Bahçeli MHP’sinin kısa tarihi

YORUM | YAVUZ ALTUN 

Meşhur Fransız yazar Charles Baudelaire, 1862’de yayımladığı bir kitapta şöyle bir laf etmiş: “Şeytanın en iyi hilesi, sizi aslında var olmadığına ikna etmesidir.” Bu sözü bazılarınız, Bediüzzaman’ın Lemalar isimli eserinden, şu şekilde okumuşsunuzdur: “İblis’in en mühim bir desisesi, kendini, kendine tâbi olanlara inkâr ettirmektir.” Bazılarınız da, bu sözü bir filmden hatırlıyordur. 1995 yapımı Olağan Şüpheliler’in (The Usual Suspects) beklenmedik kötü adamı Keyser Söze, polisin gözü önünde olduğu hâlde bir polis soruşturmasından kaçışını yukarıda ana fikri verilen sözlerle anlatır.

Milliyetçi Hareket Partisi’nin (MHP) Türkiye siyasetinde 12 Eylül darbesinden sonra, bilhassa da Alparslan Türkeş’in ölümüyle, kendini yerleştirdiği konum bana biraz bu sözü hatırlatıyor.

BU YAZIYI YOUTUBE’TA İZLEYEBİLİRSİNİZ ⤵️

Kâğıt üstünde MHP, sağ içinde ideolojik olarak en katı partilerden biri. Türkeş’in 9 Işık Doktrini, CHP’nin 6 Ok’unun güncellenmiş bir versiyonu. Zaten rahmetli Türkeş’in 27 Mayıs cuntasının (küstürülmüş) bir üyesi ve emekli bir asker olarak CHP’de siyaset yapmamasının en büyük sebebi de, partinin Atatürkçülükten uzaklaştığını düşünmesi. Bir de kendini doğal lider olarak görmesi. Ancak 1970’lerde, dışarıda Soğuk Savaş’ın kışının bastırdığı, içeride ise sağ-sol çatışmalarının yoğunlaştığı dönemde, Türkeş partisini daha muhafazakâr bir çizgiye çekecekti.

AlparslanTürkeş Alparslan TÜRKEŞ Necip Fazıl KISAKÜREK | Fotoğraf, Insan, Türkler

Öyle ki 1977’de Necip Fazıl, Milli Görüş hareketinin “pasifliğini” nazara vererek Türkeş’le buluşup MHP’ye destek vermişti. Bu dönemde MHP bir kitle partisine dönüşemedi. Necmettin Erbakan’ın Milli Selamet Partisi (MSP), 1973’te yüzde 11, 77’de yüzde 8 oy alırken, MHP’nin 73’teki yüzde 3’lük oyu, 77’de yüzde 6’ya çıkabilmişti. Necip Fazıl etkisi mi? Daha ziyade sokaktaki hareketliliğin etkisi.

1970’lerdeki “anarşi” korkusu, soldan yükselen “devrim” sloganları, MHP’ye olan ilgiyi de arttırdı. Türkeş’in Atatürkçülükten devraldığı Türk milliyetçiliği hikâyesi yerini “vatanın bekçiliği” kostümüne bıraktı. Bürokrasiden üniversite ve liselere kadar solculuğun olduğu her yerde “ülkücülük” de var olmaya başladı. Süleyman Demirel’in “milliyetçi cephe” hükümetlerinde Türkeş bakanlık yaptı. Bu sebepledir ki, 12 Eylül’de MHP’nin lider kadrosu hapse atıldığında, “Biz zindandayız fakat fikirlerimiz iktidarda” diyeceklerdi.

MHP adı üstünde aksiyoner bir partiydi. İdeolojik bir sağcılık önermesi, üniversite gençliği arasında ilgi çekiyordu. 1970’lerde lise ve üniversitelerde ülkücülükle hemdem olan gençlerin önemli bir kısmı öğretmen ya da bürokrat olmuş Anadolu’ya yayılmışlardı. Eski bir albay olan Türkeş’in ordu içinde bir sempatisi olduğu düşünülüyordu. (Taha Akyol’un anlattığına göre, Türkeş’le Necip Fazıl buluştuklarında, Fazıl özellikle Türkeş’in ordu içindeki gücünü öğrenmek istemişti.)

12 Eylül sonrası “anarşi” tehlikesi son bulmuş, Turgut Özal’ın ANAP’ıyla birlikte merkez sağ bir kez daha iktidara gelmişti. MHP’nin bu dönemi biraz kimlik bunalımı ile geçer. 1980’lerde ve 90’larda MHP’yi tam aradığı şahin pozisyona taşıyacak iki gelişme yaşandı. İlki Ermenilerin kurduğu ASALA’nın yurt dışında Türk elçiliklere yaptığı saldırılar. Gerek Türkeş’in gerekse MHP’nin yeri geldiğinde kullanılacak “illegalite” ile hiçbir zaman sorunu olmadı. Abdullah Çatlı, Alaattin Çakıcı gibi isimler, ülkü ocaklarında her zaman rol model olarak anlatıldı.

Ardından PKK meselesi ortaya çıktı. MHP için bu bulunmaz bir fırsattı. Türk milliyetçiliğini bir sürekli kriz (ya da güncel tabirle “bekâ”) durumunun yegâne sığınılacak limanı hâline getirdi. Ancak şöyle bir problem de vardı: PKK meselesi Türk siyasetini komple “milliyetçi” çizgide buluşturmuş, aykırı sesleri törpülemişti. 1990’lardaki terörle mücadelede illegaliteye kaymak için MHP’ye ihtiyaç yoktu, bürokrasi ve merkez partiler buna zaten gönüllüydü. 1995’teki seçimlerde MHP barajın altında kaldı ancak terörün gündem olmasıyla oylarını yüzde 8’e taşımıştı.

Ancak MHP’yi asıl etkin kılan gençlere hitap edebiliyor oluşu ve devlet bürokrasisindeki etkisiydi. Sağcılar için her zaman “ikinci adres” olmayı başardı. Özellikle de terörün yükseldiği, milliyetçi duyguların kabardığı zamanlarda. Bununla birlikte büyük şehirlerde CHP’den bile oy koparabilir hâle gelmişti.

Türkeş’in 9 Işık Doktrini’nde “köy” önemli bir yer tutar. Zaten Türkeş’in siyasete başladığı parti de, Osman Bölükbaşı’nın Cumhuriyetçi Köylü Millet Partisi’dir. Arkadaşlarıyla bu partiyi ele geçirip adını MHP’ye çevirecektir. Türkeş, İttihatçılığın “halkı aydınlatma” görevini, köylülere milli ruh üfleme ameliyesiyle mezceder. Ancak 1990’lara gelindiğinde köylüden çok taşradaki küçük şehirlerde yaşayanların partisidir MHP çünkü köy nüfusu giderek daralmıştır.

Devlet Bahçeli kimdir - Biyografi Ansiklopedisi

Bir külte dönüşen Türkeş’in vefatından sonra ailesi partiyi elinde tutmaya çalıştı fakat teşkilat izin vermedi. Devlet Bahçeli, MHP’nin dışarıdan bakınca pek de görünmeyen konsensüsle yeni genel başkan seçildi. Oğul Tuğrul Türkeş, yenilgiye uğrayınca partiyi terk etti.

1990’lı yıllar kitlesel merkez sağ partilerinin ikinci nesil liderlerle yola devam edip edemeyeceğinin görüldüğü bir dönemdi. Edemediler. ANAP’ta Mesut Yılmaz, DYP’de ise Tansu Çiller, benzerliklerinin ağır bastığı rekabet içinde, bir türlü bir araya gelemedi, bunun yerine farklı partilerle koalisyona yöneldi. DYP’nin yükselen muhafazakâr Refah Partisi’yle kurduğu hükümet, 28 Şubat’ta askerin müdahalesine yol açtı.

MHP de bu arada kendi içinde bölünmeler yaşadı. Muhsin Yazıcıoğlu ve ekibi 1993’te “daha muhafazakâr” Büyük Birlik Partisi’ni (BBP) kurdu. MHP nasıl ki sağ seçmenin ikinci adresiydi, BBP de MHP’lilerin ikinci adresi oldu, haliyle pek bir varlık gösteremedi.

1999’da PKK lideri Abdullah Öcalan’ın yakalanıp Türkiye’ye getirilmesi iki partiye yaradı: Geçici iktidardaki Demokratik Sol Parti (DSP) ve MHP. Aynı yılın Nisan ayında yapılan genel seçimlerde MHP yüzde 17’yle tarihinin en yüksek oy oranına ulaştı. Meclis’teki ikinci parti oldu. Ya iktidarda yer alacaktı ya da ana muhalefet partisi gibi davranacaktı. 28 Mayıs’ta DSP lideri Bülent Ecevit’in liderliğinde, DSP, MHP ve ANAP koalisyonu kuruldu.

“Talihli bir olayla” beklemedikleri oyları alan DSP ve MHP, ülke tarihinin belki de en talihsiz hükümetinde bir araya geldiler. Ağustos’ta ülke tarihinin en şiddetli depremi yaşandı. On binlerce insan hayatını kaybetti. Hayat günlerce durdu. Ekonomi bir türlü toparlanamadı ve 2001’de yine ülke tarihinin en ciddi krizi yaşandı. IMF’yle anlaşılmış, Kemal Derviş ekonomiyi rayına oturtmaya başlamıştı ki, Bahçeli erken seçim frenine bastı.

Şimdiden bakınca Bahçeli’nin bu hamleyi bilinçli bir şekilde adeta yeni dönemi dizayn etmek için yaptığı iması yapılıyor fakat MHP hiçbir zaman iktidara uygun bir parti değildi. Pragmatist uzlaşmacı bir yanı yoktu. Katı doktriner bir partiydi. Uzlaştığında, tabanını kaybedecekti. Bunu engellemek için yeni stratejiler belirlemesi gerekirdi ama yapmadı. Onun “soldaki” karşılığı aslında Doğu Perinçek’in Vatan Partisi’dir. Perinçek de lise ve üniversitelerde örgütlenmeyi önemsedi, bürokraside etkin olmayı bir varlık sebebi gördü. Ancak MHP kadar kitleselleşemedi. Bu da sağcıların ayıbı olsun.

Bahçeli yıllarca “ülkücüleri sokaktan uzak tutmak” gibi farazî bir fazilet atfedilerek alkışlandı. Ama aslında olan, 2000’lerle birlikte MHP’nin yakıtının bitmesiydi. “Beka kaygısı” denilecek bir durum yoktu; AB yolunda istikrarlı bir rota belirlenmişti. Bahçeli 2001’de koltuğu bıraktığında, MHP’nin içinden bir lider çıkaramaması, aslında ülkücü hareketin geldiği noktayı iyi anlatan bir örnek.

Eski ülkücülerin büyük çoğunluğu 2000’li yıllarda AKP’ye yakın şeyler söylediler. Zaman gazetesinde yazan Ahmet Turan Alkan, Naci Bostancı ve Mümtaz’er Türköne ülkücü gelenekten gelen entelektüel isimler olarak, MHP’yi sıklıkla eleştirdiler ve bu arada AKP’yi desteklediler. Bahçeli hiçbir zaman böyle bir kalem desteğine ihtiyaç duymadı. Doğru düzgün miting yapmadan seçime girdi, çoğu zaman yazılı açıklamalarla gündeme dair görüşlerini paylaştı. 

Yine de sağ seçmen arasındaki “itibarını” hiçbir zaman kaybetmedi. AKP’nin Kürt açılımından rahatsızlık duyan seçmene kapısını açtı. Bahçeli Meclis’e girer girmez, Abdullah Gül’ün seçilmesi için gerekeni yaparak centilmenliğini gösterdi. Böylece 2007’deki oy oranını 2011’de de korumayı başardı. AKP’nin türbülansa girdiği 2013 yılından itibaren muhalefetin dozunu arttırmayı ihmal etmedi. “Ver Bilal’i, al iktidarı” lafı Erdoğan’ı çileden çıkarmıştı.

7 Haziran 2015 seçimlerinde AKP tek başına hükümet kuracak çoğunluğu kaybedince, HDP’nin dışarıdan destekleyeceği bir CHP-MHP koalisyonu gündeme geldi. Hatta başbakanlığa Bahçeli otursun, dendi. Ancak Bahçeli, HDP’ye kapıları sıkı sıkıya kapatmıştı. Bütün sermayesini PKK’ya bağlamış, ahlakî üstünlüğünün yegâne koşulunu PKK karşıtlığında gören bir partinin “üç günlük” iktidar için bunu kaybetmesi beklenmezdi.

1 Kasım 2015’te AKP yeniden iktidar olunca MHP’ye başlangıçta ihtiyaç yok gibi görünüyordu ancak o tarihten itibaren Erdoğan ve AKP giderek daha milliyetçi bir tavır takındı. Kürt açılımı bitirildi, Batı’yla ipler kopma noktasına geldi. Bu arada parti içinde de taşlar yerinden oynadı. CHP’yle koalisyonu ciddiye alan, Kürt açılımı konusunda daha hevesli Davutoğlu ve ekibi gönderildi.

15 Temmuz darbe girişimi sonrasında kurulan “Yenikapı mutabakatı” Erdoğan ve Bahçeli’yi fiili olarak yan yana getirecekti. Önce başkanlık sisteminde anlaştılar. Referanduma gidildi. Etliye sütlüye karışmayı pek sevmeyen Bahçeli’nin, bürokrasideki tasfiyeler karşısında iştahı kabarmıştı belli ki. Orduda, poliste ve üniversitelerde MHP’nin ağırlığı arttı. Bir de jest olarak MHP içindeki Bahçeli muhaliflerinin tasfiyesinde yardımcı olundu.

Bursa Sancak - Devlet Bahçeli Yenikapı'da, Kudüs mitinginde konuştu

Şubat 2018’de Cumhur İttifakı kuruldu. “Ne erken seçimi?” sözleriyle gazetecileri azarlayan Erdoğan, “Neyse yapalım da kaygısı kalksın” dercesine Haziran’da erken seçime gitme kararı aldı. Yeni sistemdeki ittifak meselesi, tam da Bahçeli’nin aradığı “koalisyon” modeliydi. Gücü paylaşalım ama sorumluluk sende kalsın! 1999-2001 arasındaki koalisyon ortaklığından zarar görmüştü. Yoğurdu üfleyerek yiyordu.

MHP’nin bu ittifaktaki rolünün sadece aritmetik hesaplarla ilgili olduğunu düşünenler, son haftalardaki gelişmelerle birlikte şaşırdı. Açıkçası ben de bu şaşıranlar arasındayım. Bizatihî Erdoğan’ın tartışmaya açtığı reform tartışmalarında Bahçeli, öne çıkmaya çalışan Bülent Arınç’ı çiğ çiğ yedi. Berat Albayrak’ın istifasıyla esen olumlu rüzgâr terse döndü. Osman Kavala ve Selahattin Demirtaş’ın serbest bırakılmasını beklerken, Alaattin Çakıcı’nın siyasette aktif rol almaya başlamasına şahit olduk.

Bahçeli kendi partisini iktidarın pragmatist doğasına teslim etmeyip toplumsal aşınmayı engelleme gayreti gösterirken, AKP’nin bütün pragmatist manevra alanlarını kapattı. Olası bir iktidar değişiminde, muhalefetteki renksiz günlerine dönmeyi hedefliyor muhtemelen. Ancak farkında mı ya da umursuyor mu bilmiyorum, partisi güç kaybetmeye devam ediyor. 2007’de AKP ve MHP’nin aldıkları toplam oy yüzde 60’ın üzerindeydi. Şimdilerde yüzde 50’yi geçebilir miyiz hesabı yapıyorlar. MHP yine baraj altında kalabilir.

Gelgelelim şu tablo da çok ilginç: 2018’deki seçimlerde MHP ve İYİ Parti toplamda yüzde 20 civarı oy aldı. Millet İttifakı, 2019’da Ankara Büyükşehir Belediyesi’ni kazanırken adayı MHP kökenli Mansur Yavaş’tı. Bugünlerde anketlerde cumhurbaşkanlığı adaylığı için Yavaş’ın ismi ön plana çıkıyor. İYİ Parti daha çok merkez sağda bir parti görünümü verse de, MHP’yle benzer refleksler verdiği ya da vereceği konular çok fazla.

MHP, bir siyasi parti olarak hiçbir zaman iktidara gelme hevesi gütmedi. İktidarı kenarda durarak etkileme yolunu seçti. Keskin ve yüksek çıkan sesi, milliyetçiliği ve devletçiliği her zaman “samimi” bulmuş Türkiye toplumunda yankılandı. Tam ihtiyacı olduğunda AKP’ye uzattığı el, Bahçeli’nin kariyerinin en önemli hamlesi. Keyser Söze gibi kendini saklamayı iyi beceriyor. İktidardaki ağırlığını da bugüne kadar hep gizledi. Bakalım, bazı yorumcuların dediği gibi “vuruşarak ayrılma” yoluna mı gidecekler; yoksa Erdoğan, Bahçeli’nin çizdiği alanda oynamayı mı sürdürecek?

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin