Bir postmodern darbe olarak 12 Mart

YORUM | Dr. YÜKSEL NİZAMOĞLU

Osmanlı Devleti askeri temellere dayanan bir devletti. Bu durum ordunun yönetimde etkili olmasına neden oldu. Taht kavgalarında ve padişah değişikliklerinde askerler her zaman önemli roller oynadılar.

Avrupa’yı örnek alarak 18. yüzyılda başlayan yenileşme hareketleri de ordunun rolünü azaltmadı. 1908’de Abdülhamit’in ikinci defa Meşrutiyeti ilan etmesinde en önemli pay, İttihat ve Terakki’nin asıl gücünü oluşturan genç subaylara aitti.

27 MAYIS SONRASI CUNTALAR

İttihatçı subaylar 31 Mart Olayında Hareket Ordusu ile İstanbul’a yürüyerek Abdülhamit’i tahttan indirdiler. Ayrıca Balkan Harbi’nde Babıali Baskınını yaparak Kâmil Paşa Hükümeti’ni devirdiler. Böylece modern dönemde de askerin müdahalesi devam etti.

Cumhuriyetin kurucu kadrosunun asker olması, ordunun yönetimdeki ağırlığının devam etmesine yol açtı. Subayların kendilerini “Atatürkçü” tanımlayarak CHP’ye yakın hissetmeleri, çok partili dönemde iktidarda bulunan sağ partilerin hedef olmalarına neden oldu.

DP’nin 1950 seçimlerini kazanmasıyla orduda ilk cunta oluşumları başladı ve bu süreç, 27 Mayıs Darbesiyle sonuçlandı. Emir komuta zinciri dışında “albaylar” tarafından yapılan bu darbe sonrasında da ordunun darbe hevesi bitmedi.

Darbeyi yapan Milli Birlik Kurulu (MBK) üyelerinin bazılarının da dâhil olduğu cuntalar, 1971 yılına kadar ülkenin kurtuluşu için “darbe rüyaları” görmeye devam ettiler.

1962 ve 1963’de darbeye teşebbüs eden Talat Aydemir ve arkadaşları başarılı olamadılar. Talat Aydemir ve Fethi Gürcan idam edilseler de “şahin kanat” darbeden vazgeçmedi..

Bu durum 12 Mart 1971’de yani bundan 48 yıl önce ordunun muhtıra vermesine ve ara rejim hükümetleri kurulmasıyla sonuçlandı.

DOĞAN AVCIOĞLU: YÖN’DEN DEVRİM’E

12 Mart 1971 Muhtırasına yol açan temel neden, ordu içinde Hava Kuvvetleri Komutanı Muhsin Batur ve Kara Kuvvetleri Komutanı Faruk Gürler önderliğinde 9 Mart 1971 tarihinde bir darbe planlanmasıydı.

27 Mayıs’tan ve sonraki darbelerden farklı olarak 9 Mart‘ta siviller önemli bir rol üstlenmişlerdi. Bu kişilerin başında da Doğan Avcıoğlu geliyordu.

9 Martçılara göre Atatürk, Türk devrimini yapmışsa da tam bir dönüşüm gerçekleştirememişti. “Halka rağmen halk için gerçekleşen” Türk devriminin tamamlanabilmesi, “Milli Demokratik Devrimle” mümkün olabilirdi.

Aslında bu düşünceler, Atatürk hayattayken Şevket Süreyya Aydemir ve arkadaşları tarafından yayınlanan “Kadro” dergisinin Türk devrimine ideolojik bir altyapı oluşturma gayretlerinin devamı gibiydi.

Doğan Avcıoğlu 1961’de Yön dergisini çıkardı. Bu dergide çıkan yazılarda sömürgecilikten yeni kurtulmuş toplumların azgelişmişlik ve kapitalizm aşamalarını atlayarak sosyalizme nasıl geçebilecekleriyle ilgili fikirler tartışılmaktaydı.

İttifak edilen görüş, “zinde güçler” dedikleri ordu önderliğinde aydınlar ve gençlerin işbirliğiyle reformları gerçekleştirecek güçlü bir hükümet kurulmasıydı. Bu da subaylar vasıtasıyla gerçekleşecekti.

Yön, Roger Garady’nin “İslam ve Sosyalizm” kitabının da yer aldığı kitaplar yayınlayarak İslamiyet’le sosyalizmin çelişmediği düşüncesini subaylara ve Türk toplumuna benimsetmeye çalışmıştı.

Yön’den sonra Avcıoğlu, Türkiye’de sol kesim arasında büyük rağbet görecek “Türkiye’nin Düzeni” adlı kitabını yayınladı. Avcıoğlu ve arkadaşları, 27 Mayıs’ın gerekli ideolojiden ve yetişmiş kadrodan mahrum olmasından dolayı başarılı olamadığını düşünüyorlardı.

1969’da çıkan gazetenin adının “Devrim” olması, gazetenin subaylar arasında ciddi rağbet gördüğü düşünüldüğünde gelinen aşamayı gösteriyordu. Gazetede “antiemperyalizm ve Amerikan karşıtlığı” öne çıkmakta, Türkiye’nin rejimine “cici demokrasi” denilmekteydi.

MDD

Avcıoğlu ve arkadaşları ideolojilerine “Milli Demokratik Devrim (MDD)” adını vermişlerdi. Aslında bu yaklaşım Arap ülkelerindeki Baasçı sosyalizmin Türkiye’ye uygulanmış şekliydi. Irak, Mısır ve Suriye’de darbeyle işbaşına gelen “askerler” Amerikan ve İsrail karşıtlığının öne çıktığı sosyalist bir ideoloji olarak demokrasiden uzak Baasçılığı geliştirmişlerdi.

MDD’ye göre devrimi her zaman “ilerici olan” Türk ordusu yapacaktı. MDD’de devletçilik savunulmakta, yerli ve yabancı sermayenin daraltılması, köklü bir toprak reformu yapılması, kalkınmada sanayinin öncü olması amaçlanmaktaydı. Böylece Atatürk devrimleri tamamlanacaktı. Aslında bunlar sosyalizme geçiş yolunda bir ara modelden başka bir şey değildi.

Askerlerle irtibat içinde olan MDD’ciler, 1968’de Fransa’da başlayan ve kısa zamanda Türkiye’yi de etkileyen öğrenci hareketlerinin ve 1970’de yayılmaya başlayan grevlerin de etkisiyle darbe hazırlıklarını olgunlaştırdılar.

Nitekim Uğur Mumcu 1970 Eylülünde Devrim’deki yazısında 27 Mayıs’ı yapan darbecilerin artık üst kademelerde önemli görevlere geldiklerini ve tamamlanamayan reformların bu kadrolarla tamamlanacağını yazıyordu.

KABİBAY VE KAYNAK

27 Mayısçılardan olup sonra tasfiye edilen 14’lerden birisi de CHP milletvekili Orhan Kabibay’dı. Kabibay, bu dönemde “çözüm olarak askeri darbeyi gerekli gören” oluşumlarda aktif bir üye, başlatıcı ve koordinatör olarak yer alıyordu.

Avcıoğlu, İlhan Selçuk ve İlhami Soysal’ı da bir araya getirerek “tehlikeli gidişe karşı fikri hazırlık” önerisinde bulunmuş ve bu gruba yine 27 Mayısçı olan Cemal Madanoğlu dâhil olmuştu. Sonra da cuntanın başkanlığını Madanoğlu, genel sekreterliğini Avcıoğlu üstlenmiş ve bir de tüzük hazırlanmıştır.

Bu sırada İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi asistanı Mahir Kaynak toplantılara dâhil edilmiş ve MİT’e çalışan Kaynak vasıtasıyla bütün gelişmeler istihbarat tarafından takip edilmiştir. Bu yıllar ordu içinde farklı cuntaların olduğu bir dönemdi ve bu oluşumlardan Harp Akademileri çevresi de Madanoğlu’nun liderliğini kabul etmişti.

Kabibay ayrıca darbeye komutan devşirmek için karargâh ziyaretlerinde bulunmaktaydı. Cuntacılar özellikle Faruk Gürler’in Kara Kuvvetleri Komutanı olmasıyla darbe için ümitlendiler.  Çünkü Madanoğlu aktif bir görevde olmadığından lider olma şansı yoktu. Ancak Kaynak’ın ihbarıyla 1970 yılında Madanoğlu grubunun asker kesimi Türkiye’nin farklı yerlerine dağıtılınca grup ağır bir darbe yedi.

Bu aşamada darbe sonrası için Baas anayasalarından yararlanarak bir “Devrim Anayasası” bile hazırlanmıştı.

BATUR, GÜRLER, TAĞMAÇ

Darbe heveslilerinden birisi de dönemin Hava Kuvvetleri Komutanı Muhsin Batur’du. Darbeciler bir Bakanlar Kurulu listesi de yaptılar. Plana göre darbe sonrasında Gürler “devlet başkanı”, Batur ise “başbakan” olacaktı.

1971 başından itibaren darbeciler arasında hareketlilik artmış ve darbe tarihi 9 Mart olarak belirlenmişti. Hâlbuki darbecilerin görüşmeleri, toplantılara katılan ve darbe sonrasının Genelkurmay Başkanı olarak düşünülen Korgeneral Atıf Erçıkan tarafından Genelkurmay Başkanı Memduh Tağmaç’a ulaştırılmaktaydı.

Tağmaç Mart başında darbe kararını öğrendiğinde “ne yapılacaksa biz yapacağız “ diyecek ve alttan gelecek darbeyi emir komuta zincirine çevirecektir.

9 Mart günü Batur’un odasında son toplantı yapılmıştı. Bu sırada cuntacı diğer subaylar da hareket emrini beklemekteydi.

O zamana kadar “Batur ne derse o olur” diyerek darbeye yeşil ışık yakan Gürler kararın 10 Mart’taki “Genişletilmiş Komuta Konseyi” tarafından alınmasını teklif etmiştir.  Alt rütbedeki subaylar da tepe yönetiminin desteği olmayınca “kan döküleceği” endişesiyle harekete geçmediler.

Böylece yıllardır Avcıoğlu ve arkadaşları tarafından olgunlaştırılan, askerlerin de dahil olduğu “Milli Demokratik Devrim” amaçlı darbe suya düşmüş, inisiyatif cuntalar yerine Tağmaç’a geçmiştir.

ŞAPKAYI ALIP GİTMEK

10 Mart’ta yapılan toplantıda ise komuta kademesi emir komuta zinciriyle hareket etme kararı aldı. Ertesi gün hazırlanan muhtıra metni, 12 Mart 1971’de saat 13.00’de radyoda okundu ve dönemin Başbakanı Demirel “şapkasını alıp gitti”.

MDD’ciler başlangıçta 12 Mart’ı desteklediklerini açıkladılar. Ancak bir süre sonra hem sağdan hem de soldan tutuklamalar başladı. Tutuklanan kişiler İstanbul’da Ziverbey Köşkü’nde işkenceden geçirildiler.

“Darbeyi olgunlaştıran” Madanoğlu Davası’ndan Avcıoğlu gibi siviller de dâhil olmak üzere 23 kişi tutuklandı. Deliller arasında Mahir Kaynak’ın kaydettiği ses kayıtları da yer alıyordu. Bu sırada MİT kendi elemanı Kaynak’ı mahkemede deşifre etti.

Sonuçta cuntaların gerek asker gerekse sivil üyeleri beraat ederken 14’lerden İrfan Solmazer’in (Gönen-1925, Mersin-2008) yönlendirerek eylem yaptırdıklarını söylediği “devrimci gençler” ağır cezalar aldılar. Hatta 9 Mart’ın önderleri Gürler 1973’de, Batur da 1980’de cumhurbaşkanı adayı bile oldular.

DARBELERİN NE HAYRI OLABİLİR?

12 Mart darbecileri kurdurdukları ara rejim hükümetleri vasıtasıyla ülkeyi kendi düşüncelerine göre bir yörüngeye sokmaya çalıştılar. 1. ve 2. Nihat Erim, Ferit Melen ve Naim Talu hükümetleri 1973’e kadar ülkenin ordunun isteği doğrultusunda “otoriter” bir şekilde yönetilmesini sağladılar.

12 Mart dönemine damgasını vuran olaylar ise Ziverbey İşkenceleri, sonradan önemli bir sembole dönüşecek olan Deniz Gezmiş ve iki arkadaşının idam edilmesi, sürecin sadece sol kesimi değil dindar kesimi de hedef alması oldu.

Fethullah Gülen de bu süreçten nasibini alarak İzmir’de yargılandı ve yedi ay hapiste kaldı. Milli Görüş’ün ilk partisi olan Milli Nizam Partisi kapatılırken Necmettin Erbakan da yurt dışına gitmek zorunda kaldı.

Sonuçta darbenin olgunlaşmasını sağlayan askerlere bir şey olmadı. 12 Mart, askerler arasında darbe hevesinin devamına zemin hazırladı ve ordu dokuz yıl sonra bu sefer de “doğrudan” yönetime el koydu.

Her darbe yeni bir darbeyi tetikledi ve Türkiye diğer Ortadoğu ülkelerinde olduğu gibi asker-sivil dengesinin bir türlü kurulamadığı, her dönem bazı kesimlerin askerden medet umduğu bir devlet olmaya devam etti.

Kaynakça: E. Macar, Doğan Avcıoğlu ve 12 Mart, İÜ SBE yüksek lisans tezi, İstanbul, 1992; E. Şen, 9 Mart Darbe Girişimi, İTÜ SBE yüksek lisans tezi, İstanbul, 2014; 12 Mart Araştırma Raporu, TBMM, 2012, Ankara; M. Kaynak TBMM Tutanağı, 2012.

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

1 YORUM

  1. Bu yazıyı okuyunca komutanların birbirlerine karşı oyunları ve MIT’in rolü çok iyi anlaşılıyor. Resmen hepsi birbirini satmış ve ülkeyi bir darboğaza götürmüşler. Bu tür yazılar 15 Temmuz’un daha iyi anlaşılmasını sağlıyor.
    Acaba cemaat içinden kimler MIT’e çalıştı?
    Komutanlar nasıl birbirini oyuna getirdi?
    Allah ömur verirse öğreneceğiz.

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin