Cumhuriyet

YORUM | Prof. Dr. MEHMET EFE ÇAMAN

Cumhuriyet Bayramıdır 29 Ekim. Fakat bu 29 Ekim günü ben ve benim gibi yüz binlerce insanın kutlayacak bir bayramı yok. Bir burukluk, bir kırılmışlık değil bu asla. Gayet rasyonel, oldukça anlaşılır, şüphesiz ki objektif bir değerlendirme, bilakis!

Cumhuriyet aslında 1923 yılında resmiyet kazanan bir devleti temsil ediyor. Her ne kadar demokrasiyle eş anlamlı kullanılmasa da, siyaset bilimi literatüründe tüm demokrasi tartışmalarında cumhuriyet ve demokrasi ortak bir bağlamda algılana geldi. Kant’tan Rousseau’ya birçok düşünür, cumhuriyetle demokrasiyi benzer anlamlarda kullandı. Türkiye elitleri de cumhuriyetten halk egemenliğini anladılar. Halk adına bazen halkın beklentilerine aykırı hareket etmiş olmaları, bu gerçeği değiştirmiyor. Esasında dünyada özellikle yeni devletlerin kuruluşu sırasında halk adına halkı karşısına alarak yapılan birçok reform görmek mümkün. Tapılan yanlışları haklı çıkartmak art düşüncesine sahip olmadan, yakın dönem Türkiye siyasi tarihinin tarihsel bağlamı içinde değerlendirilmesi gerektiğini düşünüyorum. Bu bakımdan 1919’da başlayan Milli Mücadele ve Kurtuluş Savaşı’nın küçümsenmemesi gerektiği kanısındayım. Ayrıca 1923-1938 yılları arasında yapılan birçok reformun da, bugünkü siyasal kültüre çok derin etkilerde bulunduğu gerçeğini yadsımamak gerektiği kanaatindeyim. Her ne kadar tek partili olarak başladıysa da, çok partili ve çok sesli bir demokrasiye evrilmesi bakımından, Cumhuriyet deneyiminin salt ak veya salt kara türü değerlendirmelerden uzak, nesnel, analitik ve tarihsel bir duruşla anlaşılması gerekiyor. Bu bakımdan Cumhuriyet ve onun kurucu kadroları, sonrasında onun gelişimine ve nevi şahsına münhasır evrimine etki eden siyasi düşünce akımları, Türkiye’nin siyasi düşünce zenginliğidir. Her türlü olumsuzluğa karşın, sekülerlik, İslamcılık, Kürtçülük, nasyonalizm, sosyalizm, muhafazakârlık, zayıf liberal ve komünist akımlar gibi siyasal düşünce ve ideolojiler, Cumhuriyet’in evrimine etki etti. Bugün Cumhuriyet’in bu siyasal akımların meşru rekabetçiliğini ve çok sesliliğini özümseyememiş olması onun başarısızlığı olsa da, Cumhuriyet, elimizdeki tek deneyimdir. Osmanlı dönemi sonrasının bu deneyimi dışında bir başka gerçekliğimiz yok. O halde bu Cumhuriyet’in demokratikleşememesi, kapsayıcılaşamaması, modernleşememesi gibi sorunları ele alırken, toptan reddedici, tümüyle var olan geçmişi yerden yere vuran bir bakış dışında bir başka pozisyona, yapıcı bir yoruma ihtiyacımızı var düşüncesindeyim.

Cumhuriyet’e yaklaşırken, onun anayasal devlet geleneğinin güçlü bir ifadesi olduğunu vurgulamak zorundayız. Anayasasıyla örtüşmeyen düşünceleriniz olabilir. Fakat en kötü anayasal rejim bile, anayasasız bir rejimden daha yeğ tutulmalıdır. Cumhuriyet döneminde ara rejimler de dâhil, anayasanın tümüyle işlevsiz kaldığı bir kaotik keyfi despotizm hiç olmadı. 12 Eylül 1980 darbesi de, 28 Şubat’ın takibat politikaları da, 1990’ların köy boşaltmacı, yargısız infazcı uygulamaları da, 1920’lerin İstiklal Mahkemeleri de, daima yaptıklarını meşrulaştırıcı bir hukuk sistemine gerek duydu. 1915’lerin Ermeni Soykırımı’nı yapan İttihatçı nasyonalist rejim ve 15 Temmuz sonrası ortaya çıkan rejim İslamofaşist Avrasyacı Türk-İslam sentezi rejimi, Türk anayasal rejimler sürekliliğinde iki anomalidir. Bu anomaliler, geçmişin gelişmeye açık, ilerleyici dinamik grafik eğrisinden ciddi sapma gösterir. 1960 darbesi, 1971m, 1980 darbesi, 28 Şubat muhtırası gibi rejimler bile, anayasal kopuş ve gelişigüzel yönetim rejimi olamadılar. 1915 dönemi, Osmanlı anayasal rejiminin fiilen rafta olduğu bir dönemdi. 2016 sonrası dönem de, anayasal rejimin ortadan kalkmış olması ve olağanüstü kararnamelerle keyfi yönetime geçilmesi bakımından 1915 dönemiyle büyük benzerlikler gösteriyor. Bu anomalilerin birincisi, Osmanlı İmparatorluğu’nun çöküşünü hızlandırdı. Bugün yaşanan anomali, Osmanlı döneminin son yıllarında olduğu gibi, geniş çaplı bir dejenerasyon, yapısal çöküntü, mikro-sosyolojik çözülme, kimliksel bozulma, aidiyete ilişkin erozyon yaşanan bir dönemdir. Yapısal bakımdan, her iki dönem de, devletin anayasal omurgasının parçalandığı, değişik bir güç ve karar alıcı merkezin ülke ve halkın kaderini ellerine aldığı, uluslararası ve bölgesel ilişkilerdeki savrulmadan içerideki majör sorunların ayyuka çıkmasına kadar devletin varlık sorunuyla yüzyüze kaldığı vakalardır.

Anayasal olmak, cumhuriyetin gereğidir. Anayasal olmayan cumhuriyet olmaz. Adını cumhuriyet koyabilirsiniz. Fakat anayasal devlet mimarisiyle çelişen bir devletin adı cumhuriyet de olsa, bu onu cumhuriyet yapmaz. Bakın, cumhuriyetin demokrasiye dönüşümünden çok daha geriye düşmüş bir evredeyiz. İki adım ileri bir adım geri giden cumhuriyet dönemi demokratikleşmesi sona erdi. Yüz adım geriye gidilen, 1930’ların çok daha gerisinde, 1915’lerin koşullarına ışınlanmış bir ülke bugün Türkiye. Bu bakımdan iktidar sahiplerinin Osmanlı sevdasını anlamak gerekiyor. Öykündükleri, Osmanlı’nın yayılmacı ve gücü sınırlandırılmamış yönüdür. Bu bakımdan 1915’lerdeki Türkçü ve Turancı, maceracı üç paşalar dönemi gibi, bugün de birkaç güç merkezinin retorik ve fiili siyaset bakımından üzerinde anlaştıkları bir nasyonalist cephe ile karşı karşıyayız. Bu cephede elbette AKP ve MHP var. Fakat, hem diskursal hem de uygulama alanında CHP ve İYİ Parti de, Suriye işgalinde veya “FETÖ” ile mücadele denen takibat politikasında iktidarla aynı frekansta bulunuyor. Bu koalisyonun nasyonalist bir cephe olduğuna şüphe yok. Gökhan Bacık’ın da benim de defalarca vurguladığımız üzere, nasyonalizmin (ulusalcılık veya milliyetçilik) tüm siyasal akımların ortak öğesi olduğu bir mutabakat mevcut. Bu mutabakatın ötekileri, Batılı değerler, NATO, liberal demokrasi, insan ve azınlık hakları, Gülen Cemaati, Kürt siyasal hareketi, Suriye Kürtleri, Kıbrıslı Rumlar, içeride gayrı Müslim azınlıklar vs. Bunları çoğaltmak olanaklı. Süryanileri, Alevileri, AB yanlılarını, NATO’cu subayları, daha birçok grubu bu nasyonalist cephenin ötekileri olarak nitelemek yanlış olmaz. Bu ötekileştirilen gruplar, toplumun dikkate değer bir kesimini oluştursa da, çoğunluk değiller. Çoğunluğu dengeleyecek bir güç veya oransal ağırlığa da sahip değiller. Nasyonalist cephenin bu ötekileri içeride ezmek hususunda, dışarıda ise Türkiye’yi içe kapatarak dış etkileri sıfıra indirgemek konusunda en büyük dayanağı, devletin anayasal mimarisinin çökmüş olması oluşturmaktır. Yani Cumhuriyet’i cumhuriyet yapan asgari koşulların ortadan kaldırılmış olması!

İşte bugün, bu 29 Ekim 2019’da kutlanan Cumhuriyet Bayramı, bu grotesk ortamda gerçekleşiyor. İmamoğlu ve eşinin resminin yanına, Erdoğan ve eşinin resmini koyarak “cumhuriyet elden gitti” mesajı veren zihniyetin, Cumhuriyet’i ortadan kaldıran koalisyonun öğesi olduğunu unutmamak lazım. Bugün yazılı anayasanın sağladığı özgürlüklere ve haklara aykırı uygulamalar yapan Erdoğan rejiminin kukla bir parlamentoya indirgenmiş TBMM’deki milletvekillerince eleştirilmiyor olması, rejimin ana diskurunun, gayrı kanuni ve anayasaya tümüyle ters uygulamaların ana zeminini oluşturuyor olduğunu daha ne kadar görmezden gelebilir insanlar? Bu bakımdan bugün yaşanan 29 Ekim bir müsameredir! Bir vodvildir! Gerçekleri gizleyen bir kamuflajdır! Göz boyamadır! En asgari hukukun bile olmadığı bir ortamda, “uyumlu olan vatandaşa”, net biçimde “benimle ters düşmedikten sonra kimse sana dokunmuyor” deniliyor. Bu kendisine dokunulmaması için susan vatandaşların “cumhuriyetidir” artık, elde kalan enkaz.

İçeride seçilmiş siyasiler, belediye başkanları, gazeteciler, kadınlar, bebekler, üniversitelerden atılmış binlerce akademisyen, okuluyla ilişiği kesilen on binlerce öğretmen, kamudan ihraç edilmiş yüz binlerce kamu personeli, tasfiye edilmiş bir ordu, kapatılan üniversiteler ve okullar, el konan medya, gasp edilen özel mülkler, ülkeden kaçan yüz binler – Türkiye, yıkılan enkazın da üzerinden buldozerle geçilen bir deprem yeri görünümündedir!

29 Ekim 1923’te kurulan Cumhuriyet, demokratik değildi. Fakat ileride gerçekleşebilecek bir demokrasiye kapıları tümden kapatan bir diktatörlük de değildi. İlerlemeci-özgürleştirici öğelerinin yanında, baskıcı-diktatoryal unsurların da mevcut olduğu bir rejimdi. 1923 rejimi, devamlı daha fazla demokratikleşen, daha fazla modernleştiren, daha fazla insan haklarını beraberinde getiren, daha fazla sosyal mobiliteye imkân yaratan bir rejimdi. Oysa bugünkü mevcut enkaz, demokrasiyi buldozerle terle bir etmiş, modernleşme dinamiklerini tersine çevirmiş, insan hakları karnesini en alt seviyelerin de dibine, Çin-Kuzey Kore-İran ligine düşürmüş, sosyal mobiliteyi bırakın, sosyal varoluşun baş düşmanı bir rejimdir! 1923’lerden sonra insanların umutları devam etti. 1950’ler, 1920’lerden daha iyiydi. 1970’le 1950’lerden daha iyiydi. 2000’lere kadar devam eden iki adım ileri bir adım geri Türkiye demokratikleşmesi ve modernleşmesi macerası, 2005’te AB’nin Kopenhag demokrasi kriterlerini asgari ölçülerde de olsa karşılamış olan, 21. yüzyıla bu motivasyonla girmiş bir ülke yarattı. Yüksek irtifaya çıkan bir uçak gibi, Türkiye o seviyeden en dibe sadece birkaç yılda çakıldı. Kalan enkaz, hukuken Cumhuriyet de olsa, artık cumhuriyet yıkılmıştır.

Kutlanacak değil, yas tutulacak bir 29 Ekimdir bu.

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

2 YORUMLAR

  1. Abi ben Fransa Dağlar bölgesinde yaşıyorum..38 yaşındayım…aslen İzmir Bucalıyım.
    Dünyanın eşiyim yani Fatima*nın kocası..
    abi bizim evdeler ya cümbür cemaat… duvarlarda belirdiler.. Hatice var Meryem var Fatimalar Muhammed Ali İbrahim İsalar… Havva Sultan var ! abi gelseniz ya siz de görün hem tanışırız.. ben h8zır… yani isanın aksi asi.. Hüseyin geldi bi kaç aydır burda…Hasan zaten burdaymış.. Mabet mi oldu nolduysa ev… bi zahmet atlayın gelin be abi.

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin