Bolivar iki kişiyi çekemez!

Şark’ta dönen (kanlı) dolaplar! (3)

YORUM | M. NEDİM HAZAR

“Hiç kimsenin kerameti kendisinde görmeğe hakkı yoktur. 
Bir devlet adamı, kerameti kendisinde görmeğe başladı mı, 
devlet Adamlığını bitirdi demektir.”
M. Kemal

“İnsanın ruhu onun kaderidir.” 
Herodot

Tam 270 hikaye yazmış verimli bir yazardı Amerikalı O’Henry. (Gerçek ismi William Sydney Porter) Onun öykülerinden en ilgincidir belki de üç soyguncunun sergüzeştini anlattığı “Bolivar iki kişiyi çekemez” (Bazı baskılarda “Gittiğimiz Yollar – The Roads We Take“ ismiyle yayınlanmıştır.) Kitap 1939 yılında Türkçeye çevrildiğinde de büyük ilgi görmüştü. (Bu arada kitabın çevirmeni, cumhuriyetin ilk döneminin en mümbit mütercimlerinden Hasan Ali Ediz’i de anmak isterim) 

Hikâyenin özeti şu: Shark Dodson yönetiminde (diğerleri Big-Dog John ve Bob Tidbol) üç kişi (Bu arada sadece kahramanların isimleri bile enteresandır. Mesela günümüzün en güçlü teknoloji şirketi Boston Dynamics, geliştirdiği 4 bacaklı askeri amaçlı robotuna “Big-Dog” ismini koymuştur.), 30 bin dolar taşıyan bir treni soymak için harekete geçerler. Soygun esnasında bir aksilik olur ve Büyük-Köpek John oracıkta teslim-i ruh eder. Kalan iki soyguncu parayı alıp kaçarlar. Hızlı hareket etmek zorundadırlar, çünkü soygun çoktan duyulmuş ve peşlerine bir ordu insan düşmüştür bile. 

İki kafadar soyguncu atlarıyla son sürat giderken bir kaza yaşanır ve Bob’un atının ayağı kırılır. Oracıkta vururlar hayvanı. İki soyguncu, bir at ve 30 bin dolar vardır artık. Çok düşünmeden ikisi birden ata binerler. Bir süre böyle giderler ama Bolivar isimli at hem yaşlı hem de yorgundur. Bir süre sonra sırtında iki kişiyi taşımaktan bitap düşer. Mecburi mola verirler. 

Uzun yıllardır birlikte soygun yapmaktadır bu iki ve yeri geldiğinde birbirleri için mermiye kafa tutmuşlardır. Kader arkadaşıdırlar anlayacağınız. 

O’Henry hikâyenin tam bu kısmında hem bir arka plan verir hem de dostluğa dair derin tespitlerde bulunur. Kaderi konuşurlar, “Keşke öbür yoldan gitseydik, atımın ayağı kırılmazdı” der genç soyguncu. Ardından Big-Dog John’un atını serbest bırakmalarının hata olduğunu söyler yaşlı çete lideri Shark Dodson. “Galiba senin bu ihtiyar at ikimizi daha fazla götüremez” diye dert yanar genç soyguncu, bu cümlesinin başına bela açacağını bilmeden. Bob Tidboll eğilip para torbasını aldıktan sonra daha doğrulamadan alnında çeliğin soğuğunu hisseder. Başına bir silah namlusu dayanmıştır. Dodson silahı dayamıştır. Şaka yaptığını zanneder sersem genç soyguncu. Shark Dodson gerçekçidir. “Ben sırıtmıyorum ama” der, “Gerçekçi olalım, ikimizin birden bu maceradan sağ çıkma ihtimalimiz kalmadı.”

“Neden?” diye şaşkınlıkla sorar genç ve aptal soyguncu. 

Acı cümleyi işte o anda söyler yaşlı çete lideri: 

“Çünkü Bolivar iki kişiyi çekemez!”

O’Henry iki kişilik çetenin durumuyla ilgili şu betimlemeyi yapar: 

“Dodson’un yüzündeki ifade bir anda amansız açgözlülükle karışan soğuk bir gaddarlığa dönüştü. Adamın ruhu, bir an itibarlı bir evin penceresinde kötü bir yüz gibi kendini gösterdi.”

Francisco Goya’nın “Saturn Devouring His Son” isimli tablosu (1820)

Her devrim önce kendi çocuklarını yer!

Satürn’ü bilir misiniz?

Yok, gezegen olanı değil; Roma mitolojisindeki Satürn’ü. (Bir de Yunan Mitolojisinde vardır çünkü)

Satürn’ün Yunan mitolojisinin Kronos’una benzer bir öyküsü vardır. Efsaneye göre Satürn, babası Uranus’u devre dışı bıraktıktan sonra tüm oğullarını yutar. Çocuklarının kendisini devirip tahtını ele geçireceği korkusuyla doğan her çocuğunu yemektedir. Bu korkusuna rağmen karısı Rhea’nın kendisinden gizli olarak doğurduğu Zeus babasını tahttan indirir. 

Gencecik yaşta vefat eden (23) ve kısacık hayatına üç kitap sığdıran Alman oyun yazarı Karl Georg Büchner, efsane kitabı “Danton’un Ölümü”nde (1835) kahramanı Danton’a şu cümleyi söyletir: 

“Her devrim Satürn gibidir, kendi evlatlarını yer.”

Peki kimdir bu Danton?

1789 Fransız Devrimi’nin önemli simalarından biri olan Georges Jacques Danton, devrimin ardından yaşadığı fikir ayrılıkları nedeniyle daha önce omuz omuza mücadele içinde yer aldığı arkadaşları tarafından yargılanır ve idam edilir.

Bireysel psikoloji ekolünün kurucusu Alfred Adler, sarsıcı kitabı “İnsan Tabiatını Tanıma- Understanding Human Nature”da, (1983 yılında Kamuran Şipal çevirisiyle (“İnsanı tanıma sanatı” ismiyle) ülkemizde yayınlanmıştı) şöyle der: 

“İnsanlar, doğuştan bir üstünlük hissiyle doğarlar ve bu, onların temel motivasyon kaynağıdır.”

İşte bu üstünlük hissi olsa gerek, başarılı insanı bir şekilde mitolojik (Roma) Satürn karakterine çeviriyor ve beraber yol aldığı, kader birliği ettiği, evladı bile olsa, rakip gördüğü an yiyor!

Lev Troçki, beraber devrim yaptığı arkadaşının emriyle öldürüldü!

Tarih bu tür örneklerle doludur. 

Bunlardan en çarpıcı olanı şüphesiz Troçki’nin gerçek hayat hikayesidir. 

Bu dizimizin “Rusya esareti” içerikli bölümlerinde sıklıkla belirttiğimiz “Bolşevik İhtilali”nde, yani 1917’de Lenin ve Troçki, tarihteki ilk işçi demokrasili sosyalist devrimi hayata geçirerek, Rusya’da iktidarı ele geçiren Sovyetlerin zaferini yönetmişti. Bir de liderleri vardı elbette: Stalin… Onun önderliğindeki bürokratikleşme sürecine karşı savaşmaya başladılar. Lenin’in ölümünden sonra Stalin, tek adam olma sevdasına düştü ve eski dostlarını birer birer saf dışı bırakmaya başladı. Önce Troçki’yi izole etti, sonra uzaklaştırdı ve en nihayetinde açıkça Troçki öldürülmeden Rusya’ya gerçek özgürlüğün gelmeyeceğini iddia etmeye başladı.

Dava arkadaşı Stalin’in şerrinden kaçan Troçki’nin 4,5 yıl yaşadığı Büyükada’daki evi.

Ve sonra…

1940 yılında NKVD ajanı olan Ramón Mercader adlı Stalinist, İspanyol gazeteci kılığına bürünerek röportaj yapmak bahanesiyle Troçki’nin kaldığı eve gitti. Fırsat bulunca başına buz baltasıyla vurmak suretiyle ağır şekilde yaraladı. Troçki, saldırganla boğuştuğu sırada odaya giren Troçki’nin korumaları Mercader’e saldırdı. Troçki, korumalarına “Onu öldürmeyin, bu adamın anlatacak bir hikâyesi var.” dedi. Troçki aldığı yara nedeniyle ertesi gün hayatını kaybetti. Ölümünden önce iki kez bilinci yerine geldi. Son olarak eşine “Burjuva basına iyi malzeme olduk” diyerek öldü. 

Olaydan sonra Stalin Mercader’in annesine Lenin Nişanı verdi, daha sonra Kahraman olarak Sovyet tarihine geçirdiler!

Tarihçi İsmet Bozdağ, Paşaların Kavgası isimli kitaba yazdığı önsözde (kendi evlatlarını yiyen devrimlerden örnek verdikten sonra şöyle der: “Olmasaydı çok iyi olurdu! Ama bunların hepsi oldu. Yağmur yağacakken tufanla karşılaştığımız olmuyor mu? Günümüzde yaşayan aydınların görevi, olaylara çeşitli açılardan bakmak ve gerçeği yakalamaktır. Olayların tarihe girebilmeleri için, günlük yargılardan kurtulmaları gerekir. Atatürk, Nutuk’ta söyleyecek, Karabekir anılarında anlatacak; biz ikisini de okuyup dinleyerek gerçeği yakalayacağız!”

Gazeteci Nuriye Akman 13 Haziran 1995’te Tarihçi Cemal Kutay ve İsmet Bozdağ ile son derece kıymetli bir röportaj yaptı. Bu söyleşide çok ama çok ilginç şeyler söylendi, bugün onları bağlamından koparmadan buraya alsak emin olun pek çok kesin inançlının hışmına uğrarız.

Cemal Granada’nın ezber bozan ve resmi tarihe diklemesine girişen kitabın iki baskısı…

Bir daha tekrar edelim kimler bu isimler. Biri yazdığı 167 kitap ile efsane olmuş, “damarımı kezseniz Atatürk diye akar” ve “Dünyaya tekrar döneceğini bilsem hayatımı çekinmeden O’na verirdim” diyen Cemal Kutay. Diğeri ise Atatürk hakkında tam 8 kitap yazmış ve “Bitmeyen Devlet Kavgası” gibi Cumhuriyet rejimini temellerinden sarsan bir esere imza atmış İsmet Bozdağ. Her ikisinin de Atatürk ya da onun savunduğu değerlerle en ufak bir problemi yok. Ama o gün sabah gazetesine söylediklerini bugün boruya yazsak, klasik Kemalistler bizi taşa tutarlar!

Evet söz İsmet Bozdağ’da: 

“Mustafa Kemal tarihi doğru anlatmıyor, yani hepsini anlatmıyor, bir parçayı vermiş üst tarafı karanlık!”

“Cemal Kutay, cüretini bir adım ileri götürür ve Nutuk’u tartışmaya açar: “Mustafa Kemal ne yazık ki kendi nutkunda Milli Mücadele’nin kuruluşunu hakiki olarak anlatmamıştır!” Devamı da var: “Beni yadırgatan hatalar var Nutuk’ta! Bir kere Mustafa Kemal, Milli Mücadeleyi kendisinin Samsun’a çıkışıyla başlatıyor!” Ardından Milli Mücadeleye ihanet ettikleri söylenen 150 kişi meselesine giren Kutay, yapılan haksızlık ve adaletsizliklerin üzerinin örtüldüğünü söyleyerek, “150’likler vatandaşlık haklarını kaybettiler ve memlekete alınmadılar diyor” şeklinde konuşuyor. 

Bozdağ da “Nutuk’u nasıl değerlendiriyorsunuz?” sorusuna şöyle cevap veriyor: “Hiç kimse kendi aleyhinde olan şeyleri söylemeye mecbur değildir ama söylemediklerinin söylediklerine ışık tutması ihtimali daima mevcuttur.” Dedikten sonra Mustafa Kemal’in subjektif değerlendirmelerinden örnekler verip, bazı büyük hadiseleri ya küçülttüğü ya da görmezden geldiğini, bazı küçük olayları ise abarttığını söylüyor. 

Geldiğimiz ana yoldan biraz saptığımızın, bu yan ve dolambaçlı yolların vaktimizi aldığının farkındayım. Ancak, Bediüzzaman’ın Ankara serencamını tam olarak kavrayabilmek için, bu malumat arka planına mutlak ihtiyacımız var. Yoksa, olayları anlamamız, güçleşeceği gibi tamamen yanlış anlayıp, aktarmamız da mümkündür. 

Bugünlük bu kadar olsun…

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

3 YORUMLAR

  1. Her gün gazeteyi açar açmaz seriden bir yazı daha var mı diye bakıyorum. Aklıniza, dimağiniza sağlık, emeğiniz için çok teşekkürler.

  2. Ancak, Bediüzzaman’ın Ankara serencamını tam olarak kavrayabilmek için, bu malumat arka planına mutlak ihtiyacımız var.

    İnşallah, bu arka plan tek taraflı işlemez ve peşin hükümlü olarak, zaten klasik var olan, gelişi güzel yazılıp asılsız bir ‘iyi-kötü’ yangınına ateş taşımız olmazsınız..

  3. Nedim Bey, hakperest duruşunuzu devam ettirin lütfen. Arka planları aktarırken dosdoğru olun derim acizane.. Aynen şöyle yazdığınız gibi:

    Onun kaleminden çıktığı kesindir. Ancak sansasyonel kısımlarının tamamı “Kadın dedikodusu”ndan bir adım ileride değildir. Rıza Nur’un Karısı, Mustafa Kemal’in karısıyla ikindi çayında dedikodu yaparken o öyle demiş de bu böyle demiş ile tarih yazılmaz, yazılırsa da ciddiye alınmaz. NOKTA

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin