‘Bir konuşsam Türkiye yıkılır!’

YORUM | UĞUR TEZCAN

2016 yılında yazdığım bir yazıya bu başlığı koymuştum. Bu yeni yazıda, ülkenin son geldiği noktadan ilham ile o eski yazıya da konu olan benzer duyguları ve örnekleri harmanlayıp, ‘hiç değişmeyen Türkiye!’ tablosuna bir boya daha çalacağım.

Hastalıklı bir siyaset ve devlet yönetimi anlayışının hakim olduğu toplumlarda eski ve yeni devlet ricalinden, bürokratlardan; hatta ayak takımı tabir edilen daha alt düzeyde bazı insanlardan bu tür ifadelerin duyuluyor olması gayet normal bir gelişme olarak kabul edilmeli. Mahiyeti itibariyla bu bir kanunsuzluk, keyfilik, yozlaşma, hastalık ve verimsizlik, suç ortaklığı veya suç örtme göstergesidir. Devlet bünyesinde gelişmeye yüz tutmuş bilumum hastalıkların ve parazitlerin varlığına da bir ayinedir. Aynı durum; ülkenin mafyatik ve yasak ilişkiler düzlemine çoktan eğrilmiş olduğuna bir nevi işarettir ve o yönde akıp giden çıkar ve ilişki ağları, muhtemelen tüm bünyeyi çoktan sarıp sarmalamış demektir.

Kısaca ‘Türkiye siyaset tarihinin’ özeti diyebilirsiniz siz buna. Devlet sırrı ve ‘devlet mahremiyeti’ gibi müphem kavramlara sığınarak ve yine ‘örtülü ödenek’ tarzı kayıt dışı veya yasal olmayan yollardan temin edilen kaynaklar kullanılarak işlenmiş türlü türlü suçların, kusurların ve yozlaşmışlıkların cesurca geçit töreni yaptığı bir dönem!.. Ergenekon dönemi davalarını hatırlayın mesela. İşledikleri bir takım cinayetler ve suçlar kendilerine sorulduğunda ‘devlet için yaptım!’, ‘devletin bekası için yaptım!’, ‘amirlerim emretti!’ türündeki ifadeleri hatırlayın. Bugün bile bazı insanları konuşturma imkanımız olsa yine aynı cümleleri duyacağımızdan zerre miktar şüphem yok!

Aradan üç sene geçti ve bizler hala aynı başlıklar altında yazılar yazabiliyoruz. Bu yazıyı eski başbakan Davutoğlu’nun son sözü üzerine yazmaya karar verdim. Biliyorsunuz aslında pek ürkek bir siyasetçi olan Davutoğlu kendinden hiç beklenmeyen bir şekilde sahneye çıktı ve Erdoğan ve Bahçeli’ye dönük tehditkar bir ifade kullandı ve ”terör defterini açarsam insan içine çıkamazlar. Neden mi? 7 Haziran-1 Kasım arası yaşananlar yüzünden” dedi. Türk siyasetinin belki de askeri darbe olmadan makamından edilen, herkesin gözü önünde (Erdoğan tarafından) koltuğundan kovulan, yani siyaseten derdest edilen ilk başbakanı olan Davutoğlu’nun bu sözü üzerine yazıyorum. Bu söz üzerine bazıları hemen o döneme ait bazı gelişmeleri listelediler ve kısa sorgulamalar yaptılar: ‘’400 vekil verin bu iş huzur içinde çözülsün’’ laflarının ardından azan terör faaliyetleri, 7 Haziran-1 Kasım tarihleri arasında belki 900’e yakın insanın ölümüne sebep olan ve içlerinde Ankara ve Suruç katliamlarının da olduğu kanlı dönem…

Yine; bir anda parlayıp hemen sönen tepkiler şeklinde kaldı tüm bu hatırlatmalar. Savcılar ve adalet sistemi yine görmezden geldiler bu suç ithamını; muhalefet yine sustu ve toplum yine unuttu!..

Zaten bu yazıyı Davutoğlu’nun açıklamasından biraz zaman geçitikten sonra yazmamın önemli bir sebebi de bu: Aslen çok ciddi tepkilerle karşılanıp üzerine kükreyerek gidilmesi gereken bu tarz açıklamaların toplum nezdinde gördüğü (aslında kurnazlık ve nemelazımcılık boyalı) ilgisizlik ve bunun işaret ettiği hastalıklar beni ilgilendiren. Aşağıda o eski yazımdan uzun bir bölüm alıntılayıp sonra bağlayacağım. Koyulaştırılmış kısımlara özellikle dikkat ediniz.

… Bu söz, Türkiye’deki siyâsî, politik, ahlâkî, sosyal ve hukûkî çöküntünün ve yaşanan seviyesizliğin en çarpık örneklerinden biridir bana göre. Toplumsal bilinçaltımızı yansıtan nâdir ifâdelerdendir.

Bir konuşsam Türkiye sallanır…

Konuşursam Türkiye yıkılır… 

Ben konuşursam Türk futbolu biter… 

Çok şey biliyorum, konuşsam yer yerinden oynar…

Bu ifâdeleri okurken sizin de zihninizde son 30-40 yıla ait bir çok çağrışımın canlandığına eminim. Çünkü farketmesek de bu ve benzeri ifâdeler kendi vergilerimizle beslediğimiz, belli makamlara getirdiğimiz milletvekilleri ve devlet görevlileri tarafından çoklukla kullanılıyor. Bâzen, mafya ve derin illegal örgüt elemanları tarafından; hattâ şimdilerde iş adamı ve sanatçılar tarafından bile kullanılıyor benzer sözler.

Bu ifâdeler ve onlara tevessül eden insanlar tahlil edildiğinde genel anlamda şunları söylemek mümkün:

Gerçekte bu insanların çoğunun aslında çok bir şey bildikleri filan yok. Bâzıları sıkıntıya düştüklerinde, bâzıları suçüstü yakalandıklarında, bâzılarıysa önemli insan havası vermek istediklerinde ve bir kibir göstergesi olarak bu tür sözlere sarılıyorlar.

Bir şeyler bilen bazılarıysa ya siyâsî hesaplarla birilerini tehdit etmek ve blöf yapmak amacıyla veya suçüstü yapıldıklarında; ‘’beni satarsanız konuşurum’’ tandanslı mesajlar göndermek istediklerinde bu tür söylemler kullanıyorlar. İşin üzücü tarafı bu kişilerin çoğunun vergilerimizle; bize hizmet etsinler diye beslediğimiz milletvekili, siyâsî, devlet adamı ve görevlileri olmaları… Meselâ, Bülent Arınç’ın partiden dışlanma aşamasında, Ankara Belediye Başkanı Melih Gökçek hakkında söylediği ‘’elimde 100 dosya var’’ açıklaması bir bakıma ‘bir konuşursam Gökçek biter’, hattâ ‘AK Parti biter’ demektir. Biraz daha ilerletseniz, bu söz devlet bitere kadar bile götürebilir insanı. O gün bugündür hâlâ ne bir açıklama duyduk ne de bir savcı çıkıp dosyaları istedi Arınçtan!

Bana göre; bu sözler medya aracılığıyla her servis edildiklerinde ardından hiçbir toplumsal, hukûkî, vicdânî, ahlâkî ve siyâsî sorgulamanın gelmiyor olmasıdır aslında en vahim olan. Çünkü bu tür ciddî ifâdelere karşı gösterilen tepkisizlikler toplumsal ve kamusal birçok hastalığın göstergeleridirler.  

Neden mi?

Çünkü, eğer sağlıklı ve hukuk temelli bir toplum olabilseydik, medyaya çıkıp bu tarz açıklamalar yapan bir devlet görevlisini veya herhangi bir insanı sorguluyor olurduk. Gizlemeye çalıştıkları; bir devleti yıkacak kadar büyük olan mesele neymiş bunun takipçisi olurduk.

Gelişmiş Batı ülkelerinde devlete yıllarca çalışmış bir devlet görevlisi çıkıp ‘bir konuşsam devlet yıkılır’ dese, hemen savcıların, basının, muhâlefetin ve sivil toplumun hedefi hâline gelir. Bizdeki gibi toplum ânî bir refleksle; muhâlefet dahil, tüm fertleriyle ve kurumlarıyla birlikte ‘duymamış gibi yap!’ moduna geçmez.

Daha da ileri gidersek, aslında sağlıklı bir toplumda hiçbir fert çıkıp böyle bir cümle sarfetmeye ihtiyaç duymaz, cesâret de edemez. Çünkü, sağlıklı bir toplumda devleti yıkacak kadar sorunlu işlere kimse bulaşmaz. Bulaşanı gören kişinin adâlete bildirme gibi bir yükümlülüğü vardır ve bildirir de. Vâkıf olduğu suçu açıklamamanın suç olduğunu herkes bilir. Bunun da ötesinde sağlıklı ve güçlü bir toplum bir kişinin yapacağı açıklamalarla yıkılacak kadar zayıf ve suça teslim olmuş dirâyetsiz bir ülke değildir. Denetim mekanizmaları ve devlet aklı hakimdir ve canlıdır orada. O nedenle kimse bu dinamiği ve gücü görmezden gelip, kibir ve küstahlıkla karışık bir câhil cesâretiyle kendini rezil edip tehlikeye atmak istemez…

Ama toplum sağlıksız, adâletsiz ve suça teslim olmuş bir toplumsa o zaman bizdeki gibi garip söylemlerle siyâset yapılır hâle gelir. Bir kişinin bildikleriyle futbol yıkılacaksa veya devlet sarsılacaksa o futbol ve ülke zaten tükenmiştir. Ve yine, böyle iddiâlarla gündem oluşturan insanları toplum sorguya çekip takipçisi olmuyorsa, zâten yukarıda işâret ettiğim tüm çöküntüler yaşanıyor demektir.

Evet! Aradan haftalar geçti ve Davutoğlu’nun o ciddi tehdidini halihazırda konuşan belki üç-beş kişi kaldık! Varlığını bir bakıma AKP düşmanlığına bağlayarak siyaset yapan kesimler dahil büyük çoğunluk üçüncü günün sonunda sessizliğe boğuldular. Bir kısmının hiç sesi bile çıkmadı. Kimse sokaklara çıkıp adaleti ve muhalefeti göreve çağırmadı. Perinçek’in Ulusalcıları, Ergenekon’un Kemalistleri, Erdoğan’ı bir kaşık suda boğmaya gönüllü Atatürkçüleri, her yerde adalet ve hakkaniyet kibirleri satan liberalleri, ‘halk adamı’ solcuları, AKP’den hiç hazetmeyen Kürt siyasetçileri ile topyekün susan bir Türkiye tablosu var karşımızda…

Listeyi uzatabilir ve bunun sosyolojik boyutları üzerine düşünmeye devam edebilirsiniz. Zaten tam da beklediğm gibi; adeta o eski yazımın altına mühür basarcasına, Davutoğlu bir iki gün sonra basına bir açıklama yaptı ve şunları söyledi: ‘’Orada defteri açtım, bu zinhar birilerini tehdit için kullanılmış bir şey değil. Bu konular devlet mahremiyeti içinde olan hususlardır. Cumhurbaşkanı’mız açmadıkça açmadım, açmam.’’

Sanırım bu son ifadeler bu iki yazımdaki tüm iddiaların altını kırmızı kalemle çizip tarihe önemli notlar düşüyordur.

Selametle!

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin