Bu kin ve nefretin kaynağı nedir?

YORUM | Prof. Dr. MEHMET EFE ÇAMAN

Bu kin ve nefretin kaynağı nedir? Seviyeyi tutturamayan, devamlı hakaret eden, sesini yükselterek şiddet uygulayan, birbirini jurnalleyen, itirafçı olup kendini temize çıkartmaya çalışan insanlar niye bu kadar bol? Yere düşene tekme atmak neden bu kadar yerleşik? Medeni olmaya karşı nereden kaynaklanıyor bu saldırganlık? Tolerans neden bu kadar yerlerde?

Her şey Ergun Babahan’ın yaptığı bir paylaşımın ekranıma düşmesiyle başladı. Uzun yıllardır ismini-cismini bildiğim, Türkiye medyasında çeşitli üst sorumluluklar almış olan, mesleğinin duayeni konumunda, üstelik yaşını başını almış bir değerli insan olarak bilirdim Babahan’ı. Paylaşımında Ahmet Dönmez’in “soru çalma hadisesi” hakkında yazdığı bir makaleye referans yaparak, “Kesin bilgi abi; çalma ile inanç arasında varoşsal bir bağ var” diye yazınca, ben de bu konuda düşüncemi paylaşmak istedim ve şöyle yazdım: “Organize veya bireysel fark etmeksizin, suça bulaşmış kim (kişi veya grup) mutlaka yargılanmalı, eleştirilmeli, araya mesafe konmalı, mesele gayet şeffaf olarak ele alınmalı. Bunu yaparken genelleme yapmadan, suçun şahsiliği gözetilerek hareket edilmeli”.

Bu yazdığım paylaşıma Babahan şöyle yanıt verdi: “Suça genel olarak sahip çıkılıyorsa, [suç] inkar ediliyorsa ne yapmalı?” Ben de dedim ki: “Bence suça sahip çıkan kimse yok. Ama ‘suçun olup olmadığından emin olamayan’ insanlar var. Türkiye toplumu sistematik düşünemiyor. Temel ilkeler konusunda kafalar karışık. Mesela suç isnadı ile suçun ispatı arasında çok ciddi fark var. Buna dikkat edilmeli”. Ve şunu ekledim: “Gülen Cemaati ile hiçbir aidiyet bağı olmayan biri olarak, mevcut Türkiye ortamında açıkçası ben soru çalma iddialarının objektif olarak ele alınamayacağı kanaatindeyim. Ortada ciddi bir cadı avı var. Daha önce neden tek kişi çıkıp da ‘itirafçı’ olmamış? Bu bana garip geliyor”.

BU YAZIYI YOUTUBE’TA İZLEYEBİLİRSİNİZ ⤵️

Buraya kadar her şey normal görünüyor. Babahan bir düşüncesini beyan etmiş. Ben o düşüncesine farklı düşüncelerle karşılık veriyorum. Ortada herhangi bir hakaret ya da saldırı yok. Zaten asla böyle bir şey beklemiyordum bu yorumları yazarken de. Ne de olsa polemiğin doğurganlığına inanan biriyim. Farklı seslerin duyulmasına önem veriyorum. Yoksa özgür basını, düşünce hürriyetini falan neden savunayım?

O da ne? Bir anda gördüğüm yanıtın karşısında dehşete düşüyorum. Bu doğru olamaz. Sürreal dünyaya, bir kâbusa düşmüş gibi irkiliyorum. Ergun Babahan bana şöyle yanıt veriyor çünkü: “Yalan söylemek günah değil mi, yoksa fetva mı var senin için de!”. Şöyle yazıyorum: “Enteresan. Benim gibi dinle diyanetle ya da cemaat vs. işlerle hiçbir alakası olmamış bir insana, Gülencilere bugün yapılanlar haksızlık olarak geliyor. Ama bu grubun içinde on yıllarca bulunmuş insanlar sanki hiç alakaları yokmuş gibi genelleyici yorumlar yapıyor.” Ekliyorum: “Monolitik, kapsayıcı tüzel kişilik ol(a)mamış cemaatimsi gruplarda bu tür afakî, kurumsal olmayan, kişilerin inisiyatiflerine bağlı ‘alengirli işler’ olabiliyor. Dahası Türkiye’de tüm siyasi, dini, etnik vs. gruplar maalesef ‘devlette kendi kadrolarını oluşturma’ stratejisi izledi”. Ergun Bey şu yanıtı veriyor: “Cemaat devlet olmaya çalışmış belli ki, üstelik kimseye yaşam hakkı tanımadan. Ama siz hala hep başkalarını suçluyor, Cemaati sütten çıkmış ak kaşık kabul ediyorsunuz. Bu sadece Cemaat’e öfkeyi arttırıyor. Özeleştiri erdemdir”. Ben de söyle yanıt veriyorum: “Özeleştiri çok önemli. Katılıyorum”. Ve ekliyorum: “Gülen Cemaati’ne karşı ortaya atılan iddialar ve yapılan korkunç cadı avı, hukuki temellerde değil. Bunu bir aydın olarak görmezden gelemem, gelmiyorum, gelmemeliyim. Soru çalmak suç. Bu yapıldıysa savunulamaz! Fakat yapılmışsa bile, bu Cemaat’e yapılanları haklı çıkarmaz”. Yanıt geliyor: “Cemaate yapılanlar haklı mı demek yanlışları sorgulamak…”. Ben yanıt veriyorum: “Hayır. Ama Cemaat bugün hedef haline getirilmiş durumda. İnsanlara ciddi zulüm ediliyor. Ayrıca Cemaat’e vurmak milli spor haline geldi Türkiyeliler arasında. Çünkü bizim kültürde yere düşene herkes tekme atar. Bu çok centilmence değil. Ahlaklı da değil. Prensipli olmalıyız”. Ardından şu yanıt geliyor: “Yüzleşme cesareti gösteremezseniz inandırıcı olamazsınız, aynı hatayı tekrarlama ihtimaliniz yüzde 100 olur… Bakınız 1915”.

Ben artık daha açıkça yazmak zorunda hissediyorum: “Ergun Bey, neden bana sanki Cemaat’in sözcüsüymüşüm gibi hitap ediyorsunuz? İkinci çoğul şahıs yazarak, Cemaat adına konuşuyormuşum gibi yapıyorsunuz? Oysa yukarıda birkaç kez Cemaat’ten olmadığımı yazdım”. Ve ekliyorum: “Sanıyorum Türkiye insanı ‘tek olmak’ ve ‘birey olmak’ durumlarını anlamakta zorlanıyor. Herkes bir gruba ait çünkü! Bunun alternatifi olmayacağını düşünüyor olmalılar”. Ergun Babahan şu yanıtı veriyor: “Bu da yeni bir taktik olmalı”. Artık dayanamıyorum: “Ergun Bey, yakaladınız beni! Babam ve annem tiyatrocu (Hadi Çaman ve Bengi Şen) ‘taktik gereği’ o yaşam stiline, mesleğe ve dünya görüşüne sahip oldular. Beni kripto olarak yetiştirdiler. Aslında biz ailece Gülen Cemaati’ndeniz! Babam Yeşilçam imamı, ben de Andromeda imamıyım”. Verdiği cevap cidden bu:” Ne olduğunuz beni ilgilendirmiyor, neyi gizlemeye çalıştığınız ve inkâr ettiğiniz önemli”. Hem benim Cemaat dışından, sadece Cemaat’ten olan insanların uğradığı haksızlıklara karşı çıkan tarafsız biri olduğuma inanmıyor, hem de beni soru çalma iddialarıyla aynı bağlamda, bir şeyleri gizlemekle ve inkâr etmekle suçluyor.

Ben her şeye karşın soğuk kanlılığımı koruyarak, sakin kalarak şu yanıtı veriyorum: “Bir şeyi gizlemek veya inkâr etmek için o şeyi önce bilmek gerekir. Birini suçlamadan önce de onun suçsuz olabileceği ihtimalini birincil olarak göz önüne almak gerekir. Bence kafanızı toplayın ve mantıklı düşünün biraz”. Onun verdiği yanıt, bilinçaltını tümden kusuyor. Sen kalıbına geçerek, şunları söylüyor: “Bence sen gizli acendandan [ajanda demek istiyor!] vazgeç ve ne olduğunu açıkça kabul et [daha bir cümle önce ne olduğumla ilgilenmediğini söylemişti oysa!]. Cemaat’e toz kondurmama çaban fazla göze batıyor çünkü”. Evet, doğru, eğer Cemaat’ten olanların uğradıkları haksızlıkları dillendirecek olursanız siz mutlaka Cemaattensinizdir! Ergun Bey’in mantığı böyle işliyor. Ben artık işi mizaha vurmaya karar veriyorum. Ne de olsa izahı olmayan şeyin ancak mizahı olur. “Gizli ajandam deşifre oldu! Artık başka bir gizli göreve yönelmek zorundayım. Herkese elveda!”.

Sonra hakaretler birbiri ardına geliyor. Uzun uzadıya o hakaretleri yazmak ve zihninizi Ergun Babahan’ın patolojik iç evreninin yansımalarıyla kirletmek istemem. Ben bu tartışmaya şu saptamalarla nokta koyuyorum: 1) Cemaat veya başka bir özel/tüzel şahıs bakmaksızın, suça kim bulaşmışsa yargılansın. 2) Suç isnadı ile kanıtlanmış suç arasındaki dev fark gözetilsin. 3) Masumiyet karinesi ve kanunsuz suç olmaz ilkeleri gözetilsin. 4) Bunlar herkese uygulansın. 5) Birilerinin hakkını-hukukunu savunmak sizi onlardan yapmaz. 6) İnsanları kripto bilmem ne diyerek suçlamak etik değildir. Adiliktir. 7) Fikir ayrılığını bireysel husumete çekmek zeki bir insanın yapacağı bir şey değildir. 8) Hakaret ve küfür etmek savunulamaz. 9) Birinin tanımadığı insanlar hakkında kişisel düşünce ve izlenimlerini gerçekmiş gibi paylaşmak etik dışıdır. Kabul edilemez. 10) Özel/tüzel kişilerin eleştirilmeleri çok doğaldır. 11) Özel/tüzel kişiler eleştirilirken hukuk ve etik kurallara dikkat edilmelidir. 12) Özeleştiri ve yüzleşme, kişinin kendisinin yaptığı bir hata söz konusuysa yapılabilir. Kişi, ait olmadığı bir grubun özeleştirisini yapamaz. Eleştirisini yapabilir. Sağduyu ve mantık bunu gerektirir.

Bu Türk “aydını” profili, Emre Kongar’dan Ufuk Uras’a, İsmail Saymaz’dan Ergun Babahan’a hep aynı. İlkeler birbirine girmiş. Mahalle aidiyetleri ile devamlı çelişiyor. İlkelerle mahalle aidiyetleri çelişince, mutlaka mahalle aidiyetleri baskın çıkıyor. Bir gruba ait olmak, tek olmaktan korkmak, grup ana akımından ayrı düşmek ciddi bir fobi. Ayrıca ciddi bir tolerans kültürü eksikliği söz konusu! Dahası, yine bu profilin ortak özelliği, tipik Ortadoğu husumet kültürü ile yoğrulmuş olmaları. Mahalle kültürü de kullandıkları dilin dışa vurumunda ortaya çıkıyor. Sippenhaft nefret ifadeleri (annene, babana, karına vs. yönelik etik dışı ve aşağılık ifadeler!) çok yaygın. Mesela Babahan rahmetli babamın Yeşilçam’da gençlik döneminde rol aldığı açık saçık erotik-komedi filmleri ima ederek bel atına vurmaya ve beni böyle Freudyen bir taktikle yaralamaya kalkması bunun göstergesi. Ergenlik çağındaki bir gencin yapsa tolere edeceğimiz bir tutumu altmış yaşının üzerinde bir “gazeteciden” duyunca cidden ürperiyorsunuz. Yoksa pederin liginde değil; normalde tenezzül edip yanıt bile vermem. Güler geçerim. Mesele benimle alakalı kişisel bir şey olsa burada sizlerle paylaşmazdım. Ama bu yaşanan gerçek diyaloglar, Türkiye’de muhatap olunan feci rejimin sosyolojik ve psikolojik patolojisi hakkında ciddi ipuçları veriyor. Eline geçen ilk fırsatta şu an en fazla tekme yiyen gruba karşı böylesi bir kinle hareket etmek, dahası beni kripto bir Cemaat mensubu gibi göstermeye çalışmak, rejimin insanları nasıl “FETÖ’cü” olarak kategorize edip fişlediği ve soykırıma tabi tuttuğuyla alakalı bir davranış kalıbına işaret etmiyor mu? Bunu görmeyelim mi? Es mi geçelim!

Ergun Babahan zamanında ciddi medya kuruluşlarında gazetecilik ve yöneticilik yapmış duayen bir isim. Bu zihniyetle rahatlıkla havuz organlarından birinde çalışabilir. Üstelik el üstünde tutulur! Ama beni suçlamasına bakmayın, Türkiye’de ona da “kripto FETÖ’cü” muamelesi çekiyorlar. İronik evet, en çok böyleleri rejimin damgalama yöntemlerini benimsiyor. Herkesin herkese düşman olduğu, kutuplaşmış, toplum olma özelliklerini yitirerek moleküllerine ayrılmış, mahalleler ve klanlar arası fay hatlarının giderek gerildiği bir sosyoloji, bir beşeri yapı söz konusu! Babahan’ın bana ettiği hakaretler sosyal medyada duruyor. Bu kusulan bilinçaltı Kemalo-İslamofaşizm olarak yıllardır Türkiye’de iktidarda zaten. Biz ona kısaca rejim diyoruz!

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

9 YORUMLAR

  1. Şaşırmadım. Şaşırana şaşarım.
    E. Babahan Türkiye’deki yaygın karakteri (karaktersizliği daha doğrusu) temsil ediyor. Türkiye’de en bol bulunan tip bu… Malesef…

  2. Mehmet Efe Bey,
    Kamil manada İnsan olmanın en birinci vasfı, sözünde ve fiilinde ilkeli olmaktır. Bu anlamda peygamberlere pekala “ilkeli olma kahramanları” da diyebiliriz. Ömür boyunca bütün çabaları hak bildikleri yoldan milim sapmamak ve saptırmamak üzerine kuruludur. Söylenişte basit gibi dursa da, meselenin çetinliğine tarih kadar herkesin bireysel hayatları da şahittir. Cahil insan tipolojisi (irfanımızda kime cahil dendiği apayrı ele alınması gerekli bir mevzu), kendisini ilkeler üzerinden değil; tarafgirlikler, aidiyetler, düşmanlıklar üzerinden tanımlayan, aksiyon ve reaksiyonlarında ilkelilikten saptığı için ölçüsüz, kırıcı, dökücü; hakkı savunuyor gözüktüğü anlarda bile sadece nefsini savunan ve aslında hakkın en yaman düşmanlarından olan bir tipolojidir. Mevcut pek çok durumda da olduğu gibi, aslında düşman diye tanımladığı kişilerle ne kadar çok ortak paydada kesiştiği, maalesef kendisi göremese de, ehline ayandır. Yazılarınızdaki ilkeli durma çabanızdan dolayı yakından ve sevgiyle takip ettiğim bir yazarsınız. Anlıyorum ki, hal gerektirmiş ve cevap vermişsiniz ama lütfen değerli vaktinizi dört gözle beklediğimiz yazılarınıza hasrediniz. Selam ve saygılarımla

  3. insanlar ikiyüzlüler yarın öbür gün şartlar değişse bu gün cemaati el birliği ile dövenler yine ön saflar yerlerini alırlar hiç şüpheniz olmasın

  4. Kemalizm muhalifleri
    İkincisi, Demirtaş’ın bu sözleri, Kemalizmden mağdur olan ve Kemalizme muhalefet eden siyasi hareketlerdeki Kemalist zihniyeti de açığa çıkarıyor. Kemalizm, muhaliflerini kendisine dönüştürme konusunda son derece mahir ideoloji. Resmi ideoloji olduğundan, bu topraklarda gözünü açan herkes onun tezgâhından geçiyor, model olarak onu örnek alıyor, çoğu zaman ona öykünüyor. Kemalizm ile mücadele edenler, onun kodlarını kendi davranışlarında ve politikalarında tekrardan üretiyor.
    Türkiye ’de Kemalizme muhalefet eden ve toplumsal tabanı geniş olan iki siyasal hareket var. Biri “muhafazakâr”, “mütedeyyin” veya “dindar” olarak tanımlananlar, diğeri ise Kürtler. Elbette muhafazakârların ve Kürtlerin farklı partileri ve taleplerinin taşıyıcılığını üstlenen farklı siyasal hareketleri var. Ancak, kaba bir genelleme yapmak pahasına da olsa, mevcut halde muhafazakâr kesimdeki en önemli aktörün AKP, Kürt kesimindeki en önemli aktörün ise PKK /BDP olduğu söylenebilir. Kemalizme muhalif olduklarına göre, doğal olan, bu yapıların Kemalist siyaset tarzından uzak durmalarıdır. Lakin gerçekte durum tam tersi: Hem AKP’de hem de PKK/BDP’de Kemalist kodların ve davranış modellerinin ağırlığını gözlemek mümkün. Şöyle ki: Kemalizmin bazı asli özellikleri var. Bunlar otoriterlik, muhalefete tahammülsüzlük, homojen toplum tasavvuru, topluma biçim verme ve tek adam kültüdür. Bu bağlamda AKP ve PKK/BDP değerlendirildiğinde görülecek tablo şöyle.

    AKP Kemalizmi
    AKP, “tek adam”a dayanıyor ve muhalefetten hiç hazzetmiyor. Erdoğan, her muhalif unsuru neredeyse bir “düşman” olarak kodluyor, icraatlarına karşı yapılan makul eleştirilere bile azarlayan bir dille cevap veriyor. AKP, emniyetin ve yargının muhalif kesimlerin üzerine çok gaddarca ve pervasızca gitmesini destekliyor, teşvik ediyor. Kendisinden herhangi bir talepte bulunulması, Erdoğan’ı sinir küpüne çeviriyor, bunu bir “saygısızlık”, “had bilmezlik” olarak algılıyor. Zira toplum için en iyi olanın zaten kendisi tarafından bilindiğini düşünüyor ve vakti geldiğinde bunları -kendi belirlediği ölçüde ve tarzda- “vermekten” hoşlanıyor.
    Bu, bir nevi “muhafazakâr Nevzat Tandoğan” durumudur. AKP, “Kimse herhangi bir talepte bulunmasın. Kürt meselesini çözmek gerekiyorsa, ben bunu kendi bildiğim yöntemle çözerim” diyor. Kürt meselesinin çıkmaza girmesinde AKP’deki bu Kemalist zihniyetin önemli bir payı var. AKP, bir taraftan önemli bir Kürt temsiline sahip olan BDP’ye karşı hırçın ve kıyıcı bir politika yürütürken, diğer taraftan da kısmi demokratik iyileşmeleri Kürtlere hak ihsan eden bir edayla sunuyor. Devlete egemen oldukça, AKP’deki Kemalist siyaset hattı daha bir belirginleşiyor. Buna bir de merkez sağdaki içkin hastalıklar -milli irade efsanesini, çoğunluğun kibri ve hatta Mithat Sancar’ın deyimiyle “çoğunluğun küstahlığı”- eklendiğinde, sorun daha da karmaşıklaşıyor.

    BDP Kemalizmi
    PKK/BDP cenahında da Kemalist tarz çok etkili. Muhalefete tahammülsüzlük ve homojen bir toplum tasavvuru, burada da kendini çok açık bir şekilde belli ediyor. Topluma biçim verme, toplumu yönlendirme ve toplumu kendi istediği eksende belirleme, buna karşılık kendisi dışında kalanları kötü şekilde nitelendirme ve ötekileştirme düşüncesi burada da var. Kemalistlerin “Bugün camilerde ezan okunuyorsa bizim sayemizde. Bugün isminiz Türkçeyse, İngiliz isimleri taşımıyorsanız, bunu bize borçlusunuz” demeleri gibi, PKK de Kürtler adına her türlü kazanımı kendi hesabına yazıyor. Bedeli kendisi ödediğinden bahisle herkesin buyruklarına itaat etmesini istiyor.
    Kemalizm’in Mustafa Kemal için istediği biat, PKK/BDP’de Öcalan için istenen biata dönüşür. Bu, Kemalistlerin istediği biatten daha az değil. Zira herkesten talep edilen, tüm bir yaşamın Öcalan’ın fikirleri doğrultusunda düzenlenmesini itirazsız kabul etmesidir. Kemalizm, Atatürk ’ü “ebedi şef” kabul eder ve ülkenin dört bir yanını onun heykelleriyle donatır. PKK/BDP ise, benzer şekilde Öcalan için son derece totaliter “Kürt Halk Önderi” sıfatını kullanır ve onun heykellerini dikmeyi amaçlar.
    İhsan Yılmaz, bir toplantıda, “Hepimiz Kemalistan’ın çocuklarıyız” demişti. Bu çocukların her birinin bir gün heykelini dikme arzusuyla yanıp tutuştuğu bir siyasal putu var. Bu nedenle onların siyasetlerini belirleyen de -var olan heykelleri ortadan kaldırmak veya heykele ihtiyaç duymayan bir toplum düşüncesi değil- yarın öbür gün iktidar olduklarında kendi siyasal putlarının heykelini dikme hayali oluyor. Buradan demokratik bir siyaset çıkmaz. Demokratik bir siyaset için her birimizin içimizdeki Kemalistlerle yüzleşmeye ihtiyacı var.

    Vahap COŞKUN
    * Dicle Üni.

    http://www.radikal.com.tr/Radikal.aspx?aType=RadikalDetayV3&ArticleID=1108233&CategoryID=42

  5. Ergun Babahan sizin bu yazınızı, hakkınızda şu notu düşerek paylaşmış:
    “Cemaatçi değil ama şerefsiz”

    Yani artık muhatap alınacak bir tarafı kalmamış, seviye yerlerde!

  6. Yorumlariniza katiliyorum.
    Anlayamadigim bu topraklar da neden ahlakli bir toplum
    Insaa edemiyoruz.okumusundan cahiline ortak nokta ahlak ve vicdan eksikligi oysa cok kotu tecrubeler yasamis bati toplumlara bakinca yasanilanlardan ders cikardiklarini en azindan asgari musterek olarak bir ahlak ve vicdan kulturu olustugunu goruyoruz. Bunu sonucu sadece rejim diye nitelemek yeterli olmaz . Sanki daha deri lerde daha buyuk problemler var. Bir tarafta dindar oldugunu idaa eden toplumun onemli bir kesimi ama vicdan dan ahlaktan durustlikten cok uzak , diger tarafta sekuler bir yasam suren sozum ona aydinlar onlari da dindar toplumla tek ortak tarafi ahlki erozyon ve vicdan fakirligi Biraz batiyii taniyan bir sekilde orda bulunmus cok az insandan yine bazi ilkesel dav ranislar gorebiliyoruz bu tum toplumla kiyasladigimiz da deve de kulak bile degil maalesef ,hastalikli bir devletin hastalikli toplumu genellemesi kolaycilik gibi geliyor , cunku bir toplumda devlet disnda pekcok dinamik vardir . Bu dinamikleri hayata gecirecek yine gercek aydinlardir lutfen fikirlerinizi paylasmaktan ve digruluga olan inancinizdan vazgecmeden fikirlerinizi paylasmaya devam ediniz . Saygilar ..

  7. Sultan yavuz selim’ e elcisiyle bir tahta sandik gonderen sahin hediyesi huzurda acildiginda at pisligi cikmis. Sultan da icerden guzel bir Gul sandiginda Gul lokumu getirterek elciye teslim ettirmis ve sahina soyle herkes yediginden ikram eder. Demis. Kissa dogrumudur bilemem ama alinacak hisse budur.

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin