felakete sürükleyemez! Ve bedeli her zaman toplumlar öder. Bu bedeli ödemeye hazır mısınız? Bu bedeli çocuklarınıza ve torunlarınıza ödetmeye razı mısınız?

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

2 YORUMLAR

  1. Bizim turk toplumunun sorunu rejimle devleti karistirmasi devleti elegecirenlerin uygulamalari rejim demek, devlet baska rejim baska devlet aygit rejim uygulama, rejime laf soylesen rejimin sajipleri dubareye baslayip devleti elestiriyorlar gargarasi yapiyor. Halk oncelikle bunun ayirmasini bilmeli. Sonrada bu rejim kimlerin ne isine yariyor kim kaybediyor kim kazaniyor onu bilmeliki asil dusmanini tanisin. Bu yazi bunun kavranmasina hizmet ediyor guzel bir is yapiyor bence, tesekkurler mehmet bey.

  2. Haklı bir sorgulama, doğru tespitler. Türkiye maalesef son yıllarda 1930’lu yılların Almanya’sının izinden gitmekte. Bu sefer son farklı mı olur, Allah bilir! Ne diyelim geçmişten ibret almayan ve koskoca bir ülkeyi bu hale getirenlere yazıklar olsun.

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin