Ali Erbaş, Kazakistan’da bir konuştu pir konuştu

YORUM | AHMET KURUCAN

Önemli Not: Okumaya başladığınız metin içinde aklını anadan doğma kör olanlara dahi ayân ve içinde binbir hakikatin pinhân olduğu kurgu bir haberdir.

Türk Halkları Müftüleri Birliği Toplantısı’nda konuşan Diyanet İşleri Başkanı Erbaş, toplantıya ev sahipliği yapan Kazakistan Müslümanları Dini İdaresi Başkanı Nauryzbay Tağanüly Otpenov’a teşekkür ederek sözlerine başladı.

Müslümanların risaletin başlamasının ardından bir asır içinde İslam’ın rahmet mesajını, Afrika’dan Orta Asya’ya dünyanın pek çok yerine taşıdıklarını ifade eden Başkan Erbaş, “Gittikleri coğrafyaları İslam’ın barış, merhamet, adalet ve güzel ahlak ilkeleriyle mamur ettiler. Devletler, medeniyetler kurdular. Endülüs’ten Maveraünnehir’e, farklı inanç, ırk ve kültür mensuplarıyla bir arada yaşamanın en güzel örneklerini gösterdiler. En güçlü oldukları dönemlerde dahi camilerinin yanına diğer inanç mensuplarının ibadethanelerini de yaptılar. 7. yüzyıldan 17. yüzyıla kadar ilmin bütün dallarında insanlığa öncülük ve rehberlik ettiler. Dünyanın hemen her yerine ilim-irfan, bilgi-hikmet taşıdılar.” dedikten sonra herkesi şaşkınlık içinde derin düşüncelere sevk eden şu sözleri söyledi: “Maalesef böyle bir mirasa sahip olan bizler onu koruyamadık, mirasyedi çocuklar misali ecdadımızdan bize intikal eden her şeyi bozuk para gibi harcadık. Kısa zamanda söz konusu mirası sıfırladık ve buna bağlı olarak da insanlık önünde sıfırlandık.”

Ardından salonda oluşan derin sessizliği Erbaş şu cümleleriyle bozdu: “Hiç kimseyi suçlamıyorum. Hepimiz oradaydık. Dolayısıyla hepimiz suçluyuz ama suçun en büyüğü sırtında peygamber cübbesi, basında Peygamber sarığı, dilinde Kur’an ben ve benim gibi dini temsil makamında bulunanların üzerindedir. Keşke ecdadımızın bizlere bırakmış olduğu ve doğru anlaşıldığı, doğru yorumlandığı takdirde insanlığın sorunlarına çözüm olabilecek o mirasa hakkıyla sahip çıkabilseydik. Keşke inancımızdan aldığımız güç ve tarihimizden aldığımız ilhamla, tüm insanlığın kurtuluşuna vesile olabilecek devasa adımları atabilse, yaptığımız planlar, programlar ve projeleri hayata taşıyabilseydik. Keşke dünyamızın, savaşlar, yoksulluk, terör eylemleri, ümitsizlik, gibi devasa sorunlarına karşı inancın yaptırım gücünü harekete geçirebilseydik. Keşke Müslüman din adamları olarak bizler eğitimden sanata, ekonomiden psikolojiye kadar bütün alanlarda yeryüzündeki herkese umut olacak bir vizyon ortaya koyabilse ve arkamızda saf bağlayan cemaatimizi bunlara yönlendirebilseydik.”

Ali Erbaş’ın yaptığı bu özeleştiri içerikli konuşma bununla sınırlı kalmadı, devam etti. Şunları dedi: “Ama biz bunları yapamadık. Sizleri istisna tutarak şahsım ve kurumum adına konuşayım. O güzelim dinimizi suistimal ve istismar eden siyasetin oyuncağı oldum. ‘Hakkın hatırı âlîdir’ deyip sırtımdaki Peygamber cübbesiyle siyasi iradenin dinimizi istismar eden yanlışlarına karşı koyacağıma onların borazanlığını ve yalakalığını yaptım. Dünyevi makamlara o makamların sunduğu maddi imkanlara tamah ettim. Yeri geldiğinde defalarca anlattığım İmam Azam’ların, İmam Şafi’lerin, İmam Serahsi’lerin ölümü göze alarak sergiledikleri siyasi irade karşısındaki dik duruşlarını sergileyemedim. Öyle ki yıllarca aynı fakültede görev yaptığım mesai arkadaşlarıma iktidarın ağzını kullanarak terörist dedim. Akademik çalışmaları, dini duyarlılığı, “Karınca İncitmez Beyefendi” lakabını hakkıyla hak eden Suat Yıldırım Hocaya bile terörist dedim ben, daha ötesi var mı? Kızımı teslim ettiğim öğretmenlere de terörist dedim, birlikte yurt dışı gezilerine katıldığım, çaylarını kahvelerini içtiğim, yemeklerini yediğim insanlara da. Utanıyorum, çok utanıyorum.

“Evet, gerek şahsım gerek temsil ettiğim kurumumun bu duruşu ile yüzbinlerce masum insanın hapishanelere atılmasına, işlerinden kovulmasına, maddi ve manavi sıkıntılara düçâr olmasına dâyelik ettim. Keşke sesimi çıkartabilseydim! Keşke kollarımı makas gibi açarak dini istismar eden ülkemin siyasetçilerine dur diyebilseydim. Keşke dini siyasete alet edemez, elinizde Kur’an seçim meydanlarında propaganda konuşması yapamaz, şehit cenazesinin tabutuna el koyarak o anne babanın acısı ile alay edemez, cami mihrabında toplumu kutuplaştırıcı hitabette bulunamazsınız deseydim. Keşke göstermelik açılışlarda  Cumhurbaşkanı’nın, Başbakan’ın, bakanların arkasında cübbemle sarığımla durmasaydım, ellerimi açıp dualar etmeseydim. Keşke Cuma günleri bütün yurt sathında okunacak ve her bir cümlesi ile siyasi iradenin ekmeğine yağ süren ama beri taraftan da gerçekleri gizleyen ve dinin altını oyan o hutbeleri okutmasaydım. Keşke Cumhurbaşkanının, Başbakanın karşısına yiğitçe, mertçe çıkıp günü gününe, saati saatine söylediği yalanları sayıp dökseydim ve ardından ‘Yalan söylemek büyük günahlardandır, yalan söylemek münafıklık alametidir.’ diyebilseydim. Deseydim de beni isterse hapishanelere koysaydı. Eğer bunu yapabilseydim onurum, şerefim, haysiyetim ve izzetimle bedenim hapiste ama ruhum dimdik ayakta dururdu. Ah keşke!

“Son sözlerim, ben yıllar önce yine Kazakistan’ın ev sahipliğini yaptığı benzeri bir toplantıda rejimin diskurunu kullanarak bir cemaate aynı zamanda bir Diyanet mensubu ve din adamı olan liderinin ismini kullanarak “terör örgütü” demiş ve onu IŞİD, Boko Haram, Şebab ile bir tutmuş hatta onlardan daha tehlikeli olduğunu söylemiştim. Halbuki dini gerçekten suistimal eden insanlar burnumun dibindeymiş ve ben görememişim. Devletin asker, polis, yargı ve istihbarat başta olmak üzere her türlü maddi manevi imkanını kullanan gerçek terör örgütü meğerki kamuflaj elbiseleri ile yanı başımda duruyormuş. Ben onların emir eriymişim de farkında değilmişim. Keşke birileriniz beni uyarsaydı. Gerçi o uyarılara ne kadar kulak kesilirdim bilmiyorum ama olsun, keşke uyarsaydınız. Sizleri uyarıyorum, âgâh olunuz. IŞİD, Boko Haram, Şebab gibi örgütlerin yanı sıra terörist devlet nitelemesini hak edecek ama adı terör örgütü olmayan siyasi iktidarlara karşı aman ha dikkatli olun.”

Erbaş kürsüden salonda kendisine ayırılan ön sıradaki sandalyesine doğru yürürken salondaki sessizlik herkesin üzerine bir karabasan gibi çökmüştü. Bir kişi bile alkışlamadı.

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

4 YORUMLAR

  1. Ilahiyat camiasi birbirlerini niye bu kadar önemsediklerini anlamiş değilim. Erbaş, Görmez vs. Bu insanlar makamlara gelmek için veremeyecekleri hiçbir ödünleri yoktur.
    Kanaatim çok lazim olmayan önemsemelerdir.

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin