‘Cinayet saati’

YORUM | Av. NURULLAH ALBAYRAK 

Atilla İlhan’ın Cinayet Saati isimli şiirini Ahmet Kaya yorumuyla dinlemediyseniz, dinlemenizi öneririm. Dinlerken tutarsızlıklarla, paradokslarla düğümlenmiş bir çaresizliğin resmini göreceksiniz.

Dört kişi, Haliç’te bir vapuru vurur. Demirlemiştir, eli kolu bağlıdır, ağlıyordur. On üç damla göz yaşı sayılır. Cinayeti kör bir kayıkçı görür. Polis katilleri arar. Deli Cafer, İsmail, Tayfur ve Şaşı, maktulün on beş yıllık arkadaşları, bu işi bir masuma yüklerler. O ise “Vapuru onlar vurdu ben vurmadım, ben vursam kendimi vuracaktım” der.

Dink davasının gerekçeli kararı kısa bir süre önce açıklandı. Kararı okurken istem dışı cinayet saati şarkısını hatırladım. Beş bin sayfalık kararın satırları arasında tutarsızlıktan, mantıksızlıktan, cinayeti masum birileri üzerine yıkma çabasından başka bir şey göremedim. Dink cinayetinin de şarkısı yapılıp şiiri yazılacaktır elbet. Mahkeme kararında göremediğimiz gerçeği şarkılarda şiirlerde görebilmek için.

Başkanlığını Akın Gürlek’in yaptığı İstanbul 14. Ağır Ceza Mahkemesi hakimlerine göre 2007 yılında işlenen Dink cinayeti, 2016 yılında örgüt olduğu kararı verilen (kararın doğru olup olmadığı ayrı bir tartışma konusu) “FETÖ” tarafından tasarlanan ve işlenen bir cinayetmiş. Yani örgütün “örgüt” değil “cemaat” olduğu dönemde bir cinayet planlanmış ve hayata geçirilmiş. Cinayetin işlenme amacı ise Ergenekon, Balyoz, Ayışığı gibi davaların başlatılabilmesi için İstanbul İstihbarat Şube Müdürlüğünün ele geçirilmesi imiş. Bunun için de, Hrant Dink’in öldürülmesi amacıyla katillere yol verilmiş, kollanmış ve cinayetin işlenmesi organize edilmiş.  Cinayet sonrasında da bu olay bahane edilerek İstanbul’un istihbarat şube müdürü Ahmet İlhan Güler değiştirilerek Ergenekon, Balyoz soruşturmaları başlatılmış!

Yani mahkeme heyeti diyor ki, İstihbarat Dairesi Başkanı Ramazan Akyürek ve İstihbarat Dairesi Başkan yardımcısı Coşgun Çakar, İstihbarat Daire Başkanlığına bağlı olarak çalışan İstanbul istihbarat şube müdürü Ahmet İlhan Güler’i değiştirmek istemişler ancak değiştirememişler ve Güler’i değiştirebilmek için bu cinayeti organize etmişler.

Bu iddianın delili ne mi? Sadece, mahkeme heyetinin akla ziyan akıl yürütmeleri.

Menfur cinayet İstanbul’da gerçekleşti. Cinayete giden süreci bizzat Hrant Dink yazdı ama mahkemeye göre İstanbul emniyetinin bu cinayeti engellemek için bir şey yapması gerekmiyormuş. Çünkü Celalettin Cerrah, İstihbarat Müdürü Ahmet İlhan Güler, terör müdürü ve diğer emniyet mensuplarının Hrant Dink’e yönelik tehdit konusunda bilgileri olmadığı için sorumluluklarını gerektirir bir şey yokmuş.

Mahkemenin kararında da defalarca vurgu yaptığı ama nedense bir türlü araştırma gereği duymadığı, Hrant Dink aleyhine bir tehdit atmosferi olup olmadığını birlikte hatırlayalım…

2003 yılının Ocak ayı. Hrant Dink, Sydney’de bir etkinliğe katılacaktır. İstanbul Emniyeti Terörle Mücadele Şube Müdürlüğü’ne bir ihbar yapılır. “Milliyetçi” duygularla Dink’e karşı silahlı bir eylem yapılacağı iddia edilir.

2004 yılı Ocak ayında Ermeni Patriği Mesrob Mutafyan, İstanbul Valiliği’ne ve İl Emniyet Müdürlüğü’ne “Ermeni cemaatine ait okul, kilise ve kuramların adresleri belirtilmek suretiyle hedef gösterildiğini ve bunun son derece vahim sonuçlara yol açabileceğini” bildirir.

Agos Gazetesi, 6 Şubat 2004’te Atatürk’ün manevi kızı Sabiha Gökçen’in yetimhaneden alınmış bir Ermeni kızı olduğuna ilişkin yazı yayınlar. 15 gün sonra 21 Şubat 2004’te Hürriyet Gazetesi bir haber yapar ve medya üzerinden Dink aleyhine nefret kampanyası başlatılır.

Hürriyet’in haberinden bir gün sonra Genelkurmay Başkanlığı bir basın açıklaması yapar ve AGOS Gazetesini “daha dikkatli olmaya” davet eder.

Bir süre sonra ise iki MİT görevlisi İstanbul Vali Yardımcısının odasında Hrant Dink’i “uyarır”.

Hrant Dink bu görüşmeden sonra “artık hedefteyim” diye bir köşe yazısı yayınlar.

26 Şubat 2004’te Ülkü Ocakları “Ya Sev Ya Terk Et” konseptli bir gösteri düzenler ve sonradan Ergenekon’dan yargılanan Ülkü Ocakları Başkanı Levent Temiz “Hrant Dink nefretimizin hedefidir, hedefimizdir” diye açıklamalar yapar.

Birkaç gün sonra “Asılsız Ermeni İddialarıyla Mücadele Federasyonu” diye bir oluşum yine Agos gazetesi önünde benzer bir eylem yapar.

Bu olaylardan sonra organize bir şekilde Hrant Dink aleyhine savcılıklara şikayet dilekçeleri verilmeye başlanır. Bu sırada medyadaki nefret kampanyası da artarak devam eder.

Danıştay saldırısı zanlılarından Erhan Timuroğlu’nun “Danıştay saldırısının ardından İstanbul’da Ermenileri öldürecektik” dediği, 26 Mayıs 2006’da Yeni Şafak’ta bir habere konu olur.

Bu haber üzerine Hrant Dink, “Kayıtsız Kalmayın” başlıklı bir yazı yazar ve yazısında, “bu adamlar yakalandı ama onlar o kadar değil” diyerek Adalet Bakanını, İçişleri Bakanını, Valiyi, Emniyet Müdürünü, gerekli tedbir almaya davet eder.

Dink hakkında Şişli Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından “Türklüğü neşren tahkir ve tezyif etmek” suçundan cezalandırılması istemiyle dava açılır ve dava boyunca duruşma öncesi ve sonrasında sözlü ve yer yer fiili saldırılara maruz kalır. Bu aşamada Kemal Kerinçsiz sahnededir ve Dink’i nefretin odağı haline getiren organize işlerin başındadır.

2 Şubat 2006’da Dink bir tehdit mektubu alır ve bunu savcılığa iletir. Mektupta şu yazılıdır: “Hrant Dink, oğlunu, seni ve Serkis Seropyan’ı bir daha hiç konuşamamak üzere susturacağız. Önce oğlunu. Cesedini Ankara çıkışındaki jandarma bölgelerinin birinden alacaksın…”

Tehditler, hakaretler, saldırılar ve nefret kampanyası böyle devam edip gidiyor.

Bunların dışında, 17 Şubat 2016 tarihinde Trabzon Emniyet Müdürü olan ve mahkemece cinayeti organize etmekle suçlanan Ramazan Akyürek imzasıyla İstanbul İstihbarat Müdürlüğüne ve İstihbarat Dairesi Başkanlığına, Hrant Dink’e karşı suikast yapılacağıyla ilgili bilgi alındığı belirtilerek gerekli tedbirler alınmasına dair resmi yazı gönderilir.

Yine cinayeti organize etmekle suçlanan İstihbarat Dairesi Başkanlığı yetkilileri tarafından tüm emniyet birimlerine bir yazı gönderilerek, Ermeni vatandaşlarımıza karşı bir eylem olabilir, gerekli tedbirleri alın denilir.

Yukarıda sıralanan bilgileri okuyanlar, ey İstanbul Emniyet müdürlüğü görevlileri Dink aleyhinde bu kadar hadise yaşanmışken siz ne yapıyordunuz demez mi? Mahkemeye göre ise İstanbul Emniyet müdürlüğü görevlilerinin bir sorumluluğu yokmuş.

Hem Dink aleyhinde bir tehdit atmosferi oluşturulduğunu kabul edeceksiniz, hem atmosferi oluşturanları görmeyerek tüm sorumluluğu, iktidarın hedefinde olan kamu görevlilerine yükleyeceksiniz hem de bu atmosferi oluşturanlar ile mücadele edenleri kumpasçı ilan edip cinayetin arkasında da bu sözde kumpasçıların olduğunu iddia edeceksiniz… Bu çelişkinin akılla izahı yok…

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin