Demokratikleşmenin anahtarı; Kürtler…

Doç. Dr. MAHMUT AKPINAR | YORUM

“Demokratikleşmenin anahtarı ve itici gücü CHP, Kemalistlerdir!” demeyi arzu ederdim ama maalesef CHP ve Kemalistler, cumhuriyeti mülkleri gibi, kendilerini de bu cumhuriyetin seçkin, ayrıcalıklı vatandaşları olarak gördüler. Ecevit dönemi hariç halk bu anlayışı iktidara getirmedi, dikkate değer oy vermedi. En bunaldığı anlarda dahi CHP’ye ve Kemalistlere muhtaç olmamanın yollarını aradı. Ama hem CHP hem de Kemalistler, Erdoğan rejiminin bunca yıkımından sonra bile alternatif olamıyorlar.

“CHP de gelse Erdoğan mutlaka gitmeli!” diyenler, CHP’yi hukuku demokrasiyi inşa edecek, geri getirecek bir parti değil ‘ehveni şer’ olarak görüyor. Kemalistler ise ülkedeki toplumsal denklemlerin hepsinde ortak bölen. Bu konuda bir makale yazdım, uygun zamanda yayınlayacağım.

İslamcıları, muhafazakarları, tarikatları ve cemaatleri “hukuk ve demokrasi” ile zaten anamıyoruz! Onlar kıyamete kadar Erdoğan’ın zorba ve kirli iktidarının mutlak destekçileri, meşrulaştırıcıları olarak anılacaklar.

Ama son 50 yılda toplumsal denklemde en dikkate alınır gelişmeyi ve dönüşümü Kürtler başardı. Ülkenin istikrarı, hukuk ve demokrasiye dönüşü, toplumsal huzur ve barışı, Türkiye’nin daha güçlü ve yaşanabilir olması, bölgesel etkinliği vb konuların hepsinde Kürtler ve Kürt siyasi hareketleri denklemde yer buluyor.

Kürtler, tarihsel olarak Ortadoğu’nun en köklü halklarından biridir. Türkiye, İran, Irak ve Suriye gibi 4 büyük devletin sınırları arasında kalan bu kadim halk, yüzyıllar boyunca ağır baskılar, inkâr politikaları ve şiddetle yoğrulmuş bir kimlik mücadelesi verdi. Özellikle Türkiye bağlamında Kürt toplumu, modernleşme ve demokratikleşme süreçlerinde hem kurban hem de aktör oldu.

Osmanlı’dan devralınan feodal yapının en sert biçimde yaşandığı toplumsal zeminlerden biri Kürt coğrafyasıydı. Aşiret düzeni, toprak ağalığı ve dini otoritelerin baskın olduğu bu yapıda, birey değil aidiyetler belirleyiciydi. 20. yüzyılın ikinci yarısından itibaren hem bölgesel hem küresel gelişmelerin etkisiyle bu yapı çözülmeye başladı.

Bu dönüşümde en dikkat çekici kırılmalardan biri PKK’nın ortaya çıkışıyla yaşandı. Abdullah Öcalan liderliğinde kurulan PKK, sadece devlete karşı değil, aynı zamanda bölgedeki feodal yapıya ve geleneksel otoritelere karşı da bir meydan okumaydı.

PKK’nın silahlı mücadelesi, devletin otoriter güvenlik politikalarıyla birleşince milyonlarca Kürt zorunlu göçe tabi tutuldu. Köy boşaltmaları, faili meçhuller, kültürel yasaklar ve sosyal dışlanmışlık, Kürtleri kentlere itti. Bu kentleşme süreci, aynı zamanda feodal bağların zayıflamasını ve bireysel bilincin gelişmesini beraberinde getirdi. Kürt toplumu içinde demokratikleşme talebi giderek güçlenirken, örgütün tekçi, lider odaklı, Stalinist yapısı da eleştirilmeye başlandı. Zira PKK’nın otoriter yapısı, kendi içinden çıkan farklı sesleri de bastırıyordu.

Ancak tüm bu baskı ve otoriter dayatmalar, Kürt toplumunun demokratik bilinç kazanmasını engellemedi; aksine hızlandırdı. Devletten gördüğü dışlayıcı politikalarla örgütten gördüğü baskıcı uygulamalar arasında sıkışan Kürt halkı, çözümün şiddette değil demokraside, barışçı hak arayışında olduğunu fark etti.

Selahattin Demirtaş gibi siyasetçiler, bu demokratik dönüşümün en sembolik isimleri haline geldi. Halkların Demokratik Partisi (HDP) ise Kürt kimliğini merkeze alarak ama onunla sınırlı kalmayarak geniş toplumsal kesimlere hitap eden çoğulcu bir siyasi tarz ve dil geliştirdi.

Bugün geldiğimiz noktada, Kürtler Türkiye’nin politik bilinci en yüksek, en örgütlü ve demokratik bilince sahip kesimlerinden birisidir. Bu durum, sadece Türkiye için değil, Ortadoğu için de geçerlidir ve bölge için büyük kazanımdır. Erdoğan yönetimi de bu bilincin ve gücün farkındadır.

2023 seçimlerinde yaşadığı oy kaybını Kürtlerin desteğiyle telafi etmeye çalışan iktidar, Kürt oylarının stratejik önemini görmezden gelememektedir. Zira Erdoğan’ı kalıcı kılmaya yönelik Anayasa değişikliği gibi kritik süreçlerde Kürtlerin tavrı belirleyici hale gelmiştir.

Ne var ki, AKP’nin Kürtlere yaklaşımı ve son “çözüm arayışları” samimi bir demokratikleşme amacı taşımaktan ve Kürtlerin temel haklarını geliştirmekten ziyade, günü kurtarmaya yönelik pragmatizm içermektedir. İktidarın baskıya dönüşen güvenlikçi politikaları ve Kürtlerin demokratik taleplerine karşı geliştirdiği otoriter refleksler, Kürtlerin demokratikleştirici enerjisinin ülke lehine kullanılmasını zorlaştırıyor.

İlginçtir ki, geçmişte “feodal”, “cahil” ve “kıro” olarak aşağılanan Kürtler, bugün Türkiye’nin demokrasi ve hukuk mücadelesinde en ön saflarda yer alan, en etkili unsuru olmuştur. Bir dönem askeri vesayetle mücadele eden dindar-muhafazakâr kesimler ise AKP iktidarının yarattığı propaganda düzeninde adeta mankurtlaşmış, siyasi analiz yetisini kaybetmiş durumdadır. Kürt siyasi hareketler yaşadıkları tarihsel travmalardan ders çıkararak daha özgürlükçü, çoğulcu ve kapsayıcı politikalar geliştirebilmektedir.

Benzer bir dönüşüm, Suriye’de de yaşanmaktadır. Suriye Demokratik Güçleri (SDG) ve ona bağlı olarak kurulan özerk yönetimler, özellikle PYD öncülüğünde seküler, çoğulcu ve yerel temsiliyete dayalı bir yönetim modeli geliştirmiştir. Türkiye, önceki barış sürecinde bu yapının oluşumuna aktif katkı verse de şimdilerde tehdit olarak görmektedir.

Bu tavır hem stratejik hem ahlaki açıdan problemli bir yaklaşımdır. Çünkü Türkiye, kendi içindeki Kürtlerle olduğu gibi dışarıdaki Kürtlerle de demokratik temelde bir ilişki geliştirebilirse, bölgesel güç olma iddiasını daha inandırıcı kılabilir. Ayrıca bu birliktelik Türkiye’nin hukuka ve çoğulcu demokrasiye dönüşü için manivela etkisi yapacaktır.

Irak’ın kuzeyinde kurulan ve Türkiye ile yakın ilişkiler içinde olan Kürt Bölgesel Yönetimi bunun somut örneğidir. Barzani ve Talabani çizgisi, Türkiye ile ekonomik ve diplomatik iş birliğini sürdürme konusunda istekli olmuştur. Aynı iş birliği Suriye Kürtleriyle de mümkün olabilir; yeter ki Ankara, güvenlik odaklı dar bakış açısını terk edip bölgesel barışı önceleyen daha vizyoner bir yaklaşım benimseyebilsin…

Kürtler hem Türkiye’nin hem de bölgenin demokratikleşmesi için bir fırsattır. Bu fırsat doğru değerlendirilirse, Ortadoğu’da farklı kimliklerin birlikte yaşayabileceği yeni bir model inşa edilebilir. Ancak bu vizyon, otoriterleşen ve kurumsal çürümeyi derinleştiren AKP iktidarıyla gerçekleşemez. Zira mevcut iktidar, varlığını demokratikleşmeye değil, kutuplaşmaya ve düşmanlaştırmaya borçludur.

Türkiye, AKP’ye rağmen demokratikleşebilir ve bunu yaparsa sadece kendi vatandaşları için değil, tüm bölge halkları için umut olur. Kürtlerin son 50 yılda yaşadığı tarihsel dönüşüm hem Türkiye’nin geleceği hem de Ortadoğu barışı için stratejik bir anahtar niteliğindedir.

6 YORUMLAR

  1. Mesele adaletse herkese esit olsun tabiki, ben bir Türk olarak Türkiyeye gidemiyorum, adalet hak hukuk istedigim icin kötülüklere tepki gösterdigim icin, neden Türk sorunundan bahsetmiyorsunuzda aynisi Kürtlere yapilinca Kürt sorunu oluyor?
    Türkiyedeki Kürt hareketi özde irkci kavmiyetci bir harekettir, hem Kürt kimligini canlandirmak hemde özerk olmak istiyorlar, buda ayrimciliktir, zaten onun icin bu hareketi bati dünyasi “demokrasi” kilifiyla destekliyorlar, yani neresinden bakarsan elinde kaliyor, irkciligin kavmiyetciligin ayrimciligin dinimizde yeri yoktur. Derdiniz adaletse bunun mücadelesini kürtcülük mürkcülük yapmadan verin, konumuz Kürt sorunu degil, konumuz ADALET!

  2. Sevgili Mahmut Hocam,
    Çok yüzeysel bir yaklaşımla konuyu anlatmışsınız. Özür dileyerek size hiç katılamıyorum. Kürtlerin uğradığı zulüm ve haksızlıklar konusunda hemfikiriz ancak şu anda bir demokratikleşme vs olmuyor. Olan şey Suriye’deki Kürt Bölgesi!nin Türkiye tarafından meşrulaştırılmasıdır. Bahçeli’nin çağrısı, Öcalan’ın çağrısı vs hepsi bunun içindir ve hepsine de Erdoğan ve büyük abileri nezaret etmektedir. Nokta.

  3. Hep kürtçülük yapıyorsun … bu kaçıncı yazı….bildiğim kadarıyla kürt de değilsin…kürtlere yaranamazsın… yaşadığın mağduriyetinin çözümü kürtler değil. Kürtlerin niyetleri belli “bölücülük ve terör”. Onun için şeytanla bile işbirliği yaparlar.

  4. Türkçülük hak sa Kürtçülük te haktır ve adalet budur.
    Irkçılık hoş olmasa da kimse ırkını sevmekten kültürünü yaşamaktan men edilemez.
    Kürt sorunu da Türk sorunu da vardır ve tedavi gerektirmektedir.
    PKK coğrafyadaki herkes icin hastaliktir.

  5. Birinci dünya savaşından sonra Ortadoğu bir cehenneme çevrildi. Bu ateş, en çok Kürtleri yaktı. Kader Kürtlere bir rol biçtirdi. Bu rol, demokrasi ve adalet mücadelesiydi. Yeri geldi Türkler, yeri geldi Araplar, yeri de geldi Farsiler zulümleriyle vefasızlıklarını gösterdiler.

    Barış diyen, huzur diyen herkes susturuldu. Bunun son örneği Sırrı Süreyya Önder oldu. Sözde kalp krizi geçirdiği gün Doğu Perinçek’le görüştüğü ortaya çıktı. Tayyip-Perinçek işbirliğiyle kendisine zehir içirildi. Hastaneye kaldırıldığı ilk günden itibaren medya eliyle toplum ölümüne alıştırıldı. Kendisini öldürenler şimdi arkasından sahte gözyaşı döküyorlar. Allah rahmet etsin.

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin