Diyanet İşleri Başkanı’nın zor seçimi

YORUM | ABDULLAH SALİH GÜVEN

 

Türkiye Cumhuriyeti’nin yeni Diyanet İşleri Başkanlığına Prof. Dr. Ali Erbaş atandı. Hayırlı olsun. Kendisini tebrik eder, vazifelerinde başarılar dileriz. Okuyacağınız bu yazı Ali Erbaş’tan Diyanet işleri Başkanı olarak şahsen benim beklentilerimi yansıtmaktadır.

Sayın Başkan,

Türkiye gibi cennet vatan yurdumuzda İslam dininin ferdi, ailevi, sosyal, kültürel, siyasi, iktisadi hayatımızdaki oynadığı rolü ve bu rolün önemi aşikardır. İki cümle ile bile olsa bu konuya değinmeyi size, ilminize, makamınıza saygısızlık olarak addederim. Dolayısıyla aşağıda okuyacağınız samimi duygularla yazdığım düşünceler bu hakikatin şuuru ve idraki içinde olduğunuz varsayımı üzerine kuruludur.

Sayın Başkan,

Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşunu başlangıç tarihi kabul edecek olursak, 100 yıla yaklaşan ömrüyle ülkemiz, nice nice dini, iktisadi, içtimai çalkantılar geçirmiş ve hala geçirmekte olan bir ülkedir. Bu ülkede gerek İslami gerekse Batı standartları ölçüsünde temel insan hakları, hukukun üstünlüğü, düşünce ve inanç özgürlüğü gibi ilke ve prensipler tam anlamıyla uygulan/a/madığı için yıllardan beri kendi vatanında “parya” olarak yaşayan, görünüşte özgür hakikatte köle ya da ikinci sınıf bir vatandaş kitlesi vardır ve var olmaya da devam etmektedir. Ne yazık ki din, cins, ırk, ideoloji, mezhep ayrılıklarını körükleyen zihniyet bitmediği müddetçe de bu gidişatın önü alınamayacaktır. Siz de biliyorsunuz ki Sayın Başkan, bu hakların vatandaşlara devlet tarafından verilmesi lütuf değil aksine bir vazifedir. Hatta “devletin hakları vermesi” diye bir tabir bile gereksizdir. İnsanlar bu hakları Allah tarafından insan olarak yaratılmakla almış durumdadır. Onun için bu temel haklara hukuk dilinde “negatif statü hakları” denir. Bunu günümüz diline “devlet gölge etmesin, başka ihsan istemez” diye çevirmek mümkündür.

Bununla beraber bugün ülkemizde bu haklardan mahrum edilen binler-yüzbinler-milyonlar vardır. Ne yazık ki bu hak mahrumiyeti, yeni göreviniz itibariyle bir parçası haline geldiğiniz sistem tarafından yapılmaktadır. Dünyada ve ukbada sorumluluğunuz büyüktür Sayın Başkan. Ümidim o ki bu sorumluluğa göre mevki ve mevzi edinir, hak ve hakikatleri haykırmakta zerre kadar tereddüt etmezsiniz. “Zalim sultanın önünde hakikati söylemeyi en büyük cihat” gören Hz. Peygamberin temsili cübbesini sırtında taşıyan bir insan olarak sizden bunu beklemeye hakkımız vardır.

Sayın Başkan,

Elinizde sihirli bir değneğin olmadığını, nihai olarak sözün sizde bitmediğinin farkındayız. Ama sahibi olduğunuz gücün de küçümsenmeyecek ölçüde değerli olduğunu biliyoruz. Gerek sorumlusu olduğunuz siyasi makamlara gerekse halka karşı yapacağınız tavsiyeler, telkinler, konuşmalar, yazılar, bu istikamette uygulayacağınız plan ve projeler tabandan tavana bir uyanışın, bir zihniyet değişimin fitilini ateşleyebilir. İnanıyorum ki sizin bu çerçevede yapacağınız şeyler zifiri karanlıklar altındaki mum ışığına güneş muamelesi yapan milyonlarca insana ümit ışığı olacaktır. Kaldı ki buna çok müsait zihni bir zemin de vardır şu an Türkiye’de. Keşke bu fırsat kaçırılmasa.

Sayın Başkan,

Kastını ettiğim zemin, ne olduğu, nasıl olduğu, neden yapıldığı yetkili makamlarca bir türlü aydınlatılmayan 15 Temmuz mel’un hadisesinden sonraki bütün Türkiye zeminidir. Hukukun en temel kaidesi olan “masuniyet karinesi” berhava edilmiş, “suçun ve cezanın şahsiliği” ilkesi bir kenara atılmış, insanlığın yüzyıllarca önce ancak kabile yönetimlerinde gördüğü kolektif ceza “iltisak” kelimesi ile hayata taşınmış ve neticede yüzbinlerce masum insan işinden edilmiş, yüzbinlerce kadın-erkek özgürlükleri ellerinden alınıp hapishanelere tıkılmış durumdadır. Vicdanı ölmemiş her insanın göz yaşlarını Seyhan-Ceyhan nehirleri misali akıtmasına vesile olacak nice zulümler irtikap edilmiş ve hala edilmektedir. Devletin ceberut yüzü orantısız şiddetle kendi vatandaşlarının hayatına kastetmiş durumdadır. Bu zulüm uygulaması, Kürt, Alevi, Liberal vs toplumun bütün gruplarına uygulanmış, cemaat mensuplarında ise zirve yapmıştır. Bugün siyasi iktidar ve onun ideolojisine muhalif olan herkes bu zulmün muhatabı olmakta ya da ne zaman olacağım endişe ve korkusuyla yaşamaktadır. Siyaset bilimlerde bu türlü bir yönetim anlayışına -aralarındaki farklar mahfuz- otoriteryanizm, totalitarizim, faşizm denildiğinin bilincindesinizdir umarım. İşte bu noktada, sizin yapacağınız uyarılar, kurumsal düzlemde idari olarak devlete bağlı ama temsilcisi olduğu dini değerleri hayata intikal ettirme adına siyaset üstü olan makamınızın alacağı pozisyon çok önemlidir.

Sayın Başkan,

Adalet mülkün temelidir. Adaleti besleyen şey ise nısfet yani hakikat düşüncesidir. Ülkemizde hakikat düşüncesi yara almıştır. Kur’an’ın anne-baba başta insanın kendi nefsi de dahil en yakınlarının aleyhine bile olsa adaletten ayrılmama emri havada, zihniyeti de yaralıdır. Adaletin gerçekleşmemesinin zihni arka planında bu yaralı zihniyet yatmaktadır. Bunu onarmak dün de bugün de yarın da bizim en büyük görevlerimiz arasındadır ve size bu bağlamda çok büyük iş düşmektedir. Geciken adalet, adalet değildir Sayın Başkan. Adaletin gecikmesi mülkün de elden gitmesini netice verecektir. Bu zaviyeden ülkemize bakınca tehlike çanları ve alarm zilleri çoktan beri çalmakta ve adalet, şaşalı adalet saraylarında ikamet etse bile hızla yıkılmaya doğru gitmektedir. Umarım farkındasınızdır.

Sayın Başkan,

Hayal mi bütün bunlar? Siz bir şeyler yapabilir misiniz? Evet, hayal, ama her şey hayal ile başlar. Umarım bunlar sizin de hayalinizdir. Olması da gerekir. Zira hem bir insan hem Müslüman hem vatandaş olarak ve hepsinden daha önemlisi Diyanet İşleri Başkanlığı gibi sorumluluk mevkiinde oturan bir yetkili olarak sizin hayaliniz olması gerekir. Resmi düzlemde küçük ya da büyük adımlarla bunları hayata taşıma makamında bulunan kişi sizsiniz.

Bekleyip göreceğiz Sayın Başkan; bakalım “Sultanların alimi mi” olacaksınız yoksa “Alimlerin sultanı mı?” Kabul, zor bir seçim. Ama iki tane yol var ve yollar çok net. Birini seçeceksiniz. Hepsi bu. Nihai karar sizde.

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

1 YORUM

  1. “erbaş”ın askerde karşılığı “onbaşı”dır.. önceki “görmez”di.. görmedi.. bu gelen ise en nihayetinde bir “erbaş”tır.. bir erbaştan, generalin bile yapamayacaklarını istiyor ve bekliyorsunuz 🙂
    Bir de; çook iyimsersiniz Abdullah bey. Böyle şeyler yapmasın diye getirildi o makama zaten.. haaa; diyorsanız ki “tarihe not düşmek” filan.. o zaman tamam..

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin