Bizi kim kurtaracak?

YORUM | ALPER ENDER FIRAT

AKP iktidarı, ideolojik devletin nasıl pespaye bir yönetim biçim olduğunu, devlet gücünü kullananların yolsuzluk ve hırsızlıklarına bu ideolojilerini nasıl perde ettiklerini de bize ayan beyan gösterdi.

Bu ideolojik pespayeliği SSCB’den İran’a, Sudan’dan Kuzey Kore’ye kadar her yerde yeterince gördük.

Sudan’da İslamcıların iktidarı ele geçirmelerine ön ayak olan Sudanlı lider ve siyasetçi Hasan El Turabi, denetimsiz bir iktidarın ülkeyi nasıl bir iflasa götürdüğünü çok önceden fark etmiş ve iktidara gelmesine neden olduğu Ömer El Beşir ile ilişkileri kesmişti.

BU YAZIYI YOUTUBE’DA İZLEYEBİLİRSİNİZ ⤵️

Turabi, Ömer El Beşir dönemini anlatırken ideolojik devletlerin nasıl yozlaştığını da gözler önüne seriyor. Turabi, 2007 yılında El-Hiwar televizyonuna verdiği röportajında Beşir ve çevresindeki kadroların yolsuzluklar ve güç zehirlenmesi nedeniyle nasıl değişim geçirdiklerini anlatmıştı. “El Beşir iktidara gelmeden önce ‘Eğer ailem için bir ev bile inşa edersem beni asın’ diyordu. Yollarımız ayrıldığında ülkede yolsuzluk öylesine aleni bir hale geldi ki, herkesi kapsadı. İktidar, devletin malını ve paralarını eşi benzeri görülmemiş bir şekilde çalıp çırptı. Sadece devletin zirvesinde değil, üst birimlerinden alt birimlerine kadar her yere yayıldı. Herkes ‘Yetkililer çalıyorsa petrol gelirlerini zimmetlerine geçiriyorlarsa, bizim neyimiz eksik’ demeye başladı.”

Turabi röportajında yolsuzluk ve hırsızlığın Sudan’ı nasıl sarmaladığını, pervasız yöneticileri nasıl bir bataklığa çektiğini tek tek anlatıyor ve çok önemli bir şey söylüyor: “İktidara geldiğinde kendisini engelleyecek bir kriter ya da ölçü olmayan kimse, Allah’ın kendisini gözetip denetlediğini de unutur. Yolsuzluk, mal sevgisi ve ihtirası bir kanser gibi yavaş yavaş yayılarak onu ele geçirir ve ne kadar çalsa da doymaz.”

Denetlenmeyen, engellenmeyen, hesap sorulmayan iktidar, kim olursa olsun zıvanadan çıkardığını 2007’de söyleyen Turabi yıllar öncesinden sanki Türkiye’de olacakları da anlatmıştı.

İdeolojik görüntüsü olan iktidarlarda, bu ideoloji sadece hırsızlığı maskelemeye yarıyor. Soru soran, acaba diyen, biz yola çıkarken böyle konuşmuyorduk diyen herkesin ideolojiye ihanet eden birer hain(!) olması an meselesidir.

Bu durum sadece İslamcılara özel bir şey de değildir, 28 Şubat sürecinde, askerlere destek veren medya patronlarının, iş dünyasının da Kemalizm ve laiklik maskesi altında bankaları nasıl boşalttıklarının ülkeyi talan ettiklerini de hatırlayalım. AKP’nin iktidara taşınmasına neden olan ekonomik kriz de Kemalizm maskesi altında yapılan talan sayesinde olmuştu.

Bütün bunları AKP’den sonra ne olacak, ülkenin yaraları nasıl sarılacak sorularına cevap aramak için hatırlatıyorum.

Bugünkü şartlarda AKP yerine başka bir parti, mesela CHP ya da İYİ Parti iktidarı ülkedeki yaraları sarabilir mi? Daha doğrusu bu partilerin ülkede AKP’den farklı bir siyaseti inşa etmeleri mümkün müdür? Bunlar ülkeyi en fazla AKP öncesi Türkiye’sine dönüştürecekler de AKP öncesi Türkiye ideale yakın bir ülke miydi, orada her şey yolunda mı gidiyordu?

CHP de, İYİ Parti de neticede birer ideoloji partisi ve bu kimliklerinden ayrışmaya da pek niyetli görünmüyorlar. Kılıçdaroğlu’nun helalleşme çıkışı kapsayıcı ve farklı ideolojilere de kucak açmaya niyetlenmiş bir girişim ancak bunun ne kadar başarılı olacağı kocaman bir soru işareti. Üstelik kendi içinde de bir sürü korkaklığı, ürkekliği de barındırıyor.

Yani korkarım ki bir siyasi parti ülkenin yerle bir edilmiş halini tedavi etmesi mümkün görünmüyor.

Oysa, Türkiye’nin AKP sonrası en büyük ihtiyacı; tek ideolojisi “adalet” olan yeni bir devletin kurulmasıdır. Bu devlet hiçbir kimlikle, hiçbir aidiyetle, hiçbir inançla mücadele etmeyi kendine amaç edinmeyecek, evrensel hukukun belirlediği kriminal suçlar haricinde kimseye musallat olmayacak!

Bu devlet aidiyet olarak en azınlıktan, en büyük çoğunluğa kadar herkese eşit yakınlıkta, ülkedeki her vatandaşın kanunla belirlenmiş haklarını şeksiz şüphesiz koruma altına alacak bir anlayışla yeniden kurulmadıkça biz yaşadığımız her şeyi sadece tekrar edip duracağız.

Devleti, kimlikler hesaplaşmasından kurtarmadıkça, birilerinin falanla mücadele, filanları ortadan kaldırma, birileriyle hesaplaşma alanı olmaktan çıkarmadıkça, zalimler ve mazlumlar yer değiştirip duracak, ülke enerjisini bu iç çekişmelerle yok edip yok olmaktan kurtulamayacak.

Bugün Türkiye’deki siyasi partilerin tamamı birbirine benziyor, sadece küçük nüanslarla ayrışıyorlar. Bizi bu bataklıktan AKP’ye benzeyen başka bir siyasi partinin kurtarabilmesi de mümkün değil.

Böyle bir devletin kurulmasından sonra seçilmiş siyasi partilerin kanunların çizdiği çerçevede ülkeyi sağlıklı bir şekilde yönetmesi mümkün olabilir. Ancak böyle bir yapı, bir siyasi iktidarı denetleyebilir. Denetlenemeyen iktidar gücü AKP’de gördüğümüz gibi dünyadaki herkes için çok büyük tehlikedir.

Hak, adalet, etik değerler, ahlak hepsi öğretilebilir ve öğrenilebilir şeylerdir. Bu konulardaki zafiyetin yükünü topluma yıkıp sıyrılmak sadece kolaycılıktır. Bunları topluma öğretmeye niyet etmiş bir kurucu akıl bunu başarabilir. Avrupa’da bunu başardılar.

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

5 YORUMLAR

  1. Cahil ve münafık bir topluma bir şey öğretmek çok zor. Belki birkaç nesil alacak bir çaba yada seferberlik gerekir. Ama bunu hem o cahil ve münafık toplum kabul etmiyor hem de ideoloji partileri. Herkes kendi çapında var olmak istiyor sadece. Ne ideolojiler kendilerine dokunulmasını istiyor ne cahil ve münafıklar. O yüzden bir inşa söz konusu olamaz. Birbirlerini kandıracaklar, oyalayacaklar. Varlık gayeleri her ne ise onunla ömürlerini tamamlayacaklar. Eğer onları ahlakta, bilimde yükseltmek isteyen birileri hizmet etmeye geldiğinde ondan rahatsızlık duymaktadırlar. Kendilerini kendi hallerinde bırakmalarını istemektedirler. İdeoloji partileri hem kendi olanaklarının kısıtlılığı, hem cahil ve münafık ile ilişki şekilleri bakımından sığlık üzerine kurulu ilişkilerinden dolayı evrensel değerleri yakalamaları olanaksızdır. Cahillere göre mümkündür. Onlara göre ideoloji partileri bir sihirli değnektir ve gelecekler cahil ve münafıkları kurtaracaklar. Burada asıl sorun ideoloji partilerinde değil, bu partileri besleyen cahiller ve münafıklardadır. İnsan hakları standartları bu insanlarla nasıl yakalanır ki? Tayyipin gidip kılıçdaroğlunun gelmesi ile bu sorun düzelmeyecek. İnsanlar sanıyor ki herşey düzelecek. Yani kendiliğinden düzelecek. Bu sefer cahiller bütün gücü kılıçdaroğluna verecekler. Kimse dönüp kendine bakma ihtiyacı hissetmeyecek. Üstüme başıma bir bakayım bende bir terslik varmı diye. Kendisinde herşey normal. Tek terslik vardı. Tayyip. Oda gider kılıçdaroğlu gelirse herşey düzelir. İşte bu insanlar cahillikten kurtulmadıkça muhalefetteki akp tekrar devreye girmeye çalışacaktır. İnsanların insan haklarından, hukukun üstünlüğünden hiçbir şey anlamadıkları ortadadır. Kurttan kuzuya sahip çıkması, babalık yapması beklenmektedir. Kurt bunu ne kadar yapabilir ki? Evrensel standartlara kavuşmak ile mümkündür. Kurttan evrensel standartları yapması beklenmektedir. Halbuki evrensel standartlara uyması gereken kurt değil ki. O kendi karakteri gereğini yerine getirmektedir. Ondan demokratik davranmasını istemek cahillikmidir, saflıkmıdır, çaresizlikmidir, körlükmüdür, kurdu yok saymakmıdır, kendini kundaktaki bebek gibi mi hissetmektir? Vahşi bir kurda kendini teslim ederken sivri dişleri olan kurda “ama söz bana dokunmayacaksın” çaresizliğini yaşayan insanlar bu tedirginliğini üzerlerinden atmaya çalışmaktadır. Yani tedirginliğin nedeni insan hakları ve emniyetin olmamasıdır. İnsanlar insan hakları, hukukun üstünlüğü gibi insani değerleri talep etme noktasında bulunmak yerine, hep bir adama boyun eğme şeklinde bir kültür geliştirdiklerinden o adamdan kendilerine insaflı davranmasını beklemektedirler. Yani kılıçdaroğlu karşısına geçip senden demokrasinin gereğini yapmanı istiyoruz demek yerine sanki bir canavarın karşısında mecburen boyun büken insanlar olarak onun kendilerine merhametli davranmasını istemektedir. İşte bu boyun bükmenin nedeni zamanında tüm değerlerin bir hiç uğruna harcanmasıdır. Değersiz kalan insanlar kurt karşısında hangi değere sığınsın ki? Ortada sığınılacak değer bırakılmadı ki. Cahiller ve münafıklar bunun farkındadırlar. Yani kılıçdaroğlu gelirken onun karşısında kendilerini koruyacak bir değerleri olmadığının farkındadırlar. Kılıçdaroğlu bunun farkındadır ve korkan insanları rahatlatmaya çalışmaktadır. “Zamanında siz yaptınız şimdi ben yapacağım” dememektedir. Madem kılıçdaroğlu gücü ele geçirdi ve madem bu gücü kılıçdaroğluna siz verdiniz, artık insiyatif ondadır.

  2. Değerli yazar, daha önce de benzer içerikli bir yazınız vardı. ‘Peki o zaman sistem değişikliği/düzelmesi adına çare ne, alternatif ne, öneriniz ne?’ şeklinde özetlenebilecek bir eleştiri kaleme almıştım. Bugünkü başlığı görünce ilgimi çekti ve okudum. Ama ne yazık ki yine yukarıdaki ‘alternatif nedir’ sorusunun cevabı yok yazınızda. Bütün paydaşları bir kenara koyup yeni sistem hatta yeni devlet gerekir demişsiniz. Ama nasıl olacağı belirsiz. Yeni sistem yeni devlet demek kurucu irade demek, kurucu irade demek devrim demek, devrim demek ….. gerisini anlayın artık.

    ….”Yani korkarım ki bir siyasi parti ülkenin yerle bir edilmiş halini tedavi etmesi mümkün görünmüyor.

    Oysa, Türkiye’nin AKP sonrası en büyük ihtiyacı; tek ideolojisi “adalet” olan yeni bir devletin kurulmasıdır. Bu devlet hiçbir kimlikle, hiçbir aidiyetle, hiçbir inançla mücadele etmeyi kendine amaç edinmeyecek, evrensel hukukun belirlediği kriminal suçlar haricinde kimseye musallat olmayacak!”….

    Yüzde yüz katılıyorum. Peki ama kim ve nasıl? Var mı cevabınız?

  3. Çözüm ancak Almanya örneģinde olduğu gibi, Hitler dönemi sonrasında Almanlar nasıl yapmışlar ise öyle!
    Misal ermenilerden, rumlardan başlayarak aleviler kürtler ve tüm azınlıklara yapılan zalimlik’le yüzleşerek Devlet ve millet olarak yüzleşerek, yeni ve hukuka evrensel değerlere dayanan Demokratik bir sistem ile.
    Bilmiyorum varmı başka çıkar YOL?

    Yazıda geçen Beşirin iktidara gelmeden önce “Eğer ailem için bir ev bile yaparsam beni asın”
    Sözü bizim REIZ’in iktidara gelmeden önce söylediği “Eğer zengin olduğumu görürseniz bilinki çalmışımdır”
    Sözünü hatırlattı!…

  4. – Bizi kim kurtaracak?
    – Hiç kimse.
    – Nasıl yani, bu rezalet durum hep böyle devam mı edecek?
    – Bir yerde kırılma olur herhalde. Ama bu gercek anlamda bir kurtuluş anlamına gelmez.
    – Ne anlamına gelir?
    – Şöyle diyelim, bu soru yanlış.
    – Peki, doğru soru ne olmalı?
    – Eğer bir kurtarıcı arıyorsak öncesinde birçok şey yanlış gitmiş demektir bu. Bizi kim kurtaracak yerine nasıl kurtuluruz daha doğru bir soru. Ne yaparız da bir kurtarıcıya ihtiyaç duymayız ise en doğru soru olsa gerek.
    – İlginç. Bunu biraz acar mısınız?
    – Açmasına açarız da, bu iş biraz uzar. Dediğimiz gibi, eğer bir kurtarıcı arıyorsak öncesinde bir şeyler yanlış gitmiş anlamına gelir bu. Dünya milletleri iyi kötü yoluna devam ederken bu millet neden sürekli bir kurtarıcıya ihtiyaç duyuyor?
    – Neden duyuyor?
    – Bence aklını kullanmadığı için. Hep aynı hataları yaptığı için.
    – Daha somut olabilir misin?
    – Bugünkü rezalet durumun sebebi ne? İşler normal seyrinde gitmiyor. İnsanlar normal davranamıyor. Polis hırsızı değil de hırsız polisi bastırıyorsa, hakimler adalet dağıtamıyorsa, din adamları vicdanın değil de siyasi otoritenin sesi oluyorsa, gazeteci doğruları yazamıyorsa… Yani insanlar normal işini yapamıyorsa orada rezalet var demektir.
    – Tamam da, çıkış yolu nedir?
    – Öyle kolay çıkış yolu yok. Koca toplumla ilgili bir durum söz konusu ise düzeltmek zor. Ve kısa vadede çözüm yok. Hele bir de hasta hastalığını kabul etmiyorsa orada çözüm daha zor.
    – Hiç ümit yok mu?
    – Şu kadarını söyleyeyim: Ümit yok demek yanlış. Çıkmamış candan ümit kesilmezmiş. Ama çok ümit var demek de pek doğru gelmiyor bana. Bu rezalet tablonun ana sebebi ne? Meslek gruplarına işini yaptırmayan siyaset kurumu olabilir mi? Burada sormamız gereken başka önemli bir soru ise, güzel sözlerle iktidara gelenlerin neden hep yozlaştığıdır?
    – Neden yozlaşıyor?
    – Bu iş çok uzadı, sabırsız okuyucuları küfrettireceksin bana. Ben şunun altını çizerek bitireyim. Bizi kim kurtaracak sorusu yanlış. Biz neden hep kurtarıcıya ihtiyaç duyuracak durumlara düşüyoruz? Ne yapmalıyız ki, kurtarıcıya ihtiyacımız kalmasın sorusu daha doğru bir soru.

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin