Cam filmi müdafaası

YORUM | İSKENDER DERVİŞ

26 Nisan 2017 tarihinde Resmî Gazete’de yayınlanarak ‘belli şartlar dahilinde’ yasal hâle gelen araçlara cam filmi taktırılması, 26 Ekim 2017 tarihinde ilgili bakanlığın yayınladığı bir yönetmelikle ‘1 yıl sonra geçerli olacak şekilde’ yeniden yasaklandı. Bir anda gündeme oturdu bu gelişme. Eylem yapan vatandaşlar görüldü. Modifiye araç tutkunları ve ‘gizem sever’ Türk halkı, bir anda cam filmi hassasiyeti ile sosyal medyayı salladı. Öyle ki, yandaş medya ‘Bir el 2019’a kadar hükümetimizle halkımızın arasını açmaya çalışıyor’ bile dedi. En mühim oyun da tabi cam filminin yeniden yasaklanmasıymış.

Zannedersiniz Rus uçağı meselesindeki tornistandan daha büyük bir tornistan! Ama bu tablonun bize anlattığı bir şeyler var. İsterseniz biraz onu konuşalım…

MAĞDURİYETLERİ ANLATSAK…

Türkiye’de vatandaşların ‘insan hakları’ denen kavrama pek kıymet vermediğini Kürtler, Aleviler ve solcular 1990’larda çok yakından tecrübe etmişti. Yaşadıkları işkenceleri, zulümleri anlattıklarında, kitlelere duyurduklarında, bir şekilde vatandaşların tepki vereceğini, seçimleri bile etkileyebileceklerini düşünmüşlerdi. Fakat yakılan Kürt köylerine, öldürülen gazeteci ve iş adamlarına, hapisteki işkencelere, mesela Hayata Dönüş Operasyonu’na rağmen vatandaşların çoğunluğunun umru değildi bu meseleler.

Şu meşhur fıkra o günlerde yaygınlaşmıştı: İyi giyimli bir avukat, Diyarbakır’da taksiye biner. Taksiciye Kürtlerin durumunu sorar. Taksici, olumlu şeyler söyler. Devletin iyiliklerinden bahseder. Sonra avukat kendisinin ‘insan hakları avukatı’ olduğunu söyleyince, taksici problemlerden bahsetmeye başlar. Avukat neden iki farklı şey söylediğini sorunca da, taksicinin cevabı durumun özetidir: ‘İlki resmi görüşümdü, ikincisi ise şahsi görüşüm.’ Bu fıkraya romanında yer veren Orhan Pamuk, kitabının girişinde şöyle bir şerh düşer: “Vatandaşlarımızın şahsi görüşleriyle resmi görüşleri arasındaki farkın derinliği devletimizin gücünün kanıtıdır.”

Vatandaşların insan hakları, ifade özgürlüğü, adil yargılama gibi konularda ‘duyarlı’ olmayışlarının bir sebebi var. Evvela Türkiye’de devlet, vatandaş karşısında çok güçlü. Buna devlet geleneği mi dersiniz, ne derseniz deyin, asker, polis ve yargı birimleri çoğunlukla vatandaşa karşı ‘birlik’ olmuş durumda. Hele ki mesele ‘terör’ davalarıysa, hiçbir tepki görmeyeceklerinin, işkence etseler bile bunun yanlarına kâr kalacağının ‘bilincinde’ hareket ediyorlar. Mesela ‘demokrat emniyet müdürü’ ve ‘asrın mağduru’ olarak yüceltilen Hanefi Avcı’ya göre Cemaat’le mücadele ‘yanlışlar’ olduğu için aslında Cemaat’ten büyük kopuşlar yaşanmıyor. Yoksa Cemaat’i terör örgütü olarak yaftalamakta bir beis yok.

ASKERİ MANTIK, HER YERİMİZE SİNMİŞ

Battlestar Galactica isimli dizide çok şahane bir tespit vardır: Uzay gemisinin askerî sorumlusu, kendisinden ‘asayiş görevi’ isteyen Başkan’a şöyle der (mealen): Askerlerle polislerin görevinin ayrılmasının bir anlamı var. Asker, devletin düşmanlarıyla uğraşır. Polisse halka hizmet eder. Eğer polisin yaptığı işi askere verirseniz, bu sefer halkımız devlet düşmanı gibi algılanır. Türkiye’deki ‘devlet geleneği’nin her dönemde, kendi halkını ‘devlet düşmanı’ belleyerek gücünü daha da pekiştirmekte olduğunu görmek için tarihçi olmaya bile lüzum yok. Yani aslında ‘yasa koruyucular’ olması gereken asker ve polisin militarist zihniyetle, yasayı ve vatandaşı değil, sadece ve sadece devleti koruduklarını görüyoruz.

Devletin vatandaş karşısındaki hesapsız gücü, bir korku ikliminin oluşmasına zemin hazırlıyor. Sadece AKP döneminde değil, daha önceki dönemlerde de polisin ve askerin mutlak gücü, vatandaşların fikrini rahatça söylemelerinin önündeki en büyük engeldi. Düşünsenize, iktidarın hoşuna gitmeyecek bir söylemi dile getirdiğinizde, devlet sizi işinizden edebiliyor, aşınızdan edebiliyor, oturduğunuz eve kadar elinizden alabiliyor. Böyle bir ortamda, hakkı savunmak isteyenlerin, hele ki yurt dışı ya da içinden ciddi destek bulamıyorlarsa, yalnızlarsa, ısrarcı olma imkânları neredeyse sıfır. Bu türlü bir korku imparatorluğunda, insanların ihtiyaçlarının bile doğru düzgün karşılanamadığı, yığınların kendi yaşamsal mücadelelerine mahkûm edildiği bir yerde, kitlelerin manipülasyona prim vermemesini beklemek, biraz fazla kaçıyor maalesef. Zira, insanlar duydukları hikâyelerin ‘öyle olmadığına’ inanmak istiyorlar. Başka türlüsü, pahalı bir uğraş. Türkiye’de pek çok haksızlık karşısında insanlar ‘dava açma’ gibi bir hakkı bile kullanamıyor, çünkü avukat tutmak, mahkeme masrafını karşılamak, hiç de hesapta olmayan bir gider kalemi. Borçla, ucu ucuna yaşayan insanlar için imkânsız bir uğraş.

‘ELİTLER’ VE DAYANIŞMA AĞLARI

Öte yandan Türkiye’de bu meseleleri gündem edebilen, sesini çıkarabilen, yurt içinde ve yurt dışında bu konularda açıklama yapacak güvene sahip insanlar genellikle belli bir ekonomik skalada yer alıyorlar. AKP iktidarının ‘elit’ diyerek aşağıladığı bu isimler, cam filmi gündeminden bir hayli uzaklar fakat daha önemli meselelerde ön plana çıkabiliyorlar. Zira işini kaybetme, hapse düşme, toplumdan tecrit edilme gibi yaptırımlara karşı durabilecek sosyo-ekonomik güvene sahipler. Bunun alternatifi ise ‘dayanışma ağları’. 1990’larda Kürtler, Aleviler ve solcular bu dayanışmayı sağlayabildikleri için uzun soluklu direnebildiler. Şimdilerde Cemaat’in ‘dik durabilmesi’nin yegâne koşulu da, aynı şekilde dayanışma. Bu sebeple iktidarın toplumu tamamen teslim almasının yolu, ‘elitleri’ ve dayanışma ağlarını çökertmekten geçiyor. Örgütlü sivil toplum diyebileceğimiz kurumlar, dernekler, vakıflar kapatılıyor. ‘Elitler’ ise ya hapse atılıyor ya da yurt dışına çıkmaları bekleniyor.

Bütün bu hengâmede ise sıradan vatandaşın özgürlük alanı kısıtlanmış oluyor. Elbette iktidara ‘yakın’ fikirleriniz varsa, sonsuz özgürlükten sarhoş olabilirsiniz. Zaten otoriter rejimler, bazıları için cehennemken, bazıları için cennet sunabildiği ölçüde yaşarlar. Ama iktidarla bir kez ters düşerseniz, geçmişteki birikimleriniz hiçbir surette sizi kurtaramaz. Cam filmi sebebiyle sokağa çıktığınızda bugün değil belki ama yarın birileri kapınızı çalabilir. Çünkü kainat boşluk kabul etmez ve bir kez özel alanınızı devlete açtınız mı, devlet gidebildiği yere kadar gitmek ister.

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin