Diskurun gücü

YORUM | PROF. MEHMET EFE ÇAMAN 

Tr724 YouTube kanalının yaptığı sokak röportajında açlığından, ailesini geçindirememekten, ikiz bebeklerine çocuk bezi alamamaktan yakınan seyyar simitçi vatandaş, röportajın sonunda dört parmağını kameraya tutarak “Allah nasip ederse hedefimiz, yine Tayyip Erdoğan. Yani gene Tayyip Erdoğan’ımız. Allah razı olsun. Onu çok seviyorum. Tayyip Erdoğan’a buradan selamlar ve sevgiler, saygılar,” diyor. Aklıma, Ara Güler’in doksanıncı doğum gününde düzenlenen toplantıda, kameralar karşısında Tayyip Erdoğan için “O kadar cumhurbaşkanı geldi geçti. Bir tanesi çıkıp da kafa tutmadı yahu kimseye! O tarafı hoşuma gidiyor. Niye çekinsin ki! Biz devletiz be! Osmanlı’dan; Osmanlı’dan geliyoruz. Boy boy yazılarını çektim Moğolistan’da. Bütün bunlar var. Onların nesi var? Zavallı Amerika’nın nesi var?” dediği sahneler geliyor.

Fakir simitçiden, Ermeni fotoğraf sanatçısı efsane isim Ara Güler’e, insanların Tayyip Erdoğan ve rejim diskurunu bu kadar benimsemeleri, rejimin esas gücünü oluşturuyor. Bu diskur, topluma Tayyip Erdoğan’ın hatadan ve elbette ki sorumluluktan münezzeh olduğunu benimsetti. Kişisel bir külttür bu, karşımızda insan edilmiş bulunan. Mustafa Kemal Atatürk için de bu kült oluşturulmuştu. Atatürk ile Erdoğan’ı karşılaştırmak, Erdoğan’ın da Atatürk gibi bir lider olduğunu söylemek için vermedim bu örneği. Liderlerin otoriter rejimlerde kültleştirilmesinin çok tipik bir rejim karakteristiği olduğunu ortaya koymak adına yazdım. Bu, diskurun gücüdür. Rejimin genetik kodunda, tüm farklı unsurları bir arada tutan yapıştırıcıların arasında belki de en güçlü olanıdır. İdeolojisine ve değerlerine bakmaksızın, tüm rejimlerin başarısı ve sürekliliği, farklı parçaların bir arada tutulmasına bağlıdır. Hatasız, idealize edilen, büyüklüğüne ve olağanüstü özelliklerine inanılan bir lider, Weber’in klasik karizmatik liderlik özelliğidir. Bu karizmadan kaynaklı meşruiyet, rejimi başarısızlıklarına karşın güçlü kılar. Bu güç, ekonomik ya da fiziki, askeri veya yumuşak güç değildir. Bu güç, varlığını devam ettirme gücüdür. Halkı bu rejimin bir alternatifi olmadığına ikna eden odur.

Rejim ne yaparsa yapsın hiçbir şeyden sorumlu değil. Halkın çok ciddi bir oranı buna inanıyor. İşin matrak tarafı, bugün bir mucize olsa ve demokratik hukuk devletine geçilse, rejimin karar alıcıları da yapılan bunca insan hakları ihlalleri karşısında, bu ihlallerin kendi bilgi ve emirleri ile gerçekleşmediğini, yargıçların ve savcıların, polislerin ve dış temsilciliklerin, istihbaratın ve üniversitelerin hep kendi iradeleriyle bu fiilleri yaptıklarını iddia etse, verilecek yanıt ne olurdu? Hiçbir şey! Çünkü anayasasız ve kanunsuz yönetilen Türkiye’de, devlet fiilen ortadan kalkmıştır. Yani hukuk yok edilmiştir. İşin püf noktası nedir peki? Şu soruyu sormadan bunu izah edemeyiz: Nasıl oldu da halk buna razı oldu? Dahası, muhalefeti bu duruma nasıl razı ettiler? İşte diskur bu noktada devreye giriyor. Tıpkı bir bilim kurgu romanında ya da filminde, var olmayan bir şeyi senaryoya ekleyip, üzerine koskoca bir öyküyü inşa ettiklerinde, o var olmayan şeyin üzerinde artık uzun uzadıya düşünmediğiniz gibi, bugün de o yarattıkları diskurla, sizi bugünkü Türkiye senaryosuna ikna ettiler. Bilim kurgu senaryoda o var olmayan şeyin var olup olmaması üzerine mantığınızı devre dışı bırakmanız gibi, bugünkü rejimin ana kabullerini de sorgulamıyorsunuz. Bu, iktidar sahipleri için müthiş bir güçtür. Rejimin gücü buradan ileri geliyor. Fakir simitçi ile entelektüel fotoğrafçıyı bir araya getiren bu güçtür. Bu güç, ideolojileri, dinleri, mezhepleri, değerleri, doğru-yanlışları aşarak, sizleri bu basit senaryoya ikna ediyor.

Bu senaryoda rejim her zaman haklıdır. Roboski’de, 17 Aralık’ta, Gezi’de, 15 Temmuz’da, hep haklıdır. Tekmelenen madenciler, “ananı da al git!” denen ortam, tapelerde fısıltılarla paraların sıfırlanması talimatı verilirken, “bu millerin a.na koyacağız” diyen rejimin işadamının internete düşen konuşmasında, Mavi Marmara’da, attan düşen Erdoğan’da, MİT tırları meselesinde, kısacası her yerde, rejim masumdur, ona kurulan bir kumpas vardır. Dahası, rejim ve milletin kaderi bu senaryoda ortaktır. Rejime ve reisine yapılan yanlışlar, tüm halka yapılmaktadır. Faiz lobisi, Ermeni lobisi, dış güçler, ABD ve AB, külliyen tüm Batı, sağ ve sol, ön ve arka, hep düşmandır. Bu dış düşmanlar yetmezmiş gibi, içeride de bir sürü “vatan haini” ve “terörist” öğretmen, profesör, mühendis, doktor, bankacı, iş insanı, sporcu, emekli, bebekli ve hamile kadınlar, emziren anneler, çoluk çocuk, o bu vardır; bunların tümü dış odakların emrinde rejime ve reise, yan, tüm ülkeye, dine, imana, millete ihanet etmiştir, etmektedir!

Simitçi açlığından ve bebeklerine çocuk bezi alamamaktan yakınırken, bir cümle sonra Erdoğan’a ilan-ı aşk edebiliyor. Bunun sırrı işte bu kurulan diskur ve onun üzerine inşa edilmiş olan rejimdir. Ara Güler’in entelektüel fotoğraf sanatçılığından Saray foto şipşakçılığına degrade olmasının nedeni budur. Koskoca bir ülkenin kendi anayasasına ihanet eden bir rejimi halen kabullenmesi, bu diskura bağlıdır.

Bu diskurun dayanak noktaları öyle çok da karmaşık değil. Gezi, 17 Aralık, 15 Temmuz, bu diskurun Bermuda Şeytan Üçgeni’dir. Her üçü de rejime göre darbe girişimidir. Oysa en basit ifadeyle bu varsayım bir yalandır. Gezi dış güçlerin desteği ile başlatılan bir kalkışma değildi. Bir protestoydu. Üstelik de sonuna dek haklıydı. 17 Aralık bir sivil darbe girişimi değildi. Bir yolsuzluk soruşturmasıydı. AKP iktidarının güç merkezinin yolsuzluklara nasıl bulaştığını, ihanetlerini ve alçaklıklarını ortaya koymuştu. Kanıtlara dayanıyordu. 15 Temmuz, Boğaz Köprüsü’nün tek yönünün trafiğe kapatıldığı bir, merkez karar alıcıları olmayan, darbe planı yapılmamış bir şeydi; neydi, halen tam bilinmiyor. Ama darbe değildi. Bu Bermuda Şeytan Üçgeni, bugünkü rejimin ana diskurudur. Her şey, tüm insan hakları ihlalleri, OHAL rejimi, sonrasındaki normalleştirilmiş “OHAL kokulu” başkanlık, polis ve istihbarat istibdadı, derin devletin küllerinden doğması, Rusya’cı ve Avrasyacı kadrolar, hazinenin talanı, ahbap çavuş düzeni falan, bu diskur olmadan olmazdı. MHP ile işbirliği, ulusolcu kemik faşoların toleransı ve düşük yoğunluklu çakma muhalefetleri, Babacan ve Davutoğlu ekibinin gaz alma operasyonları falan, tümüyle diskurun kutsadığı şeylerdir. Rejim bir hisseli harikalar kumpanyası yarattı. Halk seyrediyor. Herkes durumdan nemalanma peşinde.

E, o zaman ben de iyisi mi yazıyı simitçiden yaptığım alıntının tekrarıyla bitireyim madem: “Allah nasip ederse hedefimiz, yine Tayyip Erdoğan. Yani gene Tayyip Erdoğan’ımız. Allah razı olsun. Onu çok seviyorum. Tayyip Erdoğan’a buradan selamlar ve sevgiler, saygılar.”

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

3 YORUMLAR

  1. Simitçinin neden Tayyip Erdoğan dediğini söyleyim, Sokak simitcilerin en büyük engeli zabıtalar haliyle belediye ve AKP. Ayrıca Erdoğan demekle kendini koruma zırhına alıyor. Simitçiye göre, simidini satabiliyorsa Cumhurbaşkanliğı görevini hakkıyla yerine getirmiş demektir. İktidarın yandaşini koruduğunu simitçide biliyor.

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin