Game of Thrones: Bir Ankara Entrikası

YORUM | KEMAL AY | KemalAy@Tr724.com

Siyasetçilerin iki türlü gündemi olur: 1) Yeniden seçilebilmek ve Meclis’teki koltuğu asla bırakmamak. 2) Uzun vadede olabilecek en yüksek noktaya gelmek. Türkiye’de siyasetin alt katmanı gibi algılanan bürokrasi ve gazetecilikte de benzer eğilimleri görebilirsiniz.

Bugün AKP çevresinde görebileceğiniz siyasetçi, bürokrat ve gazetecilerin de temel motivasyonu bundan ibaret. Bulundukları mevkileri hiç kaybetmemek (usta yazar, deneyimli bürokrat, saygın siyasetçi) ve bu arada olabildiğince yukarılara çıkmak.

Bu iki hedef görünürde örtüşür görünse de bazen birbiriyle çelişir. Mesela sürekli vekil seçilebilmek, uzun vadede sizi bakanlıklardan birine taşımayabilir. Vasat bir vekil olarak hayatınızı sonlandırabilirsiniz. Yahut yukarılara çıkıyor olduğunuz gerçeği, aynı zamanda bu başarının sürekli olacağı anlamını taşımaz. Bu sebeple iki hedef için de mütemadiyen çalışmanız gerekir.

Burada işte tercihler bahis mevzu. Makamda kalıcılık için genel havayı iyi koklamanız ve ona göre manevralar yapmanız lazım. Hâkim görüşe asla muhalefet etmemek şiarınız olmalı. Fakat yükselmek için bu yetmez. Kıvrak bir zekâyla hareket etmeli ve ‘mücadeleci’ görünmelisiniz. Yazdıklarınız ses getirmeli, eylemleriniz muhalif basının manşetlerine taşmalı.

Ama her şeyden önemlisi ufukta belirebilecek çatışmaları önceden sezmeli ve ona göre pozisyon belirlemelisiniz. Yani yarın bir gün ‘Tarafını seç!’ dediklerinde, ‘Efendim beni ne zaman sizden azade gördünüz ki?’ diyecek kadar kendinden emin görünmelisiniz. İşte burada da kime ‘efendim’ diyeceğiniz önem kazanıyor. Zira sizin efendiniz her daim girdiği savaşları kazanacak diye bir kaide de yok.

Bu sebeple birine sadık olurken, başkalarına da kapıyı açık bırakacak kadar kurnaz olmalısınız. Gün gelip devran dönerse, ‘Ben zaten bu adamın böyle haltlar karıştırdığını anlamıştım’ dediğinizde size el uzatacak, başınızı okşayacak ve ‘Gel bakalım, sen benim işime yararsın’ diyecek yeni efendiler çıkabilir.

Bunun için de ayırt edici bir kabiliyetiniz olmalı. Mesela bürokrasideyseniz ‘adamlarınız’ bulunmalı, teşkilatçılık önemlidir. Gazeteciyseniz devran ne yöne dönerse dönsün hemen sıvışıp başka gemiye geçebilecek şekilde insan ilişkileri biriktirmelisiniz. Siyasetçiyseniz, ya seçildiğiniz bölgede kuvvetli bir figüre dönüşmeyi tercih edersiniz yahut Ankara’da ‘kullanışlı’ bir konumu ihraz edersiniz.

POST-ERDOĞAN DÖNEMİNİN HAZIRLIKLARI

Bu pek kıymetli ‘teorik’ bilgileri neden aktardım? Şunun için. Malum ‘Erdoğan dönemi’ olarak adlandırılan bir devirde yaşıyoruz ve bunun illa ki bir ‘Erdoğan sonrası dönemi’ de olacak. Yarın mı olur, üç ay sonra mı olur, on sene sonra mı olur, bilinmez. Ama illa ki Erdoğan’dan sonrası diye bir şey olacak. Dolayısıyla yukarıda bahsettiğim ‘siyasetçi’ tabiatlı insanlar, Erdoğan sonrası için de çeşitli hesaplar içindeler. Üstelik Erdoğan da bunun farkında çünkü kendinden biliyor.

Evvela bu hesaplar arasında partiyi ele geçirmek ve Erdoğan’ı Saray’da yalnızlaştırmak vardı. Ahmet Davutoğlu’na kesilen fatura, bununla ilgiliydi. Başkanlık sisteminin partide çok da ‘heyecan’ uyandırmaması da post-Erdoğan dönemine hazırlık yapanların varlığını ortaya çıkarıyordu. Davutoğlu’na yakın gazetecilerin 16 Nisan referandumunda ‘Hayır’ oyu verdiklerini düşünüyorum mesela.

Ancak bu ‘Reisçi’, ‘Hocacı’ kavgasının gizli aktörü MİT Müsteşarı Hakan Fidan. Son dönemde ‘Hocacı’ diye bilinen gazeteci, bürokrat ya da siyasetçilerin çoğunluğu aslında Fidan’ın ‘sohbet halkasında’. Sohbet halkası şu demek: Fidan tarafından besleniyorlar ve gündem içindeki duruşları da bu sohbetler neticesinde ortaya çıkıyor. Yorumları yine kendilerine aittir belki ama ‘bilgi’ olarak edindikleri şeyler Fidan’ın filtresinden geçiyor. Malum Türk medyasında ya da siyasetinde ‘karşı argüman’ geleneği pek yoktur, Fidan demişse bir bildiği vardır.

Fidan’la Davutoğlu’nu ve bu ikiliyle Abdullah Gül’ü bir araya getiren şey fikirsel yakınlıktan çok ‘şartlar’ diyebiliriz. AKP çevresi içinde Erdoğan’a yönelik eleştirilerde öne çıkan isimler bunlar. Kendileri eleştirdiği için değil sadece ‘alternatif’ ihtiyacını karşılama ihtimalleri bulunduğu için. Oysa Erdoğan, hayatiyetinin en önemli cüzü olarak ‘alternatifsizliği’ benimsemiş bir siyasetçi. Haliyle bu alternatifleri ‘tüketme’ yönünde uzun vadeli planları var.

ERDOĞAN’IN YOLU

Bunlardan biri Saray çevresinde alternatif bir ‘yönetici elit’ peydahlamak (alternatif SADAT ordusunu da buna dâhil edebilirsiniz). Damat Berat Albayrak’ın kişisel ilişkileri üzerinden kurulan Pelikan yapılanması bunun bir örneği. Türkiye’nin iç ve dış politikasının PR’ından, geleceğin siyasetçilerini ‘yetiştirme’ projelerine kadar hemen her şey bu ekibe ihale edilmiş vaziyette. 16 Nisan referandumunda oyladığınız Anayasa değişikliğini hazırlayan ekipte bile bunları görmek mümkün.

Bu ekibin zayıf karnı, ‘İslamcı’ kökenli olmamaları. Tabanda haliyle çok karşılıkları yok ve bunu şimdilik Erdoğan makyajıyla örtüyorlar. Ancak bu ‘zayıflık’ Erdoğan’ın yerel ve uluslararası iş dünyasıyla ilişkilerde işine yarıyor. İdeolojik saplantıları olan ve bu saatten sonra da pek değişecek gibi görünmeyen orta yaş üstü İslamcılar, Erdoğan’ın en nefret ettiği topluluk. Onların yerini ‘pragmatik ve kariyerist’ gençlere bırakmak için çeşitli çalışmalar yapıyor.

Eğer Erdoğan 2019’a kadar kafasındaki şeyleri gerçekleştirir, alternatiflerini ciddi anlamda zayıflatır ve girdiği tehlikeli ittifaklardan alnının akıyla çıkarsa, AKP’nin 2019’daki seçimler için hazırlayacağı listenin bir hayli ‘genç’ olacağını düşünüyorum. Zira ‘denge gözetme’ zorunluluğundan o da bıktı. Atatürk gibi ‘tartışmasız lider’ olmak için yol arıyor. Bunu da ona salt ideolojik değil ‘oyunu kurallarına göre oynayarak’ PR yapmaya çalışan Pelikan ekibi sağlıyor.

Tabi herkesin aklında ‘Bu yol nereye gider?’ sorusu var. Erdoğanizmin, Kemalizme özendiği bir sır değil artık. Hikâyeyi tersten yazma çabası aşikâr. Son günlerde dillendirilen ‘yeni devlet’ meselesi de bununla ilintili.

HALİFELİĞİN YOLU

Mustafa Kemal Paşa, Kurtuluş Savaşı’nın mimarı olarak kendisinde böyle bir devlet kurma ve o devleti idare etme hakkını görmüştü. Devrin şartları içinde bunun makul olduğunu düşünebilirsiniz. 1920’ler bu ‘yeni devletin’ sancıları ile geçmiş, 1930’larda ise tahkim tamamlanmış ve Atatürk tartışılmaz bir lider olarak yoluna devam etmişti.

Erdoğan’ın da kafasında muhtemelen bu var: Devleti kendini merkeze alarak inşa etmek. Bahanesi? 15 Temmuz. Bir yamalı bohça gibi görünse de 15 Temmuz bahane edilerek bir yığın KHK çıkarıldı ve adeta ‘temizlik’ yapıldı. Devamı da geleceğe benzer çünkü kimsenin 15 Temmuz’un ‘aziz hatırasına’ karşı çıkacak gücü yok. Muhalefet bile 15 Temmuz’u, sırf Cemaat’i yok etmeye fırsat olduğu için ‘yok’ sayamıyor. Bu da tabi Erdoğan’ın işine geliyor.

1920’lerin konjonktürü ile 2010’ların konjonktürü arasında benzeşen yönler olsa da asıl durum çok farklı elbette. İslamcıların ‘Halife’ kurgusu ile Pelikan ekibinin ‘Kurucu Başkan’ hikâyesi arasındaki farkların oluşturduğu gerilim de çabası. Erdoğan’ın ‘pragmatik ben’i ikincisini mümkün görüyor ancak ‘otantik ben’i maalesef Halifelik sevdasında. Bu yüzden de ne yardan ne de serden vazgeçebiliyor.

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

1 YORUM

  1. Yani sen suna desene kisaca bu kuflu, bozuk, kokusmus, duzen hic bitmeyecek. Hatta daha beterleri gelecek. Baksaniza tohumlar tekrar tekrar saciliyor. 1920- 2017. Arada koca bir yuzyil var, uzerindeyse sadece namuslu, durust, hakperest oldugu icin zulum goren insanlar. Yani benim anladigim ;gostermelik inanciyla kitleleri kandirdigini bilen, bunun obur tarafta hesabi olacagini bilen ama umursamayan hatta tinlamayan bir grup insanlari bir o yana bir bu yana savuruyor. Kaymak cok guzel ama kaymagi elde etmek zordur bir de beklemek gerekir. Bes litre sutten bir kase kaymak cikar. E simdi bunu kac kisiyle paylasirsin. O yuzden acilari zaacilarii baskalari ceksin, efendiler kaymak yesin. Nasilsa efendilerin merhameti yok , comert degil. E yonetilende zaten ” yav bu niye luks icinde de , ben sefaletteyim” demiyor. Yani alan memnun satan memnun. Geriye bir kac yuksek ses. Aman, onlari da susturmak cocuk oyuncagi. Kumpas, darbe, ihanet, din elden gidiyor… Birini secerler.

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin