‘Euro Türklerin’ Avrupa’yla sorunu bitmez!

[Haber-Analiz: Hasan Cücük]

Yıl 1996. Danimarka ev sahipliği yaptığı Avrupa Boks Şampiyonası’nda milli marşını dinletmek istiyordu. Madalya ümidi ise 67 kg’da dövüşen Hasan Al’dı. Sivaslı göçmen bir ailenin çocuğu olan Hasan Al, rakiplerini birer birer devirip adını finale yazdırmıştı. Final öncesi salonda tam bir şölen havası esiyordu. 5 bin kişi hep bir ağızdan ‘Hasan, Hasan’ tezahüratlarıyla salonu inletiyordu. Hasan Al, ringe 5 bin kişinin desteğiyle çıktığı finali kazanarak Danimarka’ya Avrupa Boks Şampiyonası’nda ilk altın madalyayı kazandıran isim olarak tarihe geçti. Aradan tam 21 yıl geçti ve Danimarka Hasan Al’dan sonra Avrupa Boks Şampiyonası’nda altın madalya kazanamadı.

Hasan Al’ı neden hatırlatma gereği duydum? Adımıza ister ‘Euro Türk’ istersek ‘gurbetçi’ diyelim, her defasında konuşmaya başladığımızda ‘Avrupalılar bizi kabullenmiyor’ deriz. Ve sonra devam edip, Avrupalıların ne kadar ‘göçmen karşıtı’ olduğundan dem vurup, finali ‘ırkçı bunlar’ tespiti ile bitiririz. Peki, biz Avrupa’yı ne kadar kabulleniriz?

türkler spot

AYNI REFERANDUM AVRUPA’DA OLSA?

Yakın örnekten yola çıkalım. Cumhurbaşkanlığı sistemi için yapılan referandumda Avrupa’dan gelen ‘evet’ oranı Türkiye’nin çok üstünde yer aldı. Bunu sadece ilk kuşağın verdiği oylar olarak görmek mümkün değil. Zaten ilk kuşaktan geriye pek kimse kalmadı. Oy vermeye gidenlere dikkat ettiğimizde ya Avrupa’ya küçük yaşta gelmiş olanlar veya burada doğanların çoğunlukta olduğunu görüyoruz. Aynı şartlarda bir referandum yaşadığımız ülkede önümüze gelse kesin ‘hayır’ diyecekler neden Türkiye’de kendilerini pek de ilgilendirmeyen bir sistem için ‘evet’ der?

Sebeplerine geçmeden önce bir soru daha soralım. Biz yaşadığımız ülkeyi gerçekten kabul ettik mi? Ülkemiz diyor muyuz? ‘Başbakan’ dediğimizde hangi ülkenin başbakanı aklımıza geliyor? Hangi ülkenin gündemini takip ediyoruz? Hangi ülkenin televizyonu seyrediyoruz? Bu sorulara cevaplarını ‘yaşadığım ülke’ olarak verecek aramızda kaç kişi var?

AVRUPA’YI NEDEN KABULLENEMEDİK?

Peki, neden kabul etmiyoruz? Yaşadığımız ülkede toplum içine karışmıyoruz. Eğitimli, bulunduğu ülkede doğanlar bile mecbur kalmadıkça ’yerli toplum’ ile temas etmiyor. Avrupa demokrasisinin temel taşları olan siyasi partilere, spor kulüplerine, derneklere üye olmuyoruz. Kurduğumuz dernekler daha çok ’hemşehri’ veya ’cami’ dernekleri oluyor. Mesai arkadaşlarımızla irtibatımız sadece işyeri ile sınırlı kalıyor.

Avrupalıları ahlak ve edep yoksunu görüp aramıza duvar örüyoruz. Bazı insani vasıfların sadece bizlere (göçmen- gurbetçi) has olduğuna inanıyoruz. Namus, dürüstlük, insanlık gibi değerlerin içinde yaşadığımız toplumun insanlarının semtine uğramadığına inanıyoruz. Avrupalıları sürekli alkol kullanan, domuz eti yiyen ve cinselliği düşünen insanlar olarak görüp, mecbur kalmadıkça aynı ortamları paylaşmıyoruz.

Kendimizi çok akıllı, Avrupalıları zekâ özürlü olarak görüyoruz. “Bunların kafası basmıyor” deyip ahkam kesiyoruz. Alman arabasına hayran olup, Alman zekâsını yok sayıyoruz. Pratik düşünmemekle suçluyoruz ama nedense çok zeki bizler ortaya doğru dürüst bir ürün koyamıyoruz.

YAŞADIĞIMIZ TOPLUMA KATKILARIMIZ NELER?

İçinde yaşadığımız ülkenin nimetlerinden sonuna kadar yararlanırken, iş topluma katkıya gelince suiistimal yolunu seçeriz. Örneğin işyeri sahipleri az vergi ödememekle övünürler. Kaçak işçi çalıştırmak sıradan bir durumdur. Rutin vergi incelemesini bile ’zaten ırkçı bunlar’ deyip art niyet ararız. Ticareti bir meslek olarak değil 3-5 yılda köşeyi dönecek bir meslek olarak gördüğümüz için vergi kaçırmayı marifet sayarız.

Avrupa ülkeleri için Türkler şu ana kadar bir sorun olarak görülmemişti. Artık Avrupa’nın bir ‘Türk’ sorunu var. Türkler bulundukları ülkeye uyum sağlamış topluluk sıralamasında üstlerde yer alırdı. Avrupa bunun böyle olmadığı gerçeğini gördü. AKP ve Erdoğan, 3-5 oy uğruna Türk toplumunun büyük çoğunluğunu ‘radikalleşmeye’ itti. Referandum sürecinde Batı’ya karşı kullandığı şiddet dili, Avrupa’da yaşayan toplum tarafından destek görmüş oldu. Erdoğan’ın bir emriyle mobilize olacak binlerce kişiyle aynı ülkede yaşamanın tedirginliği artık Avrupa’da hâkim olacak.

TÜRKLERİ ZOR GÜNLER BEKLİYOR

Peki, bundan sonrası nasıl olacak? Avrupalı Türkler daha doğru ifadeyle hala kendini gurbetçi olarak görenleri zor günler bekliyor. Şu ana kadar sorun olarak görülmeyen Türklerin ‘sorun’ olmasıyla, Avrupa doğal olarak sorunlara çare üretecek. Cebinde bulunduğu ülkenin pasaportunu taşıyıp da hala vatandaş gibi davranmayanlardan dolayı artık vatandaşlığa geçmek zorlaşacak. Çifte vatandaşlık muhtemelen tedavülden kalkacak. Cami ve imamların Türkiye propagandasının merkezi olmasının önüne geçilecek. Bulunduğu ülkede siyaset yaparken, Türkiye’nin temsilcisi gibi davranan siyasilere partiler kapılarını kapatacak.

Biz Avrupa’ya misafir olarak geldik ancak kaderin sevkiyle kalıcı olduk. Misafir, ev sahibini kabullenip, saygı duymazsa ev sahibinden saygı beklemesi haksızlık değil mi? Bırakın saygıyı bir de ayrıştırıcı politikanın aracı oluyorsa, kim bundan zararlı çıkar? Avrupa’da yaşayıp da hamaset uykusunda yaşayanlar uyandığında çok şeyleri kaybettiğini görecek ama iş işten çoktan geçmiş olacak. Unutmayın, bizim kaderimiz bulunduğumuz ülkeyledir. Türkiye’deki tüm partiler için döviz ve oy deposundan başka bir şey değiliz.

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin