Erdoğan ne kazandı Türkiye ne kaybetti?

ANALİZ-İZLENİM | ADEM YAVUZ ARSLAN

ABD’nin başkenti Washington DC’deki Supreme Court (Anayasa Mahkemesi)’un yüksek sütunlu tarihi duruşma salonundayım. 

Salon tamamen dolu. 

Mahkemenin 9 yargıcı kendilerine ayrılan kürsüdeler. Karşılarında bir kürsü, iki yanında savunma ve iddia makamları var. Arkada ise izleyiciler ve yanda gazeteciler. 

Konu Halkbankası ve Türkiye’nin İran ambargosunu delmesi. 

Detaylara geçeceğim ama sadece bu durum bile, yani içinde Reza Zarrab, Egemen Bağış, Zafer Çağlayan ve Erdoğan ailesinin geçtiği büyük skandalın yıllar sonra ABD’nin en yüksek mahkemesinde konu olması, Erdoğan için olmasa bile Türkiye için büyük kayıp.

 Ancak bu durum yani dünkü mahkeme –ilk bakışta ‘çelişki’ gibi gelse de- Erdoğan için başarı sayılır. 

Anlatayım. 

Olay aslında yabancımız değil. Hatta son on yılın en önemli konusu. 17 Aralık 2013 büyük yolsuzluk ve rüşvet operasyonu ile gündemimize giren İran yaptırımlarının delinmesi, kara para aklama ve sahtecilik suçlarının Halkbank üzerinden yapılması. 

Hem 17 Aralık savcılarının hem de ABD’li savcıların iddiası ise benzer; Erdoğan hükümeti Halkbank üzerinden İran ambargolarını deldi, bu işi yaparken de bir düzine suç işledi.

Türkiye’deki soruşturma Erdoğan’ın yargıya darbe yapması nedeniyle yarım kaldı ve kapatıldı ancak kaderin cilvesine bakın ki bugün ABD’nin Anayasa Mahkemesi’nde görülüyor. 

Tabii ki ABD Anayasa Mahkemesi’nde 17 Aralık delilleri ele alınmıyor ama yargılamanın temeli yine aynı kişilerin işlediği suçlar.

Malum olduğu üzere Türkiye’de kapatılan soruşturma, hikayenin esas oğlanı Reza Zarrab’ın 2016 ilkbaharında Miami’ye tatile gitmesi ile başka bir aşamaya geçti. 

FBI Zarrab’ı daha uçaktayken gözaltına aldı ve dosya ABD’ye taşındı.

Konuya devam edeceğim ama arada kritik bir soruyu da yeri gelmişken hatırlatayım; Reza Zarrab gibi uğruna ülkeyi yaktıkları bir adamın neden pasaportu elindeydi ve ABD’ye gitmesine göz yumuldu. Kurbanlık danaya ortak giren Cemaatçileri bile takip eden Hakan Fidan’ın MİT’i, Zarrab’ın ABD’ye gidişine nasıl göz yumdu?

Bence bu sorunun cevabı en az soruşturmanın kendisi kadar önemli. 

Zarrab yakalanınca Cumhurbaşkanı Erdoğan için kabus dolu günler başladı. Tüm imkanlarını seferber edip Zarrab’ı kurtarmaya koyuldu. Eski New York belediye başkanı Giuliani’yi bile tuttu. Konuyla bizzat ilgilendi hatta eşi Emine Erdoğan’ı -teamülleri de bir kenara bırakarak- Joe Biden’in eşi Jill Biden’e yolladı.

Trump’la ya da Biden ile yaptığı tüm görüşmelerde “Zarrab’ı istiyorum” dedi.

Hatta bu amaçla uzun yıllardır Türkiye’de yaşayan gariban bir rahibi, Rahip Brunson’u iki yıl rehin tuttular. Ancak ABD yargısı Erdoğan’ın şantajlarına boyun eğmedi.

Reza Zarrab ise baktı pabuç pahalı savcıyla anlaşma yoluna gitti ve mahkemenin yıldız tanığı oldu. Kabak dönemin Halkbank yöneticisi Mehmet Hakan Atilla’nın başına patladı. 

Atilla tutuklandı ve New York’ta mahkemeye çıkarıldı. Türkiye Atilla’yı savunmak için ABD’nin en pahalı avukatlarını ve lobi şirketlerini tutu. Milyonlarca dolar harcandı. 

Duruşmaları yerinde izleyip size aktarırken de söylemiştim.

Hakan Atilla bu devasa yolsuzluk çarkının son halkalarından biriydi. Göz yummaması gereken bir suç ağı vardı ama tüm günahı çekmesi de adaletli olmazdı. 

Yeri gelmişken hatırlatayım. 

Parasını Türkiye’nin ödediği yani bir başka ifadeyle Erdoğan’ın avukatları, daha ilk duruşmada çıkıp Erdoğan’ın söylemini çöpe atmıştı. Atilla’nın avukatları müvekkillerini kurtarabilmek için “Evet ortada pis işler var, rüşvet var, siyasi nüfuz kullanma var, sahtecilik var ama bunu müvekkilimiz yapmadı” dedi.

Hakim Richard Berman, Atilla için 5 yıl hapse bile razı olan avukatlarının aksine adeta jest yapıp Atilla’yı 35 ay hapse mahkum etti. Atilla 28 ay yatıp ‘kahraman’ gibi Türkiye’ye döndü.

Reza Zarrab kimlik değiştirip Miami’ye yerleşti. 

Artık kendisi Reza Zarrab değil, “Aaron Goldsmith” ve Next Level isimli bir at çiftliğinin sahibi. Zarrab’ın yeni hayatı,işi, evi, kız arkadaşı ve ticari yatırımlarına dair haberleri de bizzat benden duymuştunuz.

ERDOĞAN İÇİN KABUS BİTMİYOR 

Hakan Atilla hapis cezası aldı, süresini bitirdi ve Türkiye’ye döndü ama Erdoğan için kabus bitmedi

Federal savcılar Ekim 2019’da Halkbank hakkında milyarlarca dolarlık bir sistem kurarak ABD’nin İran’a yönelik yaptırımlarının delinmesine yardımcı olduğu gerekçesiyle dolandırıcılık ve kara para aklama dahil altı suçtan dava açtı.

İddianameye göre Halkbank İran’a yönelik yaptırımları delmek için İran, Türkiye ve Birleşik Arap Emirlikleri’ndeki paravan şirketler ve bu şirketler aracılığıyla hayali işlemler yaptı. Federal savcılar, Halkbank üzerinden dönen paranın 20 milyar dolar olduğunu, bu miktarın en az 1 milyar dolarının da ABD mali sistemi içinde aklandığını iddia ettiler. 

Halkbank suçlamaları reddetti ve Yabancı Egemen Devlet Dokunulmazlığı (Foreign Sovereign Immunity Act) çerçevesinde dokunulmazlıkları olduğunu iddia etti. New York Manhattan 2. ABD Temyiz Mahkemesi Halkbank’ın itirazını reddetti. Mahkeme bu kararını “FSIA bankayı koruyor ama burada söz konusu olan suçlar istisnadır” şeklinde özetledi. İkinci mahkeme de Halkbank’ın başvurusunu geri çevirdi. 

Bu karar üzerine Halkbank dosyayı Supreme Court-Anayasa Mahkemesi’ne taşıdı.

Halkbank avukatları mahkemeye sundukları onlarca sayfalık dilekçelerde ve uzman görüşlerinde özetle şunu savundu. “Halkbank bir kamu kurumudur. Faaliyetleri de ‘tamamen hükümet işlevleri’ kapsamındadır. Eğer ABD’de yargılanırsa bu egemenlik hakkının ihlali olur”

Halkbank’ın bu savunmasına karşı ABD Başsavcısı Elizabeth Prelogar 62 sayfalık karşı dilekçe ile Halkbank’ın dokunulmazlık kapsamında olmadığını iddia etti. Prelogar, Halkbank’ın yargılanmaması halinde dünya çapında kaos çıkacağını, benzer kurumların bu yasayı zırh gibi kullanacağını, bankaların, havayolu şirketlerinin, yazılım şirketlerinin aynı yasayı zırh olarak kullanacağını savundu. 

Yüksek mahkeme Halkbank’ın başvurusunu 3 Ekim’de kabul etti ve 17 Ocak için gün verdi. Yüksek mahkeme bir yandan da New York Güney Bölge savcılığından aralarında gizlilik kaydı bulunan 40 civarında dosyanın da olduğu tüm delilleri istedi. 

Özetle dünkü oturumun uzun bir geçmişi var.

MAHKEMEDE NELER OLDU, KİM NE DEDİ?

Gelelim duruşma aşamasında yaşananlara. 

Yüksek Mahkemenin kendine özgü gelenekleri var. Mesela hiçbir elektronik cihazı binaya sokmak mümkün değil. Gazetecilere bile kravat zorunluluğu var. 

Klasik bir yargılama değil. 

Yani deliller tek tek ele alınmıyor. Onun yerine yetki ve hukuki çerçeve tartışması yapılıyor. Halkbank’ı ABD’nin en pahalı avukatlarından Lisa Blatt ve ekibi savundu. Daha önce sundukları dilekçelerde dile getirdikleri argümanları sözlü olarak da sıraladılar. 

Bu esnada hakimler herhangi bir sıraya tabi olmadan sorular sordular.

Lisa Blatt temel olarak Halkbank’ın bir kamu kurumu olduğu için FSIA kapsamında dokunulmazlığa sahip olduğunu, eğer başvuruları reddedilir ve banka yerel mahkemede yargılanırsa uluslararası sistemin kaosa sürükleneceğini ileri sürdü.

Blatt bu davanın dünya tarihinde bir ilk olduğunu iddia etti. 

Yargıçlar çok sayıda endişeyi dile getirdiler. Bir ara Lisa Blatt’ı çok hırpaladılar. Bazı yargıçlar davanın yerel mahkemeye geri gönderilmesinin iyi olabileceği yönünde beyanlarda bulunurken özellikle muhafazakar yargıçlar yargılamaya devam edilmesinin ABD eyaletlerinin yabancı ulusları da hedef almasına kapı açabileceği endişesini dile getirdiler

Bir başka ifadeyle muhafazakar yargıç Neil Gorsuch mealen “bu yolu açarsak her eyalet başka bir ülkeyi yargılamaya kalkabilir” demiş oldu. 

Bir diğer muhafazakar yargıç Brett Kavanaugh ise mahkemenin bir ABD başkanına ulusal güvenlik yetkisini sınırlandıracağını, yasaklayacağını söylemesinin ‘çok tuhaf’ ve ‘devasa’ olacağını söyledi. Yargıç Amy Coney Barrett bu tür bir davanın ABD’ye karşı misillemelere neden olup olmayacağını sordu. 

Blatt, davanın devam etmesine izin verilirse, ABD’deki herhangi bir savcının, Kongre tarafından oluşturulan “ticari faaliyet muafiyetleri” nedeniyle herhangi bir ülkeyi yargılayabileceğini savundu. Hatta Blatt bu durumun bir savaş bile başlatabileceğini iddia etti.

Bu noktada bir gözlemimi not düşeyim. 

Lisa Blatt’ın 50 dakika süren savunması esnasında özellikle liberal yargıçların sordukları sorulardan Halkbank’ın başvurusunun reddedilerek dosyanın New York’a gönderilmesi ihtimalinin büyük olduğunu düşündüm

Ancak Blatt’ı sorularıyla hırpalayan yargıçlar aynı şeyi Adalet Bakanlığı avukatı Eric Feigin’e de yaptılar

Feigin ise özetle Halkbank’ın devlet bankası olsa da ortada işlenmiş suçların olduğunu, bu suçların dokunulmazlık kapsamında olmadığını, son yıllarda devlete ait şirketlerin benzer şekillerde suçlar işlediğini ve bunların arttığını anlattı. Feigin, “Yapmak istediğimiz şey, devlete ait diğer şirketleri bu tür eylemlerden caydırmak – açıkçası, diğer hükümetleri de bu tür şeyleri yapmak için şirketleri kullanmaya çalışmaktan caydırmak” dedi.

Toplamda bir buçuk saat süren oturum derin hukuki tartışmalara sahne oldu. 

Çünkü daha önce görülmüş benzeri bir dava yok. Buradan çıkacak karar başka davalar için de emsal teşkil edecek. Bir bakıma bu dava ABD sistemi içinde yeni bir durum. Olay sadece Halkbank ve İran ambargosu konusu ile sınırlı değil. ABD’li yüksek yargıçlar bu dava vesilesiyle ‘ABD Başkanının uluslararası ilişkileri etkileyen davalar üzerinde ne gibi kontrollere sahip olması gerektiğini’ tartışıyorlar. 

ŞİMDİ NE OLACAK?

Bu oturumda karar çıkmadı. 

Zaten çıkması da çok beklenen bir durum değildi. Yüksek yargıçların önünde uzun bir zaman dilimi var. En geç haziran ayına kadar kararı verip yazılı olarak açıklayacaklar.

Yüksek Mahkeme’de bu oturum varken Türkiye Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu’nun uçağı da Washington’a iniyordu. 

Doğal olarak herkesin aklında siyasetin mahkeme üzerindeki etkisine dair sorular var. 

Ancak kabul etmek gerekir ki bu konuda söylenecek her şey spekülasyondan ibaret olacak. Çünkü yüksek yargıçların siyasi etkiye açık olmaları pek beklenmiyor. Ayrıca verdikleri karar sadece Halkbank’ı değil Amerikan sistemini de yakından ilgilendiriyor. 

Şahsen Mevlüt Çavuşoğlu’nun mevkidaşı Blinken ile yapacağı görüşmede Yüksek Mahkemeye baskı yapılması yönünde bir sonuç çıkacağını düşünmüyorum. Çavuşoğlu böyle bir girişimde bulunsa bile ABD tarafından dikkate bile alınmayacağından eminim. 

Eğer Yüksek Mahkeme Halkbank’ın başvurusunu kabul ederse Güney Bölge Savcılığı’nın iddianamesi düşecek. Erdoğan ve ailesi büyük bir kabustan kurtulacak. Tabii Türkiye’de milyarlarca dolarlık cezadan yırtacak. 

Ancak tersi olur Yüksek Mahkeme savcılığın talebini kabul ederse o zaman Erdoğan ve AKP yönetimi için kabus senaryosu olacak. Dosya yeniden New York Güney Bölge Mahkemesi’ne gidecek ve yargılama başlayacak.

Skandalın esas oğlanı Reza Zarrab yeniden kürsüye çıkacak ve bu kez daha önce anlatmadıklarını dökecek. Bütün oklar Erdoğan ve kabine üyelerine yönelecek. Halkbank’a yönelik milyarlarca dolarlık para cezası ise bankanın çöp olması demek. Zaten ağır kriz yaşayan Türkiye’nin bu kararla birlikte büyük bir sarsıntı yaşaması kaçınılmaz. 

ERDOĞAN NE KAZANDI TÜRKİYE NE KAYBETTİ?

Gelelim en temel soruya; bu dava Türkiye’ye ne kaybettirdi? İktidarın dediği gibi milli bir dava mı? Bu dosyayı on yıldır takip eden birisi olarak şunu net olarak söyleyebilirim; burada yargılanan ülke olarak Türkiye değil.

Aksine Cumhurbaşkanı Erdoğan, aile ve kabine üyelerini kapsayan bir çete yargılanıyor. Dolayısıyla ne dava milli bir dava ne de Zarrab hayırsever bir işadamı. 

Ortada milyar dolarlık fatura var ama bu tamamen Erdoğan ve çevresindeki yapılanmanın ülkeye olan maliyeti. 

Yani bu dava devam eder ve Halkbank’a milyar dolarlık cezalar gelirse faturayı halk olarak biz ödeyeceğiz. Ne Erdoğan, ne de rüşveti peşin alan bakanları, bürokratları ödeyecek. 

Dahası Erdoğan, Reza Zarrab’ın Amerikaya gelip savcıyla anlaşmasından sonra kendini kurtarabilmek için her şeyi masaya sürdü. Öyle ki Erdoğan’ın kişisel servetinin araştırılmasının konuşulması bile Ankara’ya yelkenleri indirtti. 

Erdoğan Zarrab’ı kurtarmak, Halkbank davasını kapattırmak için milyonlarca dolarlık lobi anlaşmaları yaptı. 

Rus oligarklar dahil Beyaz Saray üzerinde etkisi olacak tüm güç merkezlerini paraya boğdu. Buradaki amacının kendini kurtarmak olduğu aşikar. 

Peki başlıkta bahsettiğim Erdoğan’ın kazancı meselesi ne? 

Davadan karar çıkmadı ama bu oturumun ABD  Anayasa Mahkemesi’nde yapılmış olması bile Erdoğan için bir başarı, kazançtır.

Şöyle ki; 

2019 Ekim ayında New York Güney Bölge Savcılığı davayı açtığında Hakim Richard Berman yargılama için takvim belirledi. 2020’nin ilk baharında duruşma günü verildi. Halkbank’ın avukatları sonuç alamayacaklarını bile bile temyize gittiler

İlk temyizden red gelince ikinci kez temyize gittiler. Oradan da red gelince konuyu ABD Anayasa Mahkemesi’ne götürdüler. 

Tabii bütün bu işlemler bedava yapılmıyor. Bu esnada milyonlarca dolar para harcandı. ABD  Anayasa Mahkemesi dosyayı görüşmeye alınca Erdoğan amacına ulaşmış oldu.

Çünkü New York’taki yargılama  durdu ve dosya Washington’a taşındı. Dün yapılan oturumla birlikte Halkbank için olumsuz bir karar çıkmış olsa bile Erdoğan istediğini almış oldu.

Erdoğan’ın temel amacı zaman kazanmaktı. Adeta ölüm kalım meselesi olarak gördüğü 2023 seçimleri öncesi Halkbank yargılamasında ortaya çıkacak rezaleti ne pahasına olursa olsun ötelemek istiyordu. 

Yarın bir gün ABD Anayasa Mahkemesi’nden olumsuz bir karar çıksa bile davanın yeniden başlaması ister istemez 2023 seçimleri sonrasına kalacak. 

Erdoğan için o seçimlerden sonra ortaya çıkacak skandalların bir önemi yok. Bu bakımdan Erdoğan kazançlı çıktı ama Türkiye’nin kayıplarını ölçmek mümkün değil. 

Dahası Türkiye’nin kayıpları her geçen gün daha da artıyor. 

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

1 YORUM

  1. TEŞEKKÜRLER… ADEM BEY,

    ABD Medyasinda da bunlari çikip anlatsaniz, çok guzel olurdu…

    ABD Mediasi bu siralar Türkiye ile yakindan ilgileniyor. Sizleri de davet edip program yapacaklarini düşünüyorum.

    saygilar , sevgiler…

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin