Bediüzzaman’ın tenbihi | İnsan psikolojisi; kibir ve tevazu

AHMET KURUCAN | YORUM

Bediüzzaman’ın Muhakemat’ından bir cümlelik paragrafını aktaracağım aşağıda. Uzunca bir cümle ama hem çağlar öncesine hem de çağlar sonrasına uzanan enfes tespitler. İnsan gerçeğini anlatıyor.

Hani Kur’an için derler: “Kur’an, insana insanı anlatıyor” diye. Doğrudur.

Kur’an’a 14 asır önce Mekke-Medine çöllerinde sadece Araplara nazil olmuş vahy mecmuası gözüyle bakmayan ve “Kur’an bana demek istiyor bu ayetleri!” sorusuna cevap arayan herkesin görebileceği bir gerçeği anlatır bu tespit. Bediüzzaman’dan Kur’an’a geçtim birden ama insan kalemini salınca böyle oluyor. Geri döneyim.

Ben aşağıda alıntılayıp birer ikişer cümle ile izahını yapmaya çalışacağım bu paragrafta yer alan tespitleri de böyle görüyorum. İlk insandan beri insanoğlunun fıtratında var olan hakikatleri dile getiriyor. Şimdilerde sosyal-psikoloji denilen hem sosyologların hem de psikolog ve psikiyatrların ilgi alanına giren hususlar.

Sözü uzatmadan önce sözünü ettiğim paragrafın orjinal halini vereceğim, sonra cümle cümle kısa kısa açıklamalar yapmaya çalışacağım.

11. Mukaddimenin sonunda “Şikayetimi ancak Allah’a yaparım.” diyerek bitirdiği ve başlığına da “Tenbih” dediği yerde yerini alıyor bu tespitler. Şimdi yüz yıl öncesinden gelen o tenbihe kulak verelim: “İltizam-ı hilâf ve taassub-ü bârid ve meylu’t tefevvuk ve hiss-i tarafdarlık ve vehmini bir asla irca’ ile kendine özür göstermek, arzusuna muvafık olan zayıf şeyleri kavî görmek ve gayrin tenkisiyle kendi kemalini göstermek ve gayri tekzib veya tadlil etmekle kendi sidk ve istikametini ilân etmek gibi sefil ve suflî emirlerin menşei olan hubb-u nefis ile böyle makamlarda mügalata ederek çok bahaneler bulabilir.”

İltizam-ı hilaf: Muhalefet etme hastalığı. Herşeye ama herşeye “Ben bu konuda söz söyleyebilecek bilgi ve tecrübe birikimine sahip miyim?” sorusunu kendisine sormadan muhalef etme, aykırı bir şeyler söyleme ihtiyacı hissetme hatta bu ihtiyaçla bütünleşme.

Taassub-ü bârid: İnsanı insanlığından soğutan, çevresindeki herkesi kendisinden kaçırtan, hiçbir zaman kendisi olamamış ne şahsiyeti ne de karakteri oturmamış, her fiili, her sözü ile başkalarını soğuk bir şekilde taklit etme. “Neden böyle konuştun, neden böyle davrandın?” denildiğinde de bir tek cümle ile bile olsa o söz ve davranışın izahını yapamayacak ölçüde cahil olan.

Ben daha üstünüm, en üstün benim!

Meyl-ut tefevvuk: Kendini başkalarından üstün görme isteği ile dolup taşma ve bunu her fırsatta kör gözlere bile gösterecek, sağır kulaklara duyuracak şekilde izhar etme.

Gizli kibir mi? Evet, gizli kibir ve gurur. Çevresindeki herkesin farkettiği ama ya eski dostluklar, mevcut konum ve makamı, fikri ihtilafın hilafa ve iftiraka dönüşmemesi ve benzeri sebeplerle insanların sustuğu bir gerçek.

Gel de Ziya Paşa’yı hatırlama şimdi: “En ummadığın keşf eder esrâr-i derûnun, Sen herkesi kör, âlemi sersem mi sanırsın?”

Yani en ummadığın insan senin içyüzünü keşfeder. Sen herkesi kör, halkı sersem mi sanırsın?

Hiss-i Tarafdarlık: Bir öğretiye, bir şahsa, bir öğretiye, bir partiye, bir spor kulübüne vb müthiş bir coşku ve tutku ile aşırı derecede körü körüne bağlanma. Aralarındaki derece farkı bir yana fanatik, yandaş ve yalaka tabirleri ile karşılayabileceğimiz tutum içinde bulunma. Onun yanlışı bütün dünya insanlığının doğrusundan daha doğrudur deme. Var mıdır böyle insanlar? O kadar çok ki!

Vehmini bir asla irca’ ile kendine özür göstermek: “Hissiyatını fikir zannetmek, o surette görmek” derdi Hocaefendi. İşte bu o ya da o bu. Ama Üstad’ın cümlesinde devamı var; kendini mazur göstermek. Neden? Çünkü fikir suretine giren o vehmin, zannın veya hayalin yanlışlığı güneş gibi açığa çıkmıştır ve o ana kadar bunun müdafasını yapan insan yanıldığını kabullenmek yerine kendini mazur gösterme telaşına düşer.

Kendi büyüklüğünü, başkalarını küçük görmekte aramak!

Arzusuna muvafık olan zayıf şeyleri kavî görmek: Seçicilik. Kendi düşüncesini destekleyen zayıf dahi olsa bir delil bulduğunda onu göklere çıkartma, aksine kuvvetli delil gördüğünde onu yok sayma hatta zayıflığını ispat için binbir dereden su getirme. Ona göre burada temel ölçü hatta mutlak doğru kendi hissiyatı ve kanaatleri. İyi ama ortada ayet var veya hadis var diyelim, onlara ne diyeceğiz? Laf cambazlıklarına yapılacak yorumlara ne olmuş? Onlar imdada yetişir. Peki bu süreçte ezilen ve ortadan kaybolan ne olur? Tabii ki hakikat.

Gayrin tenkisiyle kendi kemalını göstermek ve gayri tekzib veya tadlil etmekle kendi sıdk ve istikametini ilân etmek: Kendi büyüklüğünü başkalarını küçük göstermekte arama. Küçük göstereceği kişileri yalan, itham ve iftiralarla karalama, itibar suikastı yapma, hakaret etme, izzet, şeref ve onur yoksunlarının yaptığı şekliyle onların onur ve şerefleri ile oynama. Halbuki bir insanın değeri kendisinin ortaya koyduğu düşünce ve davranışları ile ölçülür diye biliyorum ben. Öyle öğretti annem babam ve hocalarım.

“…gibi sefil ve suflî emirlerin menşei olan hubb-u nefis ile böyle makamlarda mügalata ederek çok bahaneler bulabilir.” Sefil, aşağılık, süfli de âdi, bayağı demek. O zaman şu; âdi, bayağı, aşağılık söz ve davranışların kökeni insanın kendi nefsini sevmesi sonucu muhataplarını manipüle etmesi, yalan yanlış bilgiler sunması, iftiralar etmesi. Mügalata bu demek.

Küçüklüğün mizanı tekebbürdür!

Bediüzzaman ile başladık onunla bitireyim. Hakikat Çekirdekleri’nde bu yazıda şimdiye kadar okuduğunuz gerçeklerin adeta özetini sunmuş ve demiş ki: “Her adam için, heyet-i içtimaiyede görmek ve görünmek için mertebe denilen bir penceresi vardır. O pencere kamet-i kıymetinden yüksek ise, tekebbürle tetâvul edecek. Eğer kamet-i kıymetinden aşağı ise, tevazu ile takavvus edecek ve eğilecek, tâ o seviyede görsün ve görünsün. İnsanda büyüklüğün mikyası küçüklüktür, yani tevazudur. Küçüklüğün mizanı büyüklüktür, yani tekebbürdür.”

Yeni nesiller için sadeleştireyim: “Sosyal hayatta görmek ve görünmek adına herkes için bir pencere söz konusudur. Eğer o kişinin boyu pencereden aşağıda ise dışarıyı görmek ve dışarıdan görünmek için ya ayak parmakları üzerine yükselecek ya da ayaklarının altına tabure, sandalye, merdiven koyacak. Tam aksi o kişinin boyu yani değer ve kıymeti pencereden yüksek ise o da dışarıyı görmek ve dışarıdan görünmek için iki büklüm olacak, aşağıya doğru eğilecek. İşte birincisinin adı kibir ve gurur, ikincisinin ise tevazudur.”

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

8 YORUMLAR

  1. Üstad bunu bana yazmış nazarıyla okumak lazım. Yoksa yazılanlara “Buradaki insan tipi tıpkı kapadokyadakilere uyuyor” nazarıyla bakarsak kendimize hiç bir şey katamayız.

  2. Ustad hz.’nin gercekten de Bediuzzaman oldugu yillar gectikce daha iyi anlasiliyor. Sadece kendi yasadigi zamani degil sonraki yuzyillari da asan tespitleriyle zihinlerimizi ve kalbimizi aydinlatiyor. Maalesef, milliyetci/irkci/turk-ustunlukcu/bolgeci/sig yaklasimlar, boyle nadide bir insanin tam olarak anlasilmasinin onunde hep bir engel olarak duruyor.

  3. Sayın Ahmet bey,

    Sizce en şu iki madde kendinizde veya cemaat mensuplarının bir çoğunda mevcut değil midir?

    “ Hiss-i Tarafdarlık: Bir öğretiye, bir şahsa, bir öğretiye, bir partiye, bir spor kulübüne vb müthiş bir coşku ve tutku ile aşırı derecede körü körüne bağlanma. Aralarındaki derece farkı bir yana fanatik, yandaş ve yalaka tabirleri ile karşılayabileceğimiz tutum içinde bulunma. Onun yanlışı bütün dünya insanlığının doğrusundan daha doğrudur deme. Var mıdır böyle insanlar? O kadar çok ki!

    Vehmini bir asla irca’ ile kendine özür göstermek: “Hissiyatını fikir zannetmek, o surette görmek” derdi Hocaefendi. İşte bu o ya da o bu. Ama Üstad’ın cümlesinde devamı var; kendini mazur göstermek. Neden? Çünkü fikir suretine giren o vehmin, zannın veya hayalin yanlışlığı güneş gibi açığa çıkmıştır ve o ana kadar bunun müdafasını yapan insan yanıldığını kabullenmek yerine kendini mazur gösterme telaşına düşer.“

    Halimiz böyle malesef bence.

    Dolayısıyla çuvaldızı önce kendimize batıralım başkalarına da iğne ile yetinelim…

    Eğer hakikat peşinde hakperest iseniz kendinize en uzak gördüğünüz kişinin bile fikir ve sözlerinde acaba burada bir hakikati dillendiriyor mu diye bakarsınız. Acaba içimizde kaç kişi bu şekilde Hocaefendi veya üstad dışındaki hocaları bu tavırla dinlemiş ve değerlendirmiştir?

    Malesef kendimiz dışındakileri biz de etiketledik ve kaldırıp çöpe attık.

    Şimdilerde YouTube gibi imkanlarla Mustafa İslamoğlu dan Yaşar Nuri Öztürk hocaya kadar önüme hangisi gelirse hepsini bu gözle dinliyorum ve ne kadar büyük hakikatleri dillendirdiklerini görüyorum. Ha söylediklerinin üslup larının bir çoğu bana da yanlış geliyor ama o kadar çok doğrular var ki bana ne o yanlışlardan! Zaten herkes tam doğruyu temsil edebilir mi mümkün değil! İşte biz dahil Ortadoğu Müslüman kültürü bundan aynı yerde sayıyor!

    Şu anda bırakın bu hocaları 99 hatası olan ama 1 doğru ve hakikati dillendiren biri kalksa hakikat namına bir şey söylese onu bile dinlerim!

    İnanın midem bulanıyor Kuran’ı sadece bu doğru anlar davranış modelinden vesselam!

  4. Sevgili Ahmet hocam,

    bu yazınızı bence sadece siz okuyun başkalarına yazmayın. Hani üstad buyurmuş talebesine nefsine oku muallim gibi okuma diye!

    Çünkü ben sizin muhataplarınızdan daha çok ihtiyacınız olduğunu düşünüyorum. Hatta bu konuda çevresi itibariyle o kadar uyarı ile karşılaşmasına rağmen üslübunuzu dahi zerre kadar düzeltmeye yeltenmeyi gururunuza yediremediğinizi düşünüyorum.

    Ama ne yapalım size verilmiş bir görev gereği burada yazmaya devam ettiğiniz için cemaat gündemini takip ettiğinizden sizi de mecburen takip etmeye devam ediyoruz. İstemeyerek de olsa…

  5. ERTAN BEYE KATILIYORUM.. taner beyde fikir düşünce sıfır, adama saldırı, safsata.. Ahmet Kurucan beyin fikirleri ufuk açıcı, kendini geliştirmeyen statikler, durmaya ve donmaya mahkum.. siz yolunuza devam edin sayın Kurucan hocam.. muhabbetle..

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin