‘Gayrimüslimler cennete girecek’ (I)

YORUM | AHMET KURUCAN

(Gelecek Projeksiyonu Yazıları 47)

“Allah Kur’an’da yer alan birçok ayet-i kerimesinde farklı dinleri zikrederek Allah’a, kıyamet ve hesap gününe iman edip imanına yaraşır salih amel yapan kullarının ahirette mahzun olmayacağını ve mükafatlarını Rablerinden alacağını ifade etmiştir. Allah bütün kullarına karşı adildir. Aksi bir yaklaşım bugün yeryüzünde Müslüman olmayan ortalama 6,5 milyar insanın cehenneme gitmesi demektir ki bunun aklen tatmin edici izahını yapmak mümkün değildir. Dolayısıyla Allah’a şirksiz, ahiret gününe şeksiz inanan ve salih amel yapan herkes cennete girer Bunun aksini iddia etmek bağnazlıktır, yobazlıktır, cenneti inhisar altına almaktır.”

“Kur’an Mü’minun suresinin 1-11 ayetlerinde cennete gideceklerin vasıflarını sayar. Bunlar candan, içten ve samimi bir şekilde iman edenler, ibadetlerinde Allah’a karşı saygıyla muamelede bulunanlar, çirkin söz söyleyenlere aldırmayıp doğru bildiği yolda devam edenler, zekât vermek için çalışıp çabalayanlar, namus ve iffetlerini koruyanlar, emanetlere ve verdikleri sözlere riayet edenler, iman ve ibadetlerinde sürekliliği sağlayanlar olarak anlatılıyor. Eski ümmetler içinde böyle kişiler olduğu gibi şimdi de vardır. Kur’an’ın ortaya koymuş olduğu ilkeler, değerler bu kadar açık ve net iken bazıların bütün ehli kitabı cehennemlik olarak görmesi Kur’anî gerçeklerle hangi ölçüde bağdaşır? Ayrıca böyle bir görüş haşa ve kella Allah’ın kullarını cehennemde azap etmekten sanki zevk alan biri konumuna sokmaz mı? “Allah kullarına zulmedici değildir” (8/51)

“Cennet müminlerin tekelinde değildir” görüşüne seslendirenlerin nihai söylemleri bu istikamette. Pekâlâ bu görüş sahiplerinin dayanmış olduğu deliller nelerdir? 5 madde halinde izah etmeye çalışacağım ama önce “gayrimüslimler cennete girecektir” diyen görüş sahiplerinin tespit edebildiğim kadarıyla kafir ve müşrikleri bu kategorinin dışında tuttuğunu belirteyim. Onlar, söz konusu görüşlerini tespit ettikleri delilleri ile anlattıktan sonra “Allah’a şirksiz, ahiret gününe şeksiz inanan ve salih amel yapan herkes cennete girer” diye bağlıyorlar. Hatta “Allah üçün üçüncüsüdür diyenler kafir olmuştur” (5/73), “Allah, Meryem oğlu Mesih’tir” diyenler kafir olmuşlardır.” (5/72) ayetlerini delil göstererek, ehli kitap içinden bu inanca sahip olanları da devre dışı bırakıyorlar.

Onlar ehli kitap haricindeki inanç sahiplerine yönelik yukarıda da okuduğunuz 6,5 milyar insanın cehenneme gitmesine dair, “Allah kullarına karşı zalim değildir” (3/182) gibi genel ifadeler ışığında dolaylı olarak beyanlarda bulunuyor, göndermeler yapıyor ama açık, seçik ve net olarak Budist, Şintoist, Brahmanist, Zerdüşt, Deist, Agnostik, Ateist vb. inanca sahip olanlar adına bir şey söylemiyorlar. Haliyle burada bir boşluk oluşuyor. Değerlendirme ve sonuç bölümünde bu boşluğa değineceğim.

Şimdi onların delillerine geçelim:

1- Kur’an’da insanlar inanç eksenli tasnife tabi tutulduğunda karşımıza çıkan 4 sınıftan biri ehli kitaptır. Ehli kitap kendilerine peygamber gönderilmiş, kitap verilmiş kavimler için kullanılan bir tabirdir ki nüzul toplumunda bunlar Yahudiler ve Hristiyanlardan ibarettir.

Ehli kitabın ahiretteki akıbeti ile alakalı olarak Kur’an’da birbirine çok yakın manaya sahip olan şu iki ayet dikkat çekicidir. “Şüphesiz, iman edenler, Yahudilerden, Hristiyanlardan ve Sabiîler’den de Allah’a ve ahiret gününe inanıp salih amel işleyenler için rableri katında mükâfatlar vardır. Onlar için herhangi bir korku yoktur; onlar üzüntü de çekmeyecekler” (2/62) ve “İman edenler, Yahudiler, Sabiîler ve Hıristiyanlar, (bunlardan) Allah’a ve ahiret gününe inanıp yararlı işler yapanlara korku yoktur ve onlar üzülecek de değillerdir.” (5/69)

Bu iki ayette öncelikle dört adet dini sınıftan bahsedilmektedir; Mü’minler/Müslümanlar, Yahudiler, Hıristiyanlar, Sabiîler. Akıbetleri adına da söylenen şey korku/endişe duymama ve mahzun olmamalarıdır. Korku duymama ve mahzun olmamada ortak payda olarak üç şart ileri sürülmüştür; Allah’a iman, ahiret gününe iman ve dünyada salih amel yapma. Burada Hz. Muhammed’in (sas) peygamberliğine inanma, onun tebliğ ve temsilini yaptığı İslam dinine iman etme söz konusu değildir. Ahiret gününe iman açıkça zikredildiğine göre korku duymama ve üzülmeme elbette ahiret hayatını da içine almaktadır.

Cenneti Müslümanlara inhisar ettiren bazı kişilerin tarih boyunca bu ayeti İslam’ın nüzulünden önce yaşayan Hıristiyan, Yahudi ve Sabiîlere has kılması ayetin muhtevasını ve Allah’ın rahmetini daraltma anlamını taşır. Kaldı ki bu son tahlilde beşerî bir yorumdur. Onların bu tür yorumuna karşılık biz de tam aksi bir yorum ileri sürüyor ve Allah’a, ahirete iman eden ve iyi bir insan olarak salih amellerle dolu hayat sürdüren, insanlığa faydalı eylemlerde bulunan kişilerin hangi dine mensup olursa olsun ahirette cennete gitmelerinin mümkün olduğunu söylüyoruz.

Bu görüşümüzü destekleyen en büyük delillerden bir başkası, Kur’an’ın ehli kitabı Allah’ın birliğine, Kur’an’a ve Hz. Muhammed’e inanmaya davet ettiği halde illa kendi dinlerini bırakmaya zorlamadığı gerçeğidir. Evet, Kur’an onlardan teslis inancını bırakmalarını, bırakmayanlara ahirette acı bir azabın dokunacağını, Hz. Muhammed’in tebliğ ve temsil ettiği dine inanmalarını istemiştir ama teslis inancını bırakanların ahirette kurtulmak için Müslüman olmasını şart koşmamıştır. “Ey Ehli kitap, bizim ve sizin aranızda eşit olan kelimeye gelin: Yalnız Allah’a tapalım, O’na hiçbir şeyi ortak koşmayalım; birbirimizi, Allah’tan başka Rabler edinmeyelim!…” (3/64) 

Bir başka ayette kendi dinlerinde kalmayı tercih edip salih amel yapanları kurtuluşa erecekler diye açıkça haber vermiştir. “Onlar ki yanlarında Tevrat ve İncil’de yazılı buldukları Elçi’ye, o ümmi peygambere uyarlar. O (peygamber) ki, kendilerine iyiliği emreder, kendilerini kötülükten meneder; onlara güzel şeyleri helal, çirkin şeyleri haram kılar; üzerlerindeki ağırlıkları, sırtlarındaki zincirleri kaldırıp atar. Ona inanan, destekleyerek ona yardım eden ve onunla inen nura uyanlar, işte felaha erenler onlardır.” (7/157) Gördüğünüz gibi Kur’an’ın tek bir ayeti ile hüküm vermeye kalkar, tam aksi mana ve muhtevaya sahip ayetleri gözden kaçırırsanız yapılan yorumlar, varılan hükümler katiyen yanlış olacaktır.

Bu çerçevede sunulabilecek bir başka delil; ehli kitap kadınları ile Müslüman erkeklerin evliliğine izin verilmiş olmasıdır. Maide suresi 5. ayet bunu net olarak ifade eder. Hatta ayetin fezlekesinde: “Her kim Allah’ın hükümlerini reddederse, onun iyilik namına yaptığı her şey boşuna gider ve böylece ahirette kendisini hüsrana mahkûm eder” denilmesi oldukça dikkat çekicidir.

Şimdi bir soru soralım; söz konusu evlilik izninin manası ve gündelik hayata yansımasını hayal edebiliyor musunuz? Manası açık; Yahudi veya Hristiyan bir kadın Müslüman bir erkekle evlilik yapabilecek. Gündelik hayata yansıması ise eğer kadın Hristiyan ise kiliseye gidip ibadetini yapabilecek, kendi dininde helal olan domuz etini evinde pişirip sofrasına koyabilecek, içkisini yemek masasında içebilecektir.  Çocuklarının dini kimliklerine gelince, o dönemde çocuklar genelde babasının dinine tabii olduğu için İslami eğitim ve öğretim alarak Müslüman olacak deseniz bile Hristiyan/Yahudi bir annenin terbiyesi altında yetişen evlat, büyük bir ihtimalle ilerleyen yaşlarında pratiğini annesinin ve anne tarafı akrabalarının hayatında gördüğü dini de nazara alacak ve belki de o dini tercih edecek. Ehli kitap kadınla evliliğin güncel hayata yansımaları bir tarafa vurgulamak istediğimiz husus şudur; kafirlerle evlilik yasağı getiren dinin ehli kitap kadınlarına karşı bu yasağı getirmemiş oluşudur.

2- Allah sadece Müslümanların Rabbi değildir. O, Kur’an’daki en geniş ifadesiyle bütün alemlerin rabbidir. Rahmeti hem dünya hem de ahirette herkesi içine alacak ve kuşatacak kadar engindir, geniştir. Bunu daraltmaya hiç kimsenin hakkı yoktur. Böyle bir yetki bırakın bizim gibi sıradan insanları Hz. Peygamber (sas) dahil, hiçbir peygambere dahi verilmiş değildir. Bununla beraber dinler perspektifinden insanlık tarihine baktığımızda hemen hemen her din hakikat iddiasında bulunmuş ve cennete sadece kendi dinlerine inanan insanların gideceklerini söylemişlerdir.

Nitekim Kur’an’da bunun örneklerini görmekteyiz. Mesela: “Yahudi yahut Hristiyan olandan başkası cennete asla girmeyecek dediler.” Ayetin Necran Hristiyanlarının Medine’ye geldiklerinde Yahudilerle bu mevzu üzerinde yaptıkları tartışmalar üzerine nazil olduğu rivayetini esas alacak olursak ayete şöyle mana vermenin daha doğru olduğu aşikardır: “(Yahudiler) ‘Yahudi olandan başkası’, (Hristiyanlar) ‘Hristiyan olandan başkası Cennet’e giremez’ dediler.” Ayetin devamı konumuz açısından önemlidir. Der ki Allah: “Bu iddialar onların kuruntularından/temennilerinden ibarettir.” Ardından Hz. Peygamber’e hitaben: “De ki onlara “Eğer doğru söylüyorsanız, bu iddialarınızda samimi iseniz delilinizi getirin de görelim!” (2/111)

Delil diye tercüme edilen kelime ayette “burhan” diye geçiyor. Burhan, Arap dilinde “doğruluğunda asla kuşku bulunmayan ve kesin bilgi sağlayan delil” anlamında kullanılır. Bu sebeple olsa gerek Kur’an’ın bir vasfı da “Burhan”dır. Ahirette kimin cennete gideceği ya da gitmeyeceği konusunda kesin ve kat’i bir delil sunulamayacağına göre -ki bu Allah namına nihai hüküm verme anlamını taşır- o zaman sadece Yahudiler ya da Hristiyanlar cennete gidecek demek bir kuruntudan ibaret kalır. Burada kuruntu içi boş, temelsiz, delilsiz temenni anlamına gelir.

Pekâlâ bu tartışma ortamında Kur’an’ın muhatabı olan Yahudi ve Hristiyanlara, ihtiva ettiği tarih üstü mesaj itibariyle de Müslümanlara verdiği mesaj nedir sorusunu soracak olursanız, bir sonraki ayet bunu açıkça ifade ediyor: “Hayır, hayır; gerçek şu ki cennete girecek olanlar güzel davranışlar ve iyilikler yaparak kendisini Allah’a teslim eden kişiler olacaktır. Onlar yaptıklarının mükafatını Rableri katında bulacaklardır.  Onlar için korku yoktur ve mahzun da olmayacaklardır.” (2/112)

Ayrıca “Cennet’e Müslümanlardan başkası girmeyecek” demenin Allah’ın o engin rahmetini daraltma anlamına geldiğini belirten Peygamber beyanları da vardır. Kaldı ki Peygamber Efendimiz de yine Kur’an’ın açık sarih beyanları ile bütün alemlere rahmet olarak gönderilmiştir. “Biz seni bütün alemlere rahmet olarak gönderdik” (21/107) ayetinden gayrimüslimlerin hariç tutulduğunu söyleme imkânı var mıdır? 

Mesela kudsi hadis olarak kaynaklarımızda geçen şu rivayet bu gerçeği gözler önüne sermektedir: “Rahmetim gazabımı geçmiştir.” (Buhari, Tevhid,15) Konu ile alakalı bir başka rivayet ise şudur: Peygamber Efendimiz (sas) bir gün çölden Medine’ye gelmiş bir köylünün (bedevi) mescitte duasını işitmiştir. Kendi ufku ve idraki nispetinde duasını yapan bedevi şöyle yalvarmaktadır Allah’a: “Allahım! bana rahmet et! Muhammed’e de! Bizimle kimseye rahmet etme!” Bunu duyan Hz. Peygamber: ” Allah’ın geniş̧ tuttuğu rahmetini amma da daralttın” diyerek mukabelede bulunur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 12/244)

Devam edecek…

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

20 YORUMLAR

  1. Gayrimüslim bir kadinin Müslüman biriyle evlendikten sonra ayni evde icki icip domuz eti yemesi ihtimal disidir, böyle bir ihtimalin oldugunu varsaymak bana bu yazinin arkasinda baska bir niyetin var oldugunu gösteriyor. Gayrimüslim bir kadin, icki icmeyen ve domuz eti yemeyen Müslüman kocasi ve Müslüman cocuklari varken pratik olarak bunlari yapamaz. Nitekim bunlar gayrimüslimler icin dini birer vecibe de degildirler. Fakat bunlardan sakinmak, uzak kalmak Müslümanlar icin vecibedir ki, neden Müslüman kadinlarin gayrimüslim erkeklerle evlenemeyecegi de buradan kolaylikla anlasiliyor. Yazar bize tarihten böyle bir örnek gösterebiliyor mu?
    Efendim bi de „o dönemde“ cocuklarin gayrimüslim bir annenin terbiyesi altinda yetismesinden dolayi gelecekte onun dinini tercih edecegi ihtimali varmis. Sanirim o gelecek zaman yasandi. Olmus mu böyle bi sey. Hangi Müslüman cocuk anasindan ve anasinin akrabalarindan etkilenerek gayrimüslim olmus.
    Simdi gelelim zurnanin zirt dedigi yere. Bunlar gecmiste olamazdi ama bugün olma ihtimali var. Yazar her ne kadar „o dönemden“ bahsetse de kastettigi icinde bulundugumuz dönemdir. Bi kere kendisin de cok iyi biliyor ki, bundan 100 sene öncesine kadar Müslüman terbiyesiyle Hristiyan terbiyesi arasinda pek de bir fark yoktu. Bu farki kapatan modernizm olmustur.
    Kadinin meydan okurcasina güclendigi, cocuklari kendine benzettigi bir dönemde bu ihtimal artik bir tehlike halini almistir. Hele hele Bati ülkelerinde gayrimüslimlerle evlenen Müslüman erkeklerin hali büsbütün harap vaziyettedir. Cünkü burada kadin sadece güclü degil, ayni zamanda baskin Alman, Fransiz artik neyse kültürünü de arkasina almistir, cocuklari Alman, Fransiz okullarina gitmekte, o ülkenin filmlerini izlemektedir.
    Durum böyleyken Bati ülkelerinde yasayan Müslüman erkeklere gayrimüslim kadinlarla evlenme konusunda 100 kat daha düsünmenin salik verilmesi gerekirken bir ne okuyoruz: Sal ucunu rahvan gitsin diye bi sey okuyoruz. Cocuklariniz annesinin tarafini secebilir, secsin, psikolojik olarak hazir ol, sinirlerini sey et falan. Bu yani!

  2. kimseyi cehenneme gönderme meraklisi degilim ama sizin kafanizdan gidilierse en fazla bir nesil sonra cogunluk hristiyanlasirsa sasmamak gerekir.

    delil olarak ortaya koyulan ayeti kerime (2/62) ile ilgili tefsir kitabinda su ifadeler yer aliyor.

    Tefsirlerde bu âyetin iniş sebebi olarak şu olay anlatılmaktadır: Sahâbeden Selmân-ı Fârisî daha önce hıristiyan olmuş ve bir süre hıristiyanlarla birlikte yaşamıştı. Hz. Peygamber’in hicretini takiben o da Medine’ye gelip İslâm dinine girmiş ve arkadaşlık etmiş olduğu hıristiyanları ve onların amellerinden gördüklerini Hz. Peygamber’e anlatmış, Hz. Peygamber de “Onlar İslâm dini üzere ölmediler” buyurmuşlardır. Selmân diyor ki: (Hz. Peygamber böyle buyurunca) dünyam karardı. Sonra Selmân hıristiyanların (dinî hayatlarındaki) gayretlerini de anlatmış, bunun üzerine “Şüphesiz, iman edenler; yahudilerden, hıristiyanlardan ve Sâbiîler’den de Allah’a ve âhiret gününe inanıp sâlih amel işleyenler için rableri katında mükâfatlar vardır. Onlar için herhangi bir korku yoktur; onlar üzüntü de çekmeyecekler” meâlindeki âyet inmiştir. Ardından Hz. Peygamber Selmân’ı çağırıp şöyle buyurdu: “Bu âyet senin arkadaşların hakkında indi. Kim benim peygamber olarak geldiğimi işitmeden önce Îsâ’nın dini ve İslâm üzere ölürse o hayırdadır. Ama bugün kim beni işitir de bana iman etmezse o da helâk olmuştur” (bk. Taberî, I, 253-257).

    Klasik tefsirlere göre bu âyette zikredilen İslâmiyet dışındaki dinlerin mensupları, Hz. Muhammed’e ve Kur’an’a inanıp “İslâm milleti”ne girmedikçe iman etmiş sayılmayacaklar, bu sebeple de âyette ifade buyurulan âhiret ecrine ve güvenliğine nâil olamayacaklar, yani ebedî olarak cehennemde kalacaklardır (meselâ bk. Zemahşerî, I, 73; Şevkânî, I, 102). Bu ayetin farklı yorumları için (bk. Reşîd Rızâ, I, 334-336; Ateş, I, 174-175; a.mlf., “Cennet Kimsenin Tekelinde Değildir”, İslâmî Araştırmalar, III/1, s. 7-24).

    Uhrevî kurtuluş konusunda Kur’an-ı Kerîm’in ısrarla üzerinde durup vazgeçilmez gördüğü şartlar, Allah’ın varlık ve birliği ile âhirete inanmak, Hz. Muhammed’in peygamberliğini ve öğretisini tanımak, Allah’ın razı olduğu güzel işler yapmaktır (özellikle bk. Bakara 2/136-137; Nisâ 4/47, 116, 136, 150-152, 171-173). Geçmişteki peygamberlerin tebliğ ettiği bütün ilâhî dinler gibi İslâmiyet’in de özü budur.

    Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 1 Sayfa: 133-136

    • Önceki yazıları okumak başka, yazarın ‘yorum yapmadan önce serinin bitmesini bekleyin’ önerisini kabul etmek başka.
      Adam, ‘Bu yazdıklarımı ben söylemiyorum; ben gölge yazarım’ diyor. Neyi kimin söylediğini de söylemiyor. Yorumcuların ‘Sen neredesin?, ‘Böyle söylüyorlar dediklerin kimler?’ sorularına dokunmuyor da.
      Önce tokat atıyor, sonra tekme, sonra da kafa çakıyor.
      Başta “bekle, benim işim bitsin sonra yorum yap” dediği için “emredersin, öyle yapayım” mı diyeceğim?
      Emredersin…

  3. Anladigim kadariyla, Yazar gorusunu, Maide 69. ayete dayandiriyor (“İman edenler, Yahudiler, Sabiîler ve Hıristiyanlar, (bunlardan) Allah’a ve ahiret gününe inanıp yararlı işler yapanlara korku yoktur ve onlar üzülecek de değillerdir.”). Ayrica bunun Hz. Muhammed (ASM)’den onceki insanlari kapsamasinin Allah’in rahmetini daraltma olacagini soyluyor. Peki o zaman, Islamin tanimladigi sekilde hangi din veya inanis siteminde Allah ve ahiret kavramlari var? 25 yila yakin yurtdisinda yasayan birisi olarak, gunumuzdeki Hristiyan ve Yahudi toplumlarinin hicbirisinde Islamdaki Allah ve ahiret kavramlarinin olmadigini gordum. Yakinen biliyorum cunku esim hristiyandi (simdi musluman), bu konularla ilgili cok konustuk. Diger inanc sistemlerini saymiyorum bile.

    Bir de soyle bakalim, bir insanin Allah ve ahireti islamin tanimladigi sekilde kabul edip, dinin geri kalanini red etmesi dusunulebilir mi? Yani Hz. Muhammed (ASM)’in tarif ettigi sekilde Allah’a ve ahirete inanip, ona ve getirdigi dine inanmamak mumkun mu?

  4. İnsan insandır ve düşünme özgürlüğü diye bir şey var.
    Ahmet Kurucan da insanır ve istediğini düşünme özgürlüğü var.
    Tr724’de bir medya organıdır ve istediğini yayınlama özgürlüğü var.
    Bizler de birer okuyucu olarak, istediğimizi okuma ya da okumama özgürlüğümüz var…

    Tr724’de “Ermenilere yapılan soykırım değildi” dediğimiz için bizi insan bile saymayan agnostik prof. yazar gördük. Beyefendi, Anadolu’nun ve İstanbul’un Türkler tarafından işgalinden de bahsediyorlardı…

    Tr724’de (defalarca uyarmama karşın (Haşa) “Muaviye bir alçakti” yorumu 15 Ağustos 1921’den bugüne 605 gündür halen duruyor… (https://www.tr724.com/muaviyenin-kerbelaya-giden-yolda-dosedigi-taslar/)

    Şimdi de Hocaefendi’nin yetiştirdiği en önemli insanlardan olan Ahmet Kurucan, düşünme ve yazma özgürlüğünü kullanarak yukarıdaki yazıları yazıyor. Diğer molla abilerimizin konuyla ilgili düşüncelerini de merak ediyorum.

    Ahmet abinin “yorum yapmadan önce yazılarımın tamamlanmasını bekleyin” önerisine uymayıp, son makalesinin altına: “gölge yazar” yöntimiyle ve sadece görüşleri değil, ” kendi görüşlerinizi” ve “değerlendirdiğiniz görüşlerin taraftarlarını, kimler tarafından serdedildiğini de yazsanız” diye yazmıştım. İstediği gibi yazmak hakkı elbet…

    Görüş sahiplerini öğrenmek istemiştim. Öyle ya İmam-ı Eşari, İmam-ı Maturidi, İmam-ı Hanefi, Şafii, Maliki, Hanbeli, Üstad, Hocaefendi ne diyorlar. Onların esbab-ı nüzulü, ayetlerdeki ifadelerin hangi manalarda kullanıldığını İmam-ı Kurucan’dan daha iyi bildiklerini düşünüyorum…

    Mübarek Ramazan günü.
    Türkiye’de gündemde seçimler var.
    “Dinlerarası diyalogun mimarı Vatikan’dır” diye başlayıp, bizi sapıklıkla suçlayanlar “bakın bu adamlar işi buraya kadar vardırdılar” diye yazarlarsa şaşırmam…

    İnsan insandır ve düşünme özgürlüğü diye bir şey var…

    • Muhterem Ufuk bey, 1- Tarihi bir olay, hakikat ve doğru olarak yazılmışsa, agnostik diye bu yazar atılır mı? 2- Bu molla Ahmet, bu İmam Ahmet bana uymadıyı merkeze alarak, başka mollardan medet ummak yerine, gerçeği bilen var mı diye arasan daha tutarlı olmaz mı? 3- ”… DİYE YAZARLARSA” dan endişelenmek yerine, esas HAKK tan korkmak gerek mez mi?
      Ufkumuzun açılması düşüncesi ve samimi muhabbetlerimle..

  5. Bu yazı dizisi altında insanlar çok tartışmış ve tartışırken de gayrimüslimlerin ahiretteki durumlarıyla alakalı kesin kanaatlerde bulunmuş. Fakat tarih boyunca İslam alimleri arasında da gayrimüslimlerin ahiretteki durumu ile alakalı bir fikir birliği yoktur. Özellikle de fetret ehli denen kişilerin durumuyla alakalı bir fikir ayrılığı var. İmam Maturidi ve İmam Ebu Hanife gibi büyük zatlara göre bir kişi fetret ehli de olsa aklıyla Allah’ı bulmakla ve O’na şerik koşmamakla mükelleftir çünkü akıl, tek başına Allah’ı bulabilecek kapasitededir. Bu fetret ehli oruç, namaz gibi ibadetlerden sorumlu tutulmaz. Fakat İmam Eşari ve imam Şafii gibi büyük zatlara göre de fetret ehli, Allah’ı tanımasa ve hatta O’na şerik koşsa dahi ehli necat (kurtulan kişiler) sayılabilir çünkü akıl tek başına Allah’ı bulmada yeterli değildir ve O’na şerik koşulmayacağını bilemeyebilir.

    Ben bu ikinci görüşü, özellikle eskiyle, gelenekle, ve inanç sistemleriyle bağın koparıldığı bu çağda daha doğru buluyorum. Evet, yeterince kirlenmemiş bir akıl belki Allah’ı bulabilir. Örneğin, Ibn Tufeyl’in yüzyıllar önce yazdığı ve ilk felsefi roman örneği olarak görülen Hayy bin Yakzan romanında ıssız bir adada doğan bir çocuğun tek başına, doğayı ve kendi içini gözlemleyerek aklıyla Allah’ı buluşu anlatılıyor. Ama hiçbirimiz ıssız bir adada, münzevi olarak yaşamıyoruz; doğduğumuzdan beri çevresel faktörlerden etkileniyoruz. Yani, doğduğundan beri başka bir inançta yetiştirildiysen ve hep o inancın propagandasına maruz kaldıysan, buradaki aklın hala doğruyu bulabilecek bir akıl olduğunu düşünebilir miyiz? Sonuçta akıl dediğimiz şey sabit bir aygıt gibi değil, o da kalp gibi kirlenir, pörsür, bozulur. Eğer bir kişi bebekliğinden beri başka inançların propagandasına maruz kalmışsa, o kişinin aklı da bir nevi Allah’ı ve hele ki peygamberi tek başına bulamayacak kadar bozulmuş olabilir.

    Burada şöyle bir karşı argüman üretilebilir: ‘Bu fetret ehli, Hazreti İsa (a.s.) ile Hazreti Muhammed (s.a.v.) arasındaki devirde yaşayanlardır. Bizim peygamberimiz geldikten sonraki devirlere fetret ehli denilemez’. Ama bence bu da yanlış çünkü peygamberimiz 1400 sene önce gönderilmiş olsa da dünyanın birçok yerinde onun ismini duymamış, az duymuş veya tamamen kötü bir şekilde duymuş birçok insan vardır. Bu konuyla alakalı olarak İmam Gazali Hazretleri de ‘faysalü’t-tefrika beyne’l-islâm ve’z-zendeka’ adlı eserinde şöyle söylüyor:

    “İnancıma göre, inşâallah Allah Teala, zamanımızdaki rum, hristiyan ve türklerin pek çoğunu da rahmet-i ilâhiye şümulüne alacaktır. Bunlardan maksadım, uzak memleketlerde yaşayan ve kendilerine İslam’ın daveti ulaşmayan rum ve türklerdir. bunlar üç kısımdır:

    a. Hazreti Muhammed’in (sav) ismini hiç duymamış olanlar.

    b. Hazreti Peygamberin (sav) ismini, sıfatlarını ve gösterdiği mu’cizeleri duymuş olanlar. Bunlar İslam memleketlerine komşu olan yerlerde veya müslümanlar arasında yaşayan kimselerdir, kâfir ve mülhidlerdir.

    c. Buniki derece arasında bulunan gruptur. Hazreti Peygamberin (sav) ismini duymuşlarsa da vasıf ve hususiyetlerini duymamışlardır. Daha doğrusu bunlar Hazreti Peygamberi (sav) tâ küçüklüklerinden beri “ismi Muhammed olan -hâşâ!- yalancının biri peygamberlik iddiasında bulunmuştur.” şeklinde tanımışlardır. Tıpkı bizim çocuklarımızın “adı el-mukaffa’ olan yalancının biri allah’ın kendisini peygamber olarak gönderdiğini iddia etmiş ve yalancı olarak peygamberliği ile meydan okumuştur” sözünü duymaları gibi. Kanaatime göre bunların durumu birinci grubda olanların durumu gibidir. çünkü bunlar Hazreti Peygamberin (asv) ismini, haiz bulunduğu vasıfların zıdlarıyla birlikte duymuşlardır. Bu ise hakikati araştırmak için insanı düşünmeye ve araştırmaya sevk etmez.”[imam-ı gazali, islâm’da müsamaha (tercüme: süleyman uludağ), s. 60-61.]

    İmam-ı Gazali burada ikinci grubun kesin cehennem ehli olduğunu söylerken birinci ve üçüncü grubun ehli necat olabileceğini söylüyor ve bunu kendi devri için söylüyor. Fark ederseniz Rum, Hristiyan ve Türkler demiş. Yani Peygamberimiz’in gelişinden yaklaşık 400 sene sonraki bir devir için söylüyor. O zamanlar da şimdiki gibi yine islam dünyasında büyük karmaşanın ve bölünmenin olduğu, birçok kişinin halifeliğini ilan ettiği, haşhaşilerin din alimlerine ve liderlere suikastler düzenlediği, müslümanların da dini anlama açısından bir pörsümeye girdiği bir fitne devriydi. Şu zamanda ise hem sömürgecilik hareketlerinden doğan, hem de küreselleşmenin ve teknolojinin etkisiyle o devre göre çok daha büyük bir bölünme ve fitne mevcut. O yüzden İmam Gazali’nin o devir için ortaya attığı bu fikir bu devre de rahatlıkla uygulanabilir.

    Yine İmam Gazali’nin İhya adlı eserinde yazdığına göre ehl-i necat dediğimiz kişiler başta araf ehlidir, yani oraya gönderilir. Bu araf ehli cehennem azabından kurtulmuşlardır; bu kimseler bir müddet burada tutulacaklar, nihayet Cenab-ı hak inşallah onları da cennet’ine alacaktır. Çünkü kıyamet gününde cennet ile cehennem’den başka makam yoktur.

    Sözün özü, bu konuda yüzyıllardır gelen bir fikir ayrılığı var ve eğer bu konularda ciddi bir ilim sahibi değilsen kesin konuşmak yanlış. Gerçi ilim sahibi olunca zaten kesin konuşmaman gerektiğini daha iyi biliyorsun. Bu büyük zatlar da zaten hep yazdıklarının sonuna “Allah en doğrusunu bilir” yazmışlardır.

    • “Kur’an onlardan (Hristiyanlardan) teslis inancını bırakmalarını, bırakmayanlara ahirette acı bir azabın dokunacağını, Hz. Muhammed’in tebliğ ve temsil ettiği dine inanmalarını istemiştir ama teslis inancını bırakanların ahirette kurtulmak için Müslüman olmasını şart koşmamıştır” diyen, Kurucan’dan başka hangi alimler var?

      • Ben yazdığım şeyi Kurucan’ın şahsı bağlamında veya onu savunmak amacıyla yazmadım. Konu gayrimüslimlerin cennete girip girmeyeceği. Ben de konu üzerinde farklı alimlerin görüşlerini ve ben hangi görüşe daha yakın hissediyorum onu yazdım. Sorunuzun cevabını da bilmiyorum.

      • Yazıdaki görüşler kendi görüşleri değilmiş. İlk yazısından:

        Yazıda üç bölüm olacak. Bir: “Gayrimüslimler cennete giremeyecek.” İki: “Gayrimüslimler cennete girecek.” Üç: “Delilerin değerlendirilmesi ve sonuç.” İlk iki başlık altında okuyacağınız düşünceler bu satırların yazarının düşünceleri değildir. Bu iki bölümü literatürde “ghost writer/gölge yazar” deyimiyle ifade edilen satırlar olarak okumanızı rica ederim. Daha açık ifade edeyim, bu satırları kaleme alan benim ama yaptığım şey, iki ayrı kutupta yer alan insanların düşüncelerini özetleyerek aktarmaktan ibarettir. Ama delillerin değerlendirilmesi ve sonuç bölümü benim düşüncelerimi yansıtacak.

      • Acip bir hal…
        Hz. Muhammed’in (SAV) tebliğ ve temsil ettiği dine inanıp, bunu dil ile ikrar edenlere Müslüman demiyor muyuz?
        Hem “Allah’tan başka ilah yoktur, Hz. Muhammed de (SAV) onun peygamberidir” diye inanmasını istemiş, hem de Müslüman olmasını şart koşmamıştır derken ne demek istedi acaba?

    • Yusuf Bey, şu şekilde yazmışsınız:
      “Özellikle de fetret ehli denen kişilerin durumuyla alakalı bir fikir ayrılığı var. İmam Maturidi ve İmam Ebu Hanife gibi büyük zatlara göre bir kişi fetret ehli de olsa aklıyla Allah’ı bulmakla ve O’na şerik koşmamakla mükelleftir çünkü akıl, tek başına Allah’ı bulabilecek kapasitededir. Bu fetret ehli oruç, namaz gibi ibadetlerden sorumlu tutulmaz. Fakat İmam Eşari ve imam Şafii gibi büyük zatlara göre de fetret ehli, Allah’ı tanımasa ve hatta O’na şerik koşsa dahi ehli necat (kurtulan kişiler) sayılabilir çünkü akıl tek başına Allah’ı bulmada yeterli değildir ve O’na şerik koşulmayacağını bilemeyebilir.”
      Bu kısım ile ilgili İmam Maturidi ve İmam Ebu Hanifenin bu konudaki görüşlerinin birbiri ile tamamen aynı olduğu, benzer durumun İmam Eşari ve İmam Şafiî için de geçerli olduğu anlamı çıkıyor. Bunun ile ilgili bu dört imamın kendi eserlerinden veya talebelerinin eserlerinden kaynak gösterebilir misiniz?

      Farkındaysanız bu hususta tartışılan meselenin ilk odak noktası salt akıl ile Allah(CC) bulunur mu olmuş. Tam bu noktada bu hususla özellikle alakalı olan İsra suresi 15. ayetin sahabe ve tabiin dönemi müfessirlerince nasıl anlaşıldığını da incelemenizi tavsiye ederim.

      Ilerleyen kısımlarda da İmam Gazali’den detaylı bir alıntı yapmışsınız. Öncelikle İmam Gazali’nin en başından şahsi inancım diyerek aktardığı görüşü bizim için bir delil teşkil eder mi?

      Teknolojinin olmadığı dönemlerde çok ücra beldelerde kalmış bir topluluğun kendisine herhangi bir şekilde İslam’a dair bilgi ulaşması veya davetçi ulaşması (ikisi birbirinden ayrı kavramlar) durumunda inanıp inanmaması neticesinde cennete gidip gidemeyecegi konusu ile günümüzde insanların İslam’dan haberdar olup olmaması veya kendilerinin bizatihi İslam’a davet edilip edilmemesi sonucunda cennete gidip gidemeyecegi mevzuları farklı yönleri ile tartışılmaya devam etmektedir. Peki bu tartışmalar Kur’an ve Sünnet’ten bir delile mi dayanmaktadır yoksa mutezile sonrası felsefe ile tanışmanın da etkisi ile ortaya çıkan akıl mücadelesinden mi ibarettir? Delil olarak neler kabul edilebilir, neler edilemez? Misal İmam Gazali’nin şahsi görüşü İslam’a dair bir delil midir?

      Kaldı ki bu konuları tartışmanın kime ne yararı olacak? Kur’an ve Sünnet’te olmayan konularda insanların hayatına somut bir etkisi faydası veya zararı olmayan konularda, bunun doğrusunu insan bilmek zorunda mıdır? Amazon’un derinliklerindeki bir kabilenin cennete mi yoksa cehenneme mi gideceği meselesi, eğer ki ben oraya valizini alıp giden bir davetçi değilsem, beni ne şekilde etkileyecek ki?

      Ashab-ı Kiram (ra) birçok konuda bilmiyorum demekten çekinmezken, Allah(CC) ve Rasulü(sav) en bilendir deyip bilmedikleri bir konuya kafa yormak yerine Allah (CC) ve Rasulü’ne (sav) havale etmeyi ahlak haline getirmişken (Hadis, Siyer ve Tabakat kitapları bunun farklı konularda çok sayıda örnekleri ile doludur), mutezilenin yaktığı akıl oyunu fitnesi ne kadar büyük bir fitne ateşidir ki yüzyıllardır insanlar ellerinde hiçbir delil olmadan salt akıllarını birbirleri ile yarıştırıp çekişip durmaya devam ediyorlar? Insanoğlu aciz aklına nasıl bu kadar güvenebiliyor ve ben bunu bilemem veya bu bilinemez demekten nasıl bu kadar imtina ediyor, ben de bunu anlayamıyorum.
      Rabbim Kur’an ve Sünnet’i idrak edip ona ittiba eden, Rasulullah (sav) ve Ashabının (ra) ahlakını anlayıp o ahlak ile ahlaklanmaya çalışan kullarından eylesin.

      • İmam Gazali’nin görüşü bir delil değildir (ki ben de öyle bir şey iddia etmedim) ama tamamen “şahsi görüş” seviyesine indirgenecek bir şey de değildir. En büyük din alimlerinden biri olarak bilinen Gazali, yine en büyük eseri olan İhya’da böyle önemli bir konudan bahsetmişse, şahsi görüşüm demiş olsa dahi bunun temelini kendisince Kur’an ve Sünnet’ten oluşturmuştur diye düşünüyorum. Kaldı ki söylediği şeyler zaten Kur’an ve hadislerle temellendirilebilecek şeyler; çok uçuk kaçık bir şey söylememiş. Ve daha da önemlisi, İmam Gazali aslında, sizin de yorumda övdüğünüz “bilmiyorum” deme özelliğine en yakın şeyi söylemiş. Yani bu soruya olan cevabı direkt siyah beyaz olmak yerine daha nüanslı bir cevap, daha “en iyisini Allah bilir” altmetinli bir cevap.

        Bu tarz tartışmalar eğer Amerika gibi ülkelerde yaşıyorsanız ve başka dinlerden tanıdık, komşu veya arkadaşlarınız varsa sizi etkileyebilir çünkü onlarla konuşurken bu tarz konular açılabilir veya sizin bu sorulara kendi kafanızda bulduğunuz cevaplar onlarla olan etkileşiminizi iyi veya kötü manada etkileyebilir. Ya da bu tarz ülkelerde çocuk yetiştiriyorsanız çocuklarınız size bunu sorabilir ve güzel bir cevap vermeniz gerekebilir.

        İmam Maturidi, İmam Hanefi, İmam Eş’ari ve İmam Şafii ile ilgili verdiğim bilgi için spesifik bir kaynak hatırlamıyorum ama internetten akademik kaynak taraması yaparsanız bir şeyler bulabilirsiniz. Bir de bu konuda tamamen aynı düşündüklerini iddia etmedim, arada nüanslar olabilir. Sadece, benim bildiğim kadarıyla itikat konularında İmam Hanefi daha çok İmam Maturidi’ye, İmam Şafii ise İmam Eş’ari’ye bağlanmıştır. İmam Hanefi ile İmam Şafii zaten daha çok fıkıhçıydı, itikadi konularda diğer iki imam tarzında fikirler pek üretmemiştir.

        • Bir önceki yazdıklarımdan atladığınız kısımları tekrara düşmemek için yeniden yazmak istemiyorum, lakin yazdığınız son cümleyi bir daha değerlendirmeniz iyi olabilir.

          İmam Ebu Hanife: doğum 699, Kufe – vefat Eylül 767, Bağdat

          İmam Şafiî: dogum 767, Gazze – vefat 820, Kahire

          İmam Maturidi: doğum 863, Maturid, Semerkand – vefat 944, Semerkand

          İmam Ebü’l Hasan Eş’arî: doğum 873, Basra – vefat 935, Bağdat

          Önce okumak, araştırmak, bilgiye ulaşmak, sonrasinda elde edilen bilgiyi iyice anlamak, gerekirse ondan sonra bu bilgiyi paylaşmak icabeder. Yukarıdaki tarihlerden de anlaşılacağı üzere İmam Ebu Hanife’nin kendisinden yıllarca sonra doğmuş Maturidiye tabii olması imkansızdir. İmam Ebu Hanife “Arşa Istiva” ayetlerini tevil veya tefsir etmemiştir, somut vakıa olarak aynı Rasulullah (sav) zamanında yaşanılana benzer şekilde Allah (CC) nerdedir sorusuna eliyle göğü işaret eden kadını tasdik etmesi örnek gösterilebilir. İmam Maturidi ise zamanının Hint-İran ve eski Yunan felsefelerinden etkilenerek ortaya çıkan Şia ve Mutezile icerisinde bulunan sapkın mezhep fraksiyonlarina (Farabi en bilinen örnektir) cevap vermeye çalışırken hiçbir delile dayanmadan “her yerde hazır ve nazır” savını ortaya atan kişidir. Ameli olarak Hanefi mezhebini takip ettiğini ifade eder.

          İmam Eşari ise ameli olarak Şafiî mezhebine intisap etmiştir. İmam Ebu Hanife’ye benzer şekilde İmam Şafiî’nin Allah’ın (CC) isim ve sıfatları ile ilgili tevil veya tefsire başvurduğuna dair hiçbir veri yoktur, zira o devrin en büyük fitnesi mutezilenin ortaya attığı Kur’an mahluktur kavramı etrafında şekillendiği için İmam Ebu Hanife ve İmam Şafiî’nin de dahil olduğu ilk üç dönem alimleri arasında Allah’ın (CC) isim ve sıfatlarını tevil/tefsir etme gibi bir konu mevzu bahis olmamıştır. İmam Eşari de Maturidi ile tamamen aynı olmasa da Allah’ın (CC) isim ve sıfatlarını tefsir etme yoluna gitmiştir, ki her ikisi de bu hususta karşı çıkmaya çalıştıkları mutezile ve felsefecilerin kullandığı akıl ve mantıksal çıkarım yöntemlerini kullanmışlardır. O devirde bu iki imamın kullandığı mantıksal çıkarım yönteminin Kur’an ve Sünnet ile hiçbir alakası olmamasina, delilden tamamen yoksun olmasına, aklın acziyeti kavramının günümüzdeki kadar somut bir derecede anlaşılamamış olması mazeret olarak öne sürülebilir olsa bile, günümüz fiziğinin ve matematiğinin geldiği seviyede halen aklını tek başına delil olarak kabul etmekten vazgeç(e)meyen vasat ve/veya vasat altı bilişsel algı düzeyine sahip insanların “alim”, “hoca” veya benzeri sıfatlar ile insanları yönlendirerek Kur’an ve Sünnetten kopuk itikadi anlayışları vaz etmelerinin bir mazereti olabilir mi diye tekrar değerlendirmekte yarar var.

  6. Koyu yazılarak yazının en önemli maddelerinden biri haline getirdiğiniz Araf Suresi 157. ayetine bakarak yaptığınız yorum yanlış.
    Bu kadar zahir ve tevile lüzum olmayan ayeti nasıl yanlış anlarsınız?

    Araf Suresi 157. ayet Tevrat ve İncil’de yazılmış (müjdelenmiş) ÜMMİ peygambere yani Hz. Muhammed SAV’e uyarlar diyor. Hz. İsa ÜMMİ bir peygamber değildir!

    “Onlar ki yanlarında Tevrat ve İncil’de yazılı buldukları Elçi’ye, o ümmi peygambere uyarlar.”

    Bu konuda Pırlantalar da yeterince aydınlatıcı bilgi var. Sizin yazılarınız ekstra yeni birşey söylemiyor.
    Lütfen daha güzel konular da yazınız.
    Vesselam.

    Pırlanta kaynaklar:

    https://pirlantaoku.com/section/5b09903eb86cc900105dd31d/ecnebi-memleketlerinde-doganlarin-durumlari-otede-nasil-olacaktir/

    https://pirlantaoku.com/section/5cede0acca0d372afccb7239/la-ilahe-illallah-demek-kurtulusa-yeter-mi/

  7. Keşke başkalarının görüşlerini aktardığınız yazıların başına bunu not olarak ekleseydiniz. Birçok insan ilk yazıda düştüğünüz notu görmemiş galiba. Bu yazıdaki görüşleri sizin zannediyorlar.

  8. Tebrik ederim.
    Bir cok bu ve benzeri konulara isik tutmak lazim.

    Aksi halde 50 yil sonra 1 tane müslüman kalmayacaktir.
    Hangi akil, hayati boyunca kendini hizmete adamis, evlenmemis insanlik icin calismis ana islama inanmadigi icin atese atilacagina inanir ? Bana bu akli veren Allah… Istedeydi inandirirsi. ben bu kadar iyilige ramen yanacgim, devam li yanacsgim. ates hic sonmeyexek, ölmek de yok. yanmaya devam.
    Insanoglu dünyanin en kötü insanina iskence ediyor vs sonra öldürüyor. Ama Allah dünyanin en iyi insanlarini mesela Gandiyi yakacak.
    sifir merhametli dedigimiz diktatörler yapmazken Allah mi yapacak.
    Cahil aklimla bu kadar düsünebiliyorim.

    • Ey Okur, vahye dayanmayan salt aklın varabilecegi tek sonuç zan olacaktır, zira zan çoğunluk itibariyle delilden ve ispattan yoksun akıl ürünüdür. Nefsim ile birlikte size de tavsiyem Necm süresi 28. ayeti ve Yunus suresi 36. ayeti iyi bir şekilde irdelemek ve Rasulullah’ın (sav) anladığı şekilde anlamaya çalışmak gerektiğidir. Al-i İmran 103. ayette belirtildiği şekilde Allah’ın (CC) ipine sarılmak, yani Kur’an ve Sünnet’e ittiba etmek gerekir. En basit illüzyonlarla bile aldatilabilen, manipüle edilmeye açık özellikleri gün gibi ortada olan ve kavramaktan, anlamaktan aciz olduğu birçok fiziksel ve somut vakıa olan salt aklın ipiyle kuyuya inmek insanı içinden çıkamayacağı karanlıklara hapseder. Vahye dayanmayan, bir delile veya ispata dayanmayan akıl, insanı ancak hüsrana sürükler. Eğer ki bir insanın İslam gibi bir derdi, amacı, hedefi, gayesi varsa sadece akıl insanı İslam’a ulaştıramaz, bilakis uzaklaştırır. Hal böyleyken açıp herşeyden önce açıp Kur’an ve Sünnet okumak, ayetleri hadisleri bağlamı ile konteksi ile kronojik gelişimleri ile birlikte anlamaya çalışmak gerekir. Insanın kendi veya başka bir insanın aklından önce Allah’ın (CC) ayetlerine güvenip dayanması kurtuluşun ve Allah ile aldatılmamanın temel anahtarıdır. Bu hususta Bakara Suresi 167. ayet, En’am Suresi 112. ayet, Araf Suresi 38. ayet, Nahl Suresi 25. ayet, Şuara Suresi 96 – 99 ayetleri, Kasas Suresi 63. ayet tefsirleri ile birlikte detaylı bir şekilde okunabilir. Günümüzde herhangi bir insanın aklına uyup, bir insana tabi olup da ben buna uydum demek ahirette bizi kurtarmayacaktır, dikkat etmekte en başta nefsimizi ateşten kurtarmaya çalışmakta yarar var.

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin