Bir noksanlık duygusu ve Zeigarnik etkisi

YORUM | YUSUF ÜNAL

Kendimi Temel gibi hissettiğim oluyor. Hani Temel’le Dursun, Karadeniz sahilinde oturuyorlarmış. Temel, Dursun’a. “Gel yüzerek Amerika’ya gidelim,” demiş. Yüz Allah yüz, denizleri ve okyanusu geçip Amerika’ya kadar yaklaşmışlar. Özgürlük Anıtı bile görünmeye başlamış hani. Tam bu sırada Temel, “Dursun ben kesildim, geri dönüyorum. Yarın gene yüzeriz.” demiş.

Bir tamamlanmamışlık, bir noksanlık… Tam başaracakken vazgeçmek, ulaşmışken elini geri çekmek. Kapağı kapatılmamış kavanoz, ısırık alınıp kenara atılmış elma, satranç tahtasındaki eksik at…

Bu noksanlık duygusuna en fazla teravihsiz geçen Ramazan günlerinde kapılıyor, kendimi en fazla o zamanlar Temel gibi hissediyorum. Oruç için onca zahmete katlanıp iş rahmete kavuşmaya gelince geri durmanın, Özgürlük Anıtı’nın önünden geri dönmekten bir farkı yokmuş gibi geliyor bana. Teravih, Ramazan Ülkesi’nin Özgürlük Anıtıymış gibi…

Teravihsiz geçen oruç günlerime şöyle bir bakınca, Rabbim kabul buyursun da, geride hep bir koşuşturmaca hep bir yorgunluk bırakmışım gibi oluyor. Açık bir dosya bırakmışım gibi yahut. Selam verilmeden kalkılmış bir namaz, Fatiha demeden bitirilmiş bir dua, noktası konulmamış bir cümle…

Böyle olunca ruhuma tatsız- tuzsuz bir gıda vermiş gibi hissediyorum kendimi ve ruhumun onunla beslendiğine kani olmuyorum. Öyle ya, ruhun gıdası sahurlar, namazlar, hatimler, mukabeleler ve iftarlarla çoğalarak teravihle kıvama eriyor. Yahut tam tersi, teravihle başlayıp diğerleriyle kemale ulaşıyor. Ama her halükârda teravihsiz orucun dairesi tamamlanmıyor, iki yakası bir araya gelmiyor. Günü kavuşmuyor.

Kişi farkına varsın veya varmasın, bu yarım kalmışlık hali oruç tutan insanda bir baskı, bir gerginlik oluşturuyor. O günün defterini dürmediği için yeni güne sırtında bir yükle başlıyor, gözü arkada kalıyor. O basamağı tamamlamadığı için üst basamaklara çıkamıyor ve hep yerinde saymaya, geriye dönmeye mahkûm oluyor.

Psikolojide bu duruma Zeigarnik Etkisi deniliyor. Psikologlar bunu test etmek için onlarca deney yapmışlar. Vardıkları sonuca göre insan beyni yarım kalmış, tamamlanmamış şeylerle ilgili dosyaları kapatmıyor, geri planda onunla meşgul olmaya ve onları kişinin önüne getirmeye devam ediyor. Bazı durumlar için bu bir avantaj olsa da adım adım ilerlenmesi, başka boyutlara geçilmesi gereken mevzular için bir handikaba dönüşüyor.

İşte benim şahsî tecrübeme göre teravihi kılınmamış bir oruç yarım kalıyor ve biz orucun bizi ulaştıracağı derecelere bir türlü ulaşamıyor, mütemadiyen yerimizde sayıyoruz. Aynı noksanlığı sahuruna kalkılmamış oruç, mukabele okunmamış ve îtikafa girilmemiş Ramazan günleri için de söyleyebiliriz.

Bunlardan biri yerine getirilmediği zaman her şey biraz noksan, biraz yarım kalıyor zannımca. Oruç ve Ramazan’ı körlerin fili tarif ettiği gibi anlamaya başlıyoruz o vakit. Kimimiz filin hortumunu tutanlar gibi sadece iftara yapışıyor, kimimiz bacağını tutanlar gibi sadakaya. Oruç ve Ramazan’ı iftar yahut sadakadan ibaretmiş gibi zannetmeye başlıyoruz. Bütünlük algımız bozuluyor, her şeyi parçalara indirgiyor, ayrıntılarda oyalanıyoruz.  İş o raddeye geliyor ki, “Fakirlerin oruç tutmasına gerek yok, oruç fakirlerin halini anlamak için tutulur zaten.” diyenler bile çıkıyor.

Oysa teravih; Ramazan ibadetlerini derleyip toparlar, onları latif bir buket haline getirir. Teravihle bütünlenen, dairesi mühürlenen oruç kemale ulaşır. Kul ancak orucun o kemal halini yakaladığında içinde bulunduğu zaman dilimini kâmilen idrak eder ve ondan istifade eder. Bütünün, kendisini oluşturan parçaların toplamından başka ve muhteşem bir şey olduğunu bizzat tecrübe eder.  Görür ki kök, dal, yaprak, çiçek ve meyvenin her biri ayrı ayrı bir anlam ifade etse de bunların toplamı olan ağaç hepsinden farklı bir bütündür.

Ramazan ağacının da kökleri, dalları, yaprakları ve meyveleri vardır. Onu bir bütün olarak algılayabilmek, hakiki veçhesiyle görebilmek ve ondan tam yararlanabilmek için oruç dairesinin tamamlanması elzemdir. Bu da teravihle oluyor. Diğer ibadetler yılın her zamanında yapılabilse de teravih Ramazan’a özeldir, başka zaman eda edilemez. Öte yandan Kur’an’ı da refakatine alır o, Kur’an’la birlikte ikame edilir. Mü’minlerin gündüzleri “sâim”, geceleri “kâim” olduğu Ramazan günlerinin “kâim” kısmı büyük oranda onunla karşılığını bulur. O olmayınca diğerleri hep nâkıs kalır.

Bu yarım kalmışlık, Nikos Kazancakis’in Zorbası’nın dilinde dünyayı bugünkü durumuna getiren şeydir. Zorba, “Yarım işler, yarım konuşmalar, yarım sevdalar, yarım günahlar, yarım iyilikler… Sonuna kadar git be insan!” diye yükseltir sesini Temellere karşı.

Hilmi Yavuz, “her şey nasıl da bütündü bir zaman:/ şimdi bahçe eksik, güllerse yarım; kar yağar, hüzün bile yok… ve nerdesiniz,/ âh, evet nerdesiniz, yok saydıklarım?” diye yakınır yarım kalmışlıklardan, “bütün zamanlar”ın özlemini atamaz içinden.

Tamamlamadıklarımızdan ve yok saydıklarımızdan yakamızı kurtaramayız, ömür boyu peşimizi bırakmaz o boşluk ve noksanlık duygusu. Ancak daireyi tamamladığımızda, dosyayı ağzını mühürleyip teslim ettiğimizde yeniden her şeyin bütün olduğu zamanlara varabilir, bir üst basamağa çıkabiliriz. Bahçeler eksik kalmaz o zaman, güller yarım açmaz, erguvanların hevesi kaçmaz hem. Kim bilir, belki Temel Amerika’ya bile ulaşır…

 

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

1 YORUM

  1. Yusuf bey, sevgili yazar,

    Samimiyet en geçer akçedir. Kişisel bir tecrübenizi paylaştınız ve fark etmeden bamteline dokundunuz. Birşeyin moda tabirlerle, yahut bilimsel adlarla anılması tabi daha kalıcı yapıyor, daha bir dayanaklı yapıyor anlatınları da, daha ötesini söyleyim, eğer Zeigarnik etkisi tam tersini söyleseydi de yine inanmazdım, sizin o yaşadığınız benimde şu günlerde ve asla bu son yıllarda ve hatta bir ömür boyu hissettiğim bahsettiğiniz duygunun gerçekliğine inanırdım. Zira hakikat.

    Cennetin de 8 türlü olması belki bu nedenle. Elimde tesbih yatarken bazen birkaç bin istağfar çekebiliyorum ve bu günlerde adet haline geldi, lakin şöylece kalkıpta dört başı mağmur bir teravih kılamıyorum, ötesi içimden geçse de, planlasamda defalarca, şöyle birkaç günlük, belki 5 günlük kaza nafile kılamıyorum.

    İbadetlerin kişilere göre türü mü var bilmiyorum yapılmasının istenmesine göre, lakin bir tespiti de ben ekleyim.

    Sabahtan akşama kadar evde durduğum günler, baş ağrısından, tuhaf bir ruh halinden kendime gelemiyorum, uyku ile uyanıklık arası geçerken günüm, aynı şartlarda dışarı çıkıp, 3-4 bin kilo kalori enerji harcatacak, güneş altında iş yaptığımda, o baş ağrısından, uykusuz halden, enerji halinden eser kalmıyor, tam tersi bir mutluluk hali, yorgunluk dahi keyif veriyor.

    Sanırım, zorlanmamız gerekiyor ve bazı zorlanmalar, kişinin iradesine bırakılmayacak türden.
    Okuma programlarına giderken, bir tarafının gitmek istememesi, ama dönüşte aslında dönmek istememe gibi bir şey bu.

    Sohbetlerde vb ortamlarda insanlara insanın bu yönü bir veri olarak sunulmalı bence bu nedenle.

    Sen sen değilsin şu an denmeli, daha ötesi, gerçekten bir gerekçesi yoksa, gelmem diyen kişiye tatlı bir şekilde uyarı yapılıp, “sen sen değilsin şu an, bir sen var senden içeri, mübarek kardeşim, abim, arkadaşım, sözüm olsun sana, dönüşte programın yapmayı planladığımız, yine aynısını düşünürsen gelmeyi istememenin,o zamana evet bir daha çağırmayacağım” denmeli.

    Yetişkinde olsak, bu yönüyle insan reşid değil.

    İnsan özünde atmosferin insanı. Bulunduğu atmosfere göre başkşa bir atmosferin ruh halini teklif etmek bu nedenle izaha ihtiyaç duyuyor.

    Günler olmalı, şevkle dolu bir imamın ardına düzülüp, saatlerce cemaatçe kaza namazı kılmalıyız belki.

    Tesbih namazını bir başka namaz takip etmeli belki. Kısa çay aralır devamında yine bu coşkulu ibadete devam etmeli.

    Biliyorum, ruh dinginleşecek, huzur bulacak, beden bile ahenkle ona katılacak, ruh beden gençliğini hissedecek.

    Bu nedenle, “birlikte yapılacak ibadetlerin yapılması öncesi ruh halinin doğası…. şeklinde bir konu muhakkak işlenmeli.

    Nefs istemez vb değilde, bak kardeşim, emin ol, böyle hissetmeyeceksin diye..

    Diğer bir husus, aşırılık.

    Bazen aşırılığa kaçmalıyız.

    Yahut doğası bazen aşırılığa meyilli olanların da var olduğunu bilip, onların içindeki o cevheri ortaya çıkaracak ortamları, diğerlerinin ortalaması nedeniyle, kurmaktan geri durmamalıyız.

    Din alimlerinden biri ermiş bir zattan bahseder, “Riya için cami de 200 rekat namaz kılıp, gerçekten de kalbi dönmüş ve ermenin yolunua girmiş” kişiden.

    Bazılarımız dizel motorludur kısaca. Açıldıkça performansı, kapasiteyi görürüz.

    Şu hayata geldik, bedenimizi her alanda, çok sınırlarıyla zorladıkta, şu hayata ibadetlerde üstelik neşve içinde zorlamadan gitmek, işte bu gerçek bir üzüntü sebebi.

    Bu nedenle diyorum ki işte, böyle ortamlar da olmalı. Çılgınlar gibi kaza namazlarının cemaatle kıldığı, Allahu ekberi dışında kendini imamın o huzur veren huşusuna kaptırdığın, secdelerin ikameleri, ikamelerin secdeleri takip ettiği, sayıların unutulduğu o rekatlara..

    Tanımadığınız için beni riya olmaz niyetiyle paylaşmak isterim, ki hayatımda sanırım bunu birkaç kez yapmış bir olarakta ne kadar az yaptığım ortada..

    5 günlük kaza namazı kılmaya niyet etmiştim, 5 olunca az gibi gelebilir ama 100 rekat gerçekten yorucu, ve ilk birgünlük kaza tamamlanınca sıkılıyorsunuz, ikinci günün kazası bitince hafiften bir rahatlık, üçüncü günle birlikte, namaza alışma, bir çeşit keyfine varma, bitmesini istememe, dördüncü beşinci rekatlarda da, o kıpır kıpır hareketli halinizin sakinliğe bürünmesi, ruhsal olarak derin bir keyif, ihtimal rikkat hali kalpte, sureler okunurken ötelere dair hafiften tefekkür….
    ve bitmesini istememek…

    Ağzıma namazın çalınan bir parmak tadı varsa en fazla ozamandır.

    Demem o ki, her şeye alışmak gibi, ilkokulun ilk günü, ortaokulun ilk günü, pazartesi işin ilk günü, vb vb o ilk zorakilik ruh hali, namazda da oluyor ve sonra sonra alıştıkça alışıyor, ruhani zevke dönüşüyor bu.

    Bu ETKİ işte, nasuhlarca, değerli imamet makamını dolduranlarca tatlı bir şekilde anlatılmalı, teşvik için.

    İslami Bar… diye bir fikirden bahsetmiştim yıllar önce bir arkadaş ortamında, muhabbetti elbette ama cidden olsa ben arada gidenlerden olurdum sanırım.

    Bar dediğime bakmayın, birinin üzerrinde namaz, diğerini üzerinde sohbet, risale, diğerininkinde gazeli..
    birinde karmalardan seçmeler, vb
    ne düşünürseniz..

    ben namaz yazan yere girip, ellbette orası cami olsa daha güzel olur, o pırıl pırıl seccadeye kurulup, imamla birlikte, 5 günlük, 10 günlük kaza namazı kılmak isterdim.

    Ramazan dışında da bunlar olmalı diyenlerdenim o nedenle..

    Şu hayata geldik, kapasitemiz yaratılışımız buna uygun ve hatta bunun için iken, malesef kullanmadan göçüp gitmek, işte bu sanırım gerçek bir eksiklik.

    Teşekkür ederim yeniden yazınız için…

    Hayırlı Ramazanlar…

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin