Bay Erdoğan’ın amok koşusu

Yorum | Bülent Keneş

Anlamlı anlamsız, belli belirsiz birkaç cümle kurar ve ardından sesini yükseltip “Ey cemaat-i Müslimin, bakın burasını iyi dinleyin! Bu söyleyeceğim çok önemli ha!” deme ihtiyacı duyardı. Ama, ‘cemaat-i Müslimin’ dediği çoğu yaşlı bir avuç köylü, bu uyarıya fazla aldırış etmezdi. Bazıları kendi aralarında fısıldaşır, bazıları ise ilgisini minberdeki genç hocadan ziyade başka şeylere yöneltirdi.

Aradan henüz saniyeler geçmişken hoca uyarısını tekrarlar, ama durum bir türlü değişmezdi. İlgisizlik karşısında dikkat çekme arzusu kadar yıkılan özgüveni ve sarsılan öz saygısının verdiği biraz öfke, ama daha ziyade gizleyemediği bir telaşla dozunu her seferinde biraz daha artırarak uyarısını defalarca tekrarlamak zorunda kalırdı. Ama nafile.

Hoca, mahalleye atamayla geleli henüz fazla olmamıştı. Oldukça faal ve sosyal bir kişilikti. Girip çıkmadığı yer, yapmadığı iş, oturup kalkmadığı kişi yoktu. Mahalleli zamanla bir komşu olarak benimsemiş, hatta sevmişti de. Komşuluğunda ve insanlığında fazla bir sorun yoktu. Ama hocalığı ile ilgili kimsede olumlu bir kanaat oluşturmayı da bir türlü becerememişti.

Doğrusu kendisinin de, hocalığı hısım, akraba ve tanıdıklar tavassutuyla elde etmeyi başardığı, aydan aya maaş alacağı bir iş olarak gördüğü belliydi. Doğal olarak işin bu nahoş tarafı  da kimsenin gözünden kaçmıyordu.

İŞ, EHLİNE VERİLMEYİNCE…

Hocanın ne dini ilmi, ne de belagat gücü yaptığı işe müsait değildi. Bu acıklı durumunu sanırım kendisi de oldukça iyi biliyordu. İnsanların ilgisini söylediklerine bir türlü çekemiyor, bir türlü ilgilerini kendisine odaklayacak kayda değer bir şeyler söyleyemiyordu. Ne yapsın Hoca? İlgi çekmek için, neredeyse yarım yamalak kurmaya çalıştığı her cümleden önce “Ey cemaat-i Müslimin, bakın burasını iyi dinleyin, burası çok önemli ha!” demekten başka elinden bir şey gelmiyordu işte…

Mahalle camiinin Hoca’yla hemen hemen aynı yaşlarda bir de müezzini vardı. Birkaç yıl önce uzak bir köyden o da atamayla gelmişti. Mahalleliyle, özellikle de gençlerle iyice kaynaşmıştı. Hoca’nın tersine ilkokul mezunuydu. Ama sürekli okuyordu. Gençlerin de, yaşlıların da halinden ve dilinden anlıyordu. Anlatacaklarını da hep onların anlayacağı bir üslupla anlatıyordu. Bir kez olsun “Ey cemaat-i Müslimin burasını iyi dinleyin, bakın burası çok önemli!” veya benzeri bir söz ettiğini duyan olmamıştı. Ama her sözüne önem verilir, her söylediği can kulağıyla dinlenirdi.

Anlattıklarının sadece bilgi dağarcığından süzülmekle kalmayıp ihlas ve samimiyetle de yoğrulup geldiğini herkes hissediyordu. Hoca’nın yokluğunda minbere çıkmasını 7’den 70’e herkes iple çekiyordu. Her kelimesine pür dikkat kulak veriliyor, her cümlesi anlaşılmaya çalışılıyordu. Edeceği sözlere dair hiçbir iddiası olmayan bu mütevazi müezzin ne sesini yükseliyor, ne de cemaati azarlar nitelikte yönlendirici ifadeler kullanma ihtiyacı duyuyordu.

Bir taraftan görevini sadece maaş aldığı bir iş olarak değil, gönülden bir iştiyakla yapıyor, diğer taraftan da dağarcığına çevresindekilere ışık olabilecek yeni bir şeyler katabilmek için habire okuyordu. Sadece dini kitapları okumakla da yetinmiyordu. Yoğun bir çaba göstererek formel eğitimini de dışarıdan tamamlamaya uğraşıyordu. Ben hala oralardayken en son liseyi bitirmek üzereydi. Bilemiyorum, belki ilerleyen yıllarda üniversite bile okumuş olabilir.

DAMAT BERAT DA BİZİM O HOCA’YI ARATMIYOR MAŞALLAH…

Bizzat kendilerinin sebep oldukları krizden ülkeyi güya çıkarmak için, bildiğimiz ‘Orta Vadeli Program (OVP)’ı biraz boyayıp cilalayarak ve alelacele adını değiştirerek önceki gün ‘Yeni Ekonomi Programı’ diye sunan Milli Damat Berat Albayrak’ı dinlerken, nedense bizim mahalle camiinin o imamını hatırladım birden.

Geometrik bir artışla devam eden beyin göçüyle gün be gün zayıflayan ülkedeki insani sermaye, kaçan yerli ve yabancı sermaye, kapanan yerli şirketler, kapısına kilit vuran yabancı şirketler, yabancı paralar karşısında değeri pula dönen Türk Lirası, başaşağı giden Türk Lirası’na azıcık suni teneffüs yapabilmek için abandıkça abanılan faiz, bu olup biten pejmurdelikler karşısında iştahı yeniden kabaran enflasyon canavarı, artan işsizlik ve daha nice nice problemler…

Bunca problem karşısında, hakkında türlü şaiyalar olduğu halde “eş ve kayınpeder durumu”ndan ülkedeki en kritik bakanlığa oturtulan Damat Bey ne yapsın? Kötü yönetim, keyfilik, hukuksuzluk, demokrasi açığı, despotluk ve paçozlaşmanın vahim sonuçlarından biri olan ekonomik göstergelerdeki çöküşü ekonomik araçlarla düzeltebileceği gibi bir rol kesmekten başka elinden ne gelebilir ki?

SORUNUN ÇÖZÜMÜNÜ SORUNUN KENDİSİNDEN BEKLEMEK…

O da bizim mahallenin hocası gibi, kendisine ve elindeki araçlara yönelik güven eksikliğinden kaynaklanan kompleksle habire “Ey cemaat-i ekonomi, bakın burasını iyi dinleyin, burası çok önemli ha!” deyip durdu. Ne yapsın adamcağız, mevcut durumun sebebi sanki ekonomik mi ki çaresi de ekonomik olsun? Onunkisi de tıpkı bizim hocanın ki gibi, laf olsun torba dolsun nevinden. Yeter ki gönüler coşsun, Güler Hanımlar mutlu olsun. Çok da şey etmeyin yani…

Damat Bey’in söylediklerini bırakalım da, günü bile yönetemeyen bu andavallıların üç yıllık bir süreci yönetebileceği iddialarına prim veren anlı şanlı ekonomi gurularımız değerlendirsin. Bu yıl sonu için yüzde 20,8 hedeflenen enflasyonun 2019 sonunda yüzde 15,9’a kadar geriletilip geriletilemeyeceğine bırakılım da onlar yorum yapsın.

Merkez Bankası’nın Erdoğan’ın baskısı altında kıvranması yüzünden yüzde 20-25’e demir atacak enflasyondan nasıl çıkılacağına bırakalım da onlar bir açıklama getirsin. Dolar kuru varsayımını 2019 için 5,5975, 2020 için 6,00 olarak belirlenmesine dair edilecek bir kaç kelime varsa şayet bırakalım onu da işin uzmanları etsin. Aynı durum 3 yıllık program dahilinde hedeflenen faiz, cari açık ve işsizlik rakamları için de geçerli. Bırakalım hepsini ekonomi punditleri tartışsın. Eee bırakalım bırakmasına da sebebi ekonomik olmayan sorunların çözümü, tırışkadan lafları ekonomik tedbir diye sunmakla olabilir mi? Hiç sanmam.

HAK, HUKUK, DEMOKRASİ VE ÖZGÜRLÜK YOKSA EKMEK DE YOK…

Milli Damat’ın bıktırıcı “bakın burası çok önemli” nakaratı eşliğinde pazarladığı hayalleri bir kenara bırakalım ve asıl meseleye dönelim biz. Yıllardır aklıbaşında onlarca insan “hukuk yoksa ekmek de yok, özgürlük yoksa yemek de yok, demokrasi yoksa iş de yok, adalet yoksa para da yok, zulm varsa işsizlik de olacak, despotluk varsa enflasyon da olacak, keyfilik varsa yokluk da olacak, rüşvet ve yolsuzluk varsa ekonomiye güven de sıfırlanacak, nepotizm ve kayırmacılık varsa ekonomik ve sosyal çöküş de olacak” şeklinde yazıp durdu.

Elbette ki, boşuna değildi zamanında yapılan bu haklı uyarılar. Peki bu söylenenlere kim kulak astı, bu uyarıları kim kaale aldı? Kaale almak şöyle dursun bu tür haklı uyarılarda bulunanlara yapılmayan ne hakaret ne de zulm kaldı. Çoğu ya işini ve aşını kaybetti, çoğunun şirket ve kurumları gasp edildi ve yağmanalandı, pek çokları özgürlüklerini kaybetmek ya da vatanlarını terketmek zorunda kaldı.

Gelin siz boşverin Milli Damat’ın ekonomi adına neler zırvaladığına. Bakın bakalım demokrasi, hak, hukuk, adalet ve özgürlükler alanında olumlu bir gelişme var mı? İnsanlar kendilerini yönetimin bir parçası görebiliyor mu? Kendilerini kendi ülkelerinde özgür hissedebiliyorlar mı? Hukuk önünde herkesin eşit olduğunu, küçük ya da büyük bir haksızlığa uğramaları durumunda müracaat edecekleri mahkemelerde adaletin tecelli edebileceğine inanıyorlar mı? Her kim olurlarsa olsunlar haksızlık ve hukuksuzluk yapanlardan hukukun hesap sorabileceğine ve adaletin tecelli edebileceğine dair zayıf da olsa bir kanaatleri var mı?

Bu sorulara insanların cevabı şayet “evet” ise Milli Damat’ın ne dediğinin inanın herhangi bir önemi yok. Ülkede kötüye giden pek çok şey gibi ekonomi de çoğa kalmaz yoluna girer, kriz biter. Öte yandan, bu soruların cevabı şayet “hayır” ise Milli Damat’ın ne dediğinin herhangi bir önemi yine yok. Ülkede kötüye giden pek çok şey gibi ekonomi de gümbür gümbür çökmeye devam eder. Diyeceğim o ki, sorunun kaynaklarından demeyeceğim, sorunun taa kedilerinden çözüm beklemek kadar büyük bir ahmaklık olabilir mi?

SORUNUN NE OLDUĞUNU GÖRMEK İSTİYORLARSA AYNAYA BAKMALARI KAFİ

Damat Berat ve malum Kayınpederi ekonomideki sorunun ne olduğunu anlamak istiyorlarsa, çok fazla bir şey yapmalarına gerek yok, ayanaya bakmaları yeterli. Ekonominin Damat Berat’ın işgal ettiği o koltuğa nasıl getirildiğinden daha büyük ne sorunu olabilir ki? Hangi demokratik ülkede, iyi kötü hangi hukuk devletinde böyle bir kepazeliğe rastlanabilir ki? Hangi demokratik hukuk ülkesinin anlı şanlı sanayicileri, işadamları ve tüccarları, ülkeyi babalarının çiftliği, dingonun ahırı gibi yöneten yüzsüzlere kamuoyu önünde hesap sormak ve hukuk önünde yargılamak yerine karşılarına alıp da ağızlarından çıkacak zırvalara kulak kesilir ki?

Bırakın OVP’yi MOVP’yi, YEP’i MEP’i bir kenara. Önümüzdeki dönemde neler olacağını asıl ben size söyleyeyim. Ülke, millet ve devlet zulm ve adaletsizlikten başka bir şey üretmeyen şu mevcut halini değiştirmedikçe ne ekonominin ne de topyekün ülke ve milletin durumunun daha iyiye gitme ihtimali bulunmuyor. Dahası, bugünün hukuksuzlukları, adaletsizlikleri ve zulmleriyle yüzleşmeden, bu dönemin zulmlerinin aktörlerinden hesap sorulmadan da işlerin düzelmeye başlayacağı noktaya bile gelinemez.

Peki böyle bir şey mümkün mü? Ayakta kalabilmek için hep daha fazla güce ihtiyaç duyan Erdoğan ve çevresindekilerin böyle bir şeye müsaade etmemek için, son nefeslerine kadar ellerinden geleni artlarına koymayacaklarından şüpheniz olmasın. Girdikleri tek yönlü bu yolda, kaybettiklerinde birlikte her şeylerini kaybedecekleri iktidarlarını sürdürebilmek için yapmayacakları hiçbir şeyin olmadığını da sanırım onca yaşananlardan sonra iyice anlamış olmalıyız.

Bugüne kadar yaptıkları gibi, emin olun bundan sonra da masum insanlar hakkında akla hayale gelmeyecek suçlar uydurmaya, mallarına mülklerine, şirketlerine, bankalarına el koymaya, mali ve maddi varlıklarını gaspetmeye devam edecekler. Bunları da geometrik bir artış ve hızla yapmak zorunda kalacaklar. İş Bankası ile CHP ilişkisi konusunda başlattıkları tartışmalar bu gidişatın peşrevi henüz. Bunun daha Koç’u var, Sabancısı var, Doğuş’u var, Anadolu’su var, var oğlu var…

BÜYÜK ÇÖKÜŞTEN KOLAY BİR ÇIKIŞ GÖZÜKMÜYOR

Muktedirken yaptıklarının iktidardan olduklarında kendilerine bir yeryüzü Cehennemi yaşatacağından şüphesi olmayan Erdoğan ve şürekasının her biri artık birer Amok Koşucusuna dönüşmüş durumda. Bir cinnet ve çıldırmışlık hali içerisinde hep koşmak zorunda olduklarını aklımızdan çıkarmasak iyi olur.

İşin doğrusu ben de, Damat Berat, Erdoğan ve çevresindekilerin sırf ayakta kalabilmek için daha fazla hükmetmekten başka şansları olduğunu sanmıyorum. Çünkü, başka türlü hareket edebilme şanslarını çoktan yitirdiler. Bu saatten sonra, Amok psikolojisi içerisindeki bu insanlardan ülkeye, millete ve dünyaya zarardan başka bir şey gelmez. Gözü dönmüş bu azgın çetenin, sonuçlarını hesap etmeden cinnet haliyle giriştikleri eylem sonucunda yol açtıkları sorunları çözebilmelerini beklemenin abesle iştigal olduğunu anlatmama da bilmem gerek var mı?

Korkarım ki, bizzat yaptıkları zulmleri başkalarına yansıtarak asıl kendilerinin büyük bir zulme ve kötülüğe maruz kaldığına ya da kalacağına kendilerini inandırmış cinnet halindeki bu Amok koşucularının uzun maratonlarına zulm, şiddet, yıkım, cinayet ve katliamdan başka bir şeyin refakat etmesi pek mümkün gözükmüyor. Her türlü insani değerden sıyrılmış bu Amok koşucuları, tebelleş oldukları ülkenin başına musallat olmaya devam ettikleri müddetçe, açıklanacak bir OVP ya da YEP değil, bunlardan yüzlercesini açıklasalar nafile…

Büyük ahlaksızlıkların, zulm ve haksızlıkların sebep olacağı mukadder çöküşün ölçeğinin bu saatten sonra küçük kalması mümkün olmadığı gibi, bu çöküşten çıkışın da kolay bir yolu maalesef olmayacak gibi görünüyor.

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin