Ayasofya, Ay, Anayasa

YORUM | NEVİN ERDEM

İktidarda kalmak için gündemi belirlemek çok önemli.

Bunun önemini bilen mevcut iktidar, sürekli yeni şeyler üretiyor. Gündem belirlemek için üretilen şeylerin en önemli özelliği, masrafsız olması.

Büyük paralar harcayıp, ciddi bir altyapı hazırlamanız gerekmiyor.

Yerli ve milli otomobil, uçak projeleri, Ayasofya’nın camiye çevrilmesi, Karadeniz’de doğalgaz rezervleri ve Ay’a yolculuk, sıfır maliyetle yapılan gündem oluşturma örnekleri.

En son gündem ise, Erdoğan’ın grup toplantısında açıkladığı, yeni bir anayasa yapılması.

Yeni anayasa tartışmalarını iki yönden ele almak mümkün:

Öncelikle, yeni anayasanın iktidar tarafından gündem yapılması, Türkiye’de hala “çıkmadık bir can” olduğunu göstermesi yönüyle ümit verici.

Niye mi?

Çünkü gündem, halkın ilgi alanına girdiği ya da girebileceği değerlendirilen konular üzerinden seçiliyor. Yani iktidar, halkın yeni anayasa tartışmalarına ilgi göstereceğini düşünüyor.

Hak ve hukukla ilgili alanlarda his, acı ve hareket gözlemlenmeyen, üzerine adeta ölü toprağı serpilmiş görüntüsü veren toplumun, hukuka ilgi duyduğunun varsayılması ve yeni anayasanın gündem yapılması bu yönüyle dikkate değer.

Değişik gündemlerle, toplumu cambaza baktırmayı, arka planda ise kendi karanlık işlerini halletmeyi çok iyi bilen iktidar, şimdi de yeni anayasa yapılmasını gündem yapıyor.

Demek ki, Ayasofya’ya bak, doğalgaza bak, uçağa bak, aya bak denildiğinde bakan bir kitle, Anayasa’ya bak denildiğinde de bakıyor. En azından iktidar yaptırdığı anketlerle bu sonuca varıyor.

Demek ki, anayasa ve hukuk denilmesinin iktidarın seçmen kitlesinde hala bir karşılığı var.

Demek ki, öldü sanılan toplumda hala yaşam belirtileri var; nabız atıyor.

Yeni anayasa tartışmalarında üzerinde durulması gereken asıl önemli husus ise, tartışmalardaki tutarsızlıklar ve anlamsızlıklar.

Anayasalar temel olarak hak ve özgürlükleri güvence altına alan, sınırlarını belirleyen genel kurallardır.

Anayasada düzenlenen hak ve özgürlüklerin, gerçek anlamda güvence altına alınması ise, kanun, tüzük, yönetmelik, genelge ve en önemlisi de yerleşik uygulamalarla olur.

Türkiye’nin bir anayasaya ihtiyacı olup olmadığını belirlemek için, öncelikle Türkiye’deki temel sorunların ne olduğuna bakmak gerekir.

Boğaziçi Üniversitesi’nin kapısına kelepçe takılması ve gencecik öğrencilerin evlerine tam teçhizatlı onlarca polisle baskın yapılması sorunu, yeni anayasa yaparak aşılamaz.

Sosyal medya paylaşımları nedeniyle gece vakti insanların evlerinin basılarak, gözaltına alınmaları, hatta tutuklanmaları sorunu, yeni anayasa yaparak aşılamaz.

Gözaltında kayıplar, kaçırılmalar sorunu, yeni anayasa yaparak aşılamaz.

Kuvvetler ayrılığının en önemli üç ayağından biri olan Meclisin, devredilmesi Anayasa’da açıkça yasaklanan yasa yapma yetkisini fiili olarak “tek adam”a devretmesi sorunu, yeni anayasa yaparak aşılamaz.

Modern bir demokrasinin olmazsa olmazı bağımsız yargının, Anayasa’da düzenlenen her türlü güvenceye rağmen, iktidarın güdümüne girerek muhalifleri baskılama aracına dönüşmüş olması sorunu, yeni anayasa yaparak aşılamaz.

Ülkedeki tüm uygulamaların Anayasa’ya uygun bir şekilde yürütülmesini denetlemekle görevli en üst mahkeme olan Anayasa Mahkemesi’ne, hukuki yetkinlikleri tartışmalı, iktidara bağlılıkları tartışmasız üyeler atanması sorunu, yeni anayasa yaparak aşılamaz.

Anayasalar, evet, oldukça önemli metinlerdir. Ancak sadece, yazılı metinlerdir.

Çok mükemmel bir anayasa, kötü niyetli bir iktidarın ve uygulayıcıların elinde, son zamanların modası olan online Zoom toplantılarında fonu süsleyen bir kitaptan başka bir anlam ifade etmez.

Kötü formüle edilmiş bir anayasa ise, iyi uygulayıcıların elinde adeta doğru yönü belirlemeye yardımcı olan bir kutup yıldızına dönüşebilir.

Hatta yazılı bir anayasanın olmaması dahi, hak ve özgürlüklerin güvence altında olduğu, devlet organlarının birbirleriyle uyum içinde çalıştıkları güzel bir sistemi kurmanın önünde bir engel değildir.

Örneğin, İngiltere’nin yazılı bir anayasası yoktur.

Anayasa değil, ilkeler ve uygulamalar önemlidir.

Genel başkanı dahil birçok HDP milletvekilini hapseden 2021 Türkiye’si, kralın birçok yetkisini İngiliz parlamentosuna devrettiği, yasama dokunulmazlığının güvenceye alındığı 1689 tarihli İngiliz Haklar Bildirgesi’nin daha gerisindedir.

Hatta, yargının muhalif tasfiye aracına dönüştüğü 2021 Türkiye’si, hukuka uygun bir yargılama olmaksızın hiç kimsenin tutuklanamayacağını ve mallarına el konulamayacağını hüküm altına alan 1215 tarihli Magna Carta’nın dahi daha gerisinde bir ilkesizlik ve keyfilik içinde olduğunu söylemek abartı olmayacaktır.

Dolayısıyla, anayasa değil, ilkeler ve uygulamalar önemlidir.

İlkeler, binlerce yıllık insanlık ağacının meyveleri olarak birçok uluslararası sözleşme ile birlikte Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nde bulunmaktadır.

Bu ilkeler, Türkiye’nin mevcut anayasasında da bulunmaktadır.

Ancak iktidar ve iktidara bağımlı yargı bu ilkeler yokmuş gibi davranmaktadır.

Özetle, Türkiye’de Anayasa sorunu yoktur; hastalık boyutunda etik, ahlak, vicdan ve uygulama sorunu vardır.

Hiçbir anayasa bu hastalığa derman olamaz.

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

1 YORUM

  1. Güzel bir yazı elinize sağlık…

    İktidarın yeni anayasa yapılması talebi, halkın hukuka önem vermesinden çok, “bazı hassasiyetlerinin kaşınması” gereksiniminden doğuyor olabilir.

    Laikliğin değiştirilmesi teklif edilemeyecek maddelerin arasından çıkarılmasını hayat-memat meselesi gören insanların varolduğu bir toplum bizimkisi. Son cümlem dolayısıyla beni tekfir edecek insanlar da mebzul.

    Hele bir de “Bu ülkeyi kuranlar, anayasanın 2. maddesinde “Devletin dini, din-i İslam’dır” demişlerdi; sonradan değiştirildi” tartışmasını düşünün.

    Bugünkü iktidar, “demokratik, laik, sosyal bir hukuk devleti” görüntüsü altındaki faşist bir anlayışın, mağdur ettiği insanımızın mağduriyetinden beslenen, İslamcı geçinen yine faşist bir iktidar.

    Başörtüsü ve sakal mağduriyetinden, Ayasofya’nın kapatılması mağduriyetinden, topluma rol-model olarak sadece başını açan değil, mini etek ve şort giyebilen, sigara-içki tüketebilen “o bir küçük hanfendi” dayatmasından, askeri ve idari vesayetlerin zulümlerine karşı halkın sesi olduğu iddiasından beslendi. Şimdi bu mağduriyetleri bozdurup bozdurup harcıyor. Yakında “ikili takvim”, “ezani-vasati saat” ve “Osmanlıca tedris” meseleleri yeniden gündem olursa şaşıryalım derim…

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin