‘Beni kullandılar’ diyen savcı şimdi emeklilik peşinde

HABER ANALİZ | MUHSİN AHMET KARABAY

İlginç şeyler olduğunu ve daha da olacağını söyleyenler hayli arttı farkında iseniz. Daha yeni dönem başlamadı henüz. Sadece ayak sesleri duyuluyor. İktidarın zulümlerine payanda olanlar, bir bir sıvışmalarına kılıf hazırlamaya çalışıyorlar.

Fatih Altaylı, Habertürk’teki yazısında şu sıralar Ankara’da kulaktan kulağa dolaşan bir senaryoyu yazdı. Ankara kaynaklı senaryonun iş dünyası içinde de giderek yayıldığı notunu düştükten sonra dolaşan dedikodunun detaylarını paylaştı.

Parlamenter rejime dönüşün yolunu Anayasa Mahkemesi’nin (AYM) açacağını yazdı. Anlattıkları esas itibariyle benim 29 Haziran’da “Türkiye’nin girdiği yeni yol ve AYM Başkanı Arslan’ın söyledikleri” ve 27 Eylül’de kaleme aldığım “Türkiye yıkıldığı yerden kalkıyor, AYM adımları iyi okunmalı” başlıklı yazılarımın ete kemiğe bürünmüş hali.

Altaylı’nın yazdıklarının özü, AYM’nin atacağı bir adıma dayalı. Buna göre AYM, gündeminde bulunan muhalefetin başkanlık sistemine geçişi sağlayan Anayasa değişikliğine ilişkin iptal talebini karara bağlayacak. Böylece söz konusu değişiklik iptal edilecek ve parlamenter sisteme geçiş sağlanacak.

Normalleşmeye geçişin nasıl olacağı henüz bir varsayım. Lakin bir şekilde olacağı iyice netleşmeye başlamış olmalı ki siyasetçisinden yandaş işadamına, yargı mensubundan akademisyenine kadar pek çok kişi kendini yeni döneme hazırlama telaşında.

Siyasetçi örneklerini AK Parti kurucu isimlerinden Bülent Arınç’ın işaret fişeğini ateşlemesi ile gördük. Arınç, “2015 sonrasında olmadığım için hiçbir mesuliyet kabul etmiyorum” çıkışını yaptı.

İktidar trenine sonradan binen BBP lideri Mustafa Destici, bir dönem çok hızlı gitti. Düşman hempası MHP lideri Devlet Bahçeli’yi gölgede bırakacak hız denemeleri yaptı. Aynı Destici şimdi rüzgarın değişmekte olduğunu fark etmiş olacak ki, önceki gün Kocaeli’nde STK temsilcileriyle buluşmasında fren yapmaya ve kendine açık kapı bırakmaya karar verdiğini ortaya koydu.

İktidarın yanlışlarının ittifak ortağı diye kendilerine de yüklendiğinden yakınan Destici, “Cumhur İttifakı’nın üyesiyiz hükûmetin değil; yanlışları bize yüklemeyin. Hiçbir vatandaşımızın bize böyle yaklaşmasını istemeyiz. Bunu hak etmiyoruz” deme gereği duydu.

Kendini Hakimler ve Savcılar Kurulu’nun (HSK) üzerinde görüp hakim ve savcılara emirler yağdıran gazeteci Cem Küçük, Ankara Cumhuriyet Başsavcılığının hakkında açtığı davaya şaşırmış durumda.

Hakkında yapılan hukuki işleme şaşıran bir başka isim daha var. Hükümler verip kendince adalet dağıtan isimlerden Fatih Tezcan, terörle mücadelede görev alan mahkeme üyelerini hedef gösterdiği iddiasıyla yargılanacak. Yargılama ise ağır ceza mahkemesinde görülecek.

Bazı troller ise yaklaşmakta olanı algılamaya başlamış olacak ki yeni dönemde ayak izi bırakmamak için şimdiden kendince önlemini alma yolunu seçti. Meşhur troliçelerden Cemile Taşdemir de hazırlık babında sosyal medya hesabını kapattı.

DÖRT HARFLİ İLE MÜCADELE KAHRAMANI GİTMEYE HAZIRLANIYOR

Bir noktanın altını çizmeliyim. Şimdi anlatacağım şeyler, bu saydıklarımdan daha önemli. Pek çoğunuzun da bir şekilde tanıdığı bir yargı mensubunun hazırlıklarından anekdotlar paylaşacağım.

Bu adımın çok dikkat çekici olduğunu söylememin sebebi şu. Bu şahıs iktidarın günah keçisi ilan ettiği DÖRT harfli konusunda yaptıklarıyla kendisini kahraman sayıyordu. Ne kahramanlıklar yaptığı konusunda medyada çok haber çıktı.

Bazı gazetecilerle kurduğu kişisel dostluklar sayesinde adından sıkça söz ettiren bu savcı MİT TIR’ları çerçevesinde attığı adımla geniş kesimlerce tanındı. 15 Temmuz sonrasında ise kendini “DÖRT harfli avcısı” ilan edip bir de “kahraman savcı” sıfatı almaya çalıştı.

Hazırladığı iddianamelerle onlarca masumu cezaevine gönderdi. İpin ucu halen görevde olan bir bakana ulaşınca bu kez kendisine “Dur” denildi ve bulunduğu Akdeniz’in gözde şehrinden alınıp Karadeniz’in adını çağrıştıran bir şehrine gönderildi.

Başsavcı vekilliğinden alınıp düz savcı olarak atanması ilişkide olduğu gazeteciler tarafından “haksız atama”, “DÖRT harfliye sekte vuran atama” gibi başlıklarla kamuoyuna duyuruldu. Orada kendine çizilen sınırlar içinde hareket ederek “kahramanlık” sergiledi.

Bu kez en büyük şehirlerden birine pozisyon düzeltme gibi bir ataması yapıldı. Ne var ki bu büyük şehirde çok fazla hareket kabiliyeti bulamadı.

‘KENDİMİ KULLANILMIŞ VE YORGUN HİSSEDİYORUM’

Bu savcı şimdilerde kendini yeni bir döneme hazırlıyor. Daha yaşı yeni 52 olan bu savcı, adliyede meslektaşları ile yaptığı sohbetlerinde yaptığı “kahramanlıkları” anlatıyor ve kıymetinin bilinmediğinden yakınıyor.

Kendini “kullanılmış” ve “yorgun” biri olarak gördüğünü söyleyen bu savcı, yapılan haksızlıkların Cemaat için bir mağduriyete dönüştürüldüğünü anlatıyor. Dahası, yapılanların Cemaatin yeniden toparlanmasına ve güçlenmesine yol açtığı iddiasında bulunuyor.

Bu savcı, yeni dönemin kendisi için neler getireceğini bilmediğinden hayatına farklı bir yön vermeye çalışıyor. Anlattığına göre dizlerindeki romatizmayı gerekçe göstererek emekliliğini isteyecek. Böylece “Anadolu’nun ücra köşelerine” sürülmekten kurtulmuş olacak.

Sağlık gerekçesiyle kendini savcılık yapabilecek durumda göremeyen bu savcı, yeni hayatında avukatlık yapacakmış. Anlaşılan savcılığa el vermeyen sağlığı, avukatlık yapmasına engellemeyecek.

Söz konusu savcı ile ilgili olarak niçin bunları paylaşma gereği duyduğumu anlatmam gerekiyor. Bu savcının taşıdığı endişeler, siyasilerin, bazı yandaş gazetecilerin, trol ve troliçelerin endişelerini besleyenle aynı noktadan kaynaklanıyor. Akşam yedikleri hurmaların, sabah yaklaşırken midelerini tırmalamaya başlamasından korkuyorlar.

Yeni bir dönem başlıyor. Bu gerçek. Lakin başlayacak dönem bugünkünden daha kolay olacak mı? Bu ayrı bir tartışma.

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

3 YORUMLAR

  1. Kim iyilik yolunda çığır açarsa, ardından gelenlerin sevaplarının bir misli de kendisine gelir, kim de bir kötülük yolu açarsa, o yolu kullanan herkesin günahından pay alır. Bu mantığa göre Peygamberler çığır açıcıdırlar ve asla yetişilemezler, zalimlerde kötülük yönünde çığır açtıkları için asla yetişilemezler.

    İlk Katil Kabil, kendinden sonra yapılan tüm katllerin hissedarıdır.
    Elbette günümüz hukuku, eylem ile sonuç arasında “illiyet bağını” arıyor. Bu illiyet, maddi olabileceği gibi, manevi ilyetlik, azmettiricilik olarakta karşımıza çıkıyor.

    İşte ister Kabilin tüm katlleden hissedar olması olsun, ister modern hukukun illiyet bağı cephesinden ilişkili olması, her iki durumda da ülkede uygulanan uygulanan sistematik zulmden payını alan kişiler var.

    17/25 Aralığın hemen ardından, TV lerde ilk çıkıp, hırsızı ölümüne savunan ve onu hapse atan polislere ve onlara atfen pek çok masum kesime çamur atan, onlara karşı toplumu kışkırtan, suçun manevi ortakları vardı TV lerde. İlk bilgiyi onlar verdiler. İnsanarın ne oluyoruz dediği dönemde ilk ama ilk onlar çıktılar.

    Sevilay Yükselir ile Abdurraman’ın tv programları vardı, yanlarında şu ünlü avukatla. Masum insanlara yapılacak soykırımı hazırlama da ilk ateşi onlar yaktılar.

    Ardından onlara, Barlas ailesi ve Kezban hatemi katıldı.

    Bu ateşe odun taşıyanlar hemen ardından, Elif Çakır, Nihal Bengisu Karaca ve Cemile oldu.
    Çok ilginç ki, erkekleri şefkatte merhamette her zaman geçen kadınlar olmasına rağmen, bu kadınların ön planda olup, ilk zulüm ateşini yakanlar olmasi beni çok şaşırttı.

    Bunların arasında erkeklerde vardı ama ekranda gördüğümüz çoğunlukla, kadın ve başörtülü insanlardı. Aceba demişti ozamanlar, “masum ve eğitilmiş başörtülü kadın” imajı üzerinden kamuoyunu bilerek mi oluşturuyorlar. Meselenin orasında değilim. Ben çığır açmak üzerine kısmındayım.

    Cem Küçüğü, program yaptığı diğer partneri ve üç beş diğer gazeteci çekti.
    İnanın, inanmayın 17/25 Aralıktan sonra ekranlarda olanlar yüzlerce kişi değildi, bir avuç insandı ve onların ihtimal yarısını başörtülü bacım oluşturuyordu.

    Çığır açmak noktasına dönersek, başörtülü bir bacının, yeryüzünün en büyük canavarlığına su taşıyan, manevi azmettirici olduğunu günümüzde gördük. Açtıkları çığır budur. Başörtüsü takan, verdiği imaj nedeniyle namaz kıldığını da düşündüğüm, Namaz kılan, başörtüsü takan bir kadının zulmü nasıl harlandırabildiğini bizzat yaşayarak gördüm.

    Meşhur Agatha Christie cinayet romanlarını bilirsiniz, bir yerde bıçak varsa, mücadele varsa, katil erkekler arasından çıkar, arsenik ile zehirlenme varsa kadın. Her canlı kendi gücünün farkındadır. Bir insanı zehirleyerek öldürmek ile maddi güç kullanarak öldürmek arasında hiçbir fark yoktur. Ve belki boğuşarak ölen kimse daha mertçe öldürülmüştür, diğeri haince kahpece. Düşünsenize yüzünüze tatlı tatlı gülümseyen kimsenin içeceğinize zehir katan kişi bile olmadığını.

    Cinayetlerin kapatılma yöntemleri var, maddi suç aletleri kullananlar o izleri yok ederek kapatırlar, olmayanlar ise yazılarını silerek, kapatarak. Bugün, bu kadınların ufaktan ufaktan döndüklerini görüyorum. Yine 17/25 Aralıkta ustaca çıkıp yavaş yavaş kamuoyu yapıp sonradan zulmün zirveleştiği dönemlerde üstünde tepinmeden, tepinenelrin yanında olmaya devam edip poz vererek ve “bakın ilk biz bunları söyledik, böbürlenmesi” eşliğinde.

    Peki şimdi, şimdi adresleri kapatıyorlar, kendilerini geri çekiyorlar, Anayasadan, demokrasiden, insan haklarından dem vurmaya başlıyorlar. Onların o eski tv lerde boy göstermelerini bilmeyen bir ergen, onları bugün tanısa işte tam bi kadın şefkati derler.

    Çığır açmak demiştim başta, kadınların erkeklerden daha şefkatli oldukları,affetmeyi, huzuru erkeklerden çok daha fazla aradıkları bir gerçek. Bu nedenle de bu yazımda bu çok az örneğini gördüğümüz istisnai duruma anlatmak istedim. Kadınlar asla böyle değil, ama elbet içlerinde Nuh’un eşi gibilerde olacak. İnsan bu, erkekte kadın ayrımı asla yapılamaz. Lakin, suçlu aradığımızda gözümüzden kaçmasın diye bu satırları yazıyorum. Ve bir kadının bu satırlardan da asla alınmamasını istiyorum. Yeryüzünü felakete sürükleyen erkeklerdir, bunun farkında olan biri olarak söylüyorum.

    Ama 17/25 Aralık ve sonrası yapılan hukuksuzlukları kamuoyuna alıştırma bağlamında söylersem, malesef onun öncülüğünü çığır açanlar yapmıştır.

    “28 Şubatta zulme uğrayan başörtülü bacım” ın imkan bulup tvlerde boy gösterdiği yıllarda, o imajı kullanan bir başkaları (28 şubattaki kadınlar bunlar demek değil bu elbette), başörtülü, makul inançlı bir kimlikle yorum yapan, bir imaj üzerinden yorum yapan ve aslında onu da kirleten bazı kadınlar bu zulme ilk ateşi, ilk odunu atanlardır.

    17/25 sonrası Soykırımın ilk evrelerinde, kamuoyunda oluşan nefret söylemini oluşturanların içinde malesef bunlar vardır. Manevi unsuru ispat her zaman zordur, ama benim vicdanım bu manevi unsurun varlığını defalarca o yayınları izlerken test edip, ah çekmiştirde.

    “Başörtülü bacımlar” Allahtan korkan kadınlardır imajını alt üst ettiren, Soykırımı ateşleyen, harlayan o ilk küçük kıvılcımları yakan bu kadınlara, bir inançlı müslüman olarak itiraz ediyorum. Yazıklar olsun diyorum. Allah korkusundan, inancımız gereğince takıyorsanız, bize nasıl kıyabildiniz, nasıl bu zulmü soğukkanlılıkla ilk kıvılcımlarla ateşlediniz.

    Yazıklar olsun size… yazıklar olsun…Suçun şahsiliği ilkesi hukuk kapsamında mümkün ve elbet başörtülü açık ayrımını kapsamıyor bu yazım, meramım şu, örtüyü Allahtan korktuğunuz için takıyorsanız onu takmanın vicdanınızda oluşturacağı sorumluluğun milyon kat milyon bir vebali nasıl rahatlıkla aldınız. Nasıl kullandırdınız kendinizi bile bile. Saçımın telini göstermem ben diye onun üzerinden prim yapabilen bir kadın, nasıl TV lerde twitter da üstelik içlerinde başörtülü kadınlarında olduğu, yarısını kadınlardan oluştuğu insanlara terörist diyebildiniz. Siz nasıl bir dine inanıyorsunuz. Suçunuz şahsi, ama bir müslüman olarak söylemeliyim ki, sosyal dokuya verdiğiniz zarar, insanların bakışlarında o temizliğe sürdüğünüz leke, Talibandan farklı değil.

    Üstelik sizinkisi daha sinsice… Elini yıkayıp kenara çekilmek kadar basitçe ve sinsice. Hatırlayan var mı sizi, işte ustalık budur. Bu toplumun size verdiği değeri kullanarak, erimez buz tutmuş çelik gibi değerleri öyle erittiniz ki, bu çığırda sizin de payınız var. Yine yazıklar olsun diyorum.

    Şuna inanıyorum, yaşadığımız u Soykırım başörtüsü, Kuran, Ezan, Sela kullanılarak aşama aşama büyümüştür.

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin