Diyarbakır’daki anneler ve diğer anneler

HABER-ANALİZ | YAVUZ ALTUN

Türkiye’de insanların biber gazı yerim, gözaltına alınırım ya da işimden aşımdan olurum kaygısı çekmeden bir şeyleri protesto edebilmesi güzel bir duygu olsa gerek. Diyarbakır’da HDP binası önünde günlerdir evlatlarına kavuşabilmek için oturma eylemi gerçekleştiren annelerden bahsediyorum. Çok haklı, granitten bir davaları var: Çocukları, çeşitli vesilelerle – ki annelere göre HDP’li siyasetçilerin kandırmacasıyla – PKK’nın kamplarına götürülmüş aileler bunlar. Silahlı güçlere karşı ellerinden bir şey gelmez. Türkiye Cumhuriyeti sınırları içerisinde PKK’nın resmi bir kurumu olmadığından, HDP’nin kapısına gitmeyi tercih etmişler.

Elbette kafa kurcalayan sorular da var: Acaba neden bu eylem için Diyarbakır Büyükşehir Belediye’sine kayyım atanmasından hemen sonrasını tercih etmişler? Neden tam da hükümetimizin “HDP aslında PKK’dır” demek için yanıp tutuştuğu bir dönemde ortaya çıkmışlar? Neden Meclis’e değil de, Diyarbakır’daki HDP il binasının önüne gittiler? Acaba Diyarbakır’ı de facto “PKK başkenti” filan mı görüyorlar?

Geçen haftalar boyunca, bu haklı eylem ilginç görüntülere de sahne oldu. Bir grup tarikat ehli insan geldi buraya mesela. Semazenlerin her sünnet düğününde boy göstermesi gibi, bir süredir tarikat ehli (giyim kuşamları itibariyle) kimseler de siyasî meselelerde görünür oldular. Adeta iktidarın gayriresmi davetçileri gibi davranıyorlar. Hatırlarsanız, onları Soma maden faciasında da görmüştük.

Sanatçılar mesela o kadar çabuk organize olamıyorlar. Diyarbakır’a gidip boy göstermeleri için Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın açıktan söylemesi gerekti. Cumartesi Anneleri’ne destek verenler, dedi Erdoğan, neden Diyarbakır’daki anneleri görmez?

İslamcılık, boyundan büyük ve hiçbir surette anlayamadığı bir sisteme kafa tuttuğunu düşünen heyecanlı bir çocuk ideolojisi gibi kurgulandığından, sıkıştığı noktada yapabileceği en iyi şey, “karşılık üretmek”tir. Cumartesi Anneleri’nin haklı taleplerinden doğan ahlakî üstünlüğe kara çalamıyor musun? O hâlde hemencecik bir rakip inşa edersin.

İngilizce’de bunun bir adı var: “Whataboutism”. Birisi sizi bir konuda sıkıştırıyor mu? Hemen, “Peki sen Filistin konusunda ne yaptın da bana ahlak satıyorsun?” diyorsunuz. Yine İngilizce bir tabirle, bu hamle size “Dodge the bullet” (üzerinize gelen kurşunu sektirme) imkânı bahşediyor. Aslında etmiyor da, karşı taraf gerçekten de ahlaken defolu bir vaziyetteyse, azıcık işe yarıyor.

Türkiye gibi “kabilelere bölünmüş” ülkelerde, muhatabınızın ahlaken defolu olmama şansı yok. “Dün X’lere susanlar, bugün Y’lere ses çıkarır olmuş” tarzı cümleleri Twitter’da sıkça görüyorsunuzdur. Hepimiz, geçmişte bir şeylere susmuşuz, netekim.

Tabi sadece sanatçılar ziyaret etmedi bu yeni “vijdan kabesini” (Perihan Mağden günlük yazılar yazmaya devam ediyor olsaydı, böyle derdi herhalde), Türkiye Cumhuriyeti tarihinin ilk Başkanlık kabinesinin kıymetli bakanları da oradaydı. Mesela “PKK’nın beli kırıldı, ha bitti ha bitecek”, “yurt içinde PKK’lı sayısı 600’ün de altına indi” gibi açıklamalarıyla maruf bakanımız Süleyman Soylu. Kafasını hafifçe sola yatırıp (muhtemelen “vatandaş dinlerken yapmanız gereken 5 beden dili hareketi” tarzı bir yazıdan arak) anneleri dinliyordu.

Aile, Çalışma ve Sosyal Hizmetler Bakanı’mız da aileleri ziyaret etti, onlarla diz çöküp oturdu. Bu bakanlığı hassaten önemli buluyorum çünkü, nasıl ki evlerimizde kadınlara en önemli vazifeleri yükleyip sonra mesela çocuğumuz beklediğimiz harikuladelikleri göstermeyince kendimizde değil de annelerimizde suç buluyoruz, pek çok hayatî toplumsal mesele de bu bakanımıza devredilmiş durumda. Daha geçenlerde memurların zam meselesi için sendika başkanlarıyla muhabbet halindeydi. Bugün, içinde “anne” bahsi geçtiği için hemen Diyarbakır’a gitmek durumunda.

Ama bu bakanlar bir an olsun durup, “biz neredeyiz ve ne yapıyoruz” diye sordular mı acaba diye meraklanmadım değil. Yedi düvele meydan okuduğumuz bir dönemde bir grup kudretli bakanımız, HDP gibi “meşruiyeti bile tartışmalı” bir partinin kapısına gidiyor, annelerle birlikte oturup, hal diliyle “Yahu PKK’nın elinde çocuklar olacaktı, onları bir verseniz” diyor. Yakıştı mı PKK’nın belini kıran bakanlarımıza?

Acaba devletimiz, iktidarının bir kısmını PKK’yla paylaşmayı kabul mü etti de, kendi topraklarında böyle bir talebi meşru görüyor? Hem madem ortada böyle bir talep var, bunun gerçekleşmesi için “teröristlerle pazarlık” mı yapılacak yani? Olmaz ya, devletimizin umurunda değildir o çocukların akıbeti ve sırf HDP’yi toplum nazarında marjinalleştirmek için anneleri kullanmak istemiştir belki. Ancak böyle bir senaryoda, PKK’nın meşruiyetini tanımadan, bu işin içinden çıkılabilir.

Bu arada PKK’nın elinde 13 asker ve polis esir durumda. Üstelik aradan üç yıl geçti ve bazı Kürt gazetecilerin devreye girme (mesela Nurcan Baysal) çağrısına rağmen, Türkiye Cumhuriyeti hükümeti bu konuda pek bir adım atmaya hevesli de değil.

HDP’nin burada savunma değil de atak oynayabileceğini ilk görenlerden biri, tabi ki de parlak ve (belki de bu sebeple) hapistaki Kürt siyasetçi Selahattin Demirtaş oldu. Mezopotamya Haber Ajansı’na gönderdiği yazılı açıklamada şunları söyledi:

“Bazı annelerin HDP’ye yönelik haksız ithamlarda, eleştirilerde ve sitemlerde bulunmalarını da anlayışla ve serinkanlılıkla karşılamak zorundayız. Çocuklarının dağa gitmesinde veya kamu görevlilerinin alıkonulmasında HDP’nin en küçük bir sorumluluğu olmamasına rağmen bu tepkileri anlamaya çalışmalıyız. Çünkü bu insanlar, şu veya bu şekilde HDP’den yardım istiyorlar. Sorunun ortaya çıkmasında bir sorumluluğu yok diye HDP’nin çözüm arayışından kaçması söz konusu olamaz. (…) Madem hükümet bu konuda çaresizdir, o halde HDP çarenin ne olduğunu samimiyetle ve sabırla bütün Türkiye’ye anlatmalıdır.”

Hatta daha ileri giderek büyük bir olgunluk da gösterdi:

“Varsın bazı annelerin HDP’ye karşı iki lafı fazla olsun. Bu da onların annelik hakkıdır. Siyasetçi, eleştirilmeye tahammül göstermek zorundadır.”

(Bu kısımlar, “kriz nasıl yönetilir” hususunda ilgili erk sahibi herkesin okuması ve şiar edinmesi gereken kısımlar.)

Türkiye gibi ülkelerde maalesef gözü yaşlı anne bulmak çok da zor değil. Hemen her köşe başında evladının başına gelenlere – hapislere, ölümlere, sürgünlere – gözyaşı döken insanlar bulmak mümkün. Bakın daha önceki gün, 15 Temmuz’da köprüye götürüldüğü için tutuklanıp müebbet hapis verilen bir askerî öğrencinin annesi, Melek Çetinkaya, Ankara’da bir eylemde pankart gösterdi diye gözaltına alındı, 320 TL de para cezasına çarptırıldı.

Şimdi Çetinkaya ile birlikte, o öğrencilerin aileleri de AKP önünde oturma eylemi yapma kararı verdi. Bakalım ne olacak?

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin