YORUM | M. NEDİM HAZAR
Dünün tarihi, yani 27 Ocak özellikle Avrupa’da yaşayanlar için önemli bir gün…. Ülkemizde pek bilinmeyen bu tarihi gün için bir derleme yaptım.
Polonya’daki Krakov kentinin 60 kilometre güneybatısındaki Auschwitz, 1940 yılının ilkbaharında inşa edildi. Başlangıçta bu kampın, savaş esirlerinin ve tutukluların zorunlu olarak SS için çalışması amacıyla kurulduğu sanılıyordu. Kampın asıl işlevi birkaç ay sonra ortaya çıktı. Adolf Hitler, sadık komutanı Rudolf Höss’ten “Asmayıp da besleyelim mi?” serzenişiyle beraber Yahudileri, Rusları, çingeneleri ve eşcinselleri yok edecek bir program başlakmasını istedi. 1941 yılının Eylül ayında toplama kampının komutanı Rudolf Höss, tutukluların öldürülmesi için zehirli Züklon B temin edilmesi emrini vermişti. Aslında bir dezenfeksiyon maddesi olan Züklon B; kapalı alanda yaydığı buharla dakikalar içinde ölüme sebebiyet veriyordu. Auschwitz toplama kampı ya da bir diğer adıyla bu ölüm kampında hayatta kalmayı başarabilenler Sovyet birliklerince kurtarıldılar. İşte bu tarih 27 Ocak 1945 idi.
Polonya’da yaşayan yaklaşık 3 milyon Yahudi’nin yok edilmesinin başlangıç sinyali olan operasyon “Reinhard” kod adı ile kurulmuştu. Ancak bir süre sonra o kadar çok imha yapıldı ki, bu kamp yeterli gelmemeye başlamışı. Bunun üzerine Almanlar Auschwitz-Birkenau ve Majdanek’de iki imha kampı daha kurdular. Altı imha kampının tümü de eski Polonya topraklarında yer alıyor ve sadece kitle katliamını amaçlıyordu.
Tümü de son derece organize olan imha kamplarının fabrikalara olan benzerliği tüyler ürpertici boyutlardaydı. Bununla birlikte, gelişmiş gazla zehirleme tesisleri ve krematoryumları ile sadece Auschwitz-Birkenau yüksek teknolojiye sahipti. Yahudilerin katledildiği yeraltındaki gaz odalarından tutunda cesetlerin yakıldığı I ve II numaralı krematoryumlara çıkan asansörler bile konulmuştu. Altı imha kampı çok kısa bir süre içinde inşa edildi.
Aralık 1941 ve Aralık 1942 tarihleri arasında, Chelmo, Belzec Treblinka, Sobibor, Auschwitz-Birkenau ve Majdanek kamplarının tümü de demiryolu hatlarının yakınında bulunuyordu. Kamplar özellikle Alman ve uluslararası kamuoylarının ilgi alanlarının dışında bulunan, uzaklardaki Polonya’nın sessiz kırsal bölgelerinde olmalarından ötürü seçilmişti.
1940’tan 1945’e kadar Nazilerin en büyük ölüm kampı olan Auschwitz-Birkenau, üç ana aktarma merkezinden ve düzinelerce küçük kamptan oluşuyordu. 1945’te kurtarılana kadar %90’ı Yahudi olmak üzere yaklaşık 1.1 milyon kişi buranın duvarları içinde öldürüldü.
Tablo o kadar korkunçtu ki, 1945’te Auschwitz’in özgürleştirilmesinin ardından öldürülen mahkumlara ait 7 ton saç bulundu. 7 ton insan saçı!
Bir Canavar: Dr. Mengele!
Kurbanlar kampa genellikle, hayvan taşımakta kullanılan vagonlardan oluşan trenlerle getiriliyor, Auschwitz Garı’na gelince doğrudan kampa götürülüyorlardı. 1944 yılında peronlar kampın içine kadar uzatıldı. Bazen tamamı doğrudan gaz odalarına gönderiliyor, bazen de hasta, zayıf, yaşlı ve çalışamayacak durumda olanların ayıklanması süreci yaşanıyordu. Bu ayıklama işlemini genellikle, caniliği ile tanınan kamp doktoru Josef Mengele yönetiyordu.
Mengele, kelimenin tam anlamıyla bir canavardı… Aslında toplama kampındaki mahkumların hangisinin öldürüleceği, zorla çalıştırılacağı ve üstünde deney yapılacağını belirleyen SS doktorlarından biriydi Mengele. İnsanlar üzerinde yaptığı, onları ölüme kadar götüren, tıbbi deneylerden dolayı, doktor olmasının da etkisiyle ona “Ölüm Meleği – Azrail” ismi verilmişti.
Tuhaf ve garip olduğu kadar korkunç deneyler yapıyordu Dr. Azrail. Örneğin deneylerinden bir tanesinin amacı, Atlantik’te denize düşen bir askerin kaç saat içerisinde öleceğini ölçmek içindi. Soğuk kış gününde, buz dolu sulara zorla sokulup bekletilen insanların, donmadan önce kaç dakika yaşayabildikleri test etti. Tabii binlerce insanı öldürerek!
Josef Mengele’nin denekleri üzerinde hiçbir anestezi yapmadan cerrahi operasyonlar yürüttüğü, örneğin insanların kollarını, bacaklarını veya midelerini canlı canlı kestiği biliniyor. En zalim deneyleri ise, kampa gelen ikiz çocuklar üzerinde yapıyordu. Mengele, kampa gelen tüm ikizleri diğer tutsaklardan ayırıyor ve üzerinde farklı deneyler yaparak kalıtımsal faktörlerin etkisini ölçüyordu. Ancak kullandığı metotlar inanılmaz derecede zalimdi. İkizlerin kanını, birbirine enjekte ederek tepkiyi ölçüyor, birinin bacaklarını keserek diğerinin ruhsal değişimin gözlemliyordu.
Bir diğer canavarlığı ise cüce tutsaklara yaptıklarıydı.
Romanyalı beşi kız, yedi Yahudi cüce kardeş, İkinci Dünya Savaşı’nın en yoğun olduğu dönemde, Dr. Mengele’nin eline düştü. Rozika, Franziska, Avram, Frieda, Micki, Elisabeth ve Perla Ovitz kardeşler, doğuştan gelen cüceydiler. Onlar da diğer Yahudiler gibi yakalanıp Auschwitz Toplama Kampı’na getirildiler. Ovitz kardeşlerin boyu, “Pseudoachondroplasie” adı verilen hastalık nedeniyle uzamamıştı. Yedi cüce kardeş dışında, ailede üç de normal görünümlü kardeşin varlığından Polonya’daki Auschwitz Toplama Kampı’nda haberdar olan ünlü Nazi doktoru. Mengele, cücelik ve devliğin genetik nedenlerini araştırmak için ideal deneklerini bulmuştu.
Cüce kardeşler üzerinde ırk araştırmaları yapmak için zavallılardan litrelerce kan aldı. Kampa yeni gelenleri eleyen, gaz odasına gönderen Dr. Mengele, cüce deneylerinde 2 binden fazla insanı katletti. Ayıklama işlemlerinde de 2 milyon kişinin ölümünden sorumluydu.
Auschwitz toplama kampından kurtarılanlardan biri de Anita Lasker’di. Lasker yaşadıkları şöyle anlatıyor: “Kampa yenileri getirildiğinde başlarında bir doktor ve komutan bulunuyordu ve hepimizin gözleri önünde tasnif ediliyorlardı. Yaşları ve sağlık durumları soruluyordu. Yeni gelenler ise ne olduğundan habersizdi ve sağlık sorunlarını söyleyerek aslında kendi ölüm fermanlarını imzalıyorlardı. Özellikle yaşlılar ve çocuklar ne olduğunu anlamıyordu. Sağ taraftakiler hayatta kalıyor, sol taraftakiler ise gaz odasına gönderiliyordu…”
Auschwitz’e getirilenlerin tümü gazla öldürülmüyordu. Hayvan taşımacılığında kullanılan vagonların içinde sıkış tepiş kampa getirilen insanlar, Nazi terminolojisine göre “tasnif” ediliyordu. Kimin gaz odasına gönderileceği kimin gönderilmeyeceğine SS doktorları karar veriyordu. Elbette bunların başında gelen isim “Auschwitz’in Azraili” olarak adlandırılan Josef Mengele’ydi.

Anitta Lasker doktor Mengele’yi şöyle anlatıyordu:
“Dr. Mengele orda çeşitli deneyler yapıyordu. Kadınlar, deneylerin yapıldığı Auschwitz’in ünlü 10’uncu bloğuna getiriliyordu. Ve kadınlar deneylerde kobay olarak kullanılmak üzere kısırlaştırılıyordu… İkizlerle ilgili de yapılan deneyler vardı. Dilleri tamamen dışarı doğru çekilerek koparılıyordu, burun delikleri de zorla açılıyordu.”
Auschwitz korkunun ve Nazi sisteminin en büyük toplama ve imha kampıydı. Burada mükemmel şekilde işleyen korkunç Nazi sistemi daha da geliştirilmişti. Kitlesel ölümlerin organizatörü ise Adolf Eichmann’dı. Eichmann, Reich Ana Güvenlik Baş Dairesi (RSHA) olarak adlandırılan kuruluşun Yahudi işlerinden sorumlu yöneticiydi. Bu daire SS yapılanmasının bir nevi terör aracıydı. Eichmann 2. Dünya Savaşı’nın sonunda Vatikan’ın desteğiyle Arjantin’e kaçtı. Ancak İsrail gizli servisi, 1960 yılının Mayıs ayında peşini bırakmadığı Eichmann’ın izini buldu ve onu İsrail’e kaçırdı. İsrail’de hakim karşısına çıkarılan Eichmann, Yahudilerin soykırıma uğratılmasında büyük rol oynamadığını iddia etti, ancak mahkemeyi ikna etme konusunda başarılı olamadı. Eichmann yargılama sonunda suçlu bulundu ve 1962’de idam edildi.
Ancak 2 milyona yakın insanın katledildiği Auschwitz Kampı’ndaki korkunç cinayetlerin izleri bugün hala tüm tazeliğiyle duruyor. Bugün sadece Warner Bros’un hareketli logosunda gördüğümüz ölüm kampları, dünyanın değişik yerlerinde farklı farklı formatlarda hala devam ediyor ve Dr. Mengele’nin ruhu pek çok ülkede, farklı bedenlerde yaşamına devam ediyor maalesef!