Demokrasisi olmayan bir ülkenin demokratik seçimlerine hoş geldiniz

YORUM | Prof. Dr. MEHMET EFE ÇAMAN

Demokratik siyasal sistemlerin kendilerini koruma mekanizmalarına gerek duyması konusu dünyada giderek önem kazanıyor. Çok eski bir mesele olmasına karşın, özellikle Amerika’da Donald Trump’ın başkan olmasından sonra Amerikalı akademisyenler ve gazeteciler bu konunun öneminin üzerinde duruyor. Dünyada demokrasilerin erozyona uğradığı bir dönemde Türkiye’de yaşanan sistem değişimi ve hukuk devletinin ortadan kaldırılması süreci, şüphe yok ki büyük bir şanssızlık. Bu nedenle, dünyada demokratik erozyon sorunsalına nasıl yaklaşılıyor, ne gibi çözümler var, bunlarla ilgilenmek, gözlerimizi ve kulaklarımızı bu tartışmalardan ayırmamak durumundayız.

DEVLETİN MİMARİSİ VE TEAMÜL

Demokrasilerin kendilerini koruma mekanizmaları iki farklı zemine dayanır. Birincisi anayasal düzen, ikincisi teamüller. Anayasal düzen, devletin mimarisini gözler önüne serer. Her anayasa, yürütme, yasama ve yargı erklerini düzenler, aralarındaki ilişkileri kurallandırır ve onları birbirinden ayırır. Siyasi karar alıcı konumunda olan yürütmenin diğer iki kuvveti denetimine alması istenmeyen bir durumdur. Çünkü böyle bir durumda demokrasiden söz edilemez. Nedeni basit. Meclisi ve adalet sistemini kendi mutlak kontrolüne alan hükümetler, kendilerini her türlü anayasal ve yasal bağlayıcılıktan kurtarır. Hesap verebilirlikleri ortadan kalkar. Kendilerine oy veren çoğunluğun menfaatlerini gerçekleştirmek için, kendilerine oy vermeyen azınlığı dikkate almazlar.

Çoğunluk diktası dediğimiz olgu böyle başlar. Bu girilen yolun demokrasileri götüreceği son bellidir. Sürecin sonunda özgürlükler giderek ortadan kaybolur. Tektipleşme baş gösterir. Bu durumdan hoşnut olmayanlar genellikle susar. Kendini koruma güdüsü ön plana çıkar. Yani insanlar giderek otosansür uygulamaya ve çoğunluğun beklentilerini tasvip ediyormuş gibi görünmeye çalışır. İşte anayasal seviyede düzenlenen devlet örgütü, böylesi olumsuz gelişmeleri engellemek adına yürütmenin yetkilerini kısıtlar. Özellikle yasa yapma ve adalet alanları, hükümetlerin yetki alanının dışında bırakılır. Dahası, yasa yapıcı merci (yasama) ile adalet mekanizması (yargı) aynı zamanda hükümeti denetleme hakkına sahiptir. Hükümet (yürütme) eğer yetki aşımında veya yasal mevzuata aykırı fiillerde bulunursa, meclis ve yüce divan türü üst yargı kurumlarına hesap verir. Böylelikle önemli bir kontrol, denge ve fren mekanizması sağlanmış olur.

UYGULAYANLAR YASAYA İNANMALI

Devlet denilen şey, işte bu üç kuvvetten oluşuyor. 1982 Anayasasına göre bu güçler ayrılığı, Türkiye devletinin de devlet mimarisinin temelini oluşturmaktadır. Daha doğrusu oluşturmaktaydı. Bu durum değişti. Ama bunu incelemeden önce, demokrasilerin kendini koruma mekanizmasının ikincisine bakalım.

Anayasal düzen her ne kadar demokrasiyi koruyacak şekilde bir denetim mekanizması sağlamış da olsa, bu mekanizmanın işletilmesi demokratik teamüllere ve geleneklere bağlıdır. Gelenekler, düzenli davranış kalıp ve kodlarıdır. İnsanlar uzun yıllar boyunca deneyerek ve yaşayarak, işe yaradıklarına kanaat getirdikleri bazı davranışları benimser. Bunlar denenmiş ve iyi sonuç vermiş, benzer sorunlara benzer çözümlerle gayet efektif sonuçlar alınmıştır. Bu nedenle geleneklere ve teamüllere güvenilir. Yani teamül boyutu, sosyalleşmeyle alakalıdır. Toplumun büyük bölümünün benimsediği teamüller, özellikle demokrasinin korunması söz konusu olduğunda çok önemlidir. Hatta diyebiliriz ki anayasal devlet mimarisinden de önemlidir. Çünkü anayasal devlet mimarisinin uygulanması, uygulama konusunda irade ortaya koyabilecek insanlarla mümkün olabilir. Bu nedenle toplumun bu değerler ve normları benimsemesi, demokrasilerin yaşaması bakımından hayati önemdedir.

ANAYASA NEDEN ÇÖZÜM DEĞİL?

Türkiye’de birincisi her zaman oldu. İkincisi konusunda ise büyük sorunlar yaşanmaktadır. Birincisi daha teknik, ikincisi ise yaşamla ve bireyle daha bağlantılıdır. İkincisi konusunda sıkıntı varsa, birincisinin de anlamı kalmaz. Yani, istediğiniz gelişmiş anayasayı yazın ve kabul edin, bunu uygulamadıktan sonra demokrasi kuramazsınız. Önemli olan uygulamadır, kuram değil! Tanzimat’tan beri demokrasi ve demokratikleşme, daima işlevsel bakımdan ele alınıyor. Yani sağlam bir Kanun-u Esasi yapar, yan gelir yatarsınız. Gayet mekanik ve basitleştirici bir bakış açısı. Topluma makine olarak bakan 19. yüzyıl sosyolojisinin bir yansıması belki de. Oysa gerçek hayat böyle değil. Sosyal gerçeklikte, yazılı kurallar kadar, onların uygulanması da ön planda olması gereken bir gerçek olarak orta yerde duruyor.

Sosyal gerçeklikte (yani uygulamada) ileri gitmek için, öncelikle teamülleri oluşturmak gerekiyor. Bir örnek vereyim. Kadın-erkek eşitliği, demokratik bir ilkedir. Bu ilkenin mesela kadınlara seçme ve seçilme hakkının yasal düzeyde verilmesiyle, bu ilkenin hayata geçirilmesi, aynı şey değildir. Yani bir başka ifadeyle, kadınlara bu hakkın yasal seviyede tanınması ile, kadın-erkek eşitliğinin toplumsal düzeyde – yani uygulamada – gerçekleşmesi arasında derin farklılıklar var. Yasal düzenlemeler, sosyal gerçeklik oluşturmada önemli bir adım olsa da, asla yeterli değildir. Demokrasi konusu da böyle. Anayasal seviyede harika bir demokratik sisteme sahip olabilir, bu demokrasiyi koruyacak onlarca kurum meydana getirebilirsiniz. Ama uygulama alanında teamüllere ihtiyacınız vardır. Teamüller ve geleneklerin oluşması ise, bireylerin bu yasal düzenlemelerin doğru ve gerekli olduğuna inanmalarını gerektirir. Bunu sağlamak için birçok gelişmiş demokraside okulların ders müfredatlarında demokrasi ve insan hakları konuları işlenmekte. Türkiye’de bu konuda geçmişte hiçbir çalışma yapılmamış, eğer bir takım çabalar olmuşsa da yetersiz kalmıştır.

NE ADİL SEÇİMİ?

Demokrasiden genellikle seçimlerin anlaşıldığı ülkelerde, iktidarlar ve muhalefet seçimle gelip seçimle gitmeye odaklanır. Oysa demokrasinin seçim boyutu yanında, hukuk devleti ve temel hak ve özgürlükler boyutu da çok önemlidir. Zaten seçim boyutunun iyi işlemesi için hukuk devleti ile temel haklara ihtiyacınız olur. Seçimlerin adil ve düzenli yapılmasına odaklanan bir demokrasi anlayışının mümessilleri, kendilerine şunu sorsun, mesele çözülür: Temel hak ve özgürlükler garanti altına alınmadan ve kusursuz uygulanmadan, seçimlerin adil olması düşünülebilir mi? Mesela bugün Türkiye’de yüzlerce gazeteci hapishanede. Binlerce akademisyen, aydın, yazar-çizer, düşüncelerini ifade ettiklerinden dolayı hapis yatıyor. Aralarında Altan Kardeşler ve Ilıcak gibi duayen gazeteci ve yazarlar, müebbet hapse mahkum olmuş durumda. Halkın bilgi alma hakkının olmadığı, düşünce ve inanç, bunları özgürce ifade olanaklarının ortadan kalktığı bir yerde, nasıl serbest seçim yapacaksınız? Nerede adil seçim ilkesi? Selahattin Demirtaş ve onlarca Kürt milletvekili hapisteyken, onlarca HDP’li vekilin vekillikleri sudan sebeplerle düşürülmüşken, yüzlerce Kürt belediye başkanı hukuksuzca görevden alınmış ve yerlerine Saray yanaşması sömürge valisi türünden kayyumlar atanmışken, ne adil seçimi demezler mi?

Türkiye’de demokrasinin karaya oturması, anayasal devlet mimarisinden kaynaklanmadı. Demokratik gelenek ve teamüllerin yerleşmemiş olmasından kaynaklandı. Bugün yüzlerce havuz yazarının büyük çoğunluğu, Türkiye’nin en iyi okullarında okumalarına karşın, hala Türkiye’deki sistemin olağan şekilde yürüdüğünü yazıp çiziyorlar. Havuz dışında halan onlarca başka yazar da aynı fikirde, birbirleriyle cumhurbaşkanı adaylığı tartışıyor. Türkiye’nin basın özgürlüğü, insan hakları, şeffaf yönetim, hukukun üstünlüğü gibi konulardaki korkunç karnesi görünen o ki hiç kimseyi rahatsız etmiyor. Hatta genel başkanı ve onlarca milletvekili hapiste olan HDP’yi bile.

Demokrasinin ortadan kaybolduğu bir ortamda, seçimlerle lider değiştirmeye çabalamak! Çöle giderken yanına buz pateni almak gibi, kendi içinde tutarsız bir şey bu!

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin