Buruk bayram ve ayrılık

Yorum | Abdullah Salih Güven

Bu kaçıncı buruk bayramım bilmiyorum. Eskiden gurbette olmayı yeterli görürdük bayrama buruk demek için. Şimdi gurbet dediğimiz yerler vatan oldu bize ve asıl vatanımıza gurbet demeye başladık. Bu bayram yaşadığım üç hadiseyi hatıra formatında yazıyor ve geleceğin nesillerine armağan ediyorum. Gelecek nesillerin bunları ne yapacağını yazının sonunda söyleyeceğim.

İlki; bayram namazı öncesinde. Rastgele saflar arasında bulduğum boş bir yere oturdum. Cemaat kalabalık, safları sıklaştıralım anonsu ile ayağa kalktık, bayram namazı vakti gelmişti. Namazdaki saf düzenini aldık ve tekrar oturduk. Yanıma birisi geldi. Tanımış beni. Ben “falan ilçeden geliyorum” dedi ve başladı anlatmaya. Ama bir gariplik olduğunu hissettim etrafımda. Bir baktım ki, herkes ayakta, sadece ikimiz oturmuşuz. Meğer ki safları sıklaştıralım anonsunu yapan imammış ve bayram namazını tarif etmeye başlamış. İmamın söylediklerine kulak kesildim, bayram namazını tarif ediyordu. Ayağa kalktım, o falan ilçeden geldim diyen kişi de ayağa kalktı. Siz bu durumda ne yaparsınız; konuşmayı keser, imamı dinler, namaza konsantre olmaya çalışırsınız değil mi? Bütün dikkatinizi biraz sonra başlayacak namaza verirsiniz. Ama o şahıs öyle yapmadı, imam bayram namazının nasıl kılınacağını tarif ederken o bana bu ülkeye nasıl ve hangi meşakkatli yollarla geldiğini, ardından annesinin ve yengesinin tutuklandığını anlatmaya başladı. Eşinin ve çocuklarının ülkede kaldığını söyledi.

“Bu saate kadar kapımızı bir Allah’ın kulu çalmadı”

İkincisi; Türkiye saati ile ikindi vakti denilebilecek bir zamanda bayramlaşma için birisine telefon ettim. Cevap verdiler sağ olsunlar. Türkçedeki “Yediğimiz içtiğimiz ayrı gitmezdi” diyerek tarifi yapılabilecek ölçüde çok iyi tanıyorum.  Bu aile yaklaşık 50 bin nüfuslu bir Anadolu kasabasından.  Muhafazakâr aile yapısının hakim olduğu bir mahallede belki de 7-8 nesildir oturuyorlar. Orta ölçekli ekonomik duruma sahipler. O mahallede oturan herkesin bilebildiğim kadarıyla  kendilerinden iyilik gördüğü bir aile bu aynı zamanda. Borç paraya ihtiyacı olan o kapıya gelir. Gelir çünkü elinin boş dönmeyeceğini bilir. Gelin-kaynana kavgası yaşayan gelinler, kaynanalar ara bulucu olmaları için o haneye gelir; çünkü dertlerine derman bulurlar. Dede-nine, anne-baba ve şimdi de üçüncü neslini tanığım kişiler engin hayat tecrübeleri ile yardımcı olurlar problemli ailelere. Daha neler neler.

Her neyse, telefona evin kadını çıktı. 55-60 yaşlarında, 6-7 torunuyla anaç bir nine. Karışlıklı hal-hatır sormadan ve bayram tebrikinden sonra bana ne dedi biliyor musunuz? “Bu saate kadar kapımızı bir Allah’ın kulu çalmadı.”

 Söz biteli ve anlamını yitireli çok oldu

Üçüncüsü; kocası hapiste bir başka kadınla bayramdan üç gün önceki konuşmam. Açık görüşten geldiği günmüş benim telefon ettiğim gün. Akrabam ölçüsünde yakın ilişkilerimizin olduğu bir ailenin hanımı bu kadın. Üç çocuk büyütmüş, torunları ile hemhal bir Anadolu kadını. Kocası yıllarca bu millete hizmet etmiş birisi. Çalmamış, çırpmamış, yolsuzluğa, hırsızlığa, ahlaksızlığa, şiddete bulaşmışlığı yok. Yaptığı tek şey hizmete mensubiyeti. Fethullah Gülen’in vaazlarını dinlemesi, kitaplarını okuması. Ama darbe ve terör örgütü yöneticiliği iftiralarıyla bir yıldır özgürlüğünden, hanımından, çocuklarından mahrum hapishanede yaşıyor. Daha önceden de birkaç defa teselli babında eşi ile konuşmuş, moral vermeye çalışmıştım. Allah şahit şu ana kadar kaç defa konuştuysam her defasında da karşımda dimdik duran, başa gelen bu musibete katlanmaya azimli birisini görmüştüm.  Fakat bu defa farklıydı. ”Koydu bu defa” dedi ve başladı ağlamaya. ”Ayrılık koydu bu defa” diyordu mütemadiyen. O dimdik duran kadın gitmiş ve bambaşka birisi olmuştu sanki. Ağladı, ağladı, ağladı.

Bayramlaşmak için ona da telefon açmam lazımdı her ne kadar üç gün önce konuşmuş olsam da. Açtım. Hamd olsun oldukça metindi. Sevindim ama buruk bir sevinç. Ben inanıyorum ki o üç gün önce ”ayrılık koydu bu defa” deyip ağlayan kadın bu bayram günü daha çok ağlayacaktı.

Hasılı, dikkat ederseniz sadece vakıaları anlattım, hiç yorum yapmadım. Çünkü bana göre söz biteli ve anlamını yitireli çok oldu. İnsafın, hakkaniyetin, adaletin, en genel manada insanlığın bittiği yerde sözün lafı mı olur Allah aşkına? Ama geleceğin dünyasında, söz geriye döndüğünde, insaf, hakkaniyet ve adalet vazifesini hakkıyla icraya yeniden başladığında belki bu hatıralar bir anlam ifade eder.

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin