Bir aşk hikâyesi (2)

BABACANLAR | BEKİR SALİM

Geçen hafta “aşk” demiştim ya; öyle görünüyor ki bu mevzu haftalarımızı alacak. Gelen maillerdeki isteklere uyacak olsam ilkokul birinci sınıftan ortaokul son sınıfa kadar kalbe gelen her misafiri anlatmam icap eder ki, bu sekiz adet altı yüz sayfalık roman demek…

Yazmaktan üşenmem de, bu, çuvalı ters çevirip iyice silkeleyerek içindeki her şeyi dökmek, yani sırları fâş etmek mânâsına gelir. Aldığım terbiyeye ters… Âşıkla maşuk arasındaki her şey sırdır. Hem, o yüzden diğer isimleri de “sırdaş” değil mi?

*****

Erzurumlu bir delikanlı âşık olmuş; yanir, dutuşir… Gizli gizli… Ketencizâde hazretleri diyor ya:

“Yansam da ocak gibi gayra eylemem izhar!”

 

Çok yakın bir arkadaşına azcık açılmak, nefes almak istiyor:

“- Ola gardaş ben de sevirem, hele bahak (bakalım ki) ne olir!”

 

Arkadaşı belli ki damdan düşenlerden… Umutsuz:

“- Teeeeevvvvvvuuu! (Ohooooooooo!)  Her seven sevdiğini alsa daha ne!”

Ama bir yandan da meraklı:

“- Ola ya gızın heberi var mi?”

Âşık dadaşım telâşla:

“- Deli misen oğlum, heç çaktırır miyam!”

****

Bizim aşklarımız hep böyle…

Âşık Emrah ne kadar haklı:

“Bugün ben bir güzel gördüm,

 Cennet kadını kadını…

 Desem dile düşürürler,

 Demem adını adını…”

 

Büyük Şair Rahmetli Rasim Köroğlu Ağabeyim anlatırdı:

“- Bekir, ben Eskişehir’de kim kimi seviyor, biliyorum.”

“- Nereden biliyorsun Rasim Ağabey?”

“- Salonumun penceresinden büyük bir üstgeçidi çok net görebiliyorum. Üzerindeki yazılar neredeyse her gün değişiyor: ‘Hülyâ seni seviyorum… İmza: Hüseyin’ , “ Sadegül, sensiz yaşayamam… İmza: Mehmet’ ve daha neler neler… Bir gün kar yağmıştı, kalktım ki yazı değişmiş: ‘Nurhayat, aşkımızın âteşi bu karı eritir.” Aşk değil sanki küresel ısınma…”

******

Sokak röportajı yapan muhabir Erzurumlu dedeye soruyor:

“- Amca küresel ısınma hakkında ne düşünüyorsun?”

“- Kızım, vallaha sobanın yerini dutmir!”

 

****

Şimdiki Facebook, Instagram paylaşımlarına bakınca insan diyecek söz bulamıyor…

Eskiden her şey ne kadar zarifti…

Hanımına “siz” diye hitap eden erkeklerin sayısı hiç az değildi. Hanımefendilerin ifadelerine kulak verince de, “Acaba bu kadın kocasının ismini mi bilmiyor!” diye tereddüde düşerdiniz.

Hiç unutmuyorum; 1983 yılında Erzurum’da büyük bir deprem yaşanmıştı. (Allah eşikten beşikten uzak eylesin.) Televizyon muhabiri bir kızacağız, yıkık evinin kenarına çömelmiş,  elleri böğründe yaşmaklı teyzeye soruyor:

“-Teyze bu yıkık ev senin mi? Kaybın var mı?”

Teyze gözü yaşlı, ama mütevekkil:

“-Evet kızım bizim evimizdi. Altı çocuğum ( İsimlerini tek tek saymıştı… Allah’ım ne olur imtihanımızı ağır etme!) rahmetli oldu. Bir de evin sahibi…”

Muhabir kız:

“Evinizin sahibi deprem sırasında sizde misafir miydi?”

Teyze hiç cevap vermedi, başını eğdi… Ama onun yerine ben söyleyeyim:

“-Hay Allah iyiliğini versin kız!  Köy yerinde kiralık ev mi olur? O ablamız zarâfetinden, ‘kocam’ diyemedi…”

Bu tür şeyler okullarda öğretilmiyor… Meselâ Erzurum’da, iki arkadaş ayrılırken,

“Çocuklara da selâm söyle…” derler. Bu “çocuklar” kelimesinin içinde şüphesiz “hanım” da vardır, ama, “hanımına da selâm söyle!” ifadesi, asla kötü niyet barındırmasa bile çok kabadır. (Bu tarz hitap edenlerin bazen gözünün üstüne bir yumruk atasım geliyor.)

Büyük şair, emekli general bir ağabeyimin, ayrılırken veya telefonu kapatırken söylediği sözlere bakar mısınız:

“Hayırlı günler Bekir Kardeşim, evden eve selâm olsun…”

 

 ******

Hele bakın ki nerden nereye geldik…

Aşk adamı böyle bîkarar ediyor…

Asıl mevzumuz Allah aşkı, Efendimizin(SAV) aşkı, sahabe aşkı ve nihayet, bize, aldığı her nefes, söylediği her sözle bu hayâl ötesi aşklara ulaşmak için bir umut kaynağı olan, numunelik teşkil eden büyüğümüze duyduğumuz aşk… Necip Fâzıl ifadesiyle:

“Düşünün, ben ne büyük rütbeye tutkuluyum!

 Çünkü O’nun kulunun kölesinin kuluyum!”

Nasip olur mu, ömür yeter mi bilmem… Dua edelim birbirimize…

Haftaya, sonraki haftaya, belki daha sonraki haftaya “aşk”a  devam…

Kapağı biraz da sizler açtınız…

“Keşke” demeden geçemeyeceğim:

Keşke; ehl-i nifakın kumpaslarını ortaya çıkarıp bizleri uyandırdıkları için fevkalâde büyük bir hizmet görmüş olmalarına rağmen, Ahmet Dönmez ve Veysel Ayhan Ağabeylerim de seri yazılarının konusunu “aşk”la tebdil edebilseler…

Allah’ım sen o güzel günleri bir an önce lütfeyle…

Ne olur Allah’ım, karanlık ruhlar bırakmıyor; şeytan bir yandan, nefsimiz öbür yandan… Zaten kabiliyetimiz de yok belli ki; âşık olmayı kendi başımıza beceremiyoruz. Ama, sen sonsuz kerem sahibisin, ihsanın da sınırsızdır, meccânen lütfedersin. Biz makam, güç, saray, yat, gemi istemiyoruz. Bize aşkının katresini lütfeyle…

Bundan geri hep aşk konuşalım… Ne olur…

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin