Derin devlet ve Erdoğan neden Atlantik karşıtı ve Rus yanlısı?

Fotoğraf | AFP

ANALİZ | Prof. Dr. MEHMET EFE ÇAMAN

Türkiye ile ABD arasındaki sorunlar büyüyor. Tıpkı AB ile büyüyen sorunlar gibi. Oysa ABD de AB ve özellikle Almanya, Fransa, Hollanda gibi Batı Avrupalı üyeleri de, Türkiye’nin 60 yıldan fazla süredir çok yakın ortakları. Güvenlik, ekonomi ve siyasi alanlarda gerçekleşen yakınlaşma ve işbirliği, bu örgütler ve ülkelerle Türkiye arasında bir güvenlik topluluğu oluşturmuş, Atlantik ortaklığı ve Türkiye’nin Avrupa bütünleşme sürecine katılımı Türkiye’nin karar alıcılarınca daima öncelenmişti. Türkiye’nin Atlantik ortaklığı ve AB bütünleşmesine ilgisinin birçok nedeni sayılabilir. Bunlardan belki de en güçlü olanlarından biri, kimliksel düzeyde Türkiye’nin kendisini “muasır medeniyet” seviyesine ulaşmayı hedefleyen bir ülke olmasıdır.

BATILILAŞMANIN MAKUL GEREKÇELERİ

Türkiye’de yönetici elitler Batılı devletlerin ekonomik, bilimsel, teknolojik, hukuksal, yönetimsel, sanatsal vs. birçok toplumsal alanda muasır medeniyet seviyesini temsil ettiklerini düşünüyorlardı. 1920’lerin dünyasındaki bu algının rasyonel nedenleri olduğu tartışma götürmez bir gerçektir. Askeri rekabet bakımından Batı’yla mücadele edemeyen Osmanlı İmparatorluğu’nun gerileme ve yıkılışının nedenleri arasında, Devlet-i Aliye’nin bilimsel, teknolojik, sosyolojik ve hatta teolojik alanlarda kendisini yenileyememesi olduğu gerçeği, 20. yüzyılda Osmanlı entelijensiyası tarafından ağırlıklı olarak benimsenmişti. Dahası, 1920’lerin ve 30’ların reformları, 19. yüzyıl sonu 20. yüzyıl başı Osmanlı reformlarının devamıydı. Yani bu bakımdan Osmanlı ile Cumhuriyet arasında bir kopukluk yoktur. Bu bakımlardan konuya yaklaşıldığında, Türkiye’de Batıcılık düşüncesinin – yani Batı’nın bilimini, siyasal kurumlarını, askeri organizasyon yapısını, eğitim kurumlarını Türkiye toplumuna uygulamak fikrinin – ister istemez bir kimliksel dönüşüme yol açtığı yadsınamaz. Çünkü Batı’nın sadece fennini, okulunu, askeriyesini alamıyorsunuz. Bunların altyapısını da edinmek durumundasınız. Okullarda işlenecek derslerden, öğrenilecek düşünce biçimine, toplumsal organizasyon yapısının ekonomi-politik dinamiklerinden, politik coğrafyayı ilgilendiren pratiklere dek, birçok uygulamalı saha, salt teknik bir ithalatla elde edilemiyordu.

Bunun için, reformlar basitten karmaşığa, yüzeyselden derinlemesine olanlara doğru, açık bir ana yönde birbirini kovaladı. Derken Türkiye Cumhuriyeti kuruldu. Tüm kurumlarıyla zaten hâlihazırda büyük oranda Batılılaşmış olan bir Osmanlı eliti kurdu bu cumhuriyeti. Bu insanlar uzaydan gelmediler. Osmanlı eğitim sisteminde, Saray’ın siyasi kararı üzerine inşa edilen uzun ve kapsamlı bir reform sürecinin ürünleri olarak aktif görevlerde bulunurlarken, Birinci Dünya Savaşı’ndan yenik çıkan ve fiilen yıkılan bir memleketi yeniden kurmaya çalışmaktaydılar. Bu nedenle, içinde yetiştikleri sistemin kendilerine öğrettiği gerçekliğin yönünde hareket ettiler. Edindikleri kimlik, bunu gerektirmekteydi. Dünyayı ve toplumlarını algılarken, bu gerçekliklerden hareket etmeleri kaçınılmazdı.

NATO’YA NEDEN GİRMİŞTİK?

1920’lerde kurulan ve 1930’larda konsolide olan Cumhuriyet, 1930’ların sonunda Avrupa içi bir mücadele olarak başlayan ama kısa sürede dünyayı yakan İkinci Dünya Savaşı’nın patlamasıyla beraber, giderek daha bağımlı güvenlik politikalarına yönelmek durumunda kaldı. Başlarda müstakil bir dış politika ile güvenliğini sağlayabileceğini düşünen Ankara, 1930’ların sonundaki İtalyan ve Alman yayılmacılığı nedeniyle, statükocu güçler olan Birleşik Krallık ve Fransa’nın yanında oldu. Diğer yandan Türk-Sovyet dostluk antlaşmaları üzerinden kendisini güçlenmekte olan Sovyetler’e karşı da garanti altına almaya gayret etti. Sovyetler 1940’larda artık bu dostluğu devam ettirmekten yana görünmüyorlardı. Almanya’nın baskısı da artmaktaydı. İngilizler Türkiye’nin Almanya’ya krom ihraç etmesine ses çıkartmadılar, çünkü Türkiye’nin Almanya tarafından yutulmasına gerekçe oluşturmak istemiyorlardı. Türkiye’nin Batı ile girift ittifak ilişkilerinin öncü kanalları, bu dönem yaşanan diplomatik ilişkilerde olgunlaştı.

Savaş bittiğinde Avrupa’daki tek galip Sovyetler Birliği olmuştu. Tüm doğu Avrupa’yı işgal eden Kızıl Ordu, gittiği her yerde çoğulcu demokrasi potansiyelini yok ederek kendine kukla devlet yönetimleri kurdu. Böylece tüm doğu Avrupa kendi tarihsel gerçeklerinden kopartılarak, yapay birer Sovyet uydu devletine dönüştürüldü. Sovyetler Birliği, savaşın hemen ardından gerek diplomatik notalarla, gerekse de Potsdam Konferansı’nda Türk Boğazları ve Marmara bölgesi ile Kars, Ardahan gibi bazı doğu illerini Türkiye’den istedi. Türkiye kendisini bu Sovyet yayılmacılığına karşı öz imkânlarıyla korumaktan aciz durumdaydı. Bu nedenle başta ABD olmak üzere, Batılı devletlerden yardım istedi. Böylelikle Yunanistan’la beraber Truman Doktrini ve Marshall Yardımı kapsamına alındı. Sovyetler’e karşı ABD gücüyle güç dengesi sağladı. İşgali engelledi.

Kore Savaşı sonrasında NATO’ya giren Türkiye’nin toprak bütünlüğü NATO caydırıcılığı ile sağlandı. 1991’e kadar gayet somut olarak var olan bu Sovyet tehlikesi, NATO güvenlik topluluğunun sağladığı caydırıcılık ve güç dengesi ile bertaraf edildi. Bu dönemde TSK, tümüyle NATO yapısına girdi ve güvenlik kimliğine büründü. NATO güvenlik topluluğunun normlarını ve değerlerini uyguladı. Böylelikle sadece askeri sahada değil, ekonomide, siyasette, sosyal sahalarda, eğitimde vs. gittikçe ivme kazanan bir entegrasyon meydana geldi. Çok partili hayat, Cumhuriyet’in demokratikleşmesi ve çoğulculaşma, NATO ve buna paralel giden Avrupa bütünleşme hareketiyle, Türkiye’ye adapte edildi. Türkiye toplumu – arızalara karşın – Batı kulübünün değerlerini savunan bir ülke oldu. Yukarıda vurguladığım gibi, zaten Osmanlı ve erken dönem Cumhuriyet dönemlerinde başlayan modernleşme dinamikleriyle de örtüşen bir süreçti bu yaşanan.

TÜRKİYE’DEKİ SOLA ETKİLERİ

Başta demokratikleşme ve insan hakları standartlarının yükseltilmesi olmak üzere, bu güvenlik topluluğunun normatif değerleri, gidilecek istikameti belirledi. Kısacası Atlantikçi güvenlik topluluğu sadece Türkiye’nin toprak bütünlüğünü ve var oluşunu garanti etmekle kalmadı, Soğuk Savaş boyunca Kemalizm’in tepeden inmeci (Jakoben) kültürünün de törpülenmesinde önemli bir katkı sağladı.

Bu ilişkiler dinamiğinde NATO Türkiye’de yükselme potansiyeli olan Marksist Leninist siyasi hareketlere karşı bir pozisyon aldı. Zaten Türkiye’deki siyasi elitler de bu türden siyasal ve sosyal hareketlere karşıydılar. Sovyetleşmeyi beraberinde getirecek ve Türkiye’nin SSCB tarafından yutulmasına zemin hazırlayabilecek ideolojileri bertaraf etmenin, Kemalist ve milliyetçi Türkiye devletinin ana yaklaşımı olmasını tercih etmekteydiler. Yani bazılarının iddia ettiği üzere, Atlantikçiler emperyalizm için değil, ortak menfaatler ve arada mevcut olan güvenlik kültürünün gereği olarak Türkiye’de kontrgerilla tutumu içinde oldular. Türkiye’de yapılacak bir sol devrimin tek sonucu Türkiye’de rejim değişikliği olmayacaktı. Aynı zamanda bu Türkiye’nin Sovyet güdümüne girmesi ve bağımsızlığın sonu anlamına gelecekti.

BATI KARŞITLIĞI EŞİĞİ NEDEN AŞILDI?

Şimdi Perinçek grubu ve derin devlet, bu Marksist-Leninist jargonu Kemalizm diye yutturma peşindeler. Ve bu tutumu “yurtseverlik” olarak ısıtıp, nasyonalist bir politika olarak İslamcılara yamamayı başardılar. Çünkü İslamcı lügatte de benzer terminolojiler var. Batı’yla daimi sorunu olan İslamcılık, değerlerle işi olmayan, sadece pür güç politikalarıyla dünyayı okuyan Rusya’ya bu nedenle yönelmekte sorun görmüyorlar. Boğazına kadar yolsuzluğa bulaşmış olan ve bu nedenle hukuk devletinden öcü gibi korkan rejim, Rusya’ya yamanarak hukuk dışı bir Putinist rejimin tesisini, “anti emperyalist” bir dil kullanarak halka kabul ettirmeye çalışıyor. İşte Atlantikçi güvenlik topluluğunun karşısına Rusya “alternatifini” koymaları ve Suriye’de sahada fiilen Rusya ile ortak hareket etmelerinin nedeni bu. Böylece Atlantikçi güvenlik topluluğunun normatif değerleri – mesela insan hakları, mesela hukuk devleti, mesela açık toplum ve şeffaf devlet – tümüyle Türkiye’den silinirken, bu topluluktan ister istemez boşalan güvenlik denkleminde Rusya öne çıkıyor. Bu yolla, hem Türkiye’deki yolsuzluk sarmalı devam ediyor, hem de fiili faşizan rejim yerleşiyor. Bu rejimin iki ortağı olan İslamcılar ve Ergenekoncu derin devlet, aralarındaki tüm ideolojik farklılıklara karşın, Atlantikçi güvenlik topluluğundan Türkiye’yi kopartmak konusunda fikir birliği içinde görünüyorlar. Fiili rejimleri 2019’da anayasal niteliğe bürünecek. Bu gerçekleşene dek, ortaklığın devamı ortak çıkarları. Yol kazasına uğramak istemiyorlar.

Suriye’de sahada ABD’yi bir numaralı düşman ilan eden, 15 Temmuz’un arkasında da ABD ve Batılı güçleri – kanıt olmaksızın – sürekli olarak suçlayan, ABD’nin Suriye Kürtleri üzerinden Türkiye’ye karşı bir vekalet savaşı verdiği fikrini devletin ana dış tehdit konseptinin orta yerine yerleştiren rejim, fiilen Türkiye’yi Atlantik güvenlik topluluğundan çıkartmış bulunuyor. Türkiye ile sahada istihbarat paylaşmayan, Türkiye’ye güvenmeyen, Türkiye’yi Rusya’ya yaklaşmamak hususunda uyaran ve giderek Türkiye’yi yitirdiklerini kavrayan Atlantik güvenlik topluluğu, başta ABD olmak üzere gidişatı su an için izlemekle yetiniyor. Türkiye’nin iç dinamikleri üzerinden bir tür revizyona gideceği umudunu taşıdıkları kanısındayım. Bu nedenle yumuşak bir dil tercih ediyorlar. Ancak sorun şu ki, şu an Türkiye’de Erdoğan, derin yapı, MHP, CHP gibi önemli aktörlerin tümü, anti Atlantikçi diskursu benimsemiş durumda. Dolayısıyla iç dinamiklerin bir tür revizyona kanalize olmaları kolay görünmüyor. Biten hukuk devleti ve anayasal düzenin kendisini savunma mekanizmaları da (mesela Anayasa Mahkemesi gibi) ortadan kalktığına göre, Türkiye’nin bu kimliksel transformasyonu geriye döndürmesi zor. İslamcılık ve nasyonalizmin Atlantikçi karşıtlığı (aslında Batı düşmanlığı) hususunda geri dönülme eşiği aşıldı gibi görünüyor. Bu da Türkiye’de normalleşmenin dış dinamiklerinin etkisini giderek sınırlandırıyor. Yani mesele sadece iç dinamikler değil, aynı zamanda dış dinamikler.

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin