Aslî mana ve lafız merkezli yaklaşımlar

YORUM | AHMET KURUCAN

Bu köşenin takipçileri bilir, nice zamandır Kur’an ayetleri ve hadislerin asli, orijinal ve özgün manalarının bilinmesinin önemi üzerinde duruyorum. Bu önemli konuyu dizi yazılar şeklinde müstakil olarak kaleme aldığım gibi başka vesileler söz konusu olduğunda da örnekler üzerinden dikkat nazarlarınızı çekmeye çalışıyorum.

Çok basit bir nedeni var bunun. O da şu: Nassların ilk muhataplarına ne dediği anlaşılmadan Kur’an ve sünnetle arasında 14 asırlık bir mesafe olan bize ne demek istediği tam anlaşılamaz. Ne dediğini anlamanın yolu 14 asırlık zaman dilimini geriye doğru yapılacak bir yolculukla aşıp, o toplumun içine girmekle mümkün olur. Bunun asgari şartı sosyal, siyasal, kültürel, askeri, ticari vb. her yönüyle İslam öncesi Arap toplumunu tanımaktır.

Şunu mu diyorsun, diyebilirsiniz: 14 asır öncesinin Mekke-Medine sokaklarında dolaşmalısınız? Evet, aynen böyle diyorum. 14 asır öncesinin Mekke Medine sokaklarında dolaşan bir fert olmalıyız.

Hiç kimse burada bana tutup Kur’an ve sünnetin evrenselliğinden dem vurmasın. Bunu inkâr eden yok. Reddeden de yok. Şüphe ile bakan da yok. Aksine kabul ve onay var. İşte bu kabul ve onayın göstergesidir nassların ilk muhataplarına ne dediğini bilmenin gerekliliğini vurgulamam. Zira ilim geleneğimiz içinde zamanla oluşan ve gün geçtikçe kemikleşmiş bulunan bir sorunumuz var bizim, lafzi yaklaşım.

Evet, lafız manayı taşıyan ana direktir. Lafzı ortadan kaldırdığınız zaman ne mana, ne hüküm, ne mesaj kalır ortada. Ama bu demek değildir ki lafız her şeydir. Eğer bir Kur’an ayetinden söz ediyorsak, Allah o lafız ile bir şey demiştir ilk muhataplarına. Eğer hadisi konuşuyorsak, aynı şeyi Efendimiz (sas) yapmıştır karşısındakilere.

Bu zaviyeden bakınca diyalektik bir ilişki vardır Kur’an ayetleri ve hadislerle o toplum arasında. Bu diyalektik ilişkinin üzerine oturmuş olduğu bir sosyal, kültürel, ticari bir zemin vardır. İşte bu zeminde cereyan eden somut bir hadise söz konusudur. Ve Kur’an ya da hadis bu somut hadiseyi çözümlemekte, somut hadise yoksa bile o zemin üzerinden tercihini anlatmakta, murad ve maksadını ifade etmektedir.

İlahi maksadı beyan eden ve insanların maslahatını gözetmek için nazil ve varid olan ayet ve hadisleri anlama ve anlamlandırmada lafzın egemenliğine takılır, sosyal arka planı ihmal edersek tam aksi manalar çıkartabiliriz bu iki kaynaktan.

Klasik usulümüzde lafızla alakalı var olan yaklaşımları, sübutu kat’i delaleti zanni tartışmalarını, lafzın hakikati, mecazı, kinayesi, hâssı, âmmı, mutlak, mukayyedi üzerinde yürütülen müzakereleri, lafzın delaletinin mutabakatı, tazammumu ve iltizamı tasniflerini bilmiyor değilim. Ama dengenin lafızdan yana ağır kaçması Allah’ın ve Resullulah’ın maksadının ihmalini netice verir diyorum.

Bu hususta Şatibi’nin devasa eseri Muvafakat’ında belirttiği üzere, İslam’ın kendi içinde çatışma ve çelişme olmaksızın tek bir nizam üzere işleyebilmesinin lafzın da, mananın da, hükmün de, maksadın da ihlale uğramayacağı biçimde ele alınmasının gerekliliğine inanıyorum.

Tekrar ifade edeyim: Kur’an ve hadisler ile bizim aramızda tam 14 asırlık bir mesafe var. Bu iki ana kaynakta yer alan ve gündelik hayatı düzenleyen esasların birçoğunun bugün bizim toplumsal hayatımızda karşılığı yok. Dolayısıyla lafzi düzlemden baktığımızda bu ve benzeri nasslar bizim hayatımızı kuşatmıyor.

Önemine binaen başka bir cümle ile tekrar edeyim: Lafzın taşımış olduğu zahiri mana bize konuşmuyor. Hatta diyebilirim Kur’an’ın nüzul mekânı olan Mekke ve Medine’de bile bir çoğunun karşılığı yok. Çünkü aradan geçen 14 asırda örf-adet, gelenek-görenek adına neredeyse hemen her şey değişmiş. Böyle olunca nassların zahiri manasını esas almak ve “İslam bu” demek nassların arka planını görmemek demektir.

Bunun adı evrensellik olamaz. Bu olsa olsa söz konusu sosyal hayatı düzenleyen nasslarla sınırlı olmak kaydıyla, o nassları bağlamsızlaştırmak, tarihsizleştirmek ve tarih-üstü bir manifesto haline getirmektir. Buradan İslam’ın bütün zamanlara, mekanlara ve insanlara hitap eden kuşatıcılığı çıkmaz.

Maslahat yazı dizisinde uzun uzadıya değindiğim ve hüküm ihtiva eden nasslarla açıkladığım bu hususu bu yazıda bir lafız üzerinden örneklendirmeye çalışacağım.

Ama önce “bizim toplumsal hayatımızda karşılığı yok” dediğim cümleme bir örnek vermek isterim. Mesela, “Zıhar” kavramını ele alalım. İslam öncesi Arap toplumunda kocanın karısına “Sen bana annemin sırtı gibisin” demesi boşama ifade eden bir cümledir ve bu aslında bir benzetmedir.

Burada “zıhar/sırt” kavramı nezaheti lisaniyye veya ahlakiyye diyebileceğimiz bir üslubu ifade eder ama kastedilen cinselliktir. Yani “Sen artık bundan sonra benim için annem gibisin. Bir insan nasıl annesi ile cinsel bir ilişki içine girmiyorsa ben de seninle girmeyeceğim,” demektir. Bunun Arap toplumunda ve Kur’an’ın ilk muhataplarının nasıl uyguladığı, Kur’an’ın ayetiyle buna nasıl yeni bir şekil verdiği ayrı bir konu, ama söz gelimi Türk veya dünyanın başka coğrafyalarında yaşayan Müslümanların kültürü içinde bunun bir karşılığı yoktur.

Toplumsal ve kültürel arka plan şartlarımız içinde bir karşılığı olmayan bu hususu, Kur’an’da yer alıyor diye ister eski haliyle isterse Kur’anî düzenleme sonucu oluşturulan yeni haliyle bizim hayatımıza taşımamız doğru mudur? Tabii ki doğru değildir.

Kaldı ki bu hayatın tabii akışına uygun bir durumdur. Zira dil yaşayan bir organizmadır. Doğar, büyür, gelişir ve ölür. Lafızlara ve kavramlara verilen manalar zaman içerisinde gelişebilir, değişebilir. Hele bu lafızlar başka bir kültürle buluştuğu zaman değişimi bırakın baştan aşağıya dönüşüm geçirmesi sıradan bir hadisedir.

Bu girişten sonra bir lafız üzerinden örneklendireceğim dediğim hususa geleyim. Ele alacağım lafız, salat.

Haftaya devam etmek üzere inşallah.

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

5 YORUMLAR

  1. Bu köşenin takipçileri bilir, nice zamandır Kur’an ayetleri ve hadislerin asli, orijinal ve özgün manalarının bilinmesinin önemi üzerinde duruyorum.
    —Bu köşenin takipçileri bilir, nice zamandır Kur’an ayetleri ve hadislerin aslî, orijinal ve özgün manalarının bilinmesinin önemi üzerinde duruyorum.

  2. Nassların ilk muhataplarına ne dediği anlaşılmadan Kur’an ve sünnetle arasında 14 asırlık bir mesafe olan bize ne demek istediği tam anlaşılamaz.
    —-Nassların, ilk muhataplarına ne dediği anlaşılmadan Kur’an ve sünnetle arasında 14 asırlık bir mesafe olan bize ne demek istediği tam anlaşılamaz.

  3. Ne dediğini anlamanın yolu 14 asırlık zaman dilimini geriye doğru yapılacak bir yolculukla aşıp, o toplumun içine girmekle mümkün olur.
    —Ne dediğini anlamanın yolu, 14 asırlık zaman dilimini geriye doğru yapılacak bir yolculukla aşıp o toplumun içine girmekle mümkün olur.

  4. Hele bu lafızlar başka bir kültürle buluştuğu zaman değişimi bırakın baştan aşağıya dönüşüm geçirmesi sıradan bir hadisedir.
    —Hele bu lafızlar başka bir kültürle buluştuğu zaman bırakın değişimi, baştan aşağıya dönüşüm geçirmesi sıradan bir hadisedir.

  5. Ahmet Bey Merhaba,

    Yazilarinizi cok begenerek okuyorum. Kafamdaki bircok soruya cevap buluyorum. Yazida bahsettiginiz gibi, Kuran ayetlerini gunumuz sartlarina uygun olarak aciklayan bir modern tefsir varmidir? Varsa ismi nedir? Yakinda tefsir okumaya baslamak istiyorumda.

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin