Amerikalı Papa, Amerikan sağına karşı!

AYDOĞAN VATANDAŞ | YORUM

Dünya Katoliklerinin ruhani lideri olarak seçilen Papa Leo XIV – nam-ı diğer Kardinal Robert Prevost – Amerikalı ilk Papa olarak tarihe geçti. Ancak bu tarihi olayın ardından Vatikan’ın sessiz avlularından Trump destekçilerinin X (eski adıyla Twitter) hesaplarına kadar sert bir rüzgar esiyor. Beklenti bir “America First” papalığı ise, sahada görülen “Neighbor First, Stranger Always Welcome” gibi.

Yeni Papa, sadece ruhani bir lider değil, aynı zamanda sosyal medyada son derece aktif bir figür. Göçmen haklarından, JD Vance’in sevgi hiyerarşisine kadar birçok konuda görüş bildirmiş. Özellikle, “Jesus doesn’t ask us to rank our love for others” (İsa sevgimizi sıralamamızı istemiyor) paylaşımı, Vance’in aileden başlayıp dünyaya yayılan “aşamalı sevgi planına” nazik bir ters köşe yapmıştı.

Tabii bu durum, eski Beyaz Saray Baş Stratejisti Steve Bannon’un tansiyonunu da biraz yükseltmiş olmalı. Bannon, Papa’nın geçmiş tweetlerini görünce adeta manevi bir şok yaşadığını söylüyor: “Bu adamın bu tür bir geçmişi varken Papa seçilmesi inanılmaz!”

Jack Posobiec, Laura Loomer ve Ben Harnwell gibi Trump’ın medyatik destekçileri, yeni Papa’yı globalist komplonun ajanı olarak resmetmekte hiç tereddüt etmediler. Loomer, Papa’yı “anti-Trump, göçmen yanlısı, tam bir Marksist” ilan ederken, Harnwell ise Papa’yı “liberallerin adamı” olarak tanımladı.

Anlaşılan, Vatikan’ın beyaz dumanı, Beyaz Saray’ın bazı köşelerinde kara bulutlara dönüşmüş.

Bannon ise daha ileri giderek uyardı: “Bu Papa, Trump’ın kitlesel sınır dışı politikasıyla ters düşerse, Katolik Amerika ikiye bölünür.”

İşin ilginç yanı, Bannon zamanında Prevost’u papalık için aday olarak önermişti.

Göçmen haklarını savunuyor

Aslında yeni Papa’nın siyasi duruşu o kadar da net değil. Ne tam anlamıyla liberal, ne de muhafazakâr kampın yıldızı. Göçmen haklarını savunuyor, silah kontrolü çağrısı yapıyor, ama aynı zamanda kürtaj karşıtı söylemlere de destek veriyor. Kısacası yeni Papa, tam bir “Orta Yol Azizi.”

Bu da hem Demokratların hem Cumhuriyetçilerin zaman zaman “Amin” yerine “Ama?” dedikleri bir dini lider görmelerine neden oluyor.

Ancak Donald Trump için siyasetin altın kuralı basittir: Kazanmak. Ve kazanmak için bazen eski tweetleri unutup, yeni Papaları övecektir. Nitekim öyle de yaptı ve yeni Papa’nın seçilmesinde etkisi olduğunu iddia etti. Çünkü Amerikan siyasetinde Katolik oyları hafife alınamaz. 2020 seçimlerinde Katolik seçmenler, toplam seçmenin yaklaşık dörtte birini oluşturdu. Bu da Trump’ın seçmen tabanında ciddi bir oran demek.

Üstelik Katolikler homojen bir blok değil. İçlerinde geleneksel olarak Cumhuriyetçilere yakın olan İtalyan ve Polonya kökenliler de var; Latin Amerikalı göçmen kökenli, daha Demokrat eğilimli Katolikler de… Ancak Papa Leo XIV gibi göçmen dostu ve sosyal adaleti öncelikleyen bir lider, bu seçmenlerin vicdanına ve sandıktaki refleksine hitap edebilir.

Trump bunu çok iyi biliyor. O yüzden, çevresindeki bazı figürler Papa’ya karşı öfkeyle tweet atarken, Trump’ın bizzat kendisinden henüz doğrudan bir eleştiri gelmedi. Çünkü Trump, Katolik dünyayla açık kavga etmenin Florida’dan Michigan’a kadar uzanan hassas eyaletlerde “muhafazakâr dindar oy kaybı” anlamına gelebileceğini hesaplıyor.

Ayrıca ABD’deki Katolik kiliseler, sadece oy değil, organizasyon gücü ve toplumsal etkileriyle de güçlü birer kurum. Trump için bu ağları karşısına almak, İncil kaldırdığı pozlarla kurmaya çalıştığı “dindar lider” imajını baltalar. Trump için yeni Papa politik bir rakip değil, politik bir gerçekliktir. Trump destekçileri Papa’ya kızabilir, tweetler atabilir ama Trump için Vatikan kapılarını tümden kapatmak, Beyaz Saray’ın anahtarlarını Demokratlara iade etmek demektir.