Bu duruşun kaybedeni var mı?

YORUM | REŞİT HAYLAMAZ

Allah Resûlü (sallallahu aleyhi ve sellem), esirleri de ashâbına zimmetlemiş, hangi esire daha çok kim tesir edebilecekse o esiri onun uhdesine vermişti.

Zaten, “Sizden birisi, öldürme maksadıyla elindeki esiri kardeşinin esiriyle takas etmesin!” şeklindeki beyanları, “yaşatma ideali” merkezli bir duruşun iradi olarak ortaya konulduğunun açık bir tesciliydi.

Daha sıcağı sıcağına Bedir’de, “Kardeşinin şehîd edildiğini Sa’d’a sakın haber vermeyin ki uhdesindeki esirleri öldürmesin!” buyurması da aynı hassasiyetin tabii bir sonucuydu.

O (sallallahu aleyhi ve sellem) esirleri;

Köleleştirmemiş,

Başkalarının yaptığı gibi esir pazarına götürüp satmamış,

O âna kadar yapageldiklerinden dolayı hakaret edip aşağılamamış, bilakis, insanca muamele etmiş ve etrafındakilerden de çok açık ve net bir şekilde aynı hassasiyeti istemiş,

Temelinde “hayır” olan bir muamele ortaya koymuş,

Yediğinden yedirmiş, içtiğinden içirmiş ve giydiğinden giydirmiş,

Hatta, bunun da ötesinde yemeyip yedirmiş, giymeyip giydirmiş,

Şartlanmışlıklarını yok edecek şok adımlar atmış ve şartların en kötü olduğu demlerde bile kalblere nasıl yürünebileceğinin yollarını göstermiştir!

O günkü genel kültürün tesirinde kalarak esirleri gereksiz bir yük gibi gören ve bir an önce öldürüp bu yükten kurtulmanın gerekliliğini dile getiren bir sahâbisine, “İnsanların esir olarak buraya getirilmesi seni rahatsız etmiş gözüküyor!” diye ikazda bulunmuş ve duruşunu değiştirmesi istikametinde uyarmıştı!

Halbuki O (sallallahu aleyhi ve sellem), esirleri de bir emanet olarak görüyordu!

Olayları yaşarken öğreneceklerdi ve öğreniyorlardı!

Esirleri zimmetlerken, başta akrabalık olmak üzere değişik bağların nazara alındığı ve kimin üzerinde kim tesir edebilecekse taksimatta bu yakınlığa dikkat edildiği anlaşılmaktadır. Mesela, menşe’ itibariyle Benî Mahzûm kabilesinin bir ferdi olan Ümmü Seleme Validemiz’e, aynı kabilenin önemli iki ferdi olan Hâlid İbn-i Hişâm ile Ümeyye İbn-i Ebî Huzeyfe’yi zimmetlemişti. Bunlardan Hâlid İbn-i Hişâm, Bedir’in baş aktörü Ebû Cehil’in ana-baba bir kardeşi idi. Amca oğullarının kendi evine gönderildiğine şahit olduğu ilk anda Nebevî bu uygulamayı anlayamayan Annemiz, bir koşu Allah Resûlü’ne gelmiş ve “Yâ Resûlallah!” demişti. “Amcaoğullarım kendilerini görmemi, belli başlı ihtiyaçlarını gidermemi ve şu sıkıntılı zamanlarında kendilerine cemilede bulunmamı talep ediyorlar! Sana sormadan bir şey yapmak istemedim; ne dersin?”

Aldığı cevap, “Bunların hiçbirinde mahsur yok; dilediğin iyiliği yapabilirsin!” şeklindeydi.

O gün Sevde Validemiz’e de Kureyş’in hatibi olarak bilinen kudretli şairi Süheyl İbn-i Amr’ı zimmetlemişti. Süheyl İbn-i Amr, Sevde Validemiz ile birlikte Habeşistan’a hicret eden ve Mekke’ye döndükten sonra vefat eden kocası Hazreti Sekrân’ın kardeşi oluyordu.

Bu duyarlılık ve uygulamanın muhataplarda icra ettiği tesiri görebilmek için o günkü esirlerin anlattıkları, her şeyi özetler mahiyettedir; Ebu’l-Âs şunları söylüyor:

“O gün (Bedir) ben de Ensâr’la birlikte Medîne’ye getirilenler arasındaydım. Yemek vakti gelip de bir şeyler yemek istediklerinde onlar, Resûlullah’ın tavsiyesini yerine getirmek için ellerindeki ekmeği en önce bana veriyorlar, kendileri ise kuru hurma yiyerek açlıklarını gidermeye çalışıyorlardı. Hatta onlardan birisi o gün, elinde bulunan ekmeği uzatıp da bana verince, onu alıp da yemekten hayâ ederek bu ekmeği yanımdaki bir başkasına verdim; bir de ne göreyim, elden ele dolaşan aynı ekmek, çok geçmeden yine benim önüme gelmişti!”

Mus’ab İbn-i Umeyr’in kardeşi Azîz’in anlattıkları da farklı değil:

“O gün (Bedir) ben de Ensâr’la birlikte Medîne’ye getirilenler arasındaydım. Yemek vakti gelip de bir şeyler yemek istediklerinde onlar, Resûlullah’ın tavsiyesini yerine getirmek için ellerindeki ekmeği en önce bana veriyorlar, kendileri ise kuru hurma yiyerek açlıklarını gidermeye çalışıyorlardı. Hatta onlardan birisi o gün, elinde bulunan ekmeği uzatıp da bana verince, onu alıp da yemekten hayâ ederek bu ekmeği yanımdaki bir başkasına verdim; bir de ne göreyim, elden ele dolaşan aynı ekmek, çok geçmeden yine benim önüme gelmişti!”

“O gün onlar, kendileri yaya yürürken bineklerine bizi bindiriyorlardı!” diyen Velîd İbn-i Velîd, gördüğü muamelelerin sonucunda Müslüman olmuş ve karşılaşacağı kötü muamele ve işkenceler pahasına durması gereken safta yerini almaya başlamıştı. Zira, esaret bedelini ödedikten sonra kardeşleri onu Mekke’ye götürmüş ve çetin işkencelerin muhatabı etmişlerdi!

Peki, sonuç ne oldu?

Gözlere yaş yürüdü ve en katı kalbler bile yumuşadı.

Bedir sonrasında esir alınan 70 kişinin 16’sı, takip eden on gün içinde Müslüman oldu.

Tesiri dalga dalga yayıldı ve sonraki günlerde bunun arkası da geldi.

İnsanı kör ve sağır eden garaz, kin ve nefret gitti; görmeyen gözler açıldı, duymayan kulakların da pası silinip gitti!

Beklentilerinin aksine insanca muamele görenler, insanlığın muallimleri mertebesine yükseldiler!

Kim kazandı?

Veya şöyle soralım:

Bu duruşun kaybedeni var mı?

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

2 YORUMLAR

  1. Merhaba,
    Yazinizi okudum. Affa iliskin bu yazilar ya da sohbetler gelecekte muhtemel durumlara hazirlik olsun diye galiba. Ancak benim bu konuda bazi problemlerim var. Peygamber efendimizi (sav) ornek alabilmak icin onun hayati ve sunneti konusunda ilim sahiplerine sormak istiyorum: 1- Peygamber efendimiz tum esirleri bagislamis midir? Hayatinin alinmasini ya da cezalandirilmasini emrettigi olmus mudur? Oldu ise bunlari da yazi konusu edecekmisiniz? 2- Buradaki ornekler savas esirlerine yonelik; biz hizmet olarak savas durumuna gore mi hareket ediyoruz? Bedir, Uhud ya da Hendek olaylari hangi olaylarimizla benzerlik gosteriyor? Eger benzerlik varsa bu benzer olaylarin istisaresi nasil yapildi, nasil karar alindi? Bu karar alimi sureci peygamber efendimizin sunnetine benzerlik gosteriyor mu? 3- Eger savas esirleri degil de baska sekilde ornekler alacaksak; sahabi zamaninda iskence yapanlar, bilinmez yerlerde insanlari oldurenler, tecavuz edenler, malalri gasp edenler vs affedildi mi? (Haksiz yere isinden edilenleri, hapse atilanlari vs sormuyorum bile) 4- Bedirden once Ebu Sufyanin kervanina haksiz yere alinan malalrin yerine el kondu ise bu olayi da ornek alabilirmiyiz? 5- Eger herkes affedilecekse, su anda bu kadar mazlumun acisina nasil ortak olacagiz, yapilanlari nereye koyacagiz? Yapanlar, bir kuru aci bakis karsiliginda ellerini kollarini sallayarak oylece kalacaklar mi?
    Aslinda baska sorularim da var, ancak, uslubumdan da anlasilacagi uzere cok fazla hissiyat araya girdigi icin gerektigi gibi ifade edemiyorum. Farkli bir fitne unsuru olmasini istemiyorum. Ama bu kadar zulumun ortasinda her sey insana garip geliyor.
    Peygamber efendimiz, Mekke deki zulum doneminde ya da Uhud sirasinda ileride affedeceksiniz mi dedi yoksa affetmeyi daha sonra mi dile getirdi? Peygamber effendimiz donemi vahy korumasi altinda idi (eger yanlis ifade ediyorsam Allah (cc) affetsin) bizler ise Kuran ve sunnete gore hareket edecegiz. Herkes affedilecekse kisastan ne anlamaliyiz? Kimlerin affedilip kimlerin cezalandirilacagi konusunda nasil hareket edecegiz?
    Neyse cok uzattim, ozur diliyorum. Dedigim gibi, fitne konusu olsun istemem ama bu konularda da izaha ihtiyac var. Lutfen bu konularda da aciklik getirmenizi talep ediyorum.
    Selametle,
    Yordugum icin ozur dilerim.

  2. Bugün  ne kadar zamanın çıldırtıcılığı yaşansa da,  mengenede preslenen tüm mazlumlar genel itibariyle bunu bir imtihan ve yine şüphesiz geçici olarak görüyor. Ancak ahir zamanda 3-5 sene çok uzun bir zaman dilimi. Bu imtihana maruz kalmış ve samimiyetine inandığım insanlara ve kendime şunu söylüyorum; “Yüz yıl sonra Taif’ten biri iman edecekse ve eğer Ebu Cehil’in oğlu günün birinde İkrime (R.A.) olacaksa, affetmeye hazırım” Bilmeyenleri affetmeye hazırım, “bu elbette onların bilmeyen bir kavim olmalarındandır (Tevbe-6)” Lakin amasız da olmuyor. Kalbim o kadar katılaştı ki, kendimi ikna etmekte zorlanıyorum ve aklıma sorular takılıyor. Yazıda bahsedilen esirlere muamale ile ilgili çoktandır aklımı kurcalayan konular var.
    Müslüman olduklarını söyleyenler veya hukuğa inandıklarını söyleyenler; toplumsal uzlaşı metnimiz olan anayasada, kanun ve yasalarda bugün bu insanlara suç olarak isnat edilenlerin hangisi suç olarak tanımlanmıştı. Neden yapılan antlaşmaya uymuyorsunuz? Antlaşmaya uymamanın, bozgunculuk yapmanın kitaptaki hükmü nedir? “Onlar, kendileriyle antlaşma yaptığın, sonra da her defasında antlaşmalarını bozan ve sakınmayan kimselerdir (Enfal-56).”
    Uzun zamandır cevabını aradığım bir soru; “Yeryüzünde ağır basmadıkça, bir peygamberin esirlerinin olması muvafık değildir!… (Enfal-67)” ayetinin bugüne bakan izahını öğrenmek istiyorum.

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin