Beyazperdedeki hapishaneler

Yeşil Yol – The Green Mile

HABER-ANALİZ | M. NEDİM HAZAR 

“Fikirler kurşun geçirmezdir.” denilir ünlü ‘V for Vendetta’ filminde. Aslında fikir, sadece kurşuna en dayanıklı kavram değildir, tutsak da edilemez, dahası yok edilemez. İnsanlığın fenalığa karşı ceza olarak hapishaneyi keşfetmesi çok eskilere dayanır.

İnsanların cezalandırılma amacıyla kapalı bir yere konulmalarına modern anlamda bakacak olursak 16. yy. sonlarına gitmemiz gerekiyor. Modern anlamdaki ilk hapishanenin 1595 yılında Amsterdam’da kurulduğu kabul edilir. Bu kurumun oluşmasının nedeni 1588 yılında bir hırsızın olağan cezası olan idam cezasına değil, devlet tarafından eğitilip iyileştirilmesine karar verilmesine dayandığı söylenir. Gelişip bir disipline dönüşmesinin ilk örneğini ise yine aynı dönemde İngiltere’de görüyoruz.

Bridewell Şatosu’nda bir çalışma evi inşa edilerek, toplum için olumsuzluk yaratan kişiler burada çalıştırılıp, kişilerin topluma uyumu sağlanmaya çalışılmıştır. Sonra meşhur hapishane ve zindanlar giriyor insan hayatına. Londra’daki Londra Kulesi, Paris’teki Bastille Kalesi, İstanbul’daki Yedikule Zindanı vs. Dünyanın her yerinde bir tür ‘ıslah’ amaçlı kurulan mahpus mekânları. Ne ki, hapishane tarih boyunca her daim gücü elinde tutanın hoşuna gitmeyeni ve tehlikeli olarak gördüğünü kapattığı bir tür ‘düşman hapsetme’ mekânı olarak fiiliyatta işlev görür. Bu açıdan bakıldığında hapishane tarihi aynı zamanda özgürlük ve mazlumların da tarihini barındıran tarihtir.

Sinema da, keşfinden hemen sonra hapishane içerikli filmlere ciddi ağırlık vermiştir. Kimi zaman yukarıda bahsini ettiğimiz yönüyle; yani zalim/mazlum, iktidar/muhalif perspektifiyle kimi zaman da kaçış ve özgürlük temasıyla çıkar karşımıza hapishane filmleri. Ve gerek izleyici, gerekse işin ehli eleştirmenlerin oluşturduğu ‘en iyi film’ listesinin başında tartışmasız bir hapishane filmi durur: ‘Esaretin Bedeli – The Shawshank Redemption’. 1994 yapımı bir Frank Darabont filmi olan Esaretin Bedeli, Stephen King’in meşhur romanının beyazperdeye uyarlanmasıdır. Morgan Freeman ve Tim Robbins’in başarılı oyunculuğuyla göz doldurduğu bu başyapıtta, haksız yere hapse atılan bir muhasebecinin yıllar süren sabırlı kaçış ve intikam öyküsü anlatılır. Esaretin Bedeli, mutlu finaliyle kötülerin dünya hapishanesinde de cezasız kalmayacağını anlatan iyi finalli filmlerin başında gelir.

Bir başka Frank Darabont filmi olan ‘Yeşil Yol – The Green Mile’da ise bir önceki filmde tutan formül tekrar edilmiştir adeta. Yine Stephen King’in çok satan bir kitabı beyazperdeye uyarlanmış ve yine çok güçlü oyuncu kadrosu karşımızdadır. 1999 yapımı filmde bu kez Tom Hanks ve Michael Clarke Duncan adeta döktürür. İçli ve mistik güçleri olan bir masumun haksız yere idam cezası alması ve bunu fark eden bir gardiyanın, mahkûmun idamına engel olmayışı ve ölümsüzlük ile cezalandırılmasını anlatır Yeşil Yol.

Sinema tarihinde 3 bine yakın hapishane filmi çekilmiştir. İlk hapishane içerikli film, 1913 yapımı Louis Feuillade’un Fantoma’sıdır. Keza kurgulu ilk filmlerden sayılan ve sinema tarihinde de önemli bir yer tutan D.W. Griffith’in 1916 yapımı Intolerance’ı da hapishane filmleri örnekleri arasına katabiliriz.

Babam ve Oğlum

Enteresandır, bir şekilde hapishane ile teması olan ‘iyi filmler’ listesinde en tepelerde bir Türk filmi de vardır; Çağan Irmak’ın Babam ve Oğlum’u. Uzun süre emekleme dönemi yaşayan Yeşilçam’ın seyirci ile barıştığı film olarak da görebileceğimiz Babam ve Oğlum, acıklı finaliyle seyirciyi ağlatırken, 12 Eylül darbesinin hayatları nasıl paramparça ettiğini de can yakıcı şekilde gösterir. Hapishane, film kahramanının hayatını ve bedenini harap etmiştir. Kahramanımız film boyunca kendi tükenen hayatının aksine hiç olmazsa çocuğunun hayatını kurtarmaya çabalar. Bir diğer başarılı Türk filmi olan Yavuz Turgul’un Eşkıya’sı da hem Türk sinema tarihi açısından hem de hapishanenin insan duygularını köreltmek yerine umudu nasıl diri tutabileceğini anlatması açısından önemli bir filmdir. Baran ile Keje’nin dillere destan ‘vuslatsız’ aşkı vardır Eşkıya’da.

Jonathan Demme | Kuzuların Sessizliği

Jonathan Demme’in Kuzuların Sessizliği her ne kadar doğrudan hapishanede geçmese de, esas kahramanın tutuklu olduğu başarılı filmlerden biridir. Doktor Hannibal karakteriyle Anthony Hopkins ortalığı kırar geçirir bu filmde. Tony Key imzalı 1998 yapımı Amerikan History X ise hapishanenin ıslah edici yönünü işleyen nadir filmlerdendir. Gençliğinde ideolojinin uçlarında yaşayan ırkçı Derek, hapishanede hakikati bulur ve çıktıktan sonra kardeşinin aynı tuzağa düşmek üzere olduğunu görüp onun kurtuluşu için savaşır.

Delik – Le Trou

Akılda kalıcı olması ve estetik açıdan yüksek sinemanın önemli bir örneğini teşkil etmesi açısından Fransız filmi ‘Delik – Le Trou’ son derece gerçekçi bir hapishane kaçış filmidir. Baştan sona hapishanede geçen film, bir grup mahkûmun zekâ dolu kaçış öyküsünü anlatır. Delik o kadar gerçekçidir ki, izleyici film boyunca kalın duvarlar ve demir parmaklıkların kendisini kuşattığını zanneder. Nispeten daha güncel olan (2009) yine bir Fransız filmi ‘Peygamber-Un Prophete’ son derece sert ve seyri kolay olmamakla beraber inandırıcı bir hapishane filmidir. Neredeyse tamamı hapishanede geçen film, 19 yaşında Arap kökenli toy bir gencin, hapishaneye düşmesi ve okuma-yazma dahi bilmiyorken, hapishanedeki çetelerin arasından zekâsını kullanarak inanılmaz yükselişini konu alır.

1925 doğumlu Malcolm Little, sıradan bir Afro-Amerikan’dı. Uyuşturucu, hırsızlık, kadın ve daha pek çok günah/suç ile bulanmış hayatı, girdiği hapishanede değişti. Burada Müslüman olup Malcolm X ya da El-Hacı Malik El-Şahbaz ismini alan Malcolm, hayatının ondan sonraki kısmını inancını anlatmaya vakfetti. Ancak, kötülük onu hapishanede bulmamıştı ama dışarıda peşini bırakmadı, menfur bir suikast sonrası hayata veda ederken ardında milyonlarca seven bırakan bir lider olmuştu.

Malcolm X

Siyahî yönetmen Spike Lee, 1992 yılında bu etkileyici yaşamı Malcolm X ismiyle filme çekti. Her ne kadar tamamı hapishanede geçmese de, özellikle kahramanın ruh dünyasındaki değişimi ve etkileyici sahneleri hapishanede geçen bir film oldu Malcolm X.

Parmaklıklar Ardında-Cool Hand Luke

Hapishane filmi deyince Paul Newman’ın başarıyla rolünün altından kalktığı benzersiz bir özgürlük filmi olan ‘Parmaklıklar Ardında-Cool Hand Luke’u unutmamak lazım. 1967 yapımı Stuart Rosenberg filmi olan Parmaklıklar Ardında, sebepsiz işlediği suçlar yüzünden hapishaneye giren Luke’un, her gönderildiği hapishanede yeni arkadaşlar edinmesini ve her hapishanede kaçıştan başka bir şey düşünmemesini anlatır. Yakalanmak ve kaçmak Luke’un kaderi olmuştur.

‘Hücre 211–Celda 211’, enteresan bir İspanyol hapishane filmdir: Eşi hamile olan Juan, gardiyan olarak atandığı hapishaneye geldiği ilk günde rahatsızlanır ve dinlensin diye bir hücreye konulur. Tam bu esnada hapishanede isyan patlak verir ve mahkûmlar onu kendileri gibi zannederken Juan hep ayaklanmayı bastırmak için bir şeyler yapmaya çabalar, diğer yandan da ailesine zarar verilmesini önlemeye çalışır.

Uçurtmayı Vurmasınlar

Ve yine bizden çok başarılı bir film: Feride Çiçekoğlu’nun kaleminden Tunç Başaran’ın filme aldığı bir şaheser: Uçurtmayı Vurmasınlar! Annesinin cezası yüzünden hapishanede büyümek zorunda kalan Barış, bütün mahkûmların neşe kaynağıdır. Siyasî mahkûmlardan biri olan İnci ile arasındaki yakınlık diğer bütün mahkûmlarla olandan çok daha farklıdır. Küçük Barış ile İnci arasında gelişen bu sevgi dolu dostluk, hapishane duvarlarını bile delen koskoca bir dünya kurgulanmasına sebep olur. Özellikle küçük oyuncu Ozan Bilen’in ruhlara nüfuz eden oyunculuğu seyirciyi etkiler.

2008 yapımı ‘Açlık–Hunger’, bir insanın idealleri uğruna neleri feda edebileceğini anlatan can yakıcı filmlerin başında gelir. Michael Fassbender ve Liam Cunningham’ın karşılıklı diyaloglarının olduğu sekansıyla sinema tarihinde yerini alan film Bobby Sands’in gerçek hikâyesinden uyarlanmıştır. Açlık, uzunca ve insanı geren sahneleriyle mutlaka izlenmesi gereken hapishane filmlerindendir.

Sylvester Stallone ve Michael Caine | Büyük Kaçış–The Great

2. Dünya Savaşı ve hapishane filmleri bambaşka bir dosya konusu olabilecek kadar zengin bir başlıktır. Ancak buraya sadece birkaçını alabileceğiz. Bunlardan ilki 1962 yapımı bir Macar filmi olan Zoltan Fabri’nin ‘Cehennemde İki Devre-Két Félidö A Pokolban’dır. Nazi esiri olan askerlerin, gardiyan ve komutanların gönlünü hoş etmek için bir futbol takımı kurmasını anlatan Cehennemde İki Devre, aynı zamanda bir hapishane kaçış filmidir de. Başarılı yapım, daha sonra (1981) usta yönetmen John Huston tarafından ‘Zafere Kaçış’ ismiyle çekilir. Sylvester Stallone ve Michael Caine gibi popüler oyuncuların yanında Pele ve Bobby Moore, Ardiles gibi gerçek futbolcular da filmde rol alır. ‘Büyük Kaçış–The Great Escape’, hapishane ve kaçış temalı filmlerin en iyi olanlarından biridir. Paul Brickhill’ın aynı adlı kitabından James Clavell tarafından senaryosu kaleme alınan ve yaşanmış bir olaydan esinlenerek yazılmış olan film, bu kaçışta ölen 50 subaya adanmıştır. 1964 yılı Oscar ödülüne en iyi film düzenleme dalında aday olsa da kazanamayan Büyük Kaçış, Moskova Uluslararası Film Festivali’nde başrol oyuncusu Steve McQueen’e en iyi erkek oyuncu ödülünü getirir. Film, 2. Dünya Savaşı’nda Naziler tarafından tutuklanan müttefik subaylarının tutuklu olduğu kamptan kaçışlarını anlatır. Subaylar, uzun çalışmalar sonucunda kamptan bir tünel kazarak kaçmayı başarırlar. Ama Alman SS polisleri peşlerini bırakmaz. Sonucunda hepsi Almanya ve İsviçre’de değişik zaman ve şekillerde yakalanırlar. Yakalanan subayların ellisi kampa dönüş yolunda Nazi askerleri tarafından öldürülür.

Kelebek–Papillon

Kaçış filmi deyince ilk akla gelen ‘Kelebek–Papillon’u anmamak olmaz. Yine Steve McQueen’in bu kez Dustin Hoffman’la başrolü paylaştığı film, destansı bir kaçışı anlatır. Film, gerçek bir hikâyeye dayanır. 1973 yapımı bir ABD filmi olan kelebek, Fransız Guyanası’nda mahkûm olan Henri Charriere’in yazdığı ve gerçek hayat hikâyesini anlattığı kitaptan sinemaya uyarlanmıştır. Filmin adında da eserin orijinal Fransızca ismine sadık kalınmıştır. Hikâye ise şöyledir: Suçsuz olduğu halde mahkûm edilen Papillon ve mahkûm gemisinde tanıştığı arkadaşı banker Dega, Fransız Guyanası’na gönderilmişlerdir. Burası kaçması imkânsız bir hapishanedir. Mahkûmlar çok kötü şartlarda çalıştırılmakta ve yaşamaya çalışmaktadırlar. Papillon ilk günden itibaren kaçmayı kafasına koyar. Arkadaşı Dega’ya vuran gardiyanı döverek kaçar. Kaçmadan önce konuştuğu bir mahkûmdan aldığı bilgi ile gittiği tüccar onu insan avcılarına satar ve böylece hapishaneye geri götürülür. Hücre hapsinde 2 yıl tek başına dayanır. Bu sırada kendisine yemek gönderen Dega’yı ele vermez. İki yılın sonunda arkadaşları ile yeni bir plan yapar, Clousette ve Maturette adlı iki arkadaşıyla kaçarlar. Filmin final sahnesinde Papillon’un bağırması unutulmaz bir andır: “Sizi pislikler! Ben hâlâ buradayım…” Arkadaşlık, vefa ve sadakatin etkileyici bir şekilde anlatıldığı Kelebek, olayların geçtiği hapishanenin kapanmasına sebep olur. 25 yaşında mahkûm olup 13 yıl sonra kaçmayı başaran Kelebek ise 67 yaşına kadar özgürce yaşamıştır.

Alkatraz’dan Kaçış (1979) yani ‘Escape from Alcatraz’, isminden de anlaşılacağı üzere meşhur bir hapishane kaçış filmidir. Don Siegel’in yönetmenliğini yaptığı ve Clint Eastwood’un başrolde yer aldığı film gerçek olaylara dayanmaktadır ve Alcatraz adası üzerinde bulunan maksimum güvenlikli hapishaneden muhtemelen tek başarılı kaçış denemesini dramatize etmektedir.

Alkatraz Kuşçusu-Birdman of Alcatraz

Alcatraz, Amerika’nın en meşhur hapishanelerindendir hakkında yüzlerce kitap, onlarca film çekilmiştir. Bunlardan en meşhuru olan ise ‘Alkatraz Kuşçusu-Birdman of Alcatraz’tır. Hapishanenin insan hayatında önceden tahmin etmediği bambaşka boyutlar açabileceğini gösteren bir öyküdür Alkatraz Kuşçusu. 1962 yapımı olan filmin başrolünde unutulmaz oyunuyla Burt Lancaster oynar. Yönetmenliğini John Frankenheimer’in yaptığı film, yaşamını kuşlarla geçirdiği için ‘Alcatraz Kuşçusu’ olarak bilinen federal mahkûm Robert Franklin Stroud’un hayat hikâyesini anlatır. Film, Thomas E. Gaddis’in 1955’te yazdığı kitaptan Guy Trosper tarafından uyarlanmıştır. 2003 yılında başrolünü Brad Pitt’in oynayacağı filmin yeni bir versiyonunun ‘Madman Of Alcatraz’ (Alkatraz’ın Delisi) adıyla yeniden çekilmesi planlandıysa da bu proje gerçekleşmedi. Küçücük bir kuşun bir insanın hayatını ne denli değiştirebileceğini, üstelik bunu kaçmanın imkânsız olduğu Alcatraz Hapishanesi’nde ömür boyu hapis cezası alan bir adamın hücresine gelen yaralı bir kuş üzerinden anlatan dokunaklı bir filmdir Alkatraz Kuşçusu.

1980 yapımı Brubaker, farklı bir hapishane filmidir. Şöyle ki; Arkansas’taki Wakefield Cezaevi’nde bazı olaylar gelişmektedir. En hafifi rüşvetle başlayan bu olumsuzluklar zincirinin dışarıya yansımayan halkaları, işkence, cinayet, yolsuzluk, cinsel taciz vb.den oluşmaktadır. İdealist biri olan Henry Brubaker (Robert Redford), cezaevine müdür olarak atanır. Ancak görevine normal yollardan başlamak yerine içeriye bir tutuklu kılığında girerek olayları kendi görmek ister. İnsan haklarına yönelik çabaları, mahkûmlar arasında destek bulan Brubaker, cezaevi yönetiminin ve valinin hedefi haline gelir. İnsanları arındırmak için kurulan hapishaneler üzerine derin düşünülmesini sağlayan film, unutulmazlar arasında yerini alır.

Ve yakın tarihten bir Polonya filmi ‘Sorgulama–Przesluchanie’. Yönetmenliğini Ryszard Bugajski’nin yaptığı bu son derece gerçekçi ve izlenmesi zor film, Cannes dahil olmak üzere pek çok festivalde ödüller alır. 1989 yapımı film, suçunun ne olduğunu dahi bilmeyen bir şarkıcı kadının sorgulanma süreci boyunca işkence görmesi, tacize uğraması, kötü koşullarda tutsaklığını anlatır.

Bir bilim adamının düzenlediği ve tamamı erkeklerden oluşan 20 denek, bittiğinde toplamda 4000 mark alacakları bir deneye katılırlar. Hiçbiri hayatında hapishane yüzü görmemiş olan denekler, hapishane ortamına dönüştürülen deney sahasında iki hafta boyunca, ‘yönetenler ve yönetilenler’ olarak iki gruba ayrılarak yaşamak durumunda bırakılmayı kabul ederler. Denekler, ya verilecek olan para için ya da yaşamlarına farklı bir deneyim katmak amacıyla bu deneye katılmışlardır. Başroldeki Tarek ise; bu işin iç yüzünü belgeleyip bir gazeteye satmak ve yaşanılacak olası olaylara tanıklık etmek amacıyla orada bulunmaktadır. Deneyin amacı ise; insanlara giydirilen roller ve bu rollerin, bireyi ne kadar zamanda gerçek benliğini ele geçirerek yabancılaştıracağı ve bu süreçte kişinin, bu yabancılaşmaya ve kendisine biçilen role, ne denli uyum sağlama ya da kendi benliğini muhafaza etme iradesini haiz olup olmadığının belirlenmesidir. Bu enteresan Alman filminin ismi ‘Deney- Das Experiment’tir ve Oliver Hirschbiegel tarafından yönetilmiştir. 2001 yapımı olan Deney, Stanford hapishane deneyini konu alır. Alman yazar Mario Giordano’ya ait Philip Zimbardo’nun 1971’de yaptığı Stanford hapishane deneyini anlatan ‘Das Experiment Black Box’ adlı kitaptan esinlenmiştir.

Bulgar yönetmen Javor Gardev’in 2008 yapımı sıra dışı filmi Zift, Bulgaristan’ın Oscar adayı olmuştu. Adını argoda ‘b.k’ kelimesinden alan Zift, bir özel dedektifin suçlularla olan savaşına değil, suçlunun kendisine odaklansa da, kara film tarzında bir suç filmi olarak nitelendirilebilir. ‘Güve’, yirmi yıl hapis yattıktan sonra özgürlüğüne kavuşur. Yeni ve yabancı bir dünya olan 60’ların komünist Sofya’sında kendi benliğini bulmaya çalışır. Bir günde olanları anlatan filmde, ‘Güve’ geçmişiyle barışmaya çalışır ancak işkence görür, kovalanır ve gün boyunca ajanlardan, doktorlardan, bar kuşlarından, serserilerden ve mezarcılardan pek çok hikâye dinlemeye zorlanır.

ılmaz Güney’in ödüllü ve son filmi Duvar

Hapishane filmleri seçkisine Yılmaz Güney’in ödüllü ve son filmi Duvar’ı almamak eksiklik olacaktır. Güney’in hapishaneden yönettiği Yol’a da selam durarak değineceğimiz Duvar, konusunu gerçek yaşanmışlıklardan alır: 1970’li yılların sonunda Ankara Kapalı Cezaevi’nde başlayan bir isyan anlatılır filmde. Hapishanenin tüm ağır ve kirli işlerini yapan, en kötü hücrelerinde kalan çocuklar koğuşundan çıkar isyan… Dördüncü koğuşun çocukları terk edilmiştirler, hırsızdırlar, katildirler… Ama asıl en başta kadersizdirler… Bu bahtsızlar hücresinde, diriliğini yitirmeyen tek şey umut kırıntılarıdır. Bir gün daha iyi bir hapishanenin parmaklıkları ardına kaçabilmektir. Sinemamızın en değerli, en özgün isimlerinden Yılmaz Güney tarafından yazılıp yönetilen film, dönemin politika, siyaset ve hatta insanlık kavramında kanayan yaraları su yüzüne çıkarır. Politik sinemamızın en önemli filmlerinden olan Duvar, ayrıca 1983 yılında Cannes Film Festivali’nde Altın Palmiye’ye aday gösterilir.

Her ne kadar millet olarak çok hoşumuza gitmese de bir hapishane filmi daha var sinema tarihinde: Geceyarısı Ekspresi. Yıllarca uluslararası alanda imajımıza zarar verdiğine inanılan bu film, her ne kadar art niyetli olarak çekildiği düşünülse de, nihayetinde bir sinema filmidir. Alan Parker’ın yönetmenliğini yaptığı, senaryosunu ünlü sinemacı Oliver Stone’un yazdığı İngiliz-Amerika ortak yapımı ve 1978 çıkışlı bir filmde 1970’te, Türkiye’de tutuklanıp hapse atılan Billy Hayes’in gerçek öyküsünden yola çıkılarak yazılmış hikâyeyi anlatılır. Yaşanmış olduğu ileri sürülen hikâye şöyledir: Amerikalı genç bir turist olan Billy Hayes, sevgilisi Susan ile birlikte Türkiye’de tatildedir. Hayes, tatil dönüşü arkadaşlarına satıp para kazanmak amacıyla yanında iki kilogram haşhaş götürmeye teşebbüs eder. Vücuduna canlı bomba gibi yerleştirdiği küçük paketler halindeki uyuşturucu uçağa binmek üzereyken yapılan ani bir güvenlik aramasıyla polisler tarafından bulunur ve İstanbul Sağmalcılar Cezaevi’nde tutuklu geçireceği süreç başlar.

Geceyarısı Ekspresi

Her ne kadar filme kaynaklık eden kitap ile arasında çok ciddi ve art niyetli farklılıklar bulunsa ve film estetiği, anlatımı ile çok değerli bir yapıt olmasa da özellikle politik açıdan epey ses getiren film yıllar boyu ülkemizde yasaklı oldu. Gösterime girmeden önce Türkiye tarafından protesto edilen Geceyarısı Ekspresi, 52. Akademi Ödülleri’nde aday olduğu 6 dalın 2’sinde Akademi Ödülü kazandı. Ve devletimiz bu filmin açtığını düşündüğü hasarı giderebilmek için milyonlarca dolar harcadı. Sadece bir hapishane filmi değil, sinemanın gücünü anlayabilmemiz açısından da önemli bir örnektir Geceyarısı Ekspresi. İki de ilginç ayrıntı var bu filmle ilgili: Aralık 2004’te Türkiye’ye yaptığı bir ziyaret sırasında kitaptan uyarlanan filmin senaryo yazarı Oliver Stone, yazdığı şeyleri çekim aşamasında fazla dramatize ettiğini kabul ederek özür diledi. Ve 2004 yılında San Francisco Chronicle gazetesine konuşan Billy Hayes, Türkiye hakkında fikir ve anılarının filmde olduğu gibi sadece negatif şeylerden oluşmadığını ve filmde çarpıtılan Türkiye görüntüsü yüzünden vicdan azabı duyduğunu ifade etti.

3 binden fazla filmin, bir o kadar TV dizisinin çekildiği hapishane üzerine daha pek çok örnek vermek mümkün. Ancak bu yazıda örneklerini verdiğimiz çalışmalar bile hapishanelerin insan hayatıyla ilişkisinin kadim olduğu ve gelecekte de olacağının en çarpıcı göstergesi olsa gerek.

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

4 YORUMLAR

  1. “…sinemanın gücünü anlayabilmemiz açısından…” bu yazılar etkili oluyor.
    Elimizde on binlerce yaşanmış örnek de var artık.
    Yaşananları sinemanın diliyle beyaz perdeye aktarabilmek, şu ana kadar anlatabildiklerimizden çok daha fazlasını, çok daha fazla insana anlatma imkanı sunacak gibi duruyor.

  2. Nedim Bey merhaba , Türk sinemasinda veya Yesilçamda hapishane yaziniz çok hos olmuş.sadece Yesilçam degil dünya sinemasindan örnek vermenizde ayrıca güzel. Ama ” Tatar Ramazan ” filmini unuttunuz diye düşünüyorum. Hapse girmeden önce gözaltında aklımda hep “Tatar Ramazan ” filmindeki gibi bir hapishane vardı.

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin