Fıkhi içtihatlar terörist doğurmamalı mıydı?

YORUM | AHMET KURUCAN 

“Hocaefendi bir usulü fıkıh metodolojisi öneriyor mu?” başlıklı yazıma gelen bir okuyucu yorumunda yer alan şu cümle oldukça dikkat çekici ve üzerinde ısrarla durulmaya değer: “O muhteşem temel eserler ve yaşanan o asr-ı saadet tecrübesi Taliban doğurmaz, doğurmamalıydı. O satırlarda bir yanlışınız var. O kadar ıskalama nasıl mümkün olur, olamaz. Belki de ben yanlış anladım.”

Tek tek tahlil edeceğim. “O muhteşem temel eserler…” Kur’an ve sahih hadislerden oluşan hadis müdevvenatı temel eser. Bunda zerre kadar şüphe yok. Ama onlar üzerine yapılan yorumlardan oluşan fıkıh, kelam, felsefe, hadis, tasavvuf alanlarındaki eserlere “temel” demek hangi ölçüde doğrudur, üzerinde düşünülmeli. Böyle demem tamamen kavramsal düzlemde. Yoksa düşünce üretiminin alabildiğine canlı olduğu söz gelimi kurucu imamlar dönemi ve sonrasını ve o dönemlerde üretilen düşünceleri hafife aldığım anlamı çıkmaz buradan. Ben “temel” yerine başka bir kavramın kullanılması gerektiğini düşünüyorum. Çünkü Kur’an ve Efendimizin peygamberlik vasfı ile söylediği ve yaptığı bağlayıcı beyan ve fiiller hariç hepsi de beşeri, içtihadî ve üretilmiş düşüncelerdir. Teklifim “temel” deme yerine “ana kaynaklar” tabiridir.

“Yaşanan o asr-ı saadet tecrübesi…” Asr-ı saadet hangi dönemi içine alır? 610-632 Peygamber Efendimizin hayatta olduğu dönemi mi, 632-661 arası süren Hz. Ebu Bekir, Hz. Ömer, Hz. Osman ve Hz. Ali’nin devlet başkanlığı yaptığı 30 yıllık dönemi mi yoksa her ikisini de mi? Ehlinin malumu olduğu üzere tartışmalıdır bu konu. Kimileri sadece Peygamber Efendimiz dönemini, kimileri her ikisini de derler. Bu neden önemli? Çünkü cümlenin devamında “Taliban doğurmaz, doğurmamalıydı,” deniyor. Bu açıdan önemli.

Eğer asr-ı saadet, hulefa-yı raşidin dönemini de içine alıyorsa, cevabım “Neden doğurmasın?” olurdu. Bugün o terörist örgütlere kaynaklık yapacak hadiseler yaşanmış o dönemlerde. Nitekim onlar o dönemlerde yapılanlarla kendi faaliyetlerini meşrulaştırmaya çalışıyorlar. Cemel, Sıffin, Nehrevan savaşları, Kerbela katliamı, Harran vakalarını hatırlayın. Bunların hepsi işte bu asr-ı saadet denilen dönemde oldu ve bu savaşlarda binlerce insan hunharca katledildi, kadınlara tecavüzde bulunuldu, mallar yağma edildi. Dolayısıyla artık devlet yönetimine gelen Taliban ya da terör örgütü olarak faaliyet gösteren IŞİD, el-Kaide, Boko Haram bunları örnek ya da model aldıysa demek ki asr-ı saadet bu örnekleri doğurabilirmiş demek zorundayız.

Ama asr-ı saadet, sadece 23 yıllık nüzul sürecini ifade eder diyorsanız, sonuna kadar katılıyorum, o süreç hiçbir şekilde ve hiçbir zaman herhangi bir terör örgütüne model olamaz, örnek olamaz, temel olamaz, kaynak olamaz. Olması için ya Zahiriler ve günümüz Selefileri misali literal/lafzî okumalar yapmak lazım ya da eskilerin tabiriyle tekellüflü te’villerde bulunmak gerek.

“O satırlarda bir yanlışınız var,” diyor okuyucumuz. Ben yanlışım olmadığı kanaatindeyim. “Neden böyle düşünüyor ve nasıl bu kadar emin olabiliyorsunuz?” sorusuna şöyle cevap verebilirim. İster yukarıda isimlerini verdiğim terör örgütlerinin isterse artık ülke yönetimine geçen Taliban’ın pratiklerine ve o pratiklerini dayandırdıkları teorilerine bakın, onların teorileri yukarıda bir cümle ile işaret ettiğim gibi Kur’an ayeti ve Peygamber Efendimizin beyanlarının lafzî anlamlarıdır, ya da noktasına virgülüne dokunmadan günümüze aktardıkları kurucu imamlar başta olmak üzere sonraki dönemlerde yapılan içtihadî görüşlerdir. Bunlar Kur’an ve Nebevi sünneti yorumlarken takip edilmesi gereken lafzın zahiri manası, sebeb-i nüzul veya sebeb-i vürûd, bağlamı, hükmü, hükmün maksadı ve son olarak hükmün mesajı safhalarının sadece ilk adımını kâle almakta, diğerlerini göz ardı etmektedirler. Aynı yaklaşım fıkhî ve kelamî içtihatlarda da gösteriyorlar. Orada da aynı şekilde davranıp, içtihadî düşüncelerin üretildikleri sosyal, siyasal, ekonomik, askeri, kültürel arka plan şartlarını hiç dikkate almadan hükmün, içtihadın, kanunun, fetvanın zahiri manasına odaklanıyorlar. Böyle olunca diyelim ki İmam Serahsi’nin devletlerarası münasebet adına kendi devrinin şartlarını nazara alarak söylemiş olduğu bir beyanı, yaptığı bir içtihadı bugüne taşımaktadırlar. Okuyucumuzun dediği “O kadar ıskalama nasıl mümkün olur, olamaz,” dediği husus tam da bu; ıskalama. Bu ıskalama olunca o yazımda da ifade ettiğim gibi aynı kitapları okuyan ve okutan iki gruptan biri terörist ya da şimdiki Taliban misali o içtihatların yapıldığı dönemde hayatı donduran insanlar diğerinde ise gâî bir yaklaşım sergileyerek o içtihatları çağının idrakine yeni formlarıyla beraber hayata taşıyan grup çıkıyor.

O yazımda ehli kitap ile alakalı bir misal vermiştim. “(Ey Peygamber!) Dinlerini benimsemediğim müddetçe Yahudiler ve Hıristiyanlar da senden asla hoşnut olmayacaklar,” ayetini kıyamete kadar gelecek bütün Müslümanlar ile Yahudi ve Hıristiyanları içine aldığı şekliyle yorumlamış sonra ben yanılmışım deyip düşüncesini, yorumunu, duruşunu değiştiren birisinden söz etmiş ama isim vermemiştim. O kişi Fethullah Gülen Hocaefendi’dir. Bahsini ettiğim itirafını da 14 Ağustos 2013 yılında Atlantic Journal dergisine verdiği röportajda söylemişti. Bir cümlesini alayım ardından röportajın hem aslını hem de Türkçe çevirisinin linklerini paylaşayım okumak isteyenler için. Şöyle diyor Hocaefendi: “Kemal-i samimiyetle itiraf etmek lazım ki ayet ve hadisleri yanlış anlamış ve yaptığım izahlarda yanılmış, olabilirim. Şunu anladım ve daha sonra belirttim ki Kur’an’da veya sünnette yer alan eleştiri ve lanetlemeler belli bir inanca bağlı insanlara değil herhangi bir insanda olacak karakteristiğe yapılıyor.” (Türkçesi için şu linke tıklayabilirsiniz. İngilizcesi içinse, şu linke.)

Şu gerçek, Kur’an ve Kur’an’ın onayını almış Nebevi sünnet tarihe müdahaledir. Bunların haricindeki her düşünce o düşünce sahibinin kendi dönemine ve yaşadığı çevreye müdahalesidir. Ama onlar arasında öyle düşünceler vardır ki zamanını aşar, asırlar boyu hükümrân olmaya, insanların hayatlarını şekillendirmeye devam eder. Yalnız unutulmamalı ki gerek vahiy gerek söz konusu içtihadî düşünceler verili durumdan, olgudan, yaşanılan gerçeklikten hareketle bu müdahaleyi yapmıştır. Özellikle fıkhî içtihatlar bir devrin kültürünü yansıtır. Bu kültür arka planını dikkate almadan o hükümle o toplumda hangi meseleleri çözdüğü anlaşılmadan onları bugüne taşımak doğru değildir.

Okuyucumuzun son cümlesi şu: “Belki de ben yanlış anladım.” Bunu bir tevazu olarak kabul ediyor ve estağfirullah diyorum. Belki ben muradımı tam anlatamadım. Umarım bu yazı meselenin tavazzuh etmesi adına yardımcı olmuştur. Saygılarımla.

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

18 YORUMLAR

  1. Tüm ilmihal kitablarında tartışmasız temel değer kabul edilen ŞER`İ DELİLLER`den bahsedilir.
    Hocam şu aşağdaki temel delillerin hangisine giriyor sizin istediğiniz değişim?

    EDİLLE-İ ŞER`İYYE

    1. Kur’an-ı Kerim

    2. Sünnet-i Seniyye:
    İslâm dininin Kur’an-ı Kerim’den sonra en büyük temeli hadis-i şerifler ve sünnet-i seniyyedir. Sünnet-i seniyye kuvvetini Kur’an’dan alır ve O’nun birinci tefsiridir. Müçtehitler Kur’an’dan hüküm çıkardıkları gibi hadis-i şeriflerden de şer’i hükümleri çıkarmışlardır. Buna binaen İslâm dininin Kur’an’dan sonra en büyük esas kaynağı sünnet-i seniyyedir.

    3. İcmâ
    lügatte, bir işe azmetme ve bir konuda görüş birliği etme gibi anlamlara gelir. Istılahta ise, Hz. Peygamber`in ölümünden sonra bir asırdaki müctehidlerin, herhangi bir şer`î hüküm üzerinde görüş birliği etmeleri anlamında kullanılmaktadır. Bu itibarla, halk tabakasının, şer`î bir konudaki ittifak ya da ihtilâfları mûteber değildir. İcmâ`, İslâm hukukçularının çoğunluğu tarafından belli bir asır ile sınırlı olmayan bir müessese ve Kur`ân ve sünnetten sonra gelen üçüncü bir teşrı kaynağı olarak kabul edilmektedir.

    4. Kıyas
    Kıyas, lügatte birşeyi ölçmek, takdir etmek, karşılaştırmak ve iki şey arasındaki benzerlikleri tesbit etmek anlamlarında kullanılır. Istılahta ise, her ikisinde de hükme esas teşkil eden illet aynı olduğu için, hakkında nass bulunmayan bir olayın hükmünü, hakkında nass bulunan bir olayın hükmüne eşit kılmaktır.
    Şer`î delillerin dördüncüsü sayılan kıyas; kitap, sünnet, ve icmâ` gibi kesin bilgi ifade etmeyip tecviz edici bir mâhiyete sahiptir. Diğer bir ifadeyle kıyas, zan bildirir ve yeni bir hüküm ortaya koymayıp, diğer üç delilden biriyle sâbit olan ve delili gizli bulunan bir hükmü ortaya çıkarır

    Kaynak: sorularlaislamiyet

  2. “Efendimizin peygamberlik vasfı ile söylediği ve yaptığı bağlayıcı beyan ve fiiller hariç hepsi de beşeri, içtihadî ve üretilmiş düşüncelerdir” seklindeki onermeniz, peygamberligin “part-time” bir meslek oldugu, ya da Efendimizin (SAV) kendi inisiyatifine gore, duruma ve zamana gore, ustlendigi bir vazife oldugu zanniniza dayaniyor olmali.

    Ama, yaniliyorsunuz. Oyle degil… Peygamber Efendimiz (SAV), her haliyle, ve her aninda Peygamberdi. Hatta, Allah’in (C.C) esyayi yaratmadan evvel, kendi nurundan Efendimizin (SAV) nurunu yarattigi andan beri Peygamberdi. 40 yasina geldiginde tebligle vazifelendirildi.

    Bu arada, israrla islemeye calistiginiz, “Efendimiz de [sizin bizim gibi] insandi” fikri, ve buna bagli olarak ortaya attiginiz, “peygamber vasfi ile soyledigi ve yaptigi”, ve soylemeye getirdiginiz “peygamber vasfi ile degil de, Muhammed bin Abdullah olarak soyledigi ve yaptigi” seyler oldugu onermeniz, Efendimize (SAV) ait bilinen herseye, supheyle bakmaya tesvik eder okurlarinizi.

    Dogru; Efendimiz de (SAV) insandi. Ama bizler (siz de dahil) onun gibi insan degiliz. O’nun (SAV) insan olusuna vurgu, Allah’in kulu oldugunu vurgulamak, tapilacak bir tanri olmadigini vurgulamak icin. Yoksa, sizin seviyenize indirmek icin degil.

    Bu arada, Bakara 120. ayetin carpitilmasiyla ilgili kabahatinizi ortmek icin, Muhammed Fethullah Gulen Hocaefendi’yi yanilamaz bir varlik olarak one surmeniz, pek enteresan olmus….

    Hem de, Efendimizin (SAV) (hasa) siradan bir insan oldugu yanilginizi okurlariniza telkin ettiginiz yazi icerisinde yapmissiniz bunu.

    Kaldi ki, aktardiginiz sey, sizin onun soylediginden anladiginizla sinirli.

    • Insan gercekten de hayret ediyor:

      Allah azze ve celle buyuruyor ki;

      “Suphesiz ki Allah ve melekleri o Peygamber’e cokca salat ederler. Ey mü’minler, siz de ona salavat getirin ve tam bir teslimiyetle selam verin” (Ahzab, 56)

      Siz diyorsunuz ki, peygamber vasfiyla soyledigi ve yaptiklari;

      (hasa) peygamber vasfindan bagimsiz olarak soyledigi ve yaptiklari…

      Neyse ki, Allah (C.C) cok bagislayan, tevbeleri kabul edendir.

    • Burada 5.ci paragrafta bildirdiğiniz türden bir bilgiden bahsetmiyor Hocaefendi’nin yanılmaz biri olduğu ile ilgili nereden çıkardınız böyle bir şey.

    • Evet, peygamber efendimiz (sas) de dünyevi hususlarda bizim gibi bir insandı. Allah’ın O’na bildirdikleri ve emrettikleri dışındaki insanlar O’nu da kandırabilir veya O’ndan daha bilgili olabilirlerdi. Bunun nesine itiraz ediyorsunuz anlamıyorum.
      ——
      Hz. Peygamber (sas) Medine’ye geldiğinde onların hurmaları döllendirdiklerini görür ve ne yaptıklarını sorar. “Erkek tohumdan alıp, dişi tohumun üzerine bırakıyorlar” cevabı karşısında “Bunun yarar sağlayacağını zannetmiyorum.” der. Bunun üzerine Medineliler o işi bırakırlar. Fakat hurma ağaçları o yıl çağla döker ve meyve tutmaz. Netice Hz. Peygamber’e haber verildiğinde “O sadece benim görüşümdü. Bilin ki, ben bir beşerim. Size dininizle ilgili bir emirde bulunursam onu derhal alın. Eğer kendi görüşüme dayanan bir şey emredersem, bilin ki ben bir insanım! Siz dünyaya ait işlerinizi benden daha iyi bilirsiniz” dedi. Bu ifadeyle uzmanlığın, bilgi ve tecrübenin yerine işarette bulunmuştu.

      https://www.tr724.com/peygamberden-daha-akilli-olmak/

      Aynı olay aşağıdaki kaynağın 103. sayfasında da var:

      https://yayin.diyanet.gov.tr/File/Download?path=2282_1.pdf&id=2282

  3. Biz okuyucuların yorumlarını bu denli dikkate alarak, açıklama yapma nezaketi gösterdiğiniz için ben teşekkür ederim 🙏 benim için maksat şimdi hasıl oldu gibi bazen kullandığınız eski türkçe kelimeler anlamamı zorlaştırsada genel olarak yazılarınızdan oldukça faydalanıyorum. Yazı gayretlerinizin artarak devamını diliyorum…

  4. Açıklamalarınız güzel olmuş; ağzınıza sağlık, teşekkürler.
    “..fıkhî içtihatlar bir devrin kültürünü yansıtır. Bu kültür arka planını dikkate almadan o hükümle o toplumda hangi meseleleri çözdüğü anlaşılmadan onları bugüne taşımak doğru değildir” sözünüzün ana anahtarlardan biri olduğunu düşünüyorum.
    Müslümanların arasından teröristlerin çıkması konusunu ele alırken de, o grupların meselenin bir yanını ayet ve hadislere getirdikleri yorumlar oluşturuyorsa diğer yanlarından bazılarını da o grupları ortaya çıkaran tarihsel arka plan, günümüzün iktisadi, hukuki ve içtimai şartları oluşturuyor. Bu toplulukların yakın geçmişlerinde rol oynayan önemli sıkıntılarla, bu sıkıntılara çözüm arayışları içinde olan grup/kanaat önderlerinin teklifleri de özellikle incelenmeli.

  5. “Orada da aynı şekilde davranıp, içtihadî düşüncelerin üretildikleri sosyal, siyasal, ekonomik, askeri, kültürel arka plan şartlarını hiç dikkate almadan hükmün, içtihadın, kanunun, fetvanın zahiri manasına odaklanıyorlar.”
    Sadece dinin sosyal, siyasal, kültürel arka planını okumak yetmez, talibanın sosyal, siyasal, ekonomik, askeri, kültürel arka planı da okumak gerek. Yani bir insan önce rus işgaline maruz kalacak, sonra amerika işgali yaşanacak. Yani hem peygamberin arka planını okuyacak, yetmez hem de kendi arka planını okumalı. Sanki taliban denilen insan rus ve amerikan işgalinden, sosyal, ekonomik koşullardan hiç etkilenmemiş bir varlık olarak kabul ediliyor. Yetmedi bu insan kopyala yapıştır metoduyla eski zahiri görüneni alıp koymaktadır. Talibanı devrinden, yaşadığı şartlardan çiçek gibi koparıp sanki bir adada dinini yaşayan bir insan olarak görüyoruz. Bence talibanın piskolojisi katman katman ise, din gerçek mana olarak çok az yer tutmaktadır. En büyük aldatıcı olan şey, sarığı, sakalı ve dinin en katı kurallarını bulup uygulamasıdır. Şunu sormak lazım, bu adam neden bu kadar katı? Yani dini neden katı uyguluyor değil, neden katı biri diye sormak gerekiyor. Psikolojisine girdiğimizde yavaş yavaş içinde bulunduğu koşulları, acılarını, duygularını öğreneceğiz. Fakat duygularını gizlemektedir. İnsanlığını gizlemektedir. Bu kısım karanlık. Ya karayılanın arada bir fotoğrafının gösterilip, onun üzerinden mesaj verenler gibi birilerin kontrolünde, yada ciddi travmalar yaşanmıştır. İnsanlar yurtsuz kaldıkları yada yurtlarından uzaklaştırıldıkları, ya da yurtlarında kendi olmaları fırsatı kendilerine bırakılmadığı için bence dine sığındılar. Şimdi dine yurt gibi sığınma ile dini temsil etme farklı şeyler. Afganlar dine sığınmıştır. Travmaların çokluğu, acılarını yani duygularını bastırmaya itmiştir. Ayrıca cahiller, çünkü okulları yok, kaç nesil eğitim almadı. Mesela birisi kendini taliban ile kıyaslıyacaksa, yani o kötü biri diyecekse, önce kendi ülkesinde okulları bir kapatsın, sonra sürekli tehdit altında yaşasın, silahı adeta namusu olsun, kafadan aşağı bombalar yağsın, çocuklar ölsün yada sakat kalsın vs. Bunların aynısını yaşasın, bunları yaşarken içinde kopan nefret, kin, öfke, intikam, kan, vahşet duygularına rağmen dinini sıratı müstakimde korusun da görelim.

  6. Asr-ı saadette binlerce insan hunharca katledildi, kadınlara tecavüzde bulunuldu, mallar yağma edildi diyorsunuz. Kim yapomis bunu? Sahabelermi? Müslümanlarmi? Ve mücdehid imamlar bu davranislara göremi icdihadda bulundu demek istiyorsunuz? Yani o dönemdeki insanlarin isledigi suclara bakarak insanlari hunharca katletmenin, tecavüzde bulunmanin, mallari yagma etmenin caiz oldugu hükmüne verdiklarinimi iddia ediyorsunuz anlamadimki???

  7. Ahmet bey, okuyucularınızdan birine cevap vermeniz güzel.
    Ben de burada bir-iki soru sormak istiyorum. Önceki yazınızı da okudum, orada Müslümanlığın olmazsa olmazları diye sıraladığınız 5 maddeyi de enteresan buldum. Sanıyorum zamanın dışına düşmeyen, çağdaş insana da hitap edebilen bir İslam anlayışı için o maddeler önemli.
    Ancak benim sorum başka bir noktada. Siz mesela diyorsunuz ki ilk madde olarak, “Hz. Muhammed, hadis ve sünneti dışlayan Müslümanlık olmaz”. Yukarıda bazı okuyucular da paylaşımlarında sünnet ve hadislerin önemine vurgu yapıyor. Yine birçok din adamı da o dönemde şu oldu, bu oldu, şu sahabi böyle dedi, bu sahabi böyle dedi diye anlatıyor.
    Peki ama, bu bilgileri siz ilahiyatçılar nereden biliyorsunuz? Eğer kaynağınız da Kur´anı Kerim değilse?
    Kısa bir süre önce okuduğum bir İslambilimci (Ralph Ghadban, “Allahs mutige Kritiker) diyordu ki kitabında özetle: „Müslümanların o döneme ilişkin bilgi kaynakları İbn İshak´ın siyer kitabıdır ve hadislerdir. Ancak İbn İshak 767 yılında vedat etmiş, kitabını 834 yılında vefat eden İbn Hisam´ın kitabı üzerinden biliyoruz. Onun kitabını da birkaç onyıl sonra onun öğrencileri elden geçirmişler.“
    Bu anlatıma göre bu kitap Hz Peygamberin vefatından en iyi ihtimalle 140 yıl sonra yazılmış, nihai şeklini ise en az 200 sene sonra almış. Yani siyer adına bildiklerimiz o dönemden 200 sene sonrasına kadar gidiyor ancak.
    Hadislerde de durum benzer şekilde. Hadislerin de yine 150 – 200 sene sonra toplanmaya başlandığı söyleniyor. Ve hadislerin sayısını da 840.000 civarında veriyor.
    Şimdi soru şu: O döneme ait bilgilerin doğru olduğuna nasıl emin oluyorsunuz? Mesela biz şimdi Osmanlı´nın Tanzimat dönemi (1839-1876) ile ilgili bilgileri toplamaya kalksak bugün, o dönemle ilgili ne kadar gerçekçi bilgiye ulaşırız?
    İkinci soru: Diyorsunuz ki, Hz. Peygamber, hadis ve sünneti dışlayan Müslümanlık olmaz. Peki ama, hadisler de Hz. Peygamberin vefatından 150-200 sene sonra toplanmaya başlandıysa onların sıhhati ile ilgili nasıl emin olabiliyorsunuz? Ve, sahih hadisi uydurma hadislerden nasıl ayırıyorsunuz? Bu konuda elinizde bir kıstas var mı? Eğer bu ayrım yapılmazsa, o zaman her alim farklı bir hadisle fetva vermez mi? Bu şekilde asla birbiri ile uyuşmayan yorumlar ortaya çıkmaz mı? Bu durumda tek bir Islam´dan nasil bahsedersiniz?
    Kusura bakmayın, amacım kafa karıştırmak veya bu siteyi özel sorularla ilgili meşgul etmek değil. Ama diğer taraftan da diyorum ki, eğer bir yazar ilaiyatçı sıfatı ile yazıyorsa, o konuda okuyucularından gelen bildirimleri de değerlendiriyorsa, o zaman bu tür sorularla ilgili söyleyecek bir sözü olabilir…

    • Hadislerin nakli, hadis kriterleri, hadislerin sıhhati gibi konuları anlatan birçok kitap var. Zaten çok temel konulardan biri hadislerin sıhhati ve yorumlanması konusudur. Yazar bunu burada yapmaya kalkarsa en az 30-40 hafta yazması gerekir.

  8. Allah’ın ve sizin düşmanlarınızı ve onların gerisinde olup sizin bilmediğiniz, ama Allah’ın bildiklerini korkutup caydırmak üzere, onlara karşı elinizden geldiği kadar güç ve savaş atları hazırlayın. Allah yolunda harcadığınız her şeyin karşılığı, zerrece haksızlığa uğratılmadan size tastamam ödenecektir.

    Enfâl, 60 

    …onlara karşı elinizden geldiği kadar güç ve savaş atları hazırlayın…

    Kati lafiz uzerinden insa edecek isek Ilahi maksadi, o zaman at besleyelim arkadaslar.. okul da gerekli ama at beslemeyi Yuce Rabbimiz buyuruyor, O’na karsi mi geleceksiniz? Yok zaman degismis falan da demeyin.. Ilahi hukum kelami ezeli oldugundan butun ezmana samildir..

  9. Sizi ve düşüncelerinizi seviyorum hocam. Özellikle hizmetin başına gelen son olaylar zannediyorum bazı gerçeklerin ve hatalı düşüncelerin anlaşılmasına vesile olmuş. Ama siz zaten düşünce sancısı çeken bir kişi olduğunuz için bu gerçekleri daha net görebiliyorsunuz diye düşünüyorum. Saygılarımla

  10. Bu yazı dizisi de ve yazı dizisine gelen cevaplarda müthiş bence. Fikir cimnastiği önemli. Devamını dilerim Ahmet Kurucan By. Daha da önemlisi yorumlarında saygı çerçevesinde olması. Yorumlarda harika
    Bakışların farklı pencerelerden olması önemli

  11. Bu kadar insan nasil savrulabilir ki?

    Ibnu Amr Ibni’l-As radiyallahu anhuma anlatiyor: “Ben Resulullah aleyhissalatu vesselam’dan isittigim her seyi yaziyordum. Kureys bu isten beni men etti. Dediler ki: “Sen her (isittigin) seyi yaziyorsun, halbuki Resulullah aleyhissalatu vesselam bir insandir, memnun ve ofkeli halde de konusur.”
    Bunun uzerine yazmaktan vazgectim. Sonra durumu Resulullah aleyhissalatu vesselam’a anlattim. Parmagi ile agzina isaret ederek:
    “Yaz, nefsimi elinde tutan Zata yemin olsun, ondan haktan baska bir sey cikmaz!” buyurdu.”
    Ebu Davud, Ilim 3, (3646).

    Efendimiz(sav) part-time olarak mi Allah’in rasulu olma vazifesini yerine getiriyordu? Bu yaptiginiz mutezilelik degilse cehaletin daniskasidir. Arkasina sigindiginiz muhterem Hoacefendi’nin sizler gibi ilahiyatcilar icin ‘en son cennete girecekler’ mealinde sozlerini animsayinca simdi hak veriyorum. Allah dogru yola iletsin, ilettikten sonra da ayaklarimizi orda sabit kilsin. Akrabalik necata vesile olsaydi, peygamberin amcasi Ebu Leheb kitapla ates ehli olarak sabit kilinmazdi. Neyinize guveniyorsunuz bre gafil? Bir yerinizden uydurdugunuz fikirlere yer acmak icin, simdi de ‘part-time’ peygamber uydurdunuz! Yaziklar olsun!

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin