Cemaat ve Kürtler konusu neden yine gündemde

YORUM | UĞUR TEZCAN

Yaşanan soykırım yüzünden bugün Türkiye’de Hizmet Hareketi yok artık; ancak Kürt vatandaşların gündelik ve siyasi sorunları Hizmet Hareketinden önce var olduğu şekliyle bugün de ayniyle devam ediyor. Buna rağmen Ergenekoncu çevrelerden emir aldıkları aşikâr olan sol eğilimli bir klik, hadiselerden sanki hala Cemaat sorumlu imiş gibi bir algı oluşturan, artık klişeleşmiş ve sosyolojik karşılığı olmayan, propagandaları yeniden gündeme soktular. ‘Gülen Kürtleri sevmez’ imajı oluşturmak için montaj video bile sürdüler piyasaya! Benzer montaj kaset taktikleri doksanlı yıllarda Ergenekon tarafından Haydar Baş kullanılarak üretilirdi ve yine bu bahsettiğim çevreler de üretilen bu malzemeleri algı operasyonlarında kullanırlardı. Bu yazıda işte bu ‘yaratılan gündemler’ konusuna değineceğiz biraz. 

Başlıkta kullandığım ‘gündem’ ifadesi Türkiye düzleminde değerlendirildiğinde fonksiyonel yönden özel kullanım alanları kazanabiliyor. Normal şartlarda gündem olabilmeniz için öncelikli olarak bir eylem içerisinde bulunmanız gerekir. Ancak bu da tek başına yeterli bir koşul değildir. Eylemin niteliği ve temsil ettiği anlamlar bütünü bazen eylemin kendisinden daha önemli olabilir gündem olunabilmesi için. Yani medyatik tabiri ile eylemin bir ‘haber değeri’ olması gerekir. Halk tabiri ile de alıcısı ve hitap edebileceği bir kitle. 

Üçüncü bir koşul da o haber ve iletişim kanallarını ellerinde tutan şahıs veya kurumların, yani ortaya çıkan ürünün potansiyel distribütörlerinin, motivasyonları veya anlık çıkarlarıdır. Bu etken, haberin niteliği kadar; hatta çoğu zaman niteliğinden daha üst düzeyde önemlidir. 

Katı kapitalizmden otokrat sistemlere kadar geniş bir yelpazedeki anlayışların hüküm sürdüğü bir dünyada yaşıyoruz. Klasik haber üretme ve yayma araçları sosyal medyanın gelişme hızı ile ciddi bir çeşitlilik ve esneklik kazandı. O yüzden gündemin belirlenmesi meselesi buraya kadar resmettiğim çarkların işleyiş şekillerinden bağımsız düşünülemeyecek noktalara geldi. 

Türkiye gibi Ergenekon tipi suç örgütlerinin yarı-otokrat yönetim anlayışları ile yönetmeye çalıştıkları toplumlarda bu ‘gündem’ çarkları organik olmayan bazı refleksler geliştirebilirler. Yani, gündem olmanız için doğru veya yanlış herhangi bir eylem içerisinde bulunmanız gerekmeyebilir. Sistem sizi kendi çıkarları doğrultusunda gündem yapmak istiyorsa size sadece oturup izlemek veya üzerinize gelecek tsunami dalgalarından kaçınmak düşer. 

Mesela tıpkı 1955 yılında olduğu gibi bir sabah uyandığınızda artık sade bir vatandaş değil, ‘hain’ biri olduğunuzu eviniz, milliyetçi ve hamasi duygularla galeyana getirilmiş olan komşularınız tarafından yağmalanıp camları indirildiğinde öğrenebilirsiniz. Veya seksenli yıllarda olduğu gibi bir sabah uyandığınızda ‘hain’ veya ‘vatansever’ olduğunuzu ülkenin sağcıları ve solcuları birbirlerini öldürmeye karar verdiklerinde öğrenirsiniz. Aradan kısa bir süre geçer ve yine bir sabah uyandığınızda artık kavganın gündem olmadığını sağ ve sol olarak artık kavga etmemeniz gerektiğini bir anda öğreniverirsiniz. Aranızdan asılmak üzere seçilmiş olan birkaç kişi ‘gündem’ olarak belirlenmiştir artık ve size de usulca o yeni tiyatro sahnesinde asılmak üzere podyuma çıkartılan o birkaç kurbanı izlemek düşer!

Yine başka bir gün olur ve ülkenize hizmet ettiğinizi, iyi bir vatandaş ve fedakâr bir Müslüman olduğunuzu düşündüğünüz 15 Temmuz gibi başka bir tiyatral günün arifesinde gündem belirleyicilerin sizi darbeci, vatan haini, İslam dışı ilan ettiklerini ve yargısız-savunmasız bir şekilde ya hapsi boylamanız veya Meriç’in sularını aşarak ülkeden kaçmanız gerektiğini öğrenirsiniz. 

Yani kısaca Türkiye’de gündem olmak, ne zaman yağacağını bilmediğiniz anlık yağmura tutulmak gibi bir şeydir. Sistem sizi gündem yapmak istiyorsa anında oluverirsiniz. Hatta bu öyle bir sistem ki isterse sizi suça bile çekebilir. Bu noktada daha da ileri giderek şu tespiti yapayım: Bu İttihatçı Kemalist devlet zihniyetinin mevcut istihbarat anlayışının amacı, demokratik ve hukuk devletlerinde olduğu gibi, farklı grupları güvenlik yönüyle takibe almak ve bu sayede ülke güvenliğini teminat altında tutmak değildir. Asıl amaç, o gruplara sızarak hatta gerektiğinde öyle bir grubu kendisi kurarak ileride suça bulaştırma ihtimalini elinde tutmak ve onları gerektiğinde toplumsal tasarım amaçlı olarak kullanılabilecek kıvama getirmektir. Hizmet Hareketinin en büyük ‘tehdit’ olarak görülmesinin başlıca nedenleri sistemle kavga etmeden projelerini hayata geçirebilme iradesi ve başarısı sergileyebilmesi, MİT’in sızmalarına rağmen istenilen tarzda kontrol edilememesi ve kritik dönüm noktalarında suça çekilememiş olmasıdır. 

Mesela 15 Temmuz’da darbe yaptığı iddia edilen Hareket aleyhinde ‘delil’ olarak kullanılan iki temel iddia vardır: (1) MİT’e angaje olduğu ortaya çıkan bir adamın birkaç kişiyi kandırarak bir merkeze çağırması ve (2) Askeri öğrencilerin, olan bitenden habersiz bir şekilde, darbe yapıyorlarmış izlenimi vermek amacıyla köprüye getirilmiş olmalarıdır. Öğrencileri tuzağa çeken komutanlar bugün hala görevdeler ve darbeyi sorgulayacak ne bir meclis önergesi onaylandı ne de o komutanlar ifadeye çağrılabildiler. Bu da bahsettiğim; MİT’in suça çekme, pusu ve tuzak kurma reflekslerinin en net uygulamalarından biridir. Bu birkaç kişi dışında zaten darbeye bulaşmış gibi gösterilebilecek, hukuk sistemi huzurunda suçu tespit edilmiş tek bir Hareket mensubu yoktur. Bütün yaygara ‘kesin yapmışlardır’, ‘bunlardan her şey beklenir’ gibi iddialar etrafında dönüyor. Bu iddialar ekseninde gündem oluşturma ve suçlamaları sürekli gündemde tutma dansları yapıp duruyorlar. Kendisine darbe yapıldığını iddia eden hükümet, mecliste konu hakkında verilen araştırma önergelerini bile reddetti halbuki! 

Yani anlayacağınız; kendilerine bağlı Mitçi gazetecileri, medyacıları ve siyasileri kullanarak yeni bir düşman ve tehdit tanımlaması yapıyorlar ve bu konuda aynı benzer ‘gündem’ belirleyici taktikleri kullanarak bir soykırımı toplum nezdinde normalleştirmeye çabalıyorlar. 

Böyle bir ortamda mağdur olan gruplar o nedenle ya kendilerini öyle bir duruma düşürme karakteri ve kabiliyeti olan o sinsi güce teslim oluyorlar ya da onu çok rahatsız edip karşısına almadan belli dengeleri gözeterek kendilerine bir rota belirlemeye çalışıyorlar. Yıllar evvel soykırıma maruz kalmış olan Alevi vatandaşların bugün hala bu devlet aygıtının ana siyasi rejim koruma damarı olan CHP’ye bağımlı hareket ediyor olmaları benzer derecede ilginçtir. Çoğu milliyetçi, İslamcı ve sol gruplar da birinci yolu tercih ettiler. Hizmet Hareketi ise ikinci yolu takip edenlerden oldu ve tahmin edilenden daha çok yol aldığı için de bugün bunun bedelini bir soykırımla ödüyor.  

Hizmet Hareketi, benzer gündem operasyonlarına daha önce de maruz kalmıştı. Ergenekon kontrolündeki medya gerek toplum mühendisliği adına gerekse de kendi suçlarını örtbas etme adına bu hareketi çoğu kez kasıtlı olarak gündem yaptı ve yapıyor. Necip Hablemitoğlu’nu kendileri katlettikleri halde hep Hareket’in ismini bu suç bağlamında ön plana çıkarıp durdular. Yıllardır PKK ve KCK gibi terör oluşumlarını el altından bizzat kendileri kontrol ettikleri ve bunun üzerinden Kürt halkına toplumsal tasarım ve soykırım uyguladıkları halde o gruplara yapılan siyasi operasyonları Cemaat’in yetiştirdiği bürokratları bahane ederek hep onun üzerine yıkmaya gayret ettiler. Bahsettiğim mevcut devlet anlayışının yıllardır üretebildiği ekonomik bir kalkınma planı, medenileşme programı yok. Toplumun geleceğini inşa edebilecek uzman ve kaliteli siyasetçi, bilim adamı vs. yetiştiremiyorlar. Böyle bir niyeti de kabiliyeti de yok! O nedenle de gücünü, sınıfsal imtiyazlarını, kaynaklarını ve çıkarlarını koruyabilmek adına kendi halkı ve kendi sosyolojisi ile haksız ve adaletsiz bir rekabete girip duruyor. Varlığını güce dayayıp sürekli düşman ve korku üreterek hayatta kalmaya çalışıyor.  

Seçimlere yaklaştığımız şu günlerde kendilerine bağlı olan sol ve PKK’cı kesimleri koro halinde harekete geçirerek ‘’Cemaat ve Gülen Kürtlere karşı’’ tarzında yeni bir operasyona başlamaları zaten beklenen bir gelişme. Aslında bu iddiaların sosyolojik anlamda bir karşılığı yok ve bunu kendileri de gayet iyi biliyorlar. Zira bu devlet aygıtı belli aralıklarla hem toplumsal tasarım amaçlı gündem belirlemek hem de suçüstü yakalandığı için gündem değiştirmek maksatlı böyle algı operasyonları yapar. Seçim endeksli terör eylemleri yaptırtıp kendi askerlerini ölüme gönderen sonra da gidip o askerlerin cenazelerinde timsah gözyaşları eşliğinde hamasi nutuklar atabilen bir aygıttan bahsediyoruz! 

Halkın cahil olması, siyasi partilerin bu devlet aygıtının kontrolünde yönetiliyor olmaları ve medyanın büyük oranda bu yapının güdümünde olması bu yapıya geniş bir operasyon alanı ve rahatlığı sağlıyor; çünkü karşılarında kendilerini yargılayabilecek hiçbir güç yok. Bu yapı sadece gündemi belirlemiyor; gündemi tüketecek olan kitlenin (sosyolojinin) genleri ile de oynayıp duruyor. Kısaca üreten de tüketim kanallarına sokan da kime neyi nasıl ve ne kadar tüketmesi gerektiğini telkin eden de bizzat kendisi! 

İşte Hizmet Hareketinin güya Kürtlerin yaşadıkları birçok şeyden sanki sorumlu imiş gibi lanse edilmeye çalışılmasının böyle bir çerçevesi var. Hizmet Hareketi bu mevcut devlet aygıtı ile kavga etmeden ama kendi yöntemlerini kullanarak Kürt halkına sosyal bir oluşum olarak Hizmet götürmeye çalıştı yıllarca. Şiddeti tasvip etmeyen bir eğitim ve din hizmeti hareketinin bireye eğilme ve toplumu eğitme amacı gütmek maksadıyla plan ve projeler geliştirmesi en doğal hakkıdır. Bunu sosyolojik ve teolojik bağlamlarından kopararak salt ‘’milliyetçi’’ ve ‘’devletçi’’ refleksler olarak okumak son derece eksik ve yanlış bir bakış açısıdır. Ayrıca Hareket’in, silahlı eylemlere bulaşarak hak arayan bir oluşum olan PKK’yı Kürtlerin temsilcisi olarak tanımaması da en doğal hakkıdır. PKK endeksli propaganda dikkatlice incelendiğinde temelinde aslen ‘’Kürt halkının geleceği’’ refleksinden ziyade ‘’PKK’nın Kürt halklarını ve Kürdistan’ı temsili’’ refleksinin etkin olduğu görülür. Yani PKK çizgisinde olup Hizmet eleştirisi üreten çevreler Hareket’in PKK’yı temsil noktasında muhatap olarak almamasını aksine bizzat Kürt halkını merkeze koyan bir hizmet anlayışı geliştirmiş olmasını hazmedemiyorlar. Sırf o nedenle hem Apo hem de PKK liderleri Erdoğan ile yaptıkları Oslo pazarlıklarında Cemaat’i bizzat hedef alarak pazarlık maddesi yaptılar. Erdoğan da onlara gerekli güvenceyi verdi ve Hareketin Güneydoğu’da yapmakta olduğu sosyal hizmetlerin üzerine kezzap döktü ve PKK’ya hayat öpücüğü verdi. 

Bahsi geçen devlet aygıtı aslen dindar ve vatansever olan bölge Kürt halklarını ayrılıkçı, Maoist ve ateist olan PKK hareketinin kucağına itebilmek adına, yıllar boyunca, yanlış ve kasıtlı siyasi, ekonomik ve güce dayalı politikalar izledi. Bu uğurda hep gündem oluşturucu ve belirleyici toplum mühendisi olarak hareket etti. Yani Hizmet Hareketinin bölgedeki varlığı ve Kürt halkına götürmeye çalıştığı hizmet şekli her iki güç odağının da bu nedenle her daim hedefinde oldu. Bugün bu Kürtçü (Kürt değil) oluşumun gerek KCK operasyonları gerekse de HDP’ye açılan davalar konusunda sorumlu olarak bizzat fail olan seçilmiş hükümetleri değil de Hizmet Hareketini sorumlu imiş gibi göstermeye çalışmalarının arkasında bu derin kuyruk acılarının izleri yatmaktadır. Zira öyle bir dönem oldu ki bölgedeki Kürtler artık PKK’ya çocuklarını kaptırmayacak noktaya geldiler ve bunun ana müsebbibi olarak hep Hizmet Hareketi görüldü ki sosyolojik anlamda bu doğruydu. Ama ortaya çıkıp ‘bu Hareket yüzünden artık dağa çıkacak adam bulamıyoruz’ propagandası yapamadıkları için de ‘Cemaatçi polisler, savcılar KCK’mıza operasyon çektiler’, ‘Kürtlere zulmettiler’, ‘dizi çekip Kürtleri terörist gibi gösterdiler’, ‘Gülen Kürtleri sevmez’, ‘Kürtçü Nurcular ayrı grup kurdular’ (Ruşen Çakır) tarzı propagandalara sarıldılar. 

Dönemin İstanbul Emniyet Müdürü çıkıp ‘’emri Erdoğan verdi’’ dediği halde Erdoğan’ın karşısında görülen bu sol ve liberal kesimler hala Erdoğan ve hükümetini değil de ‘Cemaatçi’ bürokratları sorumlu imiş gibi gösteren ifadeleri özenle koro halinde tekrarlayıp duruyorlar! Yine bu çevreler gelişmelerden ve Kürt gruplara yapılan bombalı saldırılar karşısında Erdoğan hükümetini salt ve ana sorumlu olarak gösterecek söylemlerden itina ile kaçınıyorlar. Aynı sol-Kürtçü çevrelerin Erdoğan’ın ülkeye hükmettiği son yirmi yıl boyunca silahlı eylemlerini sadece seçim öncesi zamanlara, o da Erdoğan’ın işine yarayacak şekilde, odaklıyor olmaları da ayrı bir inceleme konusudur. 

Başlık kapsamında baktığınızda aslında ilk sorulması gereken soru: Bu devlet aygıtı yıllardır Kürtlere şiddet ve ayrımcılık uyguladığı halde bölge insanını temsil ettiklerini iddia eden siyaset ve medya çevreleri başlarına gelenlerden neden bizzat sorumlu olan siyasi hükümeti değil de sosyal bir hareketin, hükümetin uygulamaları kapsamında hareket etmek durumunda olan, bazı polis ve savcı olmuş üyelerini baş sorumlu olarak göstermeye çalıştıklarıdır? Velev ki o tür mensubiyetleri olan kişiler bazı hatalara bulaşmış olsunlar. O durumda da hesap sorulması gerekli olan merci yine devlet ve siyasi otorite olan hükümettir. 

Tersinden bir örnek vereyim: Mesela belediyede çalışan bir Kürt vatandaş yolsuzluk yapıp beldenin tüm parasını iç etse, vatandaşın toplanıp hesap soracağı makam belediye, sorumlu hükümet ve meclistir. Bunun yerine ‘’Kürtler zaten hep böyle, kurumlardan temizlensinler’’ tarzı bir retorik kullanılıyorsa bu bir ayrımcılık örneği ve hedef saptırmadır. Güneydoğuda görev yapan ve bölge halkına kasıtlı olarak zorbalık yapan bazı ülkücü polis ve askerlerin yaptıklarını bile, Hizmet insanlarına yaptıkları gibi, bu kadar açık bir propaganda ve saldırı malzemesi olarak kullanmadı mezkûr sol-Kürtçü çevreler. Çünkü onların zulümleri PKK’ya mağduriyet, işlevsellik, hareket alanı ve temsiliyet kazandırıyordu. Hizmet’in hizmetleri ise aksine PKK’nın bu kazançlarına zarar veriyordu. Yani kendilerine karşı devlet terörü kapsamında değerlendirilebilecek hiçbir eylemde bulunmamış, sadece bölgede bazı sosyal hizmetlerin altyapısını atmış olan Hizmet Hareketinden insanların varlıkları bu çevreler için daha ciddi varoluşsal krizler yaratıyordu! Bu sahte ‘gündem’ oluşturma ve algı çalışmaların ardındaki derin kuyruk acısının asıl kaynağı işte bu. 

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

2 YORUMLAR

  1. Ne doğru yazı.. Heyhat ki neleri kaybettiğimizi tekrar hatırlattı. Sadece yüzbinlerin çektiği zulümler oluşmadı. Yüz milyonların geleceği karardı. Türkiye ile beraber Ortadoğu’da olabilecek barış ve refah iklimi, savaș ve yıkıma dönüştü. Daha da ne kadar kararacağı belli değil. Allah bilir, demek ki ya bu milletler bu güzelliklere layık değildi ya da en basiti ile O böyle istedi ve böyle oldu. Allah iyi niyetlerimize göre muamelede bulunsun bizlere.

  2. Harika!
    İki defa okudum.
    Tr724’de çok güzel yazan gazeteciler ve çok güzel yazılar var.
    Siyasal analizlerle ilgili -belki son bir yıldır- bu kadar güzelini gördüğümü hatırlamıyorum.
    Derli toplu, genel, “Bilal’e anlatır gibi”, yapmacık süse-sanata kaçma gereksinimi duymadan…

    Sadece bana inanan değil inanmayan arkadaşlarla da rahatça paylaşabileceğim bir yazı. Tweetten paylaşabileceğim bir yazı…

    “Ben yazsaydım böyle yazmazdım” diyeceğim birkaç küçük nokta yok değil. Örneğin, bir tarikat şeyhi olduğu düşünülen birinin Ergenekon tarafından kullanılmasında isim yazılmasaydı… MİT’e angaje olduğu “ortaya çıkan” ile “iddia edilen” arasında fark var -ya da ben sübut bulduğunu henüz işitmedim… “İttihatçı Kemalist” kavramı da tartışma konusu…
    Tabii bunların yazının bütününe halel verdiğini düşünmüyorum.

    Elinize sağlık.
    Harika…

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin